Etiket arşivi: Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Maneviyat Eğitiminde Ailenin Önemi

Hayat standardının yükselmiş olması maalesef beklenen mutluluğu ve huzuru sağlayamadı insanlık için… Bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişmesi, insanın pek çok alanda işini kolaylaştırırken bir taraftan da onu yalnızlaşmaya ve içine kapanık bir hale gelmeye itiverdi yavaş yavaş…

Artık çocuklar dışarıda arkadaşlarıyla oyun oynamak yerine bilgisayar başında “sanal” denilen ortamda hayal mahsulü oyunlarla neredeyse tüm vaktini “oyunda oynaşta” geçirmeye aday bir şekilde yetişiyorlar maalesef… Dahası, kendilerine sağlanan özel oda, özel eşya lüksü bile onları mutlu etmeye yetmiyor, aksine tatminsizlikleri bir anlamda mutsuz ve huzursuz kılmaya başlıyor. Ne dersiniz? Erken yaşlarda başlanan kötü alışkanlıklar, sebepsiz yere intiharlar, bir başka insana, canlıya ya da eşyalara verilen zararlar, maneviyat boşluğundan değil de başka nereden ortaya çıkıyor?

Değerli okuyucum,
İnsanoğlu orta şartların varlığıdır. Uç noktalar onu mutlu etmez, huzursuzlaştırır. Medeniyetin, yeryüzünde aşırı soğuk ve sıcağın hüküm sürdüğü kutuplar ve diğer mekânlarda değil ortalama şartların mevcut olduğu coğrafyalarda gelişmesi bile insan için her şeyin ölçülü olması gereğinin ortaya koyar. Ve insan ruhu ancak maneviyat ile huzur bulur, tatmine erer. Onun yokluğu ise hiçbir şeyin varlığıyla telafi edilemez. Bugün artık neredeyse tüm sosyal bilimciler, insan eğitimi için ahlak ve maneviyatın vazgeçilmez olduğunda hemfikirdirler. Ayrıca onlar bu eğitimin ne kadar erken yaşlarda başlanırsa o denli yararlı olacağı düşüncesindedirler. Bu bağlamda, ailenin söz konusu eğitimde en önemli görevi üstlenmesi gerektiğini söyleyerek bunun nasıl ve ne şekilde gerçekleştirilmesini aşağıdaki satırlarda bulabileceğini ifade etmek istiyoruz.

Ailenin Önemine Dair Birkaç Söz…
Kıymetli okuyucum,
Ailenin çocuk için ne derece önemli olduğu, yapılan araştırmalar sonucunda ortaya konulan ve herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Bebeklik çağından itibaren çocukluk yıllarının da bu kurum içinde geçirilmesi, aileye ayrı bir önem kazandırmaktadır. Çünkü çocukluk yılları, karakterin, tutum ve davranışların şekil kazandığı bir dönemdir. Dolayısıyla, bu yıllarda çocuğa verilecek eğitim tarzının, onun üzerinde hayatı boyunca etkili olacağını söyleyebiliriz.

Çocukluk dönemi böylesine bir önem taşıdığı için, bu yıllarda verilen maneviyat eğitimi de, kişiyi hayatı boyunca etkilemekte, onun duygu ve düşüncelerine, tutum ve davranışlarına yön vermektedir. Din ve ahlak eğitimi almış kişilerin eşya ve olaylara bakışlarındaki farklılık, kendisini hemen hissettirmektedir. Çünkü iman duygusunun insana sağladığı güven ve manevî huzur, değişen ve ağırlaşan hayat şartlarında, fertler için bir sığınak vazifesi görmekte, kavuşulan maddi imkânların onu şımartmasına engel olmaktadır.

İnsanoğlunu, mensubu bulunduğu toplumun dinine yönelten, ona kültürel ve terbiyevî anlamda büyük oranda tesir eden aile müessesesi, din ve ahlak eğitiminde ayrı bir önem taşımaktadır.
“Ağaç yaşken eğilir” atasözü, yerinde ve zamanında yapılması gereken eğitimin önemini dile getirmektedir. Çünkü, bir eğitimcinin ifadesiyle, “bir boya ile ilk defa boyanmış bir yün, boyanın rengini öyle sağlam bir tarzda emer ve alır ki; onu artık ikinci defa bir başka renge boyamak kolay olmaz. Bir yaş ağaç bükülerek kolayca çember haline getirilebilir; fakat kuruduktan sonra bu çemberi düzeltmek ve ağacı eski haline getirmek istersek kırılır. Tıpkı bunu gibi, ilk izlenimler insan ruhunda öyle sağlam, kuvvetli ve derin tesirler bırakır ki, onları beyinden söküp atmak âdeta imkânsızlaşır.”

