Etiket arşivi: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

Ermeniler Millet-i Sadıka (Sadık Millet) iken Neden İsyan Ettiler? Soykırım Yapıldı mı?

Tesbitlerimize göre, Ermeni meselesi, İslam âleminde ve Gayr-i Müslim dünyada yeterince bilinmemekte veya yanlış bilinmektedir; Avrupa ve Amerika’daki Türk nesilleri tarafından maalesef bilinmemektedir, Türkiye’de ise özellikle İslâmî yönü itibariyle ele alınmamıştır ve nihayet bilim adamlarının birçoğu dahi hukuki ve İslami tahlilleri açısından bilmemektedirler. Bu eserin telifi bütün bu bilinmezliklere ışık tutmak amacını taşımaktadır.

Ermeni Meselesi, neredeyse bir buçuk asır önce kucağımızda bulduğumuz, bugüne kadar da taşımak zorunda olduğumuz bir meseledir. Muhataplarının dışında pişirilen ve geliştirilen bu sorun, bin yıldır birbirine el kaldırmamış iki milleti bıçak sırtı gibi ikiye ayırmış, sönmeyen bir kin ve düşmanlık ateşini yakmıştır.

Ermeni iddiaları Ermeni milletine hiçbir şey kazandırmamıştır. İddialarının hiç biri de gerçekleşmemiştir. Ermeniler 1878’den beri elde ettikleri kazanımları bir hesap etmelidirler. Elde var sıfır. Ermeni terör örgütleri Taşnak ve Hınçak kendi milletine hiçbir şey veremediği gibi Ermeni milletinin var olan kazanımlarını, huzur ve sükûnlarını da selbetmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin ve ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin ise boğuşmak zorunda olduğu bir problem olarak devam etmiştir. Her iki tarafın da sadece kayıpları vardır, geride bıraktığı gözyaşları vardır, binlerce ailenin dramları vardır, yetim ve öksüz kalan yavrularımızın feryat ve figanları vardır.

Osmanlı, Ermeni Meselesininin müsebbibi değil, muhatabıdır. Osmanlı kendi ülkesinde bir Ermeni Meselesi çıkarayım da şu Ermenilerden kurtulayım diye de uğraşmamıştır. Ermeni Meselesi, Rusya’nın, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı’nın başına sardığı bir musibettir. Devleti zaafa uğratmak için, daha da ötesi Osmanlı’yı tarih sahnesinden silmek için başvurulan uluslararası bir oyundur. Ermeniler bu oyunun icracısı olmuştur. Oyuna gelmişlerdir.

Osmanlı bir ulus devlet değil, birçok milleti bünyesinde taşıyan çok uluslu bir devlettir. Dolayısıyla coğrafi sınırları içinde hâkim bir unsurdan söz etme yerine, yönetimde hiçbir ayrım yapmadan farklı etnisitelere eşit haklar tanıyan bir devlet modeli söz konusudur. Devlet teb’asına eşit mesafede yaklaşmış, birini diğerine tercih etmemiş, etnik kimliğinden dolayı ayrıcalık tanımamıştır. 600 yıllık Osmanlı yönetim kadrolarına bakıldığında bu durum apaçık görülür. Osmanlı Devletinde vatandaşların vasıflandırılmasında kullanılan kriter dindir ve bu sebeple ayrı ayrı din mensuplarına millet adı verilmiş; ancak vatandaşlar arasında çok istisnai haller dışında ayırım yapılmamıştır.

