Etiket arşivi: ramazan

Oruç bizi virüsten nasıl kurtarır?

Dün Akşam Fatih Altaylının Teke Tek Programına denk geldim. Fatih Altaylı Doktora soru sordu önümüzde Ramazan Ayı var oruç tutmak bu hastalığı tetikler mi virüs bulaşımını artırır mı diye sordu. 2 doktordan birincisi dedi ki: artırmaz dedi manevi olarak güç alır ve hastalığa yakalanması zor olur dedi. Diğer doktor dedi ki: Ben Ramazan ayında araştırma yaptım. Ramazan ayının başında ortasında ve sonunda kan tahlilleri yaptım. Şunu gördüm bir tane hormonun değeri yükseliyor. Bu hormon bağışıklık sistemini kuvvetlendiren hormon olduğunu söyledi. Dolayısı ile hastalansa bile çok rahat bir şekilde hastalıktan kurtulur. Hasta olmasa da hastalığa yakalanmaz dedi. Fatih Altaylı çok şaşırdı. Israrla başka sorular sorsa da orucun güzelliğinden bahsettiler.

Ben de orucun bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğine ve faydası ile ilgili yazı buldum sizinlede paylaşayım istedim. Boşuna dememişler “Oruç Tut Sıhhat Bul”

Oruç tutmak, sindirim sistemini dinlendirdiği için, vücutta diğer organların kanlanmasını sağlıyor, kemik iliği uyarılıyor, kan yapımı artıyor. Vücut birikmiş zararlı maddelerden temizleniyor, bağışıklık sistemi güçleniyor. Kalp, damar, kanser gibi hastalıklara karşı direnç artıyor. Oruç, bağışıklık sistemini yeniler. Oruç gibi kısa süreli açlık ile ilgili yapılan araştırmalarda, bu gibi durumların metabolizma ve bağışıklık sisteminin çalışmasını olumlu yönde etkilediği gösterilmiştir. Yapılan benzer bir çalışmada, 3 günlük oruçtan sonra vücudun yeni savunma hücrelerinin oluşumunu tetiklediği ve böylelikle bağışıklık sisteminin yenilenmesine katkı sağladığı tespit edilmiştir.

Aşırı yemek, bağışıklık sisteminin gücünü düşürür. Gün içerisinde çok sık bir şeyler yemek, metabolizmayı sürekli hareket geçirmek anlamına gelmektedir. Bu durum ise bağışıklık sisteminin gücünün düşmesine neden olabilir. Çünkü bu sırada vücut tüm enerjisini gıdaları hazmetmek için harcar. Oruç sırasında metabolizma yavaşlar ve sindirim sistemindeki organlar dinlenir. Dinlenmiş organlar ve yavaşlayan metabolizma ile bağışıklık sistemi güçlenir.

NECİP FAZIL ÜSTAD DAN İNCİLER;
( Her cümleyi sindire sindire belki iki üç kez okumak gerek..)

“Ey kendi âilesine bile hükmedemeyen ilerici ( ! ), üç kıt’aya, yedi denize hükmeden ecdadın mı gerici ?”
“Camiye henüz dikeyken gel, yatay olarak zaten geleceksin.!” (cenazan yatay gelir)
“Maalesef öz ana babasını huzurevine gönderip, evinde kedi köpek besleyen insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz.”
“Yola birlikte çıktıklarını, yolda bulduklarınla değişirsen, hem yolunu kaybedersin, hem dostunu !”
“Ya sadece Allah’a baş eğer, başka hiç kimseye eğmezsin, ya da herkese başeğer, hiçbir şeye değmezsin.”
“İnsanlar ikiye ayrılır; vaktini beşe ayıranlar, vaktini boşa ayıranlar. “
“Abdülhamid hanı anlamak, tarihimizdeki her şeyi anlamak olacaktır. “
“Ya islamla yükselir, ya inkarla çürürsün. bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün.”
“Önüne gelenle değil, seninle ölüme gelenle beraber ol !”
“Siz hiç bir sarrafın malını bağırarak sattığını duydunuz mu ? kıymetli malı olanlar bağırmazlar.”
“Soruldu mu ne bilirsin diye, haddimi bilirim demeli.
soruldu mu ne istersin diye, hakkımı isterim demeli.”
“Bir tohumda; gövdesi, dalı, yaprakları ve meyvesiyle bütün bir ağaç gizlidir.”
“Kim bu yüzü çizen sanatkar ressam, geçip de aynaya soran olmaz mı ?”
“Ömür ağaç dalından savrulan bir yapraktır, ne kadar genç olursan ol, sonun kara topraktır.”
“Ne gelirse başımıza hakk’tandır, fakat geliş sebebi haktan ayrılmaktandır.”
“İnsanı olgunlaştıran yaşı değil, yaşadıklarıdır.”
“Dinde zorlama yoktur, insan özgürdür elbette, isteyen bu dünyada pişer, isteyen ahirette.”
“Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak, hiçbirşey bizim değil..”
“biz ayakları şişene kadar namaz kılan peygamberin, gözleri şişene kadar uyuyan ümmetiyiz.”
“Dünya güzel olsaydı, doğarken ağlamazdık. yaşarken temiz kalsaydık, ölünce yıkanmazdık..”
“Ömrün ilk yarısı, ikinci yarısını beklemekle, ikinci yarısı da, ilk yarısının hasretiyle geçer.”
“Nki çeşit insan vardır. zaman geçtikçe hatalarıyla yüzleşip kendini düzelten, ikincisi zaman geçtikçe yüzsüzleşen.”
Necip fazıı’a sormuşıar: “-Neden sigarayı bu kadar çok seviyorsunuz?”.. “benim için yanan bir tek o var” demiş.!
“Örtü, şuuruyla örtülmediğinde allah katında bir değeri olsaydı, cennetin baş köşesinde rahibeler otururdu.”
“Ne başını kapat altını göster, ne altını kapat üstünü göster. hepsini kapat ta imanını göster.”
“Kün geçti, bugünü düşünüyorum, yarın var mı ? gençliğine güvenme, ölenler hep ihtiyar mı ?”
“Kadın mezarlığa girerken başını kapatıyor, dışarı çıkarken açıyor. ölüye karşı kapanmak, diriye karşı açılmak ne akıldır ?”
“Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.”
“Ayağın taşa takıldığında bile –allah kahretsin- dememelisin. dua etmelisin ki taşa takılan bir ayağın var.”
“Şimdi fatih sultan mehmet han kalksa mezarından, ne ben onu tanırım, ne de o beni. ama istanbul’u bizanslılar geri almış deyip, tekrar savaşır.”
“Allah var, fakat bizim o’ndan ancak sorulduğunda haberimiz var .”
“Benimki benim, seninki de senindir ! bu şeriattır.
seninki senin, benimki de senindir ! bu tarikattır.
ne benimki benim, ne de seninki senin, herşey sadece allah’ındır. bu da hakikattır.”
“Yanında olduğum zaman değerimi bilmezsen, değerimi bildiğin gün, beni yanında bulamayabilirsin”.

