Etiket arşivi: radikal

Radikal’deki Bir Avukatın Yazısına Cevap!

Fikir tarihinde bilgiyi tahrif etmek, büyük facialara ve dalaletlere neden olmuştur.

Büyük dinlerin ve filozofların fikirlerini yanlış yorumlama yüzünden dünya zaman zaman kan gölüne dönmüştür. Hegel’in fikirlerini yanlış yorumlayan komünistler ve nasyonal sosyalistler Avrupa’yı kan gölüne çevirmiş ve milyonlarla insanın felaketine neden olmuşlardır

Bugün Marks’ın fikirleri çok farklı yorumlanır ve bu farklılıklar büyük olumsuzluklara neden olur. Marks’ın kızı “Babanız işçiyi köleleştirdi “ denildiğinde

Benim babamın en nefret ettiği köleleştirmeydi, o onun suçu değil onun felsefesini yorumlayan ve uygulayanların suçudur” dedi.

OBJEKTİF VE SAĞLIKLI YORUM

Şimdi Bediüzzaman büyük bir âlim ve filozof, yorumcu, müfessir. Onun fikirleri de farklı şekillerde yorumlanabilir, herkes maksadına göre bilgiyi yorumlar keser biçer ortaya bir iyi metin veya kötü metin çıkarır. Ama o metinlerin objektif ve sağlıklı yorumları vardır.

Bediüzzaman İstanbul’a özellikle Kürtlerin kültürel hakları için gitmemiştir, böyle bir inhisarcı maksadı yok. O Medresetü’z- Zehra’nın açılmasını ve farklı milletlerin ikamet ettiği doğu ve güneydoğuda milletleri birbirine raptetmek için üç dilli bir eğitim öngörmüştür, münhasıran Kürtlerin hakları ve dilleri değil. Böyle yorumlamak ona bühtandır, bilgiyi kirletmektir.

MİLLETLERİN BİRBİRİNİ SEVMESİ

Bediüzzaman bu bahsin geçtiği eserinde üç dile ve üç millete eşit uzaklıkta durmakta, ama Kürtlerin kültürel ihmaline daha sancılı bir şekilde yaklaşmaktadır. Bütün mesele budur, çünkü Bediüzzaman’ın meselesi kültürel olmaktan çok dinidir, din-i mübinin bin yıldır ihmale uğrayan yorumunu yenilemektir. Onun fikirlerini herhangi bir milletin siyasi veya kültürel anlamda örgütlenmesi için kullanmak onu tahrif etmektir. Öyle edelim ki bu üç milleti birbirine sevecek ve birbirine zulmetmeyecek bir yorum düzeni içinde yorumlayalım.

Burada Prens Sabahattin’in adem-i merkeziyet fikrini zikredip Bediüzzaman’ın karşı çıktığı fikri onun tasvip edip bir başka siyasi örgütlenme için gerekli gördüğünü ima eden konuşmalar yanlıştır. Çünkü Bediüzzaman Prens Sabahattin’in adem-i merkeziyet fikrine karşı çıkmıştır. Bu fikrin Osmanlıyı daha erken dağılmasına neden olacağını beyan etmiştir. Böyle bilgileri birbirine karıştırıp kendi maksadınıza uygun bir kıvam ve yapı kazandırmak Bediüzzaman’ın ulvi mesleğine bühtandır, kizbdir.

BEDİÜZZAMAN’DA BİRLİK VE BERABERLİK

Bediüzzaman Türk siyasi tarihinde her zaman dine ve millete değil milletin birliğine göre davranmıştır. Irkçı partilere iltifat etmediği gibi münhasıran dini partilere de iltifat etmemiştir. Bediüzzaman’ın anonim perspektifini tek boyutlu göstermek onun büyüklüğünü anlamamaktır.

