Etiket arşivi: Recep Tayyip Erdoğan

Sultan Muhammed Alparslan ve Haşhaşiler

Büyük  Selçuklu Devleti’nin ikinci hükümdarı olan büyük devlet adamı Alparslan, Müslüman Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya gelişlerini ve mücadelesini yöneten askerî komutan ve hükümdardır. Gerçek adı Muhammed olup, daha çok unvanı olan Alparslan adıyla tanınmaktadır.

Üzerinde yaşadığımız bu cennet vatanı bizlere armağan eden ecdadımızdan birisi de Sultan Alparslan’dır. İslâm’ın bu bahadır evlâdı Malazgirt’te kalabalık Bizans ordusunu perişan ederek Anadolu’nun kapısını Müslümanlara açmıştır. Fetih ordusu da açılan bu kapılardan tekbirlerle girmiştir ve her karışını kanlarıyla sulayarak kendilerine vatan edinmişlerdir…

Sultan_Alp_ArslanAlparslan, amcası Tuğrul Beyin 7 Eylül 1063’te evlat bırakmadan vefat etmesi üzerine, 7 Aralık 1063’te Selçuklu Beyleri tarafından tahta çıkarıldı ve kendisine biat edildi. Kısa zamanda bütün Selçuklu beyleri ve Tuğrul Beyin veziri El-Kunduri de Alparslan’a biat etti  27 Nisan 1064 günü Halife Kaim bi Amrillah’ın da hazır bulunduğu bir mecliste cülus merasimi yapıldı ve Alparslan sultan ilan edildi.

Alparslan ilk icraat olarak, asayişi temin etti. İsyanları bastırdı. Devlet teşkilatına ve orduya çeki düzen verdi. Akabinde de fetih harekâtına başladı. 1064’te bir Hıristiyan krallığı olan Gürcistan’ı fethetti. Kars’ı ve Ani’yi aldı.

Devleti için Bizanslıları devamlı bir tehdit unsuru olarak gören Alparslan, düşman üzerlerine gelmeden önce düşmanın üzerine gidilmesi yolunu seçti ve namlı kumandanlarını Anadolu’ya akınlara gönderdi. Bunlardan, Gümüş Tekin, Afşin ve Ahmed Şah Anadolu içlerine daldılar ve Bizans ordularını bozguna uğrattılar.

Afşin Bey 1067’de Malatya civarında çok kalabalık Bizans ordusunu bozguna uğratmış, Kayseri’yi fethederek Orta Anadolu’ya kadar ilerlemişti.

Afşin Bey 1069 senesinde de Anadolu’da Bizans ordusunu bozguna uğratarak akınlara devam etmiş ve Ege sahillerine kadar ilerlemiştir.

Alparslan, Kutalmışoğlu Süleyman Şah’a da Anadolu’nun fethini emretmişti. Bu namlı kumandan aldığı emir üzerine süratle Anadolu’ya dalmış ve fetih harekatına başlamıştı.

Selçukluların Anadolu’da üst üste kazandıkları zaferlerden ürken Bizanslılar, kesin netice almak için büyük bu ordu hazırlamışlardı. İki yüz bin kişilik bir büyük ordunun başına imparator Romanos Diogenes geçmişti. Niyetleri Müslüman Türkleri Anadolu’dan çıkarmak, hatta bütün Selçuklu topraklarını ele geçirerek bu devleti ortadan kaldırmaktı. Bu niyetle yola çıkmışlardı ve kendilerinden de son derece eminlerdi. Böyle kalabalık bir orduya kimsenin karşı koyamayacağını zannediyorlardı.

Bizans ordusu şarka doğru ilerlediği esnada Alparslan Halep civarında bulunmaktaydı. Niyeti, bütün Suriye’yi fethetmekti. Bizanslıların Anadolu’nun doğusundaki yerleri ele geçirip Azerbaycan’a girmek maksadıyla ilerlediklerini haber alınca ordusunun bir bölümünü Suriye’nin fethi için bırakıp kalan 54 bin kişilik kuvvetle süratle yola çıktı. Fırat’ı geçip, Diyarbakır yoluyla Ahlat’a doğru hareket etti. Bu esnada Bizans ordusu Malazgirt’e gelerek kaleyi ele geçirmişti.