Ermeniler için de durum aynıdır. Ermeniler, millet-i sâdıka sıfatıyla Osmanlı ülkesinde zimmî tabir edilen statüde yani Müslüman bir ülkenin Gayr-i Müslim vatandaşı sıfatıyla yaşamışlar ve Osmanlı Devleti, vatandaşlarına tanıdığı bütün hak ve hürriyetleri onlara da tanımıştır. 1071’den beri, uzun tarih dönemeci içerisinde Müslüman Türkler, azınlıkların hak ve hürriyetlerine saygı göstermişlerdir. Aynı tarih dilimi içerisinde İspanya’da Müslüman azınlıktan eser kalmaması, Avrupalılar, daha doğrusu Hıristiyan milletler ile Müslümanların, bu konudaki gerçek tutumlarını göstermektedir. Ermenilere temel hak ve hürriyetler tanındığı gibi, İslâm Dininin koyduğu prensipler ışığında din ve vicdan hürriyeti de tanınmıştır. Tanzimat’tan sonra ve özellikle de II. Meşrutiyet döneminde, siyasi haklar, Müslümanlar kadar Ermeniler için de kabul edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin bu davranışlarına mukabil Ermeniler, Rusya’nın tahriklerine kapılarak ve Berlin Muâhedesi’nin 61. maddesine dayanarak devlete isyan etmeye başlamışlardır. Aslâ çoğunluk teşkil edemedikleri Doğu ve Güneydoğu vilâyetlerinde, kurdukları terör örgütleriyle devlete karşı ayaklanmalar çıkarmışlardır. 1894’de Sason’da isyan eden Hamparsum Boyacıyan Kozan Milletvekili olarak İttihâdcılar tarafından Meclis’e bile getirilmiştir. İstanbul’da arka arkaya patlayan Ermeni ayaklanmaları, Abdülhamid’i bomba olayı ile yok etmek istemeleri onların dış güçlerin emriyle hareket ettiklerini açıkça ortaya koymuştur.

Nihâyet 29 Ekim 1914’de I. Cihan Harbine giren Osmanlı Devleti’ni, Doğudaki Ermeniler, Ruslarla birlikte arkadan vurmaya başlamıştır. Hatta Van’ı boşaltan Ruslar, burayı Ermenilere teslim edince, şarkta Müslüman katliamı başlatmışlardır. İşte bu dönemde Doğu ve Güneydoğu dahil bütün Osmanli ulkesinde, yaklasik 1.300.000 Ermeni yaşamaktadır ve nüfusun da sadece % 5’ini teşkil etmektedir. Bütün tedbirlere rağmen Ermenilerin girişimleri durmayınca, Nisan 1915’de Dâhiliye Nâzırı Tal’at Bey, Doğu ve Güneydoğudaki 500.000 Ermeninin, mecburi göçe zorlanması (tehcir) kararını almıştır. Gaye, Rus ordularının yollarından Ermenileri uzaklaştırmaktır. Asker himayesinde Irak, Suriye ve Lübnan’a sürgün edilen Ermenilerden bazıları yolda ağır yol şartlarından ve açlıktan ve bazıları da daha evvel yakınları Ermeniler tarafından katledilen bazı sivil ahali tarafından telef edilmişlerdir. Ermenilerce katledilen Müslüman sayısı ise yarım milyondan fazladır. Daha sonra da ifade edeceğimiz gibi, alınan bu zorla tehcir kararı, Kur’an’ın emriyle Hz. Peygamber’in Nadiroğulları kabilesine uyguladığı cela yani ülke güvenliği açısından tehcir uygulamasına dayanmaktadır.

Kısaca aslı astarı olmamasına rağmen, bir asra yakındır Ermeni katliamı iddialarıyla suçlanan Müslüman Türk milletinin katliam yapmadığı halde suçlanmaya devam edilmesi, tarihî ve ilmî değil, sadece siyâsidir. Osmanlı Arşivlerini açan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu iddialara en güzel cevabı vermiştir.

http://www.osmanlisahafi.com/index.php?Uid=52

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

Rector & President

Islamitische Universiteit Rotterdam

Bergsingel 135, 3037 GC Rotterdam

T +31 (0)10 485 47 21

F +31 (0)10 484 31 47

E akgunduz@iur.nl; I www.islamicuniversity.nl

facebook.com/Prof.AhmetAkgunduz; twitter.com/AhmetAkgunduz

Hollandaca Kuran-ı Kerim Mealimiz 27 Mart 2014’te kamuoyuna tanıtılacaktır!

Rotterdam İslam Üniversitesi ve Lezen en Leven Vakfı’nın altı yıldır üzerinde titizlikle çalıştığı Hollanda’ca Kuran-ı Kerim tercümesi Levende Koran ( Yaşayan Kuran) ismi ile tamamlanmış ve basılmıştır. Bilindiği gibi Hollanda’da daha önce yapılmış tercümeler bulunmaktadır. Tercüme mevcut tercümeler göz önünde bulundurularak ayrıca gerekli görülen ayetlerin tefsirleri de eklenerek Hollandaca dil uzmanlarının da kontrolü ile tamamlanmıştır. Bu özelliği ile diğer Kuran-ı Kerim tercümelerinden ayrılmaktadır.

27 Mart 2014 tarihinde saat 10.30 ile 12.15 saatleri arasında Üniversitemizin Kampüsünde yapılacak olan tanıtım programı ile Kuran-ı Kerim tercümemiz kamuoyuna tanıtılacaktır. Tanıtım programımızda sizleri de görmekten şeref duyacağız.

Bu önemli programı takviminize almanız hususunda gereğini bilgilerinize arz ederim.

Saygılarımla

Prof. Dr. Ahmed Akgunduz

NurNet.Org

İslam Alemi Neden İhtilaf İçinde ve Zayıf Kalmıştır?

Kardeşlerim

İslam aleminin sayıca ve servetçe çok olmalarına rağmen ihtilaf içinde ve zayıf kalmalarının sebebini anlatan iki hadis paylaşacağım:

1. “Yakında, oburlar yemek kabının üzerine üşüştükleri gibi başka milletler de sizin üzerinize üşüşürler. Ashab: O gün biz mi az olacağız, ya Resulullah, dediler? Hayır, bilakis o gün çok olacaksınız; ancak selin üzerindeki çörçöp gibi olacaksınız ve Allah düşmanlarınızın kalbinden korkunuzu kaldıracak ve sizin kalbinize de “vehn” salacak, dedi. Ashab: Vehn nedir-yani sebebi ve sırrı nedir; çünkü vehn’in manası bellidir; zayıflık, demektir-dediler. Efendimiz: Vehn dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır.”

2. “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, (zararlı ve din düşmanı şahıslar) İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından (ihtilafından) istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder (insanlığı altüst eder) ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.”

Ve bunlara dikkat çeken Bediüzzaman diyor:

Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kal’a-i kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!..
Mektubat ( 270 )

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

Avrupa’daki İslami Hizmetler ve Bize Düşen Vazifeler!

Evvela; Avrupa’da netice alınabilecek bir hizmette muvaffak olmak için, genellemelerden vazgeçmek ve rahmet-i ilahiyeden ümit kesmeden iman ve Kur’an hakikatlarını bıkmadan neşretmeye devam etmek şarttır. Bu konuda Bediüzzaman hazretlerinin şu düsturları bizlere rehber olacaktır:

Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir:

Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi’ san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takib eden bu birinci Avrupa’ya hitab etmiyorum. Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahete ve dalalete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitab ediyorum. Lem’alar ( 115)

İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Karlayl ve Bismark gibi böyle dâhî muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden ben de bütün kanaatimle derim ki:

Avrupa ve Amerika, İslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasılki Osmanlılar Avrupa ile hâmile olup bir Avrupa devleti doğurdu. Hutbe-i Şamiye ( 32 )

İkincisi: İslam âlemi ve Türkiye tam bir buçuk asırdır, şu anda Türkiye’nin yaşadığı İslami inkişafı ve maddi refahı yaşamamıştır. III. Selim’den beri arzulanan hedefler, bugün birebir gerçekleşmektedir. Ne hizmet erlerine, ne Işık evlere, ne medreselere, ne Kur’an kurslarına ve ne de hiçbir İslami hizmete engeller çıkarılmak şurada dursun, kapıları aralanmakta ve destekler yağmaktadır. Abdülhamdi’den beri yapılmamış dini eserler ve vakıf eserleri tamirleri yapılmıştır.

Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükür ister ki devam etsin, ziyade olsun.(Tarihçe-i Hayat 139)

Hem ihlas ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa “Benden ders alıp sevab kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir. Lem’alar ( 152 )

Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kal’anın başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan هَنِيئًا لَكُمْ sadâsını işiteceksiniz. Tarihçe-i Hayat ( 85)

Arap baharını kasdeden Bediüzzaman’ın şu haykırışlarını da unutmamak gerekir:

ve çok zamandan beri esaret altında kalmış ve istiklaliyetini kaybetmiş Hindistan, Arabistan gibi âlem-i İslâmın büyük memleketleri birer devlet-i İslâmiye şeklinde Hind’de yüz milyon bir devlet-i İslâmiye, Cava’da elli milyondan ziyade bir devlet-i İslâmiye ve Arabistan’da dört-beş hükûmet bir cemahir-i müttefika gibi Arab birliği ile İslâm birliğini birleştirmesindeki âlem-i İslâmın bu büyük bayramının mukaddemesini tebrik ile, bu bayram bize müjde veriyor.Tarihçe-i Hayat ( 521 )

Şunu da ilave etmek gerekir ki, Allah bu zamanda bizlere hem meydan ve hem de at vermiştir; öyleyse bize düşen, durmadan ve yorulmadan bütün dünyada at koşturmaktır.

ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi bin beşyüz altı (1506) edip, bu tarihe kadar zahir ve aşikârane, belki galibane; sonra tâ kırk ikiye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder. وَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ Kastamonu Lahikası ( 28 )

Üçüncüsü; Avrupa’da hizmet edebilmek için, Avrupalıların diline ve aklına göre İslam’ın hakikatlerini anlatmamız gerekiyor. Bu sebeple Rotterdam İslam Üniversitesi üç şeyi Allah’ın izniyle başardı:

1. Kur’an-ı Kerim’in ehl-i sünnet kaidelerine uygun tefsirli mealini hazırladık. Burada bütün Hollandalıların dikkatini Kur’anın ana gayelerine çektik ve Bediüzzaman’ın Kur’an tarifini mukaddimede vurgulayarak verdik:

Kur’andaki anasır-ı esasiye ve Kur’anın takib ettiği maksadlar; tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür. İşarat-ül İ’caz ( 12 )

2. Risâle-i Nur Külliyatından beş küçük eser, akademik manada Hollandaca’ya tercüme edildi ve inanılmaz bir alaka gördü. Artık tramvay ve trenlerde Risale okuyan Hollandalılara rastlıyoruz. İnşaallah Sözler tam olarak 6 ay içinde neşredilmiş olur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, tercüme dilinin akademik ve baskının kaliteli olmasıdır.

3. Üniversitemizde klasik anlamda değil tamamen Üniversite’deki resmi dersler anlamında haftada iki saatlik Risale-i Nur dersleri başladı ve Fas’lı Hocalarımızdan Muhammed Arab bunu başarıyla ve Hollandaca olarak yürütüyor. Buna desrhanelerde tanzim edilen Hollandaca Nur klasik derslerini de ilave etmemiz gerekir.

Kısaca biz aşağıdaki düstura uyarak sadece Avrupa’ya değil Avrupa’dan bütün dünyaya Kur’an’ın nurlarını üflemeliyiz;

Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. Sünuhat-Tuluat-İşarat ( 52 )

Dördüncüsü, bizim, sağını solundan ayıramayanların çoğaldığı ve herkesin kendi meşrebini beğendiği şu dünyada muvaffak olabilmemiz için, Uhuvvet ve İhlas Risalelerinin dünyada tatbik edileceğini, ahirette bunlara ihtiyaç duymayacağımızı unutmamamız gerekmekte ve aşağıdaki düsturları hayatımızda tatbik etmemiz icabetmektedir. Zira şu Kur’an ayeti ve bunu izah eden Bediüzzaman’ın tesbitleri bunu tasdik ediyor:

Onların kalblerindeki kıskançlık ve çekememezlik gibi duyguları söküp atarız. A’raf Suresi: 43.

Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hürmetine ve alâka-i Kur’aniyenizin hakkına ve imana hizmetinizin şerefine, çabuk bu dehşetli, zahiren küçücük fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci’ ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan birbirinden küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve geçiriniz. Yoksa bir dirhem şahsî hak yüzünden, bizlere ve hizmet-i Kur’aniyeye ve imaniyeye yüz batman zarar gelmesi -şimdilik- ihtimali pek kavîdir. Şualar ( 512 )

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ الاَّ اللّٰهُ sırrıyla ehl-i velayet, gaybî olan şeyleri bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşere’nin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer bütün bütün zahir-i şeriata muhalif ve hatası zahir bir içtihad ile hareket edilmiş ola. Bu sırra binaen وَ الْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَ الْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ deki ulüvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avam-ı mü’minînin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla, imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur’un erkânlarının haksız itirazlara karşı haklı fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen; ve ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hakkın mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini cerhedip ve ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur şakirdleri bu mezkûr dört esasa binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için musalahakârane, medar-ı itiraz noktaları izah etmek ve cevab vermek gerektir.

Çünki bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti mikdarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip, bozmuyor; kendini mazur biliyor, ondan niza çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalalet istifade ediyor. Kastamonu Lahikası ( 195-196 )

Beşincisi; Avrupalılar, İslam ve Müslüman kelimesini duyunca, akıllarına hemen, cihad, radikalizm, aşırı uçlar ve terör gelmektedir. Bunları fiilen tekzip etmek bizim görevimizdir. Bunun yolu da müsbet harekettir. Ancak müsbet hareket etmek, İslam’dan taviz manasına alınmamalıdır; zira İslam’dan taviz vererek İslam’a hizmet edilmez. Zaten Bediüzzaman da bunu haykırmaktadır:

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. Emirdağ Lahikası-2 ( 241 )

…müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlahiyeye karışmamak hakikatı için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis (A.S.) gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi sabır ve rıza ile karşıladım. Emirdağ Lahikası-2 ( 241 )

Son sözüm, bu yılda bir defa yapılan toplantı birinci derecede uhuvvet ve azami irtibat ile meşveret toplantısıdır. Elbetteki doğru İslam’ı Avrupalılara anlatmak ve gayr-ı Müslimlerle olan münasebetlerimizi müsbet manada yürütmek için birbirimizin tecrübelerinden de istifade etmeye gayret göstereceğiz.

Hem madem bu zamanda her şeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem kemmiyet ise keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimî, sabit hidemat-ı imaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz. Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz. Kastamonu Lahikası ( 89 )

Hürmetlerimle

www.NurNet.Org

Not: Değerli Arkadaşlar! Rotterdam İslam Üniversitesi Erdebil Konferans Salonunda 24 Kasım 2013 günü düzenlenen, başta Bediüzzaman Hazretlerinin kıymetli talebesi Mu’azzez Ağabeyimiz Abdullah Yeğin olmak üzere 22 Avrupa Devleti’nden ve Türkiye’den 250’ye yakın katılımcının hazır bulunduğu toplantıda, açılış konuşması olarak sunduğum tebliğimdir.

Prof. Dr. Ahmed Akgunduz

Rector & President

Description: LogoIslamitische Universiteit Rotterdam

Bergsingel 135, 3037 GC Rotterdam

T +31 (0)10 485 47 21

F +31 (0)10 484 31 47

E akgunduz@iur.nl; I www.islamicuniversity.nl

facebook.com/Prof.AhmetAkgunduz; twitter.com/AhmetAkgunduz