Etiket arşivi: rektör

Hollandalı Genç Namazını Rektörün Odasında Kıldı

odaAllah’a ne kadar şükretsek azdır ki, her kışın bir baharı, her gecenin bir nehari (gündüzü) olduğu gibi Allah Nurunu tamamlamak maksadı ile, insanları inkardan kurtarmak için bize, Bediüzzaman gibi bir zatı gönderdi. Hapishanede sürgünlerde, yanında Kur’anı Kerimden başka kaynak kitabı olmadığı halde, Risale-i Nur eserleri gibi 14 cilt kitap yazmış. O eserler sayesinde yalnız tahsilsizler değil, entelektüel tabaka da, çok Profesörler de imanlarını kurtardılar. Bu eserleri okuyanlar, dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Bu sebepten Saygıdeğer  Başbakanımız Tayyip Erdoğan da bir konuşmasında: “Bediüzzaman Said Nursi olmasa idi Türkiye’miz maneviyatta geri kalırdı.” Dedi.

Şimdi bu kitaplar yalnız Türkiye’de değil, dünyanın 60 diline tercüme edilip o milletlerde okuyorlar. Çünkü fen hakim olduğu devirde, nakiller değil ispat konuşur. Bu eserler de 2×2=4 eder derece o ispat vazifesini yapıyorlar.  İmanı  ispat ettikleri için yalnız Müslümanlar değil çeşitli dinlere mensup kişiler de okuyup Müslüman oluyorlar.Elhamdülillah.

Evet! Ölümle idam  edilme korkusundan kurtulup, iman hakikatine kavuşmak için her insanı onun aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi, her insan için geçerli olduğu gibi, bilhassa her biri bir şehit torunu olan vatandaşım için daha önemlidir. Çünkü ecdadımız asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yaptığı için, onların torunları olan bu millet bu hususta daha uyanık davranmalı. bu sebepten benim vatandaşım dinine sahip çıkıp yolunu bulması lazım. Aksi taktirde onlar diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalacaklarını  unutmasınlar. Bu gerçeği daha iyi anlayabilmek için bir hadise anlatacağım:

Hollandalı bir gencin eline İngilizce tercüme edilmiş bazı Risale-i Nur eserleri eline geçmiş. Delikanlı o eserleri okuyunca Müslüman olup adını değiştirerek Abdürrahman koymuş.  İslam dininin şartlarını yerine getirmeye karar vererek kendine: “Ben bu kitapların orijinalini, Yani yazıldığı dilin kendisinden okumalıyım” diyerek Türkiye’ye gelmiş. Balıkesir’in Akhisar ilçesinde Rahmetli Şahin Hocanın açtığı Kur’an Kursuna,Türkçeyi ve Kur’anı Kerimi  örenmek için Kur’an  kaydolmuş. Orada iki sene kalarak hem Kur’anı Kerimi  hem de Türkçeyi öğrenmiş.

Bir ara İstanbul’a geldiğinde. Tevafuk o gece Abdürrahmanı bir kardeş bizim evde ki sohbete getirdi. Dersten sonra  Abdurrahman başından geçen bazı hatıralarını anlattıktan sonra bizlere iyi bir ders yaptı, gençleri önüne alarak onlara dedi ki

“Kardeşler! Bakın şu Türkiye gençleri ne kadar vebal altındadır. Benim soyum, dedelerim, annem, babam, arkadaşlarım gayri Müslim. Ben bütün bu engelleri aşarak  hak din olan İslamiyet ile şereflendim. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Müslüman olmam nerede! Türk gençleri, asırlarca İslama bayraktarlık yapan şehit dedelerin torunları, anneleri babaları ve bütün akrabaları Müslüman olduğu halde Müslümanlıktan uzak kalmalarının vebali nerede!”

Bu sözleri dinleyenlerede derin bir vicdan azabı bıraktı Abdurrahman Müslüman olduktan sonra hayatından bazı kesitleri anlattı: “Ben Müslüman olduğum zaman Müslümanlığın en büyük şartı namaz olduğunu öğrendim ve nerede olursam namazımı terk etmemeye karar verdim. O sırada üniversite öğrencisi idim. Okulda bir gün rektörün önüne çıktım ona: Bana bir namaz yeri göstereceksin. Rektör sen buralı değil misin? Evet ama İslam dinini kabul ettim. Peki, şu oda benim odamdır; orada namazını kılabilirsen kıl dedi. O iş halloldu.