Sultan Alparslan, Buharalı İmam Muhammed Bin Abdülmelik’in tavsiyesi üzerine muharebeyi Cuma gününe denk getirmişti. 26 Ağustos 1071 Cuma günü bütün İslam beldelerinde ve Malazgirt ovasında kılınan Cuma namazında halifenin gönderdiği şu hutbe ve dua okunmuştur:

“Allah’ım! İslâm’ın sancaklarını yükselt ve hayatlarını Sana kulluk için esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma! Ya Rabbi! Alparslan’ı düşmanlarına karşı muzaffer kıl ve onun askerlerini meleklerin ile kuvvetlendir! Zira O, Senin rızanı kazanmak için varlığını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor. O Senin yolunda ve dininin üstünlüğü için nasıl cihat yapıyorsa Sen de onu öylece koru ve düşmanlarını kahret!”

Malazgirt ovasında kılınan Cuma namazından sonra bütün erler bir birleriyle helalleşmişti. Alparslan beyaz bir elbise giymişti.

Toplanan askerlerin yanına gelen Alparslan, atından inerek secdeye varmış ve Âlemlerin Rabbine şöyle niyazda bulunmuştu:

‘Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ey Allah’ım! Niyetim halistir, bana yardım et, sözlerimde hilaf varsa beni kahret!”

Sultan Alparslan daha sonra askerlerine dönerek şöyle demiştir:

“Burada Allah’tan başka bir sultan yoktur; emir ve kader tamamıyla O’nun elindedir. Bu sebepten benimle birlikte savaşmakta veya savaşmamak için uzaklaşmakta serbestsiniz.”

Askerler heyecanla, hep bir ağızdan; “Asla emrinden ayrılmayacağız!” diye haykırmışlardı. Alparslan konuşmasına şöyle devam etmiştir:

“Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun, Zaferi kazanırsak önümüzde çok hayırlı günler olacaktır. Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana dek biz azınlıkta düşman çoğunlukta olmak üzere, böyle bekleyeceğiz. Düşmanı yenersek arzu ettiğimiz netice hasıl olacaktır. Yoksa şehit olarak Cennete gideceğiz. Beni izlemek isteyenler gelsinler. Geri dönmek isteyenler serbestçe dönsünler. Onlara hiçbir ceza verilmeyecektir. Bugün burada ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Ben de sizlerden biriyim ve sizinle birlikte savaşacağım.”

Bu konuşmasından sonra oku, yayı atarak kılıcını sıyıran Alparslan, “Bismillah!” diyerek en ön safta düşmana doğru at sürmüştür. Kumandanlarının arkasından şimşek gibi Bizans ordusu üzerine atılan 54 bin er, düşman ordusunu perişan etmişti. Gün boyu devam eden savaş neticesinde Müslümanlar kesin zaferi kazanmış, kılıç artığı Bizans askerleri yüz geri kaçmağa başlamışlardı. İmparator Diogenes esir alınmıştı. İmparator, Sultan Alparslan’ın  huzuruna getirildi. Muzaffer padişah esir imparatorun ellerini çözdürdü ve yanına oturttu. Esir imparatora misafiriymiş gibi davranıyordu. Sohbet esnasında İmparator’a sordu:

“Ey Rum Kayzeri, ben senin eline esir düşmüş olsaydım, bana nasıl muamele ederdin? Diogenes:

“Kamçılattırırdım” diye cevap verdi. Alparslan:

“Şimdi, benim size nasıl bir muamelede bulunacağım tahmin ediyorsunuz?”

“Ya öldüreceksiniz, yahut da bir harp esiri sıfatıyla bütün Selçuk ülkesini dolaştıracaksınız. Çok zayıf bir ihtimale göre de, benden bir kurtuluş akçesi ve rehineler aldıktan sonra serbest bırakacaksınız.”

Alparslan bu cevap karşısında tebessüm etmiş ve Diogenes’e: “Bilemediniz. Düşündüğünüzün hiçbirisini yapmayacağım. Sizi karşılık beklemeden serbest bırakacağım” demiştir.

Alparslan, Diogenes’e bol miktarda altın para verdi ve yanına muhafızlar katarak İstanbul’a kadar emniyetle gitmesini temin etti. (Köymen, Mehmet Altay, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi. Cilt 3. Alparslan ve Zamanı, Ankara:2001,Türk Tarih Kurumu Yayınları)

Malazgirt zaferi üzerine Anadolu’nun kapısı Müslümanlara açılmıştır. Bu cennet belde kısa zamanda tevhid ehli ile dolmuş, tekbirlerle nurlanmıştır.