Bediüzzaman’ı bir millet ile sınırlamak, o milletin dışındaki insanları kırmaktır dökmektir, sanki Bediüzzaman sadece Kürtlerin malıdır, onun dışındaki insanları birliklerin dışına itmek bence asıl tehlike budur. Bediüzzaman’ın eserlerinde Kürtler ve Türkler için beyanlar çok mahduddur, onun asıl maksadı akaidî ve imanî meseleleri izah edip insanları dalalet-i mutlakadan kurtarmaktır.

ELEŞTİRİDE ZAMANSALLIK

Eleştiride zamansallık diye bir yorum vardır, her fikir söylendiği dönemin şartlarına göre önce ele alınmalıdır, bu fikirlerin söylendiği dönemlerde Osmanlının yapısı ile bugünkü Türkiye’nin yapısı aynı değildir. Fikirleri yeni zamanlara naklederken daha itinalı davranmak gerektir. Üstelik “şeytana mı uydu demek” kelime grubu burası için uygun değildir.

Bediüzzaman’ın üçlü bakış açısını tek boyutlu hale getirip o boyutu da siyasi bir şekle çevirmek yanlıştır. Hem özellikle yanlıştır.

Prof. Dr. Himmet UÇ

www.NurNet.Org

Bediüzzaman’ın ‘Avrupa İslama gebedir’ sözü doğrudur!

Avrupa’nın önde gelen Müslüman entelektüellerinden Tarık Ramazan, “Arap Baharı” süreci öncesinde Batı’nın yönlendirici etkisi olduğunu söyledi. İhvan-ı Müslimin hareketinin kurucusu Hasan el-Benna’nın torunu olan Ramazan, Arap Baharı sürecinde Mısır’daki Müslüman Kardeşler’i de “Dinî ilkeleri yüzeysel yorumlamamalılar.” şeklinde uyardı.

Cihan Haber Ajansı’na konuşan Ramazan, AK Parti hükümetinin, Ortadoğu’da bundan sonraki süreçte demokratik gelişmeleri takip ederek bölge ekonomilerini desteklemesinin faydalı olacağını belirtti; İsrail’in ise aslında “diktatörlüklerle yaşayamayacağını” savundu.

Oxford Üniversitesi Modern İslam Çalışmaları Profesörü Tarık Ramazan, yıllardır göçmenlerin yerel kültüre uyum sağlayamadığından yakınan Avrupalıların, Müslümanlar “yerlileştikçe” daha da sağa kayarak radikalleştiklerine ve problem ürettiklerine işaret ediyor. Bu noktada, Bediüzzaman Said Nursi’nin şu tespitini de doğruluyor: Avrupa İslam’a gebe…

‘Prospect Magazine’ ve ‘Foreign Policy’ dergilerinin 2008’deki ‘Dünyanın en değerli 100 entelektüeli’ anketinde 8. seçilen Ramazan, Cihan’ın sorularına şu cevapları verdi:

Avrupa doğumlu, Batı eğitimi almış, Hasan el-Benna’nın torunu Profesör Tarık Ramazan kendini nasıl tanımlıyor?

Müslüman bir aileden geliyorum. Dinim benim için önemli, yazılı kaynaklarımı ciddiye alıyorum. Müslümanlığımı tam ve derin bir şekilde yaşamak istiyorum. Fakat aynı zamanda, kültürel olarak Avrupalı, ülke olarak İsviçreliyim ve nerede olursam olayım iyi bir Müslüman olmak istiyorum. İslam’dan aldığım terbiye nerede olursam olayım pozitif ve katma bir değer olmamı gerektiriyor.