Sonra üniversitede kalabalık öğrencilerde abdest alma sıkıntısıyla karşılaştım. Yine rektörün önüne çıktım, rektör bey ben namazdan önce el, yüz, ayak yıkayıp yani “Abdest” almam gibi bir vazife yapmak icap ediyor. Bunun sıkıntısını çekiyorum. Bana yardımcı olabilir misin deyince? Kendi el yüz yıkadığı yerin anahtarını kopyalamam için bana verdi. Anahtarı alıp kopyaladım, o işte halloldu. Fakat kış günlerinde öğle namazıyla ikindi namazı biri diğerine yakın olduğu için okulda sıkışıyordum. Yine rektörün makamına çıktım. Kendisine : Rektör bey namazlarımı daha rahat kılmak için günlük derslerimden 10 dk lık bir izin kağıdı verir misin? Verdi ve rahatladım. Namaz vakti profesörüme kağıdı göstererek, çıkıp namazımı rahat kılıyordum. Sonra Allah’ıma şükür haccımı da yaptım ve hak din olan İslamiyet ten aldığım bir lezzeti tarif edemem.!”Risale-i Nur eserleri beni böyle bir fedakarlığa sevk ederken,  bu vatanda yaşayan Türk gençleri  nasıl Risale-i Nur eserlerden eserlerinden uzak kalabilirler?

Abdülkadir Haktanır

Said Nursi: ‘Sineklerime ilişmeyin!’

Said Nursi’yi bir kez daha tartışıyoruz. Aslında Cumhuriyet tarihi boyunca sık sık merhum Said Nursi gündemimize geldi. Bu sefer de hayatını anlatan “Hür Adam” filmiyle gündemde. Filmi henüz izlemedim. Ancak tartışmaların bir kısmını izleme imkânım oldu. Karşıt görüşlerin, önyargıların ve siyasal argümanların sebep olduğu toz-duman içerisinde, yine bu düşünürümüzü sağlıklı olarak tartışamayacağız diye endişe ediyorum.

Onu sadece siyasi kimliği ve duruşu ile tartışmak, ona büyük bir haksızlık. Ben merhumun kültürümüzdeki Mevlana, Yunus Emre ve çizgisinin çağdaş bir iz düşümü olarak değerlendirilmesi taraftarıyım. O siyasi bir hareketin değil, iman merkezli bir hareketin öncüsü idi. Bu niteliğiyle de sadece bizde değil, tüm dünyada okunuyor ve anlaşılmaya çalışılıyor.

Ben onun kozmik evren anlayışının tartışılmasını isterdim. AVATAR filmi bağlamında tartışılması, hepimize ufuk açardı. Bundan dolayı AVATAR’ın onun gözüyle anlaşılmasını ve yorumlanmasını tercih ederdim. İşte o zaman, tıpkı engizisyon döneminin özgün düşünürleri gibi, fikirleri yüzünden hapishane ve sürgünlerle geçmiş bir hayatı anlayabilirdik.

Nasıl ki, Socrates, Guardino Bruno ve Galileo’yu düşünceleri ve muhalif duruşları yüzünden çektiklerini hatırlamadan anmak ve anlamak mümkün değil, Nursi’yi de bütüncül bir anlayışla ele almak ve anlamak lazım. Zira Nursi’nin en önemli yanı, fikirlerinin derinliği, evrenselliği ve güncelliğidir.

NURSİ’NIN EVRENSELLİĞİ VE GÜNCELLİĞİ

Prof. Erich Fromm, 1960′lı yılların başında felsefe kökenli Müslüman bir öğrencisine “Mevlana’nın çağdaş insan için mesajı nedir? Bize ne verebilir?” diye sorar. Bu soru bir doktora konusu olur ve 1964′te yayımlanır. Amerika en çok okunan kitaplar listesine girer. (Türkçe çevirisi: Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş: Kitabiyat Yay.: Ankara)

Tam da bu bağlamda sormamız lazım:

Said Nursi 21. Yüzyıl’da yaşayan bizlere ne verebilir?

Tartıştığımız konulara nasıl bir katkı yapabilir?