Çok faydalı bu yazıları sizinle paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Risale-i nur’da kadir gecesi

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Yarın gece Leyle-i Kadir olmak ihtimali çok kuvvetli olmasından bir kısım müçtehidler o geceye Leyle-i Kadr’i tahsis etmişler. Hakikî olmasa da, madem ümmet o geceye o nazarla bakıyor. İnşâallah hakikî hükmünde kabule mazhar olur. Şualar

Aziz, sıddık kardeşlerim!
Mübarek Ramazan’ın Leyle-i Kadir sırrıyla, seksenüç sene bir ömr-ü manevî kazandırması sırr-ı hikmetiyle ve Risale-i Nur’un şakirdlerindeki sırr-ı ihlasla tesanüd ve iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla herbir sadık şakird, o fevkalâde manevî kazancı elde edeceğine gayet kuvvetli bir delili budur ki: Bu daire içinde kırkbin, belki yüzbin hâlis, hakikî mü’minlerin içinde hakikat-ı Leyle-i Kadr’i elde edecek bir-iki, on-yirmi değil, belki yüzlerin elde etmesi ihtimali kavîdir. Sırr-ı ihlasla ve iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturunun sırrıyla biz ve siz bu hakikate müteveccihen, bu Ramazan-ı Şerif’te her birimiz umumun hesabına ve umum arkadaşları içinde kendini farz edip, nun-u mütekellim-i maalgayr, yani daima gibi kelimelerde içinde umum kardeşlerini niyet etmektir. Ve bilhassa en zaîf olan bu kardeşinizi, ağır vazifesinde o hususî niyetle yardım etmektir. Kastamonu L.

Aziz sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Sizin Leyle-i Berat’ınızı ve gelecek Ramazanınızı tebrik eder ve bu gelecek Leyle-i Kadr’i hakkınızda ve hakkımızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i a’malimize böyle geçmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz, Dua ediyoruz ve istiyoruz böylece, bayrama kadar duasını etmeye niyet ettik. Kastamonu L.

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Hadîs-i şerifin sırrıyla Ramazan-ı Şerif’in nısf-ı âhirinde, hususan aşr-ı âhirde, hususan tek gecelerde, hususan yirmiyedisinde; seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandırabilen Leyle-i Kadr’in ihyasına ve her biriniz umum Nur talebeleriyle beraber, hususan bu bîçare çok kusurlu, hasta, zaîf kardeşinizi hissedar etmenizi ve her birinizin dualarınızın binler manevî âmînlerin teyidiyle dergâh-ı İlahîde kabul olmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz.

Umum kardeş ve hemşirelerimin mübarek Ramazanlarını ve umum gecelerini, manevî Leyle-i Kadir’lerini tebrik ile selâm ve dua ve dualarını rica ediyoruz. Emirdağ L.

Evet bir tek Ramazan, seksen sene bir ömür semeratını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’an ile bin aydan daha hayırlı olduğu bu sırra bir hüccet-i katıadır.

Evet nasılki bir padişah, müddet-i saltanatında belki her senede, ya cülûs-u hümayûn namıyla veyahut başka bir şaşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil; belki hususî ihsanatına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini, has teveccühüne mazhar eder.