Mahir bir kumandan ve müdebbir bir idareci olan Alparslan İslâmiyet’i harfiyen yaşamaya gayret etmiş ve İslamiyet’in kazandırdığı güzel ahlakla milletine örnek olmuştur. Düşmanlarını bile affetmesiyle, üstün ahlakını göstermiştir.

Alparslan, veziri Nizamülmülke geniş selahiyetler vererek memleketin baştan  başa ilim ve irfan güneşiyle aydınlanmasına çalışmıştır. Hakkı tebliğ etmek ve yaymak için bütün imkanları seferber etmiş, Müslümanlara yönelen tehlikeleri bertaraf etmek için hayatını ortaya koymuş, cihaddan cihada koşmuştur.

Malazgirt’in büyük kahramanı, halkın içinde Hak’la beraber bir hakikat eridir. Mutfağında her gün elli koyun kesilir, fakirler ve yoksullar hep onun mutfağından yerlerdi. Divanında yoksul kimselerin isimleri kayıtlı idi. Bunlar muntazaman gelir ve kendileri için tayin edilmiş maaş ve geçim masraflarını alırlardı. Bazen hasta veya yoksul bir kimseyi gördüğü zaman son derece hislenir, teessüründen ağlar ve derhal yardım ederdi, Zira bu insanlar ona, Allah’ın birer emanetiydiler ve bu emanetten dolayı da Allah’a hesap verecekti .
Tarihçi Râvendi “Alparslan bütün cihâna at sürdü”, İbnül’Adim “hükümdarlar arasında onun kadar dine ve cihada bağlı kimse yoktur” derken, onun hayatının gayesi olan yüce ideal ve mefkûrelerin tahakkuku için her şeyini vakfettiğini belirtmektedirler.
Sultan Alparslan Maverâünnehir seferi esnasında esir edilen bir kale kumandanı tarafından hançerlendi.
Suikasta uğradığı zaman söylediği şu cümle, hem dindarlığını hem de cihan hâkimiyeti şuurunu güzel belirtir. “Bir tepe üzerine çıktığım vakit, ordumun azametinden ve askerlerimin çokluğundan altımda yerin titrediğini hissediyor ve kendi kendime “Ben dünyanın hükümdarıyım. Bu ordu ile Çin’i fethederim” diyordum, Bu gurur yüzünden bu duruma düştüm. Halbuki her sefere çıkışta daima Allah’tan yardım dilerdim…”

                                         *****

Tarihi kaynaklarda, Haşhaşilik, 11. Yüzyılda İsmaili tarikatına mensup din adamı Hasan Sabbah tarafından kurulmuş bir tarikattır. Haşhaşîlerin en belirgin özelliği; faaliyetlerini büyük bir gizlilik içinde yürütmeleri ve kendilerine muhalefet edenleri suikast yöntemi ile yok etmeleridir.

Bu sebeple “Suikastçılar Tarikatı” olarak da adlandırılmışlardır. Bâtınî hareket uzun yıllar imamlar ve dâîler tarafından son derece gizlilikle yürütülürken Hasan Sabbâh’ın liderliğinde “yeni bir kimlik” kazanmış ve böylece “Haşhaşîlik” ortaya çıkmıştır.

Haşhaşîler etki altına alamadıkları insanları kendilerine muhalif kabul etmişler ve onlara “şüphe” ile bakmışlar, bazılarını da zehirli hançer ile cezalandırmışlardır. Zaten Haşhaşî felsefesinde; dâîlerle propaganda, tehdit, sindirme, psikolojik baskı, muhaliflere suikast vazgeçilmez unsurlardır. Böylece birçok idareciyi kendi saflarına çekmişler ya da onları kendilerine karşı pasif konumda tutmayı başarabilmişlerdir. Diğer taraftan insanların beyinlerini uyuşturarak akıllarını kullanamaz ve mantıklı hareket edemez hale getirmişlerdir.

