Etiket arşivi: risale

RİSÂLE-İ NUR’DA ŞUHÛR-U SELÂSE (ÜÇ AYLAR)

RİSÂLE-İ NUR’DA ŞUHÛR-U SELÂSE (ÜÇ AYLAR)

Risâle-i Nur’un Müellifi Üstad Bediüzzaman Hazretleri külliyatta