Öyle de: Ezel ve Ebed Sultanı olan onsekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelal’i; o onsekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlîşanı olan Kur’an-ı Hakîm’i Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlahî ve bir meşher-i Rabbanî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir. Madem Ramazan o bayramdır; elbette bir derece, süflî ve hayvanî meşağilden insanları çekmek için oruca emredilecek. Mektubat

İşte o kudsî defterin en mükemmeli; kırk vecihle mu’cize ve her dakikada hiç olmazsa yüz milyonun dillerinde gezen, nur serpen ve her bir harfinde asgari olarak on sevap ve on hasene ve bazan on bin ve bazan Leyle-i Kadir sırrıyla bir harfine otuz bin hasene ve meyve-i Cennet ve nur-u berzah veren Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’dır. Bu makamda ona rekabet edecek kâinatta hiçbir kitap yoktur ve hiçbir kimse gösteremez. Madem bu elimizdeki Kur’an, Semavat ve Arz’ın Hâlık-ı Zülcelalinin rububiyet-i mutlakası noktasından ve azamet-i uluhiyeti cihetinden ve ihata-i rahmeti canibinden gelen kelâmıdır, fermanıdır; bir maden-i rahmetidir. Ona yapış. Her derde bir deva, her zulmete bir ziya, her ye’se bir rica, içinde vardır.

İşte bu ebedî hazinenin anahtarı imandır ve teslimdir ve onu dinleyip kabul etmek ve okumaktır. Lem’alar

Kur’an-ı Hakîm’in herbir harfinin bir sevabı var, bir hasenedir. Fazl-ı İlahîden o harflerin sevabı sünbüllenir, bazan on tane verir, bazan yetmiş, bazan yedi yüz (Âyet-ül Kürsî harfleri gibi), bazan bin beşyüz (Sure-i İhlas’ın harfleri gibi), bazan on bin (Leyle-i Berat’ta okunan âyetler ve makbul vakitlere tesadüf edenler gibi) ve bazan otuz bin (meselâ haşhaş tohumunun kesreti misillü, Leyle-i Kadir’de okunan âyetler gibi). Ve o gece bin aya mukabil işaretiyle, bir harfinin o gecede otuz bin sevabı olur anlaşılır. İşte Kur’an-ı Hakîm, tezauf-u sevabıyla beraber elbette müvazeneye gelmez ve gelemiyor. Belki asıl sevap ile bazı surelerle müvazeneye gelebilir. Sözle
Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bugün manevî bir ihtar ile sizin hesabınıza bir telaş, bir hüzün bana geldi. Çabuk çıkmak isteyen ve derd-i maişet için endişe eden kardeşlerimizin hakikaten beni müteellim ve mahzun ettiği aynı dakikada bir mübarek hatıra ile bir hakikat ve bir müjde kalbe geldi ki: Beş günden sonra çok Bu maddî ve manevî iki dehşetli hastalık içerisinde şefkat hissi ile bütün zîhayatların elemleri hatıra geldi. Şahsî hastalığımdan daha ziyade elîm bir halet-i ruhiyeyi hissettim oldu.      

Derleyen: Abdülkadir Haktanır

Oruç: Yeniden diriliş…

Sevgili dostlarım, tekrar tekrar hayırlı ramazanlar…

Emr olundu ki, “Ey iman edenler!.. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı). Ta ki, korunasınız.” (Bakara, 2/183)

Demek oluyor ki, oruçta amaç, ayette ifade buyrulduğu üzere, “korunmak”tır…

Şeytandan korunmak…

Nefsanî arzulardan korunmak…

Enaniyetten korunmak…

Bencillikten korunmak…

Gösteri ve gösterişten korunmak…

İçinden cehennem geçen her türlü günahtan korunmak…

Dünyevileşmekten korunmak.

Bunlar “ramazanda ramazanlaşmak”la mümkündür: Ramazanlaşmak, tövbe ile arınıp ibadetle temizlenerek, bir bakıma melekleşmek anlamına gelir.

Derinden bir “Bismillah”ta yeniden dirilip yeşerdik ve taze bir niyetle oruca başladık. “Bismillah” deyip geçmeyin: Bir kere “Bismillah her hayrın başıdır”!..

Öyleyse, “Allah’ın adı zikredilmeden başlanan her işin sonu bereketsiz olur”diyen Resul-i Ekrem aşkına, “Bismillah”!

Hz. Âdem ile Havva’yı cennette var eden Evvel ve Âhiradına, Bismillah!..

Hz. Nuh’u tufandan, Hz. Yunus’u denizden kurtaran Rahman’a, Bismillah!..  

Belkıs’Hz. Süleyman’ın (aleyhisselam) huzuruna taşıyan Ferman’a, Bismillah!..

Hz. İsa’yı babasız var eden Rahmet’e, Bismillah!..

Hz. Yusuf’u kuyudan kurtaran ve Züleyha’ya Yusuf’u ilham eden Hikmet’e, Bismillah!..

Nemrut ateşini gülşene, Ebucehil hâkimiyetini mağlubiyete çeviren Kudret’e, Bismillah!..

Bağışlanmamız için mübarek ramazanı ikram edip, bir de içinden af gecesi Leyle-i Kadr geçiren Zülcelâl-i vel-İkrâm’a, Bismillah!