Selçuklu devlet erkanı ülkeyi Haşhaşîlerden korumak için gerekli tedbirleri alırken onların devlet kurumlarına sızmalarını önlemeye yönelik çalışmalar da yapmışlardır. Selçuklu Veziri Nizâmü’l-Mülk devlet hizmetine alınacak İranlılar’ın bilhassa dinî inanış bakımından temiz Müslüman olmalarına çok dikkat etmiş ve böyle yapılmazsa devletin varlığının bile tehlikeye düşebileceğini ifade etmiştir.

Sultan Alparslan beylerinden Erdem’in maiyetinde İsmailî inanca sahip birinin çalıştığını öğrenince çok sinirlenmiş ve Erdem’e: “Senin kâtibin olan Hurdâbe dedikleri o adamcağız, Haşhaşî değil midir?” diye sormuş, Erdem Bey: “Ey bendelerinin efendisi, o eğer hep zehir olsa, bu dergâhın sakinlerine ne zarar verebilir ki?” demişti. Huzura getirilen kâtibin Sultan’a Haşhaşî değil Şiî olduğunu söylemesi üzerine Alparslan: “Ey kötü adam, Râfızî mezhebi o kadar iyi midir ki, onu Haşhaşî düşüncene kalkan yapıyorsun?” diyerek kâtibi cezalandırmıştır. Sonra da: “Suç bu adamcağızın değildir, suç kötü inançlı birini kendi hizmetine alan Erdem’indir. Düşmanlarımız aciz kaldıkları müddetçe itaat gösterirler. İşlerde zayıflık zuhur ederse, öç almaya çalışırlar” demiştir. Böylece Haşhaşî yapılanmaya karşı tavrını ortaya koymuş ve devlet adamlarının da onlara karşı dikkatli olması gerektiğini ifade etmiştir.

Başkomutanımız Recep Tayyip Erdoğan, Haşhaşiler hakkında şöyle diyordu: “Büyük Selçuklu Devletinde Haşhaşiler denilen gözü dönmüş gizli bir örgütün devlet bünyesini nasıl esir almaya çalıştığını, gerektiğinde düşmanlarla nasıl işbirliğine gittiğini, asırlar önce millet olarak yaşadık ve gördük. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu sinsi virüslere, devlet bünyesini terk etmeye yönelik sızıntılara asla geçit vermez ve vermeyecektir.”(15 Ocak 2014 Akşam)

Cumhurbaşkanımız, FETÖ teröristleri için her gittiği yerde “Haşhaşi”  sıfatını kullanıyor. Fakat bu ifadenin hukuk, siyaset ve halk üzerinde etkisi olmuyordu. Çünkü  cemaat kırk yıldır gerçek yüzünü Kur’anı, Sünneti, Risale-i Nurları kullanarak çok iyi gizlemişti. 15 Temmuz darbe kalkışmasından sonra FETÖ teröristleri için bu kelimenin biçilmiş kaftan olduğu, onları bu isimlendirme dışında başka şekilde tarif etmenin de mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır. Haşhaşi benzetmesinin bugün ne kadar doğru ve gerçek bir ifade olduğunu artık hepimiz daha iyi anlıyoruz.

Günümüzde mazlumların, mağdurların, ezilenlerin son sığınağı, son kalesi Türkiye’dir. Fetö hainleri son kaleyi yıkmak istediler. Kırk yıl takiye yapan, bu bukalemun yapılı, robotlaşmış insanların tavanının 15 Temmuz 2016 gecesi, altın neslin, katil, hain nesle dönüşerek  haşhaşı çizgide, bir ölüm makinesine, zombiye dönüştüklerini gördük. Bunlar için hedeflerine varmak  için Haşhaşiler de olduğu gibi  her yol mubah… Ne vicdanı var, ne ahlakı var, ne kul hakkı, ne herhangi bir kutsalı var. 

“Türk milleti asırlardan beri İslamiyet’in bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve çok şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız. Onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşe çarpıştıramayız. Bu şer’an caiz değildir. Kılıç harici düşmana karşı çekilir. Dahilde kılıç kullanılmaz…” diyordu, asrın manevi doktoru. Dinlemediler, bedelini vatan hainliği ile ödüyorlar.