– Ortadoğu’da ‘bahar’ olarak nitelenen hareketlerin arkasındaki motivasyon nedir? Bu ‘bahar’ın peş peşe devam etmesini nasıl algılıyorsunuz? Müslüman dünyasındaki geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Bence çok fazla saf durumuna düşmemek için dikkatli olmalıyız. Benim dikkatli bir iyimserliğim var. Fakat biliyorum ki Batı ülkeleri, ABD, Avrupa ülkeleri bunun için zorluyorlardı. Çünkü ekonomik bir pazar için istedikleri nitelikte bir demokrasiye ihtiyaçları var. Dolayısıyla bu uyanış sadece nereden geldiği belli olmayan genç insanların daha fazla özgürlük istemesi değil. Perdenin arkasında başka sebepler de var. Hâlâ diktatörlüğe, baskıya hayır diyecek kadar enerjiye sahip insanların jeo-stratejik, ekonomik ilgileri, özgür, özerk ve onurlu vatandaşlar olabilmek için politik istekleri olduğunu anlama noktasında doğru dengeyi bulmalıyız. Aynı zamanda biliyoruz ki Ortadoğu’da Filistin ve İsrail anlaşmazlığı çok etkili. Burada insanlara şunu hatırlatmadan geçemeyeceğim. Şu an İsrail’de 1600 mahkûm hapishanede açlık grevinde. İki tanesi her an ölebilir. Bilmeliyiz ki bu da ‘Arap Uyanışı, Baharı’nın parçası. Çünkü şiddete başvurmuyorlar, yargılanmadan hapisteler ve adalet istiyorlar.

İSRAİL, KENDİNİ YENİDEN GÖZDEN GEÇİRMELİ

– Tunus, Libya, Yemen ve Mısır’daki tecrübeleri göz önünde bulundurduğunuzda Arap uyanışının ne kadar İslami olduğunu düşünüyorsunuz?

Söylemem gerekir ki ilk eğilim İslami değildi. Evet katılımcılar Müslümandı; ama İslami bir niyetle, İslamcı partiler tarafından yönlendirilmemişlerdi. (İslami bir tepkiyle hareket edenler) ayaklanmalardan, diktatörler devrildikten sonra yönlendirici unsurlar oldu. İslam her yerde; Tunus, Mısır, Suriye, Yemen, Libya’da… Bunu hesaba katmalısınız. Bu çok ciddi bir şey; Türkiye’de de aynı. İslam önemli bir referans. Bundan sonra bizim için önemli olan, İslam’ın demokrasiye, insan haklarına karşı olmadığını, tamamen ülkeyi özgürleştirdiğini ve vatandaşları güçlendirdiğini net bir şekilde anlatmak.

İsrail’le ilişki özelinde de açıklamak gerekir ki, İsrail diktatörlüklerle yaşayamaz. Hatırlayın, İsrail başlangıçta (Arap Baharı) ‘Mübarek’i desteklememiz gerekir’ diyerek Mübarek’i destekledi. İlke diktatörlere karşı insanları desteklemektir. Bu İsrailliler için şu anlama geliyor; doğru bir demokrasi anlayışıyla siyasetlerini tekrar gözden geçirmeliler. Filistinlilere olan muameleleri konusunda insan haklarına saygı duymalılar ki bu şu an geçerli değil.

MÜSLÜMAN KARDEŞLER İSLAM’I YÜZEYSEL YORUMLAMAMALI

– Müslüman kardeşler geçmişte ve günümüzde ne gibi hatalar yapmış olabilir? Arap uyanışının kendileri için yararları ya da zararları nelerdir?

Bu çok karışık bir konu ve tarihi süreç hakkında konuşacak kadar zamanımız yok. İslami kaidelere geri döndüler. Sömürgeciliği ve diktatörleri ret, daha fazla şeffaflık esaslarında nettiler. Şimdi de bazı politik zorluklarla uğraşıyorlar. Bazen eleştirilen bazı stratejileri tercih ediyor olabilirler. İslami referansları, amaçları arasında görünür olmalı. İslami ilkeleri yüzeysel yorumlamamalılar. Aralarında bazen gerginlik olabiliyor. Diktatöre (Mübarek) karşı oldukça omuz omuzaydılar. Ayaklanmalar sırasında bile içeride bazı gerginlikler olduğu açıktı. Onları anlamaya çalışmalı, mevcut zorlukları da göz önünde tutmalıyız.