“Ramazan-ı mübarek”in ilk günlerinde, irade imtihanının en içinde, kulluk ve dua kapısının henüz en başındayız…

Şu an tam da, “Biz Senin orucunu tutalım ey Allahım, Sen bizi tut!” diye dua etme vaktidir…

Tut elimizi: Elimizi tut ki, Sana gelen yolu bulabilelim. Tut ki, “veren el” olabilelim. Tut ki, rızana ulaşabilelim.

Tut kalbimizi: Kalbimizi tut ki, sevmeyi, vermeyi, görmeyi, hoş görmeyi öğrenebilelim. Tut ki, arınıp temizlensin kalbimiz, temizlenip cilâlansın, cilâlanıp pırıl pırıl olsun: Kin tutmasın bir daha, intikam hissi gütmesin, içinde kök salmasın, sevgisizlik.

Tut ruhumuzu: Ruhumuzu tut ki, günahlarla kirlenmesin artık…

Tut mantığımızı: Yanlışlara meyletmesin, umutsuzluğa düşmesin, hayatı dünyadan ibaret sanmasın…

Tut gözümüzü: Gözümüzü tut ki, hayrı görsün şerri görmesin, güzeli görsün çirkini görmesin; namahreme bakmasın… Ülfet ve ünsiyet perdesi inmesin gözümüze; inmesin ki, hayatın tüm güzelliklerini görüp idrak edelim; idrak edelim ki, Seni yeterince zikredelim, fikredelim, dolu dolu şükredelim…

Tut nefsimizi: Tut ki, Sana isyankâr olmasın, bizi şeytanın peşinden sürüklemesin…

Tut aşkımızı: Aşkımızı tut ki, fani şeylere meyletmesin, tüm varlığımız Seninle ve Peygamberinle dolsun…

Tut bizi Allahım!.. Bizi tut ki, kötü alışkanlıklarımızdan kurtulalım, iyi alışkanlıklar kazanalım. En yüreğimizden tut, en gönlümüzden tut, en kalbimizden tut, en ruhumuzdan tut, imanımızın en imanından tut!

Bizi ramazanlaştır! Ramazanımızı, ilk ümmetin oruç tuttuğu ilk ramazana dönüştür.

Yavuz Bahadıroğlu – yeniakit.com

Ramazan

Nur ve feyiz saçan ramazan hilali ufukta tulu edince, envar-ı ilahiyenin nuru ve feyzi her haneye tecelli eder. Mü’minlerin kalbinde lahûti bir cezbe uyanır. İslam alemi feyiz ve berekete gark olur.

Mağfiret ayı olan ramazanın feyzi Müslümanların maneviyatına büyük bir tesir yapar. Bu nihayetsiz feyiz ve nurlardan hakkıyla hissedar olan müminlerin gündüzleri adeta birer bayram sabahı, geceleri ise leyle-i sürur olur.

Bu ayda yapılan ibadet ve taatler, onları manevi kirlerden temizler, necatlarına vesile olur. Münevver fikirler daha da nurlanır. Allah’ın rızasına mazhar olmak için gayret eden mü’minler hayır ve hasenatta birbiriyle yarışırlar ve her tarafta adeta bir bayram havası meydana gelir.

Evet, Ramazan; seksen küsur senelik bir ömr-ü manevî kazandıran ve bütün hayır ve bereketi içine alan çok feyizli ve mübarek bir aydır. Ramazan, nur-efşan bir aydır. Feyzinin serpildiği her haneyi namütenahî envâra garkeder. Çünkü, bütün zat ve sıfat-ı ilâhiyyenin kemalâtını talim eden Kur’an, bu mübarek ayda nazil olmuştur. Bu bakımdan Ramazan ayı mağfiret ve rahmet ayıdır.

“İşte Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri; hem Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlahiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.”

Oruç, ruhun gıdasıdır. Bu ayda namaz ve oruçla ruhlarını kuvvetlendiren kişiler şüphe yok ki, melekiyet makamına yükselirler. Oruç şehveti kırar, nefsi dizginler ve mağlûp eder. İnsanı hayvanî hallerden uzak tutar, serkeşlikten meneder. Süflî arzuların pespayeliğini gösterir. Hayatın lezzetini tattırır, kalbin, Allah’a incizabını arttırır ve ona meleki bir zevk-ü sefa bahşeyler.

Gündüzün oruçlu olduğundan hiçbir şeye el uzatamayan bir insan; “bu nimetler benim mülküm değil, onlar, çok şefkatli ve merhametli Rabbimin malıdır ve in’âmıdır. Ben bunları tasarrufta hür değilim; diyerek nimeti nimet bilir ve bir şükr-ü manevî eder.

Orucun, insanın nefis ve irade terbiyesinde çok mühim ve yüksek bir tesiri vardır. Oruçlu kimse, aczini bilir, fakrını derkeder, zafını anlar, her şeyi dilediği gibi yapmada serbest olamayacağı hakikatini kavrar. Kendini her işi yapmada hür ve müstakil zanneden, her şeyi kendi mülkü sanıp istediği gibi tasarruf edebileceği vehmine kapılan mağrur bir nefsin gururu, ancak oruçla kırılır, gafleti ancak açlıkla dağıtılır. Böylece insan aczini, fakrını, zaafını anlar; mal sahibi olmadığını bilir. Bu sayede nefsini dize getirir, Allah’a teslim olur, tevekkül eder, O’nun hıfzına sığınır, huzur bulur.

Ramazanda cami ve mescidler, milyonlarca müminlerin cilvegahı olarak onları mesrur eder. Kandillerle müzeyyen olan yüksek minareler, ezandaki nurani ve mukaddes kelimelerin haşmetini maddeten dahi ilan ederler.

Minarelerden yükselen lâhuti sadalar, “Emr-i Bülentsin ey ezan-i Muhammedî!” hakikatını mü’minlerin kalplerine sürur ile doldururlar. İlahi feyizlerin sağnak sağnak yağıp tecelli ettiği o seher vaktinde, azamet-i subhaniyenin ve kudret-i ilahiyenin tecellilerini temaşa eden hakiki neşe erbabı için, ondan daha büyük bir lezzet ve mazhariyet tasavvur edilemez. Aşk-ı hakikiye gark olan bir mü’min, o vakitte abdest alıp ubudiyetini ilan etmekle ebedi bir saadete kavuşur ve o vaktin letafetini zevk eder.

Ramazanda birçok gafiller de onun feyziyle intibaha gelirler; tövbe ederek günahlardan vazgeçerler. Namaz ve niyaza döner, dergah-ı İlâhiyeye teveccüh eder, huşu ile secdeye kapanırlar.

Oruç, içtimai hayat içinde önemli bir yer tutar. Meselâ, zengin bir insan aç kalmakla fakirin halini daha iyi anlar. Onlara şefkat eder, yardım elini uzatır. Buna karşılık, fakir de zengine hürmet eder. Böylece, zengin ile fakir arasında tam bir kardeşlik, muhabbet ve hürmet tesis olunur. İçtimai hayat, bir sükûn ve istikrar içinde cereyan eder, sürekli bir ahenk kazanır.

Peygamberimiz (s.a.v.):Oruç, oruçlu ile dünya hırsları arasına çekilen bir perdedir. Bu perde oruçluya kötülük yüzünü göstermez. Onun gönlünü fena sarsıntılardan korur. buyurmuştur. Şu halde, hakiki bir oruçlu, hayvani arzulardan sıyrılır, elini, dilini ve diğer bütün azalarını günahlardan korur. Kendisiyle uğraşanlara ayniyle karşılık vermez. “Ben oruçluyum.” der, geçer.

Oruç tutan kişi, kötü huylardan zamanla temizlenir, hak ve hakikatı görmeye mani olan perdeler önünden kalkar. Melekiyet mertebesine doğru yükselmeye başlar, hem kendisi için, hem de beşeriyet için en hayırlı bir uzuv olur.

Oruç tutan mü’minde fazilet hisleri ve onu hakiki Ma’bud olan Allah’a bağlayan kulluk unsurları inkişafa başlar. İşte, orucun, ruh ve gönüller üzerindeki temizleyici tesiri budur. Oruçlu bir kimse, hakkı hak, batılı batıl görmeğe başlar. Hayrı, şerri tefrik eder. Mukaddes lâtifelerin yolları oruçla açılır ve temizlenir.

Oruçlunun Allah Tealâ yanında şerefi çok büyüktür. Peygamberimiz (s.a.v.) Hak Tealâ’nın yüce ismine yemin ederek şöyle buyuruyor: “Oruçlu ağzın kokusu, Cenab-ı Mevlâ yanında misk kokusundan daha sevimlidir.”

Cenab-ı Hak, bir Hadis-i kudsîde buyuruyor ki: “Madem ki kulum yemesini, içmesini ve nefsani arzusunu benim rızamı kazanmak için bırakmıştır. Onun sayısız ecrini doğrudan doğruya kendim veririm.”

Ramazan ve oruç millet olarak benliğimize, ruhumuza ve şuurumuza silinmez bir mühür gibi nakşolunmuştur. Gecesiyle gündüzüyle, minarelerdeki mahyalar ve oralardan asumana yükselen ezan sesleriyle, camisi ve coşkun cemaatiyle, gürül gürül Kur’an tilavetleriyle, nasihlerin nasihatlarıyla, sofraların zengin bereketiyle, çocukların benzersiz sevinçleriyle Ramazan adeta her günü bir bayram sevincine çevirmekte ve yıldan yıla gelişen, kökleşen bir milli kültür halinde hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmaya devam etmektedir.

Her saati mübarek ve mukaddes olan Ramazanın, hele iftar ve sahur zamanları dualarımızın en çok kabul olunduğu vakitlerdir. Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v): “Oruçlunun iki neşesi vardır. Birisi iftar vaktinde, öbürü kıyamet günü Mevlâsına kavuştuğunda.” buyururmuşlardır.

İhlaslı her Müslüman, iftar vaktinde kalplere dökülen manevi feyzi az çok duyar, kalbinde yüksek bir inşirah hisseder. Bütün varlığıyla dergah-ı İlâhiyeye yönelir. Nura ve feyze müstağrak olur. Bu hususta Bediüzzaman şöyle buyurur:

İftar vaktinde ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelînin ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın, “Buyurunuz.” Emrini bekler gibi bir tavr-ı ubudiyetkarâne gösterir.”

Evet, iftar vakti, gönüllerde, ruhlarda bir cezbe-i lahuti uyandırır. İftar sofrasının etrafında toplanan herkes şendir, mesrurdur. Nur-u imanla parlayan çehrelere beşaşet ve saadet sanki semadan aksetmiştir. İftar anındaki bu şevk ve sürurun tarifi imkansızdır. Cennet asâ bir saadet içinde, günün en bereketli anı iftarla noktalanır.

MEHMED KIRKINCI

RAMAZAN AYININ MANA VE ÖNEMİ

Ramazan Kelimesinin Anlamı

Ramazan Arapça bir kelimedir. Kamerî aylardan dokuzuncusunun ismidir. Ramazan kelimesinin manası ve bu mübarek aya Ramazan isminin verilmesindeki hikmet şöyle belirtilmiştir: Ramazan, yaz sonunda güz mevsiminin evvelinde yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına “ramdâ” kelimesinden alınmıştır. Bu yağmur genellikle yeryüzünü temizler. Bunun gibi Ramazan da Müminleri günah kirlerinden temizler, kalplerini pak eder.

Başka bir görüşe göre güneşin şiddetli hararetinden taşların yanıp kızması anlamına olan “ramad” kelimesinden alınmıştır. Böyle kızgın yerde yürüyen kimsenin ayakları yanar, zahmet ve meşakkat çeker. Bunun gibi oruç tutan kimse de açlık ve susuzluğun hararetine katlanır, zahmet ve meşakkat çeker, içi yanar demektir. Yâhut kızgın yer, ayakları yaktığı gibi Ramazan da müminlerin günahlarını yakar, yok eder.
Nitekim Enes b. Mâlik (r.a.)´dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber: “Bu aya ramazan isminin verilmesi günahları yaktığı içindir.” buyurmuştur. Şu halde mübarek Ramazan ayında oruç tutan ve ihlasla tövbe eden Müminlerin günahları yanar, böylece günah kirlerinden arınırlar, tertemiz olurlar.

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nurlarda Ramazan ayının önem ve hikmetini çok daha kapsamlı bir şekilde şöyle tarif ediyor:

Ramazan-ı Şerifteki savm, İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerindendir. Hem şeâir-i İslâmiyenin âzamlarındandır.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var. Yirmi Dokuzuncu Mektup

Ramazan Orucunun Şiar Olması

Bizim bu kuşatıcı ve özet tariften ilk anladığımız mana Ramazan ayının ve bu ayda tutulan orucun İslam aleminde önemli bir sembol ve tesirli bir şiar olduğudur. Nasıl bir ülkeye girdiğimizde ilk olarak o ülkenin sembolü olan bayrağı ile karşılaşıyor isek, Ramazan ayı da aynı derecede İslam aleminin önemli ve cazip bir bayrağı, bir sembolü gibidir. Ramazan ayı İslam sembolleri ve şiarları içinde en belirgin ve muazzam olanlarındandır. Üstad Hazretlerinin  Ramazana dair risalesinin ilk başında meseleye şiarla başlaması meselenin önemine işaret ediyor.

Modern çağın insanı, kimlik bunalımı yaşıyor. İletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesi ile dünya adeta küçük bir köy şeklini alıyor. Bugünün ifadesi ile insanlık küreselleşme sürecini yaşıyor. Küreselleşme sayesinde medeniyetler kendi kimliği ile beraber diğer medeniyetler ile iç içe girift bir hayat tarzına girmiştir. Bu da ister istemez medeniyetler arasında bir etkileşimi ve karşılıklı bir kültür alış verişini netice vermektedir. Şayet medeniyetlerin güçlü ve cazip bir kimlik ve  sembolü olmaz ise diğer medeniyetler içinde asimile olup giderler. Bu sebeple İslam dini Müslüman medeniyetinin kimliğine ve şiarına çok önem vermiş ve bu noktada çok güçlü argümanlar ve semboller üretmiştir. Ezan, selam vermek , hilal, tesettür, oruç, namaz gibi hem ibadet yönü hem de şiar yönü kuvvetli olan semboller, bu küreselleşme ortamında hem İslam kimliğini muhafaza ediyor, hem de başka zayıf medeniyetleri etkileyerek kendi içinde dönüştürüyor. İslam dininde şiar ve sembollerin şahsi farzlardan daha önemli olması bu sırdandır. Ramazan orucu da bu noktada güçlü ve etkili bir şiar ve semboldür.

Üstad Hazretleri devamla Ramazan orucunun hikmet ve faydalarını birkaç başlıkta özetleyip toparladıktan sonra, bu özetlerin açılımını ve izahatını geniş bir şekilde risalesinde beyan ediyor. Biz bu açılım ve izahlardan bazılarının üstünde duralım.

Ramazan orucunun Allah’ın Rububiyet’ini bize hissettirmesi ve idrak ettirmesi

Kainat, bütün nimetleri içinde barındıran ve bütün lezzetleri bünyesinde taşıyan büyük bir sofradır. Aynı zamanda insanın bütün maddi ve manevi duygu ve cihazlarına hitap eden mükellef bir sofradır. Hem sofralar içinde sofralar açılmış büyük bir sofradır. Her canlı bu sofradan hissedar ve pay sahibidir. Bu sofrada küçük bir karıncadan tut, ta büyük bir file kadar her canlının ihtiyaç ve rızkı hazırlanmıştır.

Bu sofranın baş misafiri ise insandır. Diğer canlılar dar ve sınırlı kabiliyeti nispetinde bu sofradan faydalanırken, insan geniş kabiliyet ve cami fıtratı sayesinde adeta bütün sofrayı ihata edecek bir tarzda faydalanıyor.
Bütün bu sofraların mükemmel bir şekilde tanzim ve tefriş edilmesinde, Allah’ın Rububiyet sıfatı baş aktördür. Yani O’nun tedbir ve terbiye vasfı olan Rububiyet sıfatı, en küçük karıncadan ta en büyük file kadar, her canlının rızkı ve terbiyesi ile alakadardır ve onların en basit ihtiyacını dahi tedarik ediyor.

Bu kainat sofrasında, Allah şefkat ve terbiyesini şiddetli bir şekilde ilan ve izhar ettiği halde, maalesef insanlar birtakım felsefi fikirlerin ve gaflet sayesinde sofranın ve terbiyenin farkında değiller. İşte Ramazan bu gafleti kırmak ve dağıtmak için, bütün Müslümanları muazzam bir ordu hükmüne geçirip, her gün özgürce yediği içtiği şeyleri yasak ederek, insanları yemek için buyurun emrini beklemek şekline sokunca, sofranın ve sofra üstünde parlayan tedbir ve terbiyenin bir anda farkına vardırıyor. Ve her şeyin tedbir ve terbiyesinin Allah’ın elinde bulunduğunu idrak ettiriyor. Bu idrak ve şuurun etkisi ile insanın  külli bir kulluk ve şükürde bulunmasına vasıta oluyor. Oruç bir nevi bu büyük sofranın dellalı ve hissettiricisi hükmündedir.

Ramazan Orucunun toplumsal hayata katkıları

İnsanlık en büyük musibetleri ekonomik sebeplerden dolayı görmüştür. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının temelinde sınıf kavgaları yatmaktadır. Yani emek ve sermaye çarpışması birinci ve ikinci dünya savaşlarını netice vermiştir. Sınıf kavgalarının temelinde de bölüşüm ve paylaşım dengesizliği vardır. Dünyanın kaynakları belli zümrelerin elinde toplanırken, insanların ekserisi açlık ve sefalet içinde yaşamışlar. Bu dengesizliği gidermek ya çatışma yolu ile olacak ki bunun bedeli çok ağırdır, birinci ve ikinci dünya savaşları bunu ispat eder, ya da adil ve şefkatli bir şekilde zengin ve fakir sınıfı arasında bir köprü kurmak ile mümkündür.
İslam dini bu iki sınıfı çarpıştırmak yerine, iki sınıf arasına köprü kurarak, toplumsal dengeyi sağlıyor. Yani zekat ve yardımlaşma köprüleri ile zengin ve fakir sınıflarını kaynaştırıyor. Zengine helalden kazan, işçinin hakkını ver, zekat ile fakir fukarayı gözet diyerek, onu murakabe ederken; fakire de ona itaat ve hürmet et diyerek, iki sınıf arasında karşılıklı rıza ve hoşgörüye dayalı sağlam bir ilişki oluşturuyor. Bu ilişkilerin hakim olduğu bir toplum, hem siyasi hem de iktisadi açıdan üretken ve verimli bir toplum olur. Zira iktisat, güven ve asayiş ile terakki eder. Güven ve asayişin olmadığı yerde meşru iktisat değil, sömürü ve haksız kazanç hakim olur. Bu da haramzade zenginlerin zenginliğine zenginlik katar, fakir ise iyice sefilleşir.

Buradaki mana, Ramazan orucunun bu sosyal ilişkilerdeki rolü, iki sınıf arasında empati kurdurmasıdır. Yani oruç öyle bir ibadettir ki, bütün sosyal tabakaları bir aylığına eşitliyor, şartları aynı kılıyor ki, diğer tabakaların halleri tam anlaşılsın. Yani zengin ve refah seviyesi yüksek olan tabakalar, senenin bir ayında oruç vasıtası ile fakir ve aç kalarak tabaka değiştiriyor. Yoksa başka türlü empati kurması pek mümkün değildir.

İşte ramazan ayı zekat ibadetinin dolayısı ile sosyal tabakaların arasında sağlam bir empati aracı oluyor. İnsanlar birbirinin halinden ve sıkıntılarından haberdar oluyorlar. Haberdar olan zengin Müminlerin, fakir fukaraya kayıtsız ve ilgisiz kalması düşünülemeyeceğine göre, elbette aralarında sıkı bir dostluk ve bağ oluşacaktır. Bu bağ büyük musibetlerin önünde bir set teşkil edecektir. Yani sermaye ve emek çatışmasının önünü alacaktır.

İşte ramazan ve zekatın, bu muazzam toplumsal faydası, insanlığın tek kurtuluş yolu ve reçetesidir. Yoksa sınıf çatışmasını ve düşmanlığını körükleyen felsefi doktrinler, insanlığa mutluluktan çok azap ve sıkıntı getirir, nitekim geçmişte de getirdiğini bütün insanlık acı bir şekilde tecrübe etmiştir.

Özet olarak oruç; zengin ile fakir arasında kuvvetli bir köprü ve tesirli bir empati kurma aracıdır. Zengin oruçtaki açlıkla fakirin haline intikal eder ve onunla hemhal olur, onun derdine ve yardımına koşar. Böyle bir ramazan başka hiçbir dinde ve ideolojide yoktur.

Ramazan Orucunun Nefis terbiyesindeki  Rolü

Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatları, mutlak ve ezeli olmasından, tam manası ile idrak ve ihata edilmesi imkansızdır. Bu yüzden insana birtakım nisbi ve farazi hisler takılmıştır. Bu hislerin veriliş gayesi ise; Allah’ın, mutlak ve mücerred olan isim ve sıfatlarının bir derece anlaşılması ve kıyaslanarak bilinmesi içindir. Yoksa bu nisbi ve cüz’i olan duygular, sahiplenilip, Yaratıcıya karşı meydan okuma aracı haline getirmek için verilmemiştir.

Bu manayı bir temsil ile izah edecek olursak: Çok zengin ve muktedir bir zat, emrinde çalışan iki işçiye, servet idare etmenin meşakkatini, tasarrufunun büyüklüğünü, zenginliğin birtakım lezzetlerini kendi haşmet ve ihtişamını anlatmak için, çok tesis ve fabrikalarından ikisinin idare ve gelirini, bir yıllığına emaneten onlara verir. Şart olarak da fabrikanın mülkiyeti, içindeki makinelerin eksiksiz geri verilmesi, kendi namına işlettirilmesi ve kendi ahlaki prensiplerine göre idare edilmesi gibi şeyleri o iki işçiye tembih eder.

İki işçiden birincisi, fabrikanın idaresini alır ve aynen O zatın direktifine göre hareket eder ve onun çok vasıflarını kıyas yolu ile anlar. Mesela der, “ben şu küçük tesisi idare ediyorum, şu zat ise binlercesini idare ediyor. Ben, şu kadar insanla uğraşıyorum, O binlercesi ile alakadardır. Şu tesisin gelirindeki zenginlik, şu onun mülkünün zenginliği, baş döndürür” der. o Zat’a olan sevgi ve saygısı artar ve hiçbir zaman da orada geçici ve emaneten bulunduğunu unutmaz.

Bu davranışı ile onun teveccühünü kazanır.  O zat da, onu çok büyük bir mükafatla ödüllendirir.
Diğer işçi ise, fabrikaya girer girmez, vaziyetini ve vazifesini unutur. Hemen fabrikanın isim tabelasını indirir, kendi ismini takar. İdarede O zatın ahlakına uymaz. Demirbaş olan makineleri haraç merac satar. Emanetçi ve geçici olduğunu hiç hatırlamaz. Asıl fabrika sahibini inkar eder ve ona meydan okur. Haddini aşarak temellük davasına sapar. Ayna olduğunu inkar eder. Mevhum olan, yani farazi olan hallerini gerçek telakki eder. Asıl fabrika sahibi olan zat da ona layık bir ceza ile onu cezalandırır.

İşte  bu misalde olduğu gibi; insanın vücudu bir fabrika gibidir. O zat ise; Cenab-ı Haktır. O iki işçi ise; biri mümin ve haddini bilen, temellük davasına sapmayan, benlik ve hislerini Allah’ın isim ve sıfatlarını anlamakta kullananları temsil eder. Diğeri ise; temellük davasına sapan, haddini aşan, kendine ait olmayan şeyleri kendine mal eden, firavun meşrep kafirleri temsil eder. O Zat’ın tembihleri ise; İslam’ın prensipleridir ve hakeza.

İşte oruç, insanın bu heva ve benliğini terbiye edip ıslah etmekte en önemli bir vasıtadır. İnsanı  firavunluğa götüren bu benlik ve hevanın, acizlik ve zayıflığını en güzel ihsas ettirecek şey oruçtur. Bu sebeple tasavvuf ve işrak felsefesinde, nefsin terbiye ve ıslahı sadedinde  riyazet, yani ağır perhiz önemli bir yer tutar. Bütün evliya ve asfiyalar da orucun kardeşi hükmünde olan riyazeti, nefsin ıslah ve terbiye edilmesinde kullanmışlardır.
Nefsin bu temellük (sahiplenme) ve benlik davasında, yılda hiç olmazsa bir ay oruç tutarak nefsin ıslah ve terbiyesinde gayret sarf etmemiz, kulluğumuzun ve Müslümanlığımızın bir gereği olarak üzerimize farz kılınmıştır.

Üstad Hazretlerinin, oruç ile nefis arasındaki münasebete işaret eden şu güzel ifadelerini de takdim ederek yazımıza son verelim:

Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Nefis Rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.

Hadisin rivayetlerinde vardır ki:

Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?”

Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”

Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.

Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene? Ve mâ ente?”

Nefis demiş: “Ente Rabbiye’r-Rahîm., Ve ene abdüke’l-âciz.” Yani, “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim. Yirmi Dokuzuncu Mektup

Muaz İslam – sorularlarisale.com