“Düşmanlarımız aciz kaldıkları müddetçe itaat gösterirler. İşlerde zayıflık zuhur ederse, öç almaya çalışırlar.” Sultan Muhammet Alparslan

‘Her şeyi affedin, ama vatanınıza ihanet edenleri asla affetmeyin.’ Hz. Ali (ra)

Mehmet Abidin Kartal

Bu “Galiz Kinin” SEBEBİ NE?…

Evet, herkes 15 Temmuz darbesiyle ilgili birbirinden ilginç hatıralar anlatıyor. Neredeyse herkesin anlattıklarının birçok ibretlik veya hatıra yönü var.Her haber dinleyişimde bu hatıralardan duygulanıp ağlıyorum. Anlatılanlar elbette birtakım gerçeklere, akıl ve mantığa dayanıyor. Fakat semtimizden çok saygın bir gencin anlattığı şu mantıksız hatıra beni hem çok şaşırttı hem de üzdü… Arz edeyim:
-15 Temmuz Darbe girişimi henüz başlamıştı. Millet şaşkın, “acaba neler oluyor” diye meydanda birbirilerine soruştururken, uzaktan bir kadın sesi duyduk,“inşallah darbedir de şu Tayyip’ten kurtuluruz” diye nara atmıştı.  Sonra o sesin geldiği tarafa koştuk ve “kim o inşallah darbedir diyen!” diye bağırarak çok araştırdık, fakat kadınlar içinde o kişi bulunamadı… ..demişti.

Bu olay bana anlatıldıktan sonra çok düşündüm.

Yetişkin bir kadın sesi olduğuna göre elbette ya çok çok cahil birisiydi. Veya kurusıkı doldurulmuş bir militandı. Ya da darbenin ne demek olduğunu, yani aylarca, yıllarca süren kahredici sıkıyönetimler, yokluklar ve baskılar yaşanacağını bilmiyordu. Ve darbenin binlerce masum canlara mal olacağını, hatta kendi sevdiklerinden bile birçoğunun faili meçhullere götürüleceğini, bütün yatırımların ve turizmin duracağını ve ülkemizin her yönden 50 sene gerilere götürüleceğini bilmiyor ve düşünemiyordu. Ya da memleket umurunda olmayan bir haindi…  Her neyse!

Ben bu arkadaşa, “şayet o kişiyi bulsaydınız, ne yapacaktınız?” diye sordum. Bana dakikalarca ve hararetle anlattıklarını da sizlerle paylaşmak istiyorum.

– Önce; “Bacım, Belli ki darbenin ne kadar çok kötü bir şey olduğunu bilmiyorsun. Fakat senin, Sn. Erdoğan’a olan bu kininin sebebi nedir?Erdoğan sizin şahsınıza bir şey mi yaptı ki? ..diyecektim. Sonra, devamla:1994’ten önce bir nevi KERBELA gibi olan, hatta o günkü medyanın “20 senede bile bu İstanbul’un SU sorunu halledilemez” diye manşetler atıldığı bir zamanda, tüm İstanbul’u, 8-10 ay içinde susuzluktan kurtardığı için mi ona kin tutuyorsun?..diye soracaktım…

Cadde ve sokaklarımızı dağlar gibi yığılan çöplüklerden kurtardığı için mi ona kin tutuyorsun? ..diyecektim.

– Gece 01:00 veya 02:00’lerde hasta hanelerde ilaç yazdırma kuyruklarından, hasta hane pisliklerinden, ilgisizliklerinden, ilaçsızlıklardan, muayene için aylar süren uzun vadeli randevulardan, rehin alınmalardan ve özel hasta hanelere milyonlarca lira para harcamalardan bizleri kurtardığı için mi ona kin tutuyorsun? ..diye haykıracaktım.
– Toplu taşımalarda sizi ve bizleri yığın yığın, üst üste gitmekten kurtardığı için mi, yoksa hayal bile edilemeyen “deniz altından Marmaray ile 4 dakikada kıtalar arası geçişlerisağladığı için” mi ona kin tutuyorsun? ..diyecektim.
– Türk liramızın hiçbir ülkede değeri olmadığı halde, Ekonomi Profesörü Başbakanlarımızın “Paradan üç sıfır atarsak, enflasyon %100’leri bulur ve mahvoluruz” dediği halde, tam ALTI sıfır atmasına rağmen, her şeyin daha iyi olduğunu gördüğün için mi ona kin tutuyorsun? ..diyecektim.
– Heronları, yani insansız hava araçlarını İsrail’den almaya mahkum olan ülkemizde, kendi insansız hava aracımızı yaptırdığı için mi, çeşitli Tanklar, helikopter, zırhlı araçlar, füzeler vs silahları yaptırdığı için mi ona kin tutuyorsun? ..diye haykıracaktım.
– Tüm dünyanın Ekonomik krizlerde boğulduğu bir zamanda, ülkemizi hafif sıyrıklarla, yani o krizden ülkemizi teğet geçirdiği için mi ona kin tutuyorsun? ..diyerek belki de yüzüne tükürecektim.
– 26 Adet hava alanı, binlerce viyadük, mevcudun üç katı DUBLE yol ve tüneller, dünya harikası Orhangazi köprüsünü, Yavuz Sultan Köprüsünü yaptırdığı için mi, yoksa Kanal İstanbul, 3. Hava alanını, boğazın altından üç katlı TÜP GEÇİT, vs. MEGA projeleri başlattığı için mi, her türlü engellere rağmen ülkemizi şahlandırdığı için mi ona kin tutuyorsun? Yahu kardeş, bunlar için Erdoğan’a ŞER GÜÇLER ve din düşmanları kin tutuyor, ..diyecektim… ..derken, ben kendisini durdurdum.

– Çok haklısın ama sakin olmalısın kardeşim.Eninde sonunda onlar da bu anlattığın gerçekleri görmeye başlayacaklar. Aslında senin şu saydıklarına bizler de “nankörlük yapılmaması gereken yüz tane güzel icraat” daha ekleyebiliriz. Aslında bizim yapmamız gereken; Yüce Rabbimize, A’rafSuresi 155. Ayette tarif edildiği gibi: “Allahım, içimizdeki beyinsizler yüzünden, bizleri helak etme!” diye niyazlarda bulunmaktır.

Bu nankörlerin ıslahı, gerçekleri görmeleri ve uyanmaları için dualar etmektir. Onların islah olup bizlere katılmaları, kahrolmalarından daha iyidir. Onlara; ‘bu asırda dört dörtlük insan bulunmadığı gibi, dört dörtlük bir hükumetin de bulunmasının mümkün olmadığını’ anlatmalıyız. Mevcudun en iyisini yıpranmaktan ve yıpratılmaktan mutlaka korunması gerektiğini anlatmalıyız. Hükumetlerin yıpratılmasının, TÜM şer güçlerin ve ülke düşmanlarının en çok istedikleri ve pusuda bekledikleri bir durum olduğunu açıkça izah etmeliyiz, diye nasihat ettim…

Şimdi şu kardeşimizin o nankör kadına haykırdıklarını, aslında tüm FETÖ nankörlerine de haykırmak lazım. Acaba yukarıda sayılanların hangisi şu FETÖ hainlerinin menfaatine değildi? Bu akıl almaz nankörlük, kin ve nefret niçin?…
Üstelik de şu FETÖ nankörlerine, ‘dershane yolsuzlukları, soru-cevap çalmalarıyla reva görülen haksızları ortaya çıkıncaya kadar ve sinsi sinsi dinlemelerle dış şer güçler için casuslukları ortaya çıkıncaya kadar’, bu iktidar tarafından her istedikleri verilmedi mi?…
Peki, bütün bunlara rağmen, sizce şu FETÖ’cülerin nankörlüklerinin ve kinlerinin sebebi ne olabilir? (Cevabi YORUM ekleyebilirsiniz.) Araştırmaya ve gerçekleri öğrenmeye değmez mi?… Bu gerçekleri öğrendikçe, FETÖ’YE karşı hayret ve nefretiniz kat kat artacak…
A.Raif Öztürk
risale ajans

Bediüzzaman Talebelerinden Risale-i Nur Teşekkürü

TEBRİK TEŞEKKÜR
 
Kur’an-ı Hakim hakiki ilimlere havi bir kitab-ı mukaddestir ve bütün asırlarda insanların umum tabakalarına hitap eden ezeli bir hutbedir. 
 
Risale-i Nur ise; Kur’an-ı Mu’cizül beyanın bu asırda yüksek ve parlak bir tefsiridir. 
 
Bütün insanlığa mal olan iman ve Kur’an hizmetini tesis ve temin ile imani, ahlaki ve edebi değerlerimizi yaşatmaya vesile olan Risale-i Nurların, asliyetini muhafaza edip neşriyatına kanuni hüviyet kazandırarak; milletimizin, memleketimizin ve bütün insanlığın takdirine mazhar olan, başta…
 
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’ı, Sayın Başbakanımız Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU’nu Bakanlar Kurulunun Değerli Üyelerini, 
 
Bunlarla beraber bütün hayırlı hizmetlerde emeği geçen kurum, kuruluş ve şahısları tebrik eder, teşekkürlerimizi arz ederiz. 
 
Üstadımız Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin talebelerinden Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Said Özdemir 
Kaynak: RisaleHaber

Said Nursi’nin Talebelerinden Erdoğan’a Tebrik Mesajı

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebeleri Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden dolayı tebrik mesajı gönderdi. Hüsnü Bayramoğlu, Abdullah Yeğin ve Ahmet Aytimur ağabeyler mesajlarında ittihad-ı İslam’a vurgu yaptı.
Yayınladıkları mesaj şöyle ;
Muhterem Cumhurreisimiz,
Doğrudan doğruya milletimiz tarafından Cumhurbaşkanlığı makamına seçilmiş olmanızı apaçık bir fetih manasında görüyor ve zaferinizi ruh u canımızla tebrik ediyoruz.
Bugüne kadarki paha biçilmez hizmetleriniz gibi, bu şerefli makama seçilmeniz de, nice çileli yollardan geçilerek ve büyük bedeller ödenerek tahakkuk etmiş bir netice ve bir lutf-u İlahidir. Bu itibarla, Aziz Üstadımızın Merhum Menderes için kullandığı “İslam kahramanı” ünvanına sizin de bihakkın layık olduğunuzda hiçbir vicdan sahibinin tereddüt etmemesi icap eder.
Memuriyetin halka hakimiyet değil hizmetkarlık manasına geldiğini herkese gösteren şimdiye kadarki hizmetleriniz Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi’nin verdiği müjdelerden bir kısmının tahakkukuna vesile olduğu gibi, bundan sonra da inşaallah daha geniş dairede ve daha geniş imkanlarla pek çok müjdelerin tahakkukuna vesile olacak ve sizlerin de “Kendilerini yeryüzünde iktidara getirdiğimizde namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emredip kötülükten sakındırırlar. Sonunda bütün işlerin dönüşü Allah’adır” (Hac Suresi, 22:41) mealindeki ayet-i kerimenin tavsif ettiği makbul kullar zümresinde yad edilmenize vesile olacaktır inancındayız.
Risale-i Nur talebeleri olarak, sizin ve dava arkadaşlarınızın bugüne kadar inayet-i İlahiye ile eriştiğiniz muvaffakıyetlerin daha nice uzun yıllar boyunca artarak devamını ve milletimizin refahına, dahilde ve hariçte İslam uhuvvetinin inkişafına, ittihad-ı İslamın tahakkukuna, sulh-u umuminin tesisine vesile olmasını Allah Teala’dan niyaz ediyoruz.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin hayatta olan talebelerinden
Hüsnü Bayramoğlu-Abdullah Yeğin
***
Aziz Muhterem Recep Tayyib Erdoğan Beyefendi,
Aziz milletimizin cihandeğer maddi manevi değerlerinin önünü açacak olan Cumhurbaşkanlığına seçilmenizden dolayı tebrik ederim.
Milletimizin bu tercihinin insanlık alemine, hususan İslam alemine hayırlar getirmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.
Ahmet Aytimur
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Hizmetkarı
Tarih : 02.09.2014 Kaynak : Risale Haber

Başbakan konuştu: Risale-i Nur’u şimdi Diyanet basıyor

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Afyon’da düzenlediği 22. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nın açılış konuşması yaptı.
Türkiye’nin demokratikleşmede attığı adımları hatırlatan Erdogan, Risale-i Nur’ların Diyanet tarafından basıldığını söyledi.
Erdoğan, “Bediuzzaman Said Nursi’nin eserleri Risale-i Nur’dan öcü gibi korkuyorlardı. Şimdi Diyanet bu kitapları basıyor. Tek parti döneminde baskıya maruz kalan Bediüzzaman Said Nursi ne güzel söylemiş “Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.” Biz baki olanın peşindeyiz. Bir eline güneşi bir eline ayı verseniz davamdan vazgeçmem diyen kutlu nebinin izindeyiz.” dedi.
Kaynak: Risalehaber