TÜRK HÜKÜMETİ ARAP EKONOMİLERİNİ DESTEKLEMELİ

– Son zamanlarda Türkiye’nin genelde Müslüman dünyaya, özelde de Arap dünyasına karşı izlediği siyaseti nasıl buluyorsunuz. Türkiye doğru yolda mı?

Düşünüyorum ki kimse şimdiki Türk hükümetinin çok iyi bir iş yaptığını inkâr edemez. Kendi iç işleri, rüşvete karşı mücadeleleri, daha fazla özgürlük için çalışmaları pek çok şey yapılmış durumda. Düşünce özgürlüğü ve eşit vatandaşlıksa hala geliştirilebilir. Dışarıda Tunus’la, Mısır’la, tabandaki gençlerle yapılanlar, halka verilen destek, diktatörlerden ayrılmalarını istemeleriyle her yerde selamlandılar. Bence bu doğru yol, doğru felsefe. Bundan sonra yapmamız gereken, sadece demokratik süreçleri takip etmek değil, ekonomileri de desteklemek. Gelecekte Ortadoğu ve Kuzey Afrika (MENA) ülkelerinde önemli olan, ekonomik istikrar. Türkiye’nin şu an Afrika’da birçok ülkede yapmaya çalıştığı gibi, elçilikler açması, yeni yönetimlerle irtibat halinde olmaya çalışması çok iyi. Bu bizim kendilerinden yapmalarını beklediğimiz bir şey. Bu çalışmaları geliştirmeliler ve daha da derinleştirmeliler.

AVRUPALILAŞMA MÜCADELESİNİ HAKLAR VE İLKELER ÇERÇEVESİNDE YAPMALIYIZ

-Avrupa’daki İslamofobi ve provokasyonlara gelirsek… Müslümanlar uyum sağladıkça, Avrupa’da İslamofobi yükseliyor, Avrupalılar daha fazla sağa mı kayıyor sizce?

Evet. Bize yıllarca vatandaş olun, bizim bir parçamız olun dediler. Biz daha fazla vatandaş oldukça durum daha da problematik hale geliyor. Bize gerçek demokratlar, gerçek Avrupalılar gözüyle bakılmıyor. Avrupa’daki varlığımıza meydan okumak için kurulmuş popülist partiler ve diğer cepheler var. Dolayısıyla net çözüm olarak sunulan şey aslında problem. Göçmenken ve Avrupa’yı anlamazken iyiydi. Şimdi anlıyoruz ve yerlileşiyoruz; Avrupalı oluyoruz ve problemiz. Fakat haklara ve ilkelere yoğunlaşmalıyız; savunmacı olarak değil, hakkımızı savunarak. Bu sadece bütünleşme değil, bir hak ve onur mücadelesi. Tüm bu entegrasyon meselesi aslında bizim vatandaş olmamızdan, sorumluluklarımız ve haklarımız olmasından ve yapmak istediğimizin bu olması temelinden stratejik bir şekilde dikkati başka bir yöne çekme ile alakalı.

BEDİÜZZAMAN, BÜYÜK BİR REFORMCU

– Bediüzzaman Said Nursi, 20. yüzyılın başında Avrupa’nın İslam’a gebe olduğunu söylemişti. Bu konuda sizin yaklaşımınız nedir? Ayrıca, Batı’da Müslümanları bekleyen en büyük tehlike nedir?

En önemli tehlike İslam’ın üzerine kurulduğu kaideleri unutma tehlikesi. Müslümanlar için en önemli görev İslam’ın doğru temellerine dönmek ve kültürel yanlış anlamalardan kurtulmak. Biliyorum bu bir zorluk… Ve evet; Said Nursi’nin, Avrupa’nın İslama gebe oluşu sözü doğrudur. Kendi kitabımda da, “tekrar İslam’ın ilkelerine dönelim, bilgiden korkmayalım ve hakkı savunan kimliğimizi öne çıkaralım” sözlerine referans yaptığım Said Nursi’nin büyük reformculardan birisi olduğunu belirttim. Şu an Avrupa’da olan da budur.

 Cihan