Çocuk eğitiminde ailenin bu denli önemli oluşuna, gerek Kur’ân-ı Kerim’de gerekse Hz. Peygamber (sav)’in hadislerinde çeşitli vesilelerle dikkat çekilmektedir. Meselâ bazı ayetlerde şöyle buyrulmaktadır: “Ey müminler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyunuz…” “Ey Peygamber! Ailene namaz kılmalarını emret; ve sen de bunda devamlı, sebatlı ol.”

Hz. Peygamber (sav)’in çocukların eğitimleriyle ilgili hadisleri de dikkat çekicidir. Nitekim bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Çocuğa güzel bir isim verilmesi ve güzelce terbiye edilmesi, onun anne babası üzerindeki haklarından biridir.”

İmam Gazâlî ise, ünlü eseri İhyâ’da şöyle demektedir:
“Çocuk ana babasının yanında bir emanettir. Onun her türlü şekli almaya hazır, temiz ve boş kalbi de âdeta bir cevherdir. O her türlü nakşa müsait olduğu gibi, meylettirildiği her şeyi almaya da kabiliyetlidir. Eğer çocuk iyiliklere yöneltilirse, hayır üzere büyür, dünya ve ahirette mesut olur.” İlk yıllarda alınan din eğitiminin çocuk üzerinde olumlu tesirler bıraktığı bugün artık bilinen bir gerçektir. Yeri gelmişken, burada Mehmet Kaplan’ın bir hatırasından bahsetmek yararlı olacaktır. Yazar, bir eserinde, askerlik yıllarında talim yaparlarken lise ve üniversite mezunu gençlerin, sahipsiz bahçelere sorumsuzca ve sürüler halinde hücum edip, haram malı güle kapışa yediklerinden söz ederek, şöyle devam etmektedir: “…O zaman, bize çocukluğumuzda telkin edilen “haram mala el uzatmama” düsturunun ulviyet ve derinliğini hissettim ve anladım ki, lâik terbiye asla insanlara, câhil Müslüman ailenin vermiş olduğu ahlâk terbiyesini veremiyor.”

Genel kanaate göre, çocukların çevrelerinden bu derece etkilenmeleri, zihnî yapılarının kendilerine verilen her şeyi kabullenmeye gayet elverişli olduğundandır. Çünkü çocukta büyük bir uyum gücü vardır. Bu özellik ise, onda göze ilk çarpan ve doğumundan olgunluk çağına kadar çocuğun ruhuna hâkim olan bir durumdur.

İşte bu uyum gücünün, iyi bir şekilde yönlendirilerek, din eğitiminin ilk çocukluk yıllarında en mükemmel şekliyle verilmesine çalışılmalıdır. Zira 10-12 yaşlarına kadar olan dönemde, din ve ahlâk değerlerinin büyük bir kısmı, çocuk tarafından özümsenmektedir. O halde, din eğitimi ve öğretiminin bu dönem içinde, büyük ölçüde tamamlanması gerekmektedir.

Oysa ülkemizde eğitim adına her şey okuldan beklenmekte ve çocuğun din eğitimi de okula bırakılmaktadır. Okullardaki din eğitiminin yetersizliği yanında, çocuğun Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersiyle ancak 10-11 yaşlarında karşılaşması, din eğitimi ve öğretiminde ortaya olumsuz bir tablo çıkarmaktadır. Bu nedenle, okul öncesi dönem anne babalar tarafından önemsenmeli ve çocuğun karakterinin önemli bir kısmının oluştuğu bu dönemde din eğitimi ve öğretiminde belirli bir mesafe alınmalıdır.

Çocukluk çağının ilk yıllarında, anne baba tarafından yerine getirilmesi gereken bu faaliyetin hangi yaşlardan itibaren başlaması konusunda kesin bir sınır yoktur. Ancak Hz. Peygamber (sav)’in “fıtrat” konusuyla ilgili hadislerinden birinde “Çocuğun bu (fıtrat) hali konuşma zamanına kadar devam eder. Sonra, artık ebeveyni onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsileştirir” ifadesini hatırlamamız, konuşmaya başlamasıyla birlikte çocuğun din eğitimine de başlamanın önemini ortaya koyacaktır. Nitekim Hz. Peygamber’in, konuşmaya başlayan çocuklara birtakım dinî nitelikli cümleler ve ayetler ezberlettiğine dair kayıtlar da vardır.

Bu bağlamda, çocukların konuşmaya başladıkları çağdan itibaren, din eğitimlerine başlanabileceğini ifade edebiliriz. Nitekim gerek öğretmenler ve gerekse öğrencilerin, üzerinde birleştikleri 3-4 yaşları da, hem Hz. Peygamber’in sünnetine, hem de pedagojik realitelere uygundur.

O halde, bu yaşlardan itibaren ölçülü, düzenli ve kararlı bir şekilde din eğitimine başlanabilir. Bunun aynı zamanda çocuk için oldukça gerekli bir konu olduğunu ve anne babaların bu görevi ihmal etmemeleri gerektiğini söylemeliyiz.

Prof. Dr. Mehmet Emin AY

Nezaketli ve güleryüzlü eş: Muhammed s.a.v

Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimizi bize anlatan Hz.Aişe (ra) validemiz, “Resûlullah, hanımlarıyla başbaşa kaldığında insanların en nezaketlisi ve güleryüzlüsüydü…” demektedir.

Sevgili Peygamberimiz (sav) genellikle sabah ve ikindi namazlarından sonra mutlaka eşlerini ziyaret eder, hal ve hatırlarını sorar, dertlerini, şikâyetlerini dinler, gönüllerini alıcı ifadelerde bulunurdu. Kısaca, onlara değer verdiğini hissettirirdi. Zaman zaman bu ziyaretlerinde eşlerine ev işlerinde bizzat kendi elleriyle yardımcı olurdu.

Eve girişinde mutlaka hanımına selam veren Peygamberimiz, geceleyin geldiği takdirde, uyuyanı uyandırmayacak, fakat uyanık olan bir kimsenin duyabileceği bir sesle yine selam vererek içeri girerdi.

Hz.Enes’in aktardığı bilgi ise dikkat çekicidir. O, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin, eşi Hz.Safiyye (ra) rahatça binsin diye eşinin ellerinden tutarak kendi dizlerine bastırdığını ve böylece bineğine bindirdiğini aktarmaktadır bizlere…

Burada, Âlemlerin Sultanı, Son Peygamber’in bu zarif davranışını iyi okumak ve şunu sorgulamak gerekiyor:

Bu davranış biçimi, günümüz Müslüman’ı olan bizler için acaba ne kadar etkili oluyor hayatımızda?… Muhasebesini sizlerin takdirine bırakmakla birlikte, tam burada söylenmesi gereken birtakım şeylerin de olduğuna inanıyorum.

Şöyle ki, günümüzde bir Müslüman, evinde eşine karşı nazik ve mütebessim olmayı başarabiliyorsa eğer; yine herhangi bir vasıtaya binerken yardımcı oluyor ve kapıyı açma nezaketinde bulunabiliyorsa, denilebilir ki, bu tavırlarının ve davranışlarının hepsi ona bir sünnet-i seniyye sevabıyla geri dönecektir. Eşi tarafından böylesi bir ilgiye mahzar olan hangi Müslüman hanımefendi bundan yana mutluluk duymaz; ve eşine karşı kendisini şükran borçlu hissetmez!… Dahası, babasının böylesi bir davranışta bulunduğunu gören hangi erkek çocuk bundan olumlu yönde etkilenmez?… Bu davranışın özellikle erkek çocuklar için ne denli eğitici olacağını varın, düşünün…

Zerafet ve nezaketin zirvesinde bulunan Şefkat Peygamberi Efendimiz, bir başka hadisinde şöyle buyurmaktadır:

−Eşinin ellerini avuçlarına alarak yüzüne bakan ve bu esnada biribiriyle bakışanlara Allah da rahmet nazarıyla bakar ve günahları parmaklarının arasından dökülür, gider…

Sevgili Peygamberimizin bu müjdeli tavsiyesi sonrasında diyebiliriz ki, Yüce Resûl (sav) eşler arasındaki muhabbetin fiziksel temasla da hissettirilmesini istemektedir. Çünkü biliyoruz ki, eller ve parmaklar, sevginin aktarılmasında önemli bir rol oynarlar.

Netice olarak eşlerin, birbirlerinin ellerinden tutarak sevgiyle bakışmaları bile, sünnet-i seniyyeyi ihyâ sadedinde kendilerine sevap kazandıran salih bir amel hükmüne dönüşebilir.

“Eşlerine zaman ayırırdı”

Sevgili Peygamberimiz (sav), eşleriyle birlikte geçirdiği zaman dilimlerine sahipti. O, aile fertlerinin eğlenme ve dinlenme gibi ihtiyaçlarını karşılar, meşru eğlencelerden onları da yararlandırmaya çalışırdı. Ramazan ve Kurban Bayramı merasimlerine kızlarını ve eşlerini de götürürdü. Bir bayram günü mescidde Habeşlilerin sergiledikleri gösterileri seyretmek isteyen Hz.Aişe’ye de bu hususta imkan hazırlamıştı. Hatta zaman zaman yine Hz.Aişe validemizle yürüyüşlere çıkardı. Bir defasında koşu yarışması yapmışlar, Hz.Aişe kazanmış, ikinci kez tekrarladıkları bu yarışmadan Sevgili Peygamberimiz galip ayrılmıştı.

Yine çeşitli vesilelerle yaptığı şakalarla, eşleri için hayat sevinci olan Sevgili Peygamberimiz, bu konuda da ümmetine en büyük örnek olmuştur.

Denilebilir ki, yoğun gündemlerle her günü dolu dolu geçen günümüz Müslüman’ı, ailesine ve özellikle de eşine zaman ayırma hususunda gereken hassasiyeti göstermemekte ve bu konuda sürekli olarak ailesinden fedakârlık beklemektedir. Halbuki, Peygamberlik gibi büyük bir manevî vazifeyi, yanı sıra devlet başkanlığı, öğretmenlik, ordu kumutanlığı gibi her biri farklı sorumluluklar gerektiren görevleri üstlenmiş bir şahsiyet olarak karşımızda duran Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz böyle değildi. Ümmetinin bugünkü durumunu sezen ve sanki günümüz müminlerine seslenen Sevgili Peygamberimiz bakın neler söylüyor:

−Nefsinizin, ailenizin ve her hak sahibinin, üzerinizde hakları vardır. O halde, her hak sahibine hakkını verin!..

Bu bağlamda diyebiliriz ki, Müslüman bir erkek, eşine ve çocuklarına ayırdığı zaman dilimlerine sahip olmalı, birlikte ibadet, seyahat ve ziyaret ortamları oluşturmalıdır. Böylesi zaman dilimlerinin, bir eğitim-öğretim ortamı olması da sağlanabilir. Zira Sevgili Peygamberimiz, özel vakit ayırarak eğittiği eşlerinin, sonunda birer öğretmen haline gelmelerini sağlamıştı. Sözgelimi, Hz.Aişe’nin ashâb-ı kirâm’ın fakihlerinden biri olmasında ve 2210 hadis aktarmasında, onun için ayrılan vakitlerin önemli bir rolü olsa gerektir.

“Evde eşlerine yardım ederdi”

“Âlemlere rahmet olarak gönderilen” Yüce Resûl (sav) eşleri için de bir rahmet vesilesiydi… Hz.Aişe (ra) validemiz, O’nu bize anlatırken, “evinde elbisesini diken, ayakkabısını yamayan, keçileri sağan, kendi işlerini kendisi gören” bir peygamberden söz etmektedir. Birçok kimsenin yapmaktan kaçındığı veya kendisi için uygun görmediği bu davranışları yaparken, O, aynı zamanda çağlar ötesinden mesaj vermek istiyordu bizlere… Kanaatimizce, günümüzde bir müslüman erkek, isterse şayet, ibadetlerini yerine getirme konusunda yardımcı olduğu eşinin, her ibadetindeki sevabına ortak olabilir. Bununla birlikte, eşine −ibadetleri için vakit kalmasını sağlamak maksadıyla− ev işlerinde hayatı kolaylaştıracak birtakım cihazları ve ev aletlerini almak için harcadığı her kuruş, kendisi için bir sevap kaynağı olabilir. Çünkü, Sevgili Peygamberimiz:

−Kişinin Allah yolunda harcadığı paraların en hayırlısı, ailesi için harcadıklarıdır, buyurmaktadır. Unutmamak gerekir ki, hanımına dünya işlerinde yardım etmeyen kişinin, ahiret işlerindeki teşviki de etkili olmaz!…

Geceleri kalkarak namaz kılan ve eşlerini de buna teşvik eden, Ramazan’ın son on gecesinde hanımlarının da ibadetlerle uyanık kalmalarını isteyen Peygamberimizin bu tavsiyelerinin etkili olmasında, günlük hayatında onlara sağladığı kolaylıkların da önemli bir payı olduğu düşüncesindeyiz. Bu bağlamda şu hadis-i şerifi aktarmak istiyorum sizlere…

−İçinizdeki en hayırlı kimseler hanımlarına karşı en iyi davrananlardır.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay – kadinpenceresi.com

Anne-babaya örnek olan çocuklar

Anne baba olma konusunda büyüklerden, kitaplardan hatta ana-baba okullarından yardım alırken, yanı başınızda duran en büyük eğitimciyi unutuyor olabilirsiniz. İlk insandan beri çocukların anne-babayı eğiten, yetiştiren önemli birer öğretmen olduklarını fark ettiniz mi? Her sözümüzü ve hareketimizi tekrar bize yansıtan çocuklarımız, sorumluluklardan kaçan, hayatı ciddiye almayan genç insanları eğitiyor, şefkat kahramanları haline getiriyor.

Genellikle “Ana-baba Okulu” şeklinde afişler, yazılar vs. ile ana-baba adayı ya da bizatihi ana-baba olan eşlere, profesyonel bir ana-baba olma hususunda bilgiler veren, metotlar öğreten seminer programlarını duymuş ve belki de bunlara katılmışsınızdır.
Peki, evdeki çocuğunuzun sizi eğittiğini, size bir şeyler öğrettiğini hiç düşündünüz mü? Ya da böyle bir şeyin olabileceğini hiç hesaba kattınız mı? Cevabınız ne yönde olursa olsun, rahatlıkla söyleyebiliriz ki, insanlık tarihinin var oluşundan beri ana-babalar evlatlarını besleyip büyüttüğü, yetiştirip eğittiği gibi, çocuklar da ana-babalarının yetişmelerine önemli katkılar sağlamışlardır.
Dilerseniz gelin, tarihin sayfalarını birer birer çevirerek, geçmişte yaşamış en önemli örnek şahsiyetler olan peygamberlerin hayatlarından kesitler sunarak konuya açıklık getirmeye çalışalım.

Oğlunun sevgisiyle imtihan oldu

Peygamberler, Allah Teala’nın kulları arasından seçtiği ve farklı özelliklerle donattığı üstün nitelikli insanlardır. Ancak onlar, bu üstün özelliklere sahip olmakla beraber insandırlar ve insanlara örnektirler. Dolayısıyla yaşadıkları ve karşılaştıkları olaylar esnasında sergiledikleri tavırlar bizim için son derece değerli eğitim prensipleridir. Bu bağlamda, ilk örneğimiz Hz. İbrahim’dir (a.s.).

İlerlemiş yaşına rağmen, kendisine bahşedilen evladı İsmail’i gün gelip de Allah yolunda kurban etmesi emredildiğinde, Hz. İbrahim için, öncekilerden daha çetin bir sınav söz konusuydu. Kısacası Hz. İbrahim, ciğerparesinin sevgisiyle imtihan ediliyordu. Verdiği söze sadakat ve karşılaştığı imtihana sabır, en yalın şekliyle tecelli etmişti Hz. İbrahim’in hayatında… Ve onun yaşadığı sınavı başarıyla atlatmasına, oğlu İsmail (a.s.) vesile olmuş, baba-oğlun, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için candan ve canandan vazgeçmeleri, anlamlı bir destana dönüşüp hatıra kalmıştı, sonraki nesillere… (Konuyla ilgili ayetler için bkz. Saffât Sûresi, 101, 102. ayetler)
Hz. Yakub’u (a.s.) bir düşünün… Gözbebeğinden aziz bildiği yavrusu Yusuf’u, üvey kardeşleri “kurt yedi” yalanıyla ayrı düşürmüştü kendisinden… Ve Hz. Yusuf (a.s.) da, babası için bir sabır imtihanı olmuştu. Hz. Yakub, gözlerine perde inmesine sebep olacak ağlayışlarla ağlamış, fakat isyan namına tek söz etmeden “Artık bana düşen ancak sabrın en güzeliyle sabretmektir” demişti… Günler ayları, aylar yılları kovalamış, sonunda gösterdiği sabır, Mısır’a sultan olan oğlunun tahtına oturduğu gün sona ermişti. (bkz. Yusuf Sûresi, 17, 18, 99, 100. ayetler)

Efendimiz’e gözyaşı döktüren imtihan

Asırlar sonra, peygamberler neslinden süzülerek gelen Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de, evladı İbrahim ile aynı sınavdan geçirilmişti. Hatırlayacağınız üzere, Hz. Mariye’den dünyaya gelen oğlunun doğumuna çok sevinmiş ve “ona Peygamber babam İbrahim’in adını verdim” demişti.
Medine’nin kenar mahallesinde bir sütanneye verdiği küçük yavrusu İbrahim’i her gün görmeye gidiyor, varınca bağrına basıyor ve koklayarak öpüyordu. Bir gün bebek İbrahim hastalanarak can çekişmeye başlayınca Peygamber Efendimizin gözlerinden yaşlar boşandı. Daha süt emme çağında bir bebek olan İbrahim’in kabre konuluşu esnasında Sevgili Peygamberimizin dilinden dökülen şu sözler, evladı ile sınanan müminler için önemli bir örnekti.
“Gözümüz ağlıyor, gönlümüz mahzun… Fakat biz Rabbimize isyan olacak hiçbir şey söylemeyiz. Ah İbrahim! Senden ayrılışımız bizi ne çok üzdü, bir bilsen…”

Çocuk, hayatı öğretiyor

Yukarıda sıralanan örnekler, çocuklarımızın öğretmen oldukları ana-baba okulunda vazgeçilmez ön şartın zorluklar ve sınamalar karşısında sabır göstermek olduğunu ortaya koyuyor. Aslında Allah Teala, her zorlukla beraber kolaylığını da ihsan ediyor. Bu kolaylık sebebiyledir ki anneler-babalar, doğumuyla birlikte yuvalarına ayrı bir hava getiren, gönüllerine sürûr bahşeden bebeklerinin, kendilerine yaşattığı farklı zorlukları hiç şikayet etmeden aşabiliyor, gecenin bir vaktinde ağlayıp da anne-babasını tatlı uykularından uyandıran bebeğin rahatı ve huzuru için seferber oluyorlar.
Yapılan birtakım araştırmalar, anne baba olmadan önceki hayatlarında sorumluluk almayan, daha ziyade ferdiyetçi bir anlayışla “hayatını yaşamak” isteyen pek çok kişinin, evlenip yuva kurduktan sonra dünyaya gelen evlatlarıyla birlikte sorumluluk almaya başladıkları ve evlatları vesilesiyle kişiliklerindeki eksik tarafları tamamlayıp, potansiyel olarak sahip oldukları özellikleri ise geliştirdiklerini gösteriyor.

Önce anne baba düzelmeli

Bu itibarla diyebiliriz ki, evlatlar, anne babaları için bir okul gibidirler. Ebeveyn bir bakıma kendi nefsinde gizli duran, pek açığa çıkmayan, türlü türlü huysuzlukları, inatçılıkları, çekememezlikleri, kıskançlıkları, o çok sevdikleri yavrularında en açık ve yalın haliyle seyretme imkanını buluyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, her anne baba, aynı başarıyla bu eğitimi tamamlayamıyor.
Bu konuda başarının olmazsa olmaz ön şartlarından biri de anne-babanın çocuğunda gördüğü olumsuzlukların, kendi nefsiyle ilişkisinin ve bağlantısının ne kadar olduğunu sorgulamasıdır. Onların ne kadarının kendisinde de bulunup bulunmadığını kontrol etmesidir.

Çocuğa karşı edepli olmak

Bize bir anlamda hayatı öğreten çocuklarımızla ilişkimiz hem onun hayatını hem de kendi hayatımızı şekillendiriyor. Ebeveyn-çocuk ilişkisinde ebeveynin her hareketi, çocuğundan kendisine yansıyor. Bu nedenle her hareketin belli bir bilinçle, düşünerek yapılması gerekiyor.

Çocuğun anne babasıyla, büyükleriyle muhatap olurken uyması gereken bir adab-ı muaşeret, diğer adıyla görgü kuralları olduğu gibi, ebeveynin de çocuğa karşı dikkat etmesi gereken edeb kuralları vardır. Kur’an ve hadislere baktığımızda bu konuda orijinal hususlarla karşılaşırız. Hayatın tamamını kuşatan İslam dini, kişinin kendisi, ailesi ve toplumuyla alakalı ilişkilerde birtakım kurallar belirlemiş, bunu gerek Kur’ân-ı Kerim ayetleri, gerekse Hz. Peygamberin hadisleriyle ortaya koymuştur.
Sözgelimi, ebeveynin evladına hitap şekli Kur’ân ayetleriyle belirlenmiştir. İstisnasız her hitapta, evlada “Yavrucuğum/ Oğulcuğum” anlamına gelen “Yâ Büneyye” ifadesi yer almaktadır. Bu ise, şefkat ve muhabbetin en anlamlı ve en yalın ifadesidir. (Örnekler için bkz. M. Emin Ay, Ailede ve Okulda İdeal Din Eğitimi, s.61)
Aynı uygulamayı Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) hayatında da görmekteyiz. Kâinatın Efendisi de çocuklara hitap ederken sevgi ve şefkat dolu ifadeler kullanmıştır.

Çocuğun kişiliğine saygı göstermeli

İnsanoğlunun çocukluk döneminde en çok muhtaç olduğu şey sevgidir, ilgidir. Sevgi için eğitimciler “büyüme vitamini” derler. Çocuğun ailesi vasıtasıyla toplum içinde sosyalleşebilmesi için önce aile ortamında kendini güvende hissetmesi gerekir. Bunun için de öncelikle çocuğun duygusal açıdan doyurulmuş ve tatmin edilmiş olması icab eder. Duygusal anlamda tokluğu sağlayan en önemli unsur ise sevilmesi ve sevildiğinin ona hissettirilmesidir. Gerçekten çocuğa karşı hitap şeklindeki bu incelik bile anne babalara bu önemli konuda anlamlı bir katkıda bulunmaktadır.

Ebeveynin evladından saygı görebilmesi için, önce onun kişiliğine, duygularına ve “çocukça” da olsa düşüncelerine ve fikirlerine saygı duyması gerekir. Fikirleri alınan çocukların belli bir ikna sürecinden sonra görüşleri uygulamaya konulmasa bile kendilerine değer verilerek onlardan fikir alınması, duygusal anlamda çocukların doymasına yetmektedir diyebiliriz.

Kızını görünce ayağa kalkan bir baba

İnsanlık tarihinde baba-evlat diyalogunun en güzel örneği olan Sevgili Peygamberimiz (sav) ile küçük kızı Hz. Fatıma (r.a.) arasında yaşananlar, sevginin ve saygının önce büyükten geldiğini ve öncelikle büyükten gelmesi gerektiğini eşsiz güzelliğiyle ortaya koyan nice tablolara sahiptir.

Bir peygamber düşünün ki, kızı geldiğinde ayağa kalkıyor, ellerinden tutup alnından öpüyor ve ona saygı duyduğunu, değer verdiğini göstermek için sırtındaki hırkasını yere serip üstüne oturtuyor! Tarihî kaynaklar, kendilerini ziyarete geldiğinde bu davranışların benzerini Hz. Fatıma’nın da Sevgili Peygamberimize gösterdiğini aktarmaktadır. (Bilgi için bkz. M.Emin Ay, Şefkat Peygamberi)
Sözlerimizi, getirdiği din ile tüm insanlık alemine insanlığı, anne-baba olmanın önemini ve değerini öğreten Sevgili Peygamberimizin bir tavsiyesiyle bitirelim.
“Evladının, kendisine iyi davranması hususunda ona yardımcı olan ana-babaya Allah Teâlâ da rahmetiyle, merhametiyle muamele etsin…”

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay