Etiket arşivi: ramazana özel

On Bir Ayın Sultanı (Şiir)

On bir ayın sultanı
Hoş geldin ey Ramazan
Rahmet dolu her anı
Hoş geldin ey Ramazan

Bu ay mağfiret ayı
Çok edelim duayı
Yok edelim hatayı
Hoş geldin ey Ramazan

Hakka yakın olmalı
Çokça namaz kılmalı
Dua niyaz yapmalı
Hoş geldin ey Ramazan

Teravih namazıyla
Sahur ve iftarıyla
Ve Kadir Gecesiyle
Hoş geldin ey Ramazan

Ruhları arındıran
Sevapları arttıran
Ve nefisleri kıran
Hoş geldin ey Ramazan

Şeytanları bağlayan
Cennet kapısı açan
Cehennemi kapatan
Hoş geldin ey Ramazan

Fakiri hatırlatan
Bereketi çoğaltan
Sevaba sevap katan
Hoş geldin ey Ramazan

Günahları yok eden
Sevapları çok eden
Ve açları tok eden
Hoş geldin ey Ramazan

O’nun başı rahmettir
Ortası mağfirettir
Sonu ise cennettir
Hoş geldin ey Ramazan

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Diyanet Kitap Fuarı Dolu Dolu Geçiyor

Diyanet, Kitap ve Kültür Fuarının 32.sini düzenledi. Büyükşehir Belediyesiyle birlikte düzenlenen fuarda yazarlar,  ramazan sohbetleri de yapıyor. Eskader’in organize ettiği ramazan sohbetlerinde her gün bir yazar saat 18-19 arasında bir saat sohbet ediyor. Fuarda âdeta Türkiye’nin yıldızları fikir ve düşüncelerini anlatıyor. İlk gün Prof. Sefa Saygılı’yı dinledim. Bir tabibin ramazan ve oruç konusundaki düşüncelerini ve tavsiyelerini dinlemek hem zevkli hem öğreticiydi.

İkinci gün “Şiir, Şuur ve Ramazan” konulu bir konuşma yaptım. İftar saatine yaklaşık üç saat kala konuşmacıları 40-50 kişi, bazen daha az bazen daha çok, dinliyor. 14 milyonluk şehirde hiç değilse nitelikli bir dinleyici kitlesi yazarları yalnız bırakmıyor.

Sonraki günlerde sırasıyla Doç. Rahmi Yaran, Prof. İhsan Süreyya Sırma, Prof. Süleyman Uludağ, Dursun Gürlek, Ümit Şimşek, Prof. Uğur Derman, Dursun Ali Taşçı konuştular. Prof. Ahmed Güner Sayar, Nevzat Bayhan, Mehmet Niyazi, İhsan Atasoy, Gürbüz Azak, B. Ayvazoğlu, Y. Bülent Bakiler, Üstün İnanç, Yusuf Dursun, Vehbi Vakkasoğlu, Nejdet Subaşı, Talip Küçükcan, Prof. Çiçek Derman, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Vahap Akbaş, Memduh Cumhur, Mustafa Armağan, Sadık Yalsızuçanlar konuşacaklar.

Fuarların okuma oranlarını etkilediği kanaatindeyim. Binlerce kitabı bir arada görme şansı yakalıyoruz. İlgimizi çeken kitaplara kolayca ulaşma imkânı buluyoruz. Kendi hâlimizde evimizde veya iş yerimizde günümüz geçirdiğimiz zaman hiç aklımıza gelmeyecek olan kitapları fuara gidip görünce alıyor ve okuyoruz.

Hele yazarları dinlemek… Tam bir bilgi, fikir ve kültür ziyafeti. Bir yazar, bazen koca bir kitaptan alabileceğimiz düşünce birikimini bir saatte bize sunuyor.

Okuyucularımıza Beyazıt’taki ramazan sohbetlerini kaçırmamalarını tavsiye ederim.

Okumak zihni beslemek, kültür ve irfanımızı artırmak demek. İnsan beyni bilgiyle besleniyor. Son senelerde beynini besleyenler çoğalıyor. İstatistikler, böyle diyor. Son yıllarda basılan kitap sayısı artıyor. Senelere basılan kitap sayıları şöyle:

Türkiye’de Basılan Kitap Sayısı

2012 yılında basılan kitap sayısı 480.258.000; 2011’de 493. 469.643; 2010’da 458. 338.289 idi.

2012’de basılan yeni kitap sayısı 42.626; 2011’de 43.190; 2010’da 34.863; 2009’da 31.414; 2008’de 32.342; 2007’de 29.312. Basılan yeni kitap sayısı 2001’de 3.915 idi.

Kitap üretimi, 2011’de önceki yıla göre yüzde 20 artmıştı, 2012’de bir önceki yıla oranla % 2 düşüş var.

2010 yılında basılan kitap sayısı bir önceki yıla göre % 15; kitabın cirosu % 9.3 artmıştı.

Ali Erkan Kavaklı / moral haber

Sadaka ve Zekat Kimlere Verilebilir ?

“Keder ve gamları sadaka ile önleyiniz. Allah size isabet edecek zorlukları engeller. Düşmanlarınıza karşı size yardım eder. Kötü anlarınızda ayaklarınızı kaydırmaz.” Hz.Peygamber(s.a.v)

Zekât, Allah rızası için yapılan yardım nevi’leri veya verilen şey; Sadaka ise insanın malından sırf Allah rızası için muhtaç olanlara temlik edilmek üzere çıkardığı bir vergi türü anlamında fıkıh terimleridir.

Zekâta, mü’minlerin Allah’ın emirlerine uymadaki sadakatlarini gösterdiği için “sadaka” da denilmiştir. Çoğulu sadakât’tır.

Sadaka kavramında üç temel özelliğin bulunması gerekir: İhtiyaç, mülkiyetin nakli ve temlîkin Allah için olması.

Sadaka, yükümlünün durumuna göre farz, vacib veya nâfile hükmünde olur.

Sadakanın farz olan kısmı zekâttan ibaret olup; tarım ürünlerinin zekâtı olan öşrü; hayvanların, ticaret mallarının, altın, gümüş ve diğer nakit paraların zekâtı ile define ve madenlerin zekâtını kapsamına alır.

Cenab-ı Hak Furkan-ı Hâkim de şöyle buyuruyor:

  • “Namazı kılın, zekâtı verin.” (el-Bakara, 2/43);
  • “Mü’minlerin mallarından zekât al ki, onları temizleyip mallarını çoğaltasın” (Tevbe, 9/103);
  • “Hasat günü ürünün hakkını ödeyin” (el-En’âm, 6/141)

Hz. Peygamber’in çeşitli hadislerinde farz olan zekât emredilmiştir: “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur. Bunlardan birisi de zekât vermektir” (Buhârî, İmân, 1, 2; Tefsîru Süre, 2/30; Müslim, İmân, 19-22; Tirmizi, İmân, 3; Nesâî, İmân,13)

İhsanlar zekât nâmına olmazsa, üç zararı var. Ba’zan da fâidesiz gider. Çünkü Allah nâmına vermediğin için, ma’nen minnet ediyorsun; biçâre fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbûl olan duâsından mahrum kalıyorsun.

Hem hakîkaten Cenâb-ı Hakk’ın malını ibâdına vermek için bir tevziat me’muru olduğun halde, kendini sâhib-i mal zannedip bir küfrân-ı ni’met ediyorsun.

Eğer zekât nâmına versen, Cenâb-ı Hak nâmına verdiğin için bir sevab kazanıyorsun, bir şükrân-ı ni’met gösteriyorsun. O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeğe mecbûr olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duâsı senin hakkında makbul olur.

Evet zekât kadar, belki daha ziyâde nâfile ve ihsan, yâhut sâir sûretlerde verip riyâ ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede? Zekât nâmına o iyilikleri yapıp, hem farzı edâ etmek, hem sevabı, hem ihlası, hem makbul bir duâyı kazanmak nerede? (Mektubat, 22.Mektub)

Namaz dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekât da İslâmın kantarası, yani köprüsüdür. Demek, birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlâhî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.

Zekât ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır:

1. Sadakayı vermekte israf olmaması.

2. Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması. Ali’den alıp Veli’ye vermek değil, belki kendi malından vermektir. “Size rızık olandan veriniz” demektir.

3. Minnetle in’âmın bozulmaması(minnet etmemek). Yâni “Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur.” Yâni “Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz.”

4. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi, Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek.

5. Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle, ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi. Sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dâhi olur. Kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor.

6. Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette(günahlar ve haram eğlenceler) değil, hâcât-ı zaruriyesinde sarf etmesi lâzımdır. Öyle adama veresin ki, nafakasına(ailevi, zaruri ihtiyaçlarına) sarf etsin. Yoksa sefahete sarfedenlere sadaka makbûl olmaz. (İşaret-ül İ’caz, s.24)

Fıtır sadakası, vacib hükmünde bir sadaka türüdür.

Bu, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarının dışında en az nisap miktarı bir mala mâlik bulunan her hür müslümanın yoksullara vermesi gereken bir sadakadır. Buna kısaca, “fitre” denir ki, fıtrat sadakası, yani sevap için verilen yaratılış atıyyesi(hediyesi) anlamına gelir.

Abdullah b. Abbas(r.anhümâ)’dan yapılan rivâyete göre Rasûlullah(s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Cenab-ı Hak, oruçluları gereksiz ve çirkin sözlerden arındırmak ve yoksullara yiyecek sağlamak için fitreyi farz kılmıştır. Fitreyi kim bayram namazından önce öderse, bu makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur” (Buhârî, Zekât, 70, 71, 77; Müslim, Zekât, 12, 13, 16; Ebu Dâvud, Zekât, 18, 20; Nesâi, Zekat, 31, 33)

Sadaka verilecek fakirler arasında bir tercih söz konusu olursa; bu durumda öncelikle Takvası en üstün olan fakire bu sadakayı vermek gerekir.

Sadakayı verirken, tasadduk ettiği sadaka ile ihtiyaç sahibinin ibadet için güçlenmesini niyet etmek gibi güzel düşüncelerle vermek gerekir.

Sadaka verdiği zaman kişi bunu kendisi için bir ganimet bilip, Allaha hamd etmelidir.

Bir hadislerinde Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Müslüman, güvenilir, kendisine emredileni tam ve eksiksiz gönül huzuru ile yerine getiren, kendisine emredilen kimseye ödenmek is­tenileni ödeyen haznedar, sadaka veren iki kişiden biridir.” (Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 205)

Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi, Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek. 

Cenab-ı Hakk(c.c) Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimde mü’minleri şöyle uyarmaktadır: “Şeytan sizi Allah yolunda infak ederken fakir olursunuz diye korkutur ve sadaka vermemenizi emreder.” (Bakara 268)

Efendimiz(s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: Sadaka, malı eksiltmez, malı çoğaltır ve bereketlendirir.” (Müslim, Birr 69; Muvatta, Sadaka 12)

Bir kudsi hadiste: “Ey Ademoğlu! İnfak et ki, Ben de sana  infak edeyim.” buyrulmaktadır. (Buhari, Zekat 28; Müslim, Zekat 57)

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v), Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma’ya şu tavsiyede bulunmuştur: “Ey Esma! Cimri olma ki, Allah da sana eksik vermesin. Saymadan ver ki, Allah da sana saymadan versin. Kesenin ağzını bağlama ki, Allah da sana nimetini eksik etmesin, kesenin ağzını bağlamasın. İnfak et ki Allah da sana infak etsin.” (Buhari, Zekat 21; Müslim, Zekat 88; Tirmizi, Birr 40)

Çeşitli ameller arasında fazilet bakımından farklar bulunduğu gibi, ihtiyaç sahiplerine yapılan yardım ve tasadduklarda da bir sıra gözetilmiş; öncelikli tasadduk alanları belirlenmiştir.

Gerçekten kişinin çok yakınında, belki aile fertleri arasında büyük sıkıntı içinde olanlar varken, uzakta olanlara yardım etmeye kalkışması maslahata uygun düşmez. Bu yüzden yardım ve infaka en yakınından başlamak prensibi getirilmiştir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kimsenin sarfedeceği en faziletli dinar, kendi aile fertlerine infak ettiği dinarla, Allah yolunda hayvanına ve yine Allah yolunda cihad edecek olan arkadaşlarına harcadığı dinardır.” (Müslim, Zekât, 38; Tirmizi, Birr, 42; İbn Mace, Cihâd, 4; Ahmed b. Hanbel, V, 279, 284).

Yine Rasûlüllah(s.a.s) “Allah yolunda harcanan, bir köle azadı için sarfedilen, bir yoksula verilen veya ailenin geçimi için yapılan harcamaları zikrettikten sonra, bunların sevap bakımından en üstününün aile fertlerine yapılan harcamanın olduğunu belirtmiştir.” (Müslim, Zekât, 39)

Bu hadislerde zikredilen aile fertlerinden maksat; bir kimsenin nafakası kendisine ait olan çocukları, eşi, annesi, babası ve hizmetçisidir.

Sadakanın en kıymetli, en iyi, en temiz ve en sevilen maldan verilmesi çok faziletli olmakla birlikte, bir mü’minin tasaddukunu sevdiği mal cinsinden yapması, Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmaya sebep olur.

Kur’ân-ı Kerim’de Al-i İmran suresinde mealen; “Siz sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe iyilik ve taate nail olamazsınız” buyurulur. (Âl-i İmrân, 192)

Bu âyet inince Ebû Talha(r.a), Rasûlüllah(s.a.s)’e gelerek şöyle dedi: “Benim en çok sevdiğim malım Beyrahâ adındaki bahçemdir. Bu malım Allah için sadakadır. Onun Allah nezdinde sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Ey Allah’ın elçisi; onu istediğin yere sarfet!” Bunun üzerine Hz. Peygamber(s.a.v), bu kararının çok kârlı bir yatırım olduğunu belirttikten sonra, bahçesini hısımlarına(akrabalarına) vakfetmesini bildirdi. (Müslim, Zekât 42, 43)

Bir Müslüman için Ramazan nedir?

Hayatın gayesi Allah’ın rızasını kazanmak ve onun sevdiği kul olabilmektir.

İnsan nefsi, kendini hür ve müstakil kabul eder. İstediğimi yaparım, der.

Nefis, Hz. Yusuf (as)’un ifadesiyle, kötülüğü emreder.

Nefsin istekleri ile Rabb’imizin emirleri çoğu zaman farklıdır hatta birbirine zıttır. Nefsine uyan yanar.

Nefse laf anlatmak, söz dinletmek çok zordur. Bu sebeple nefsin eğitilmesi ve terbiye edilmesi gerekir. Nefsine uyan, Allah’ı unutur, dalalet vadilerinde at koşturur.

Nefsi terbiye etmenin en kestirme yolu, onu sevdiği şeylerden mahrum bırakmaktır.

Ramazanı nefsi terbiye etme ayı kabul etmeliyiz.

Oruca niyet ederek nefse ilk emri vermeliyiz:

Arkadaş, sen hür ve müstakil değilsin. Her istediğini yapamazsın. Rabb’imin emri olmadan yemek yiyemez, su içemezsin. Sen kulsun, seni yaratan ve terbiye eden bir Rabb’imizin emirlerine itaat et.”

Böylece nefsin firavunluğu kırılmış olur.

Her istediğini yapamayacağını ancak helal olan şeyleri, helal olan vakitte yapabileceğini anlar.

İnsanoğlu nankördür. Kur’an bu gerçeği Adiyat suresi, 6.ayetinde çok nefis bir şekilde ifade eder:

Şüphesiz insan Rabb’ine karşı pek nankördür.”

Bu sebeple insan sahip olduğu nimetleri hatırına getirmek istemez. Çoğu zaman nimetler elimizden çıktıktan sonra kıymetini anlarız.

Ramazanda oruç vasıtasıyla çekeceğimiz açlık, bize sahip olduğumuz nimetlerin değerini anlatır. Çeşitli nimetler elimizin altında iken onları değerini bilemeyiz. Ramazanda oruç olduğumuz için iftar vaktine kadar bir yudum su, bir lokma ekmeği bile yiyemeyiz. Açlık bize su, ekmek, meyve, sağlık gibi sahip olduğumuz nimetlerin değerini anlatır. İftar vakti, sıcak pideden alacağımız bir lokmanın bile ne kadar değerli olduğunu anlarız. Başka zaman kebapları, lahmacunları, türlü türlü yemekleri, baklavaları, börekleri beğenmeyen nefsimiz, ramazandan bir lokmalık pidenin ne kadar lezzetli olduğunu fark eder ve sayısız nimetleri bize bahşeden Rabb’imize şükreder.

Nimet şükür için verilmiştir. İnsan nimet içinde yüzerken şükretmeyi düşünmez, gaflet deryalarında yüzer. Ramazan çok iyi bir uyarıcıdır, insanı gaflet uykusundan uyarır.

Ramazan yardımlaşma ve fakir-fukarayı anlama zamanıdır.

İnsan herkesi kendisi gibi bilir. Nimetler içinde yüzen insan, fakir-fukarayı ve onların çektikleri sıkıntıları anlamaz. Anlamadığı için de yardım elini uzatmaz. Ramazan orucu bize yoksulların çektiği acı ve ıstırapları bir nebze olsun hissettirir, böylece yardım duygularımız hareket geçer. Cenab-ı Hakk’ın bize lütfettiği nimetleri yoksullarla paylaşırız.

Sinsi nefis devamlı kalbimize vesvese verir. Senin kıldığın namaz, tuttuğun oruç, verdiğin sadaka ne ki, bunlar seni kurtarmaz şeklinde telkinler yapar. Rabb’imizin af, mağfiret, rahmet ve şefkat sahibi olduğunu bize unutturmak ister. Şeytanın vesveselerine aldanmamalı, bize Rabb’imizin rızasını kazandıracak adımlar atmalıyız.

Ebu Hüreyre(ra)’den rivayet edilen bir hadis, bize Rabb’imizin rahmet ve mağfiret deryasını müjdeler. Şöyle ki:

“Yüce Allah buyuruyor ki: Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım.

O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım.

O, bana bir karış yaklaşacak olursa ben ona bir zira yaklaşırım.

Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım.

Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.

Kim bana şirk koşmaksızın dünya dolusu günahla gelse ben de onu yine mağfiretle karşılarım.

(Buhari, Tevhid 15, 35; Müslim, Zikr 2, Tevbe 1)

Ramazan; Rabb’imize kulluk, ibadet ve dua etmeyi sevmenin ve ibadetlerden haz ve lezzet alma mevsimidir.

Ramazan arınma ve Rabb’imize yaklaşma zamanıdır.

Ramazan, nefis putunu kırma, Allah’a kul ve asker olma vaktidir.

Ramazan, Kur’an okuma, onu anlama ve nuruyla nurlanma ayıdır.

Ramazan yardımlaşma, fakir ve fukaranın gönlünü ve duasını alma zamanıdır.

Ramazan, hayatın manasını anlama, Rabb’imizin rızasına uygun bir hayat yaşamayı prensip ve âdet edinmenin tam vaktidir.

Okuyucularımın ramazanlarını tebrik eder, Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmalarına vesile olmasını Rahman ve Rahim olan Rabb’imizden niyaz ederim.

Ali Erkan Kavaklı