Örneğin, şu sıralar farklı kimlikler ve Anadil konusu gündemin diğer sıcak konularının başında geliyor. Bu konular her tartışıldığında ve “ötekini” inkâr eden, yok sayan “tekçi” anlayışları gördüğümde merhum Nursi hatırıma gelir.

Neden mi?

Açıklamaya çalışayım.

Yıl 1935 ve mevsim güz. Nursi 120 talebesi ile Eskişehir Hapishanesi’nde. Çok ciddi ithamlarla karşı karşıyalar. Zira “îdam kastıyla ve muhakkak sûrette mahkûm edilmesi direktifiyle” haklarında dava açılmış.

Talebeleri tedirgin, ancak mütevekkil! Ancak tüm bunların içerisinde, Nursi bulduğu her kağıt parçası üzerine yazmaya devam ediyor. Bu gün çevreci bir anlayışla çok anlamlı olan “Sinek Risalesi”ni de hücresinde yazmış. Anlaşılan hapishanede sinekler çoğalmış, zaten tecrit ve taciz altındaki mahkûmları, bir de sinekler taciz ediyor. Hapishane idaresi sinekleri öldüren bir ilaç kullanıyor.

Tüm mahkûmların memnuniyetle karşıladığı bu olayı, Nursi şiddetle protesto eder. Bununla da yetinmez; günümüzün tabiriyle tam bir “derin ekoloji” anlayışıyla, sinek risalesini yazar. Eko-sistemde sineğin yeri ve anlamını, İslami bakış açısıyla ortaya koyar.

Ancak, daha sonra bu risalenin yayınlanmasını ve dağıtılmasını yasaklıyor. İnsanın kıymetinin olmadığı, farklı görüşlere tahammül edilmediği bir ortamda yanlış anlaşılmaktan endişe ettiği anlaşılıyor.

SİNEKLERE DOKUNMAYIN

Yıllar sonra bir risaleyi buldum ve okudum. Çevreci bir bakış açısıyla risaleyi okuyunca, AVATAR filminin vermek istediği mesajı daha iyi anladım. Keşke James Camaroon bu küçük risaleyi “önceden görseydi” diye düşündüm.

Toparlarsak; biz hâlâ bin yıldan fazladır birlikte yaşadığımız dindaşlarımıza ve vatandaşlarımıza “ana dilini öğrenme” hakkını çok görürken, Nursi 1930′ların Türkiye’sinde sineklerin hakkını savunuyor. “Küçücük kuşlarıma[sineklerime] ilişmeyin” diye ikaz diyor. Hem de tamamen İslami referanslarla!

Socrates’in ünlü savunmasını hatırlamanın yeridir. O idam ile yargılanırken bile, sadece kendini değil, hemşehrilerinin ruhunu da savunan bir tavırla Atinalılara şöyle sesleniyordu: “Sen ki, dostum, Atinalısın, dünyanın en büyük, kudretiyle, bilgeliğiyle en ünlü şehrinin hemşehrisisin; paraya, şerefe, üne bu kadar önem verdiğin halde bilgeliğe, akla, hiç durmadan yükseltilmesi gereken ruha bu kadar az önem vermekten sıkılmaz mısın?

Nursi de Eskişehir Hapishanesi’nde “idam” ile yargılanırken, sadece kendi savunmasını hazırlamıyordu; sinek örneğinden hareketle tüm canlıların yaşam hakkını savunuyordu. Assisi’li Aziz Francis gibi, Mevlana ve Yunus gibi tüm varlıkları “kardeşleri” olarak görüyor ve onların korunmasını talep ediyordu.

Bana göre Said Nursi’nin 130′ü aşkın risalesi içinde en önemli olanı “Sinek Risalesi”dir. Varlığı ve tüm canlıları sevgi, şefkat ve muhabbet temelli kucaklayan bir anlayışı görmek için bu küçük risaleyi okumak yeterlidir.

İşte o zaman, biyolojik çeşitlilik gibi, kültürel çeşitlilik ve farklılıkları da korunması gereken bir zenginlik olarak görebiliriz. Evet, Said Nursi’yi tartışalım; ama yeni ve bütüncül bir anlayışla.

Prof. Dr. İBRAHİM ÖZDEMİR – Gazikent Üniversitesi Rektörü

Yeni Şafak – Yayın Tarihi: 16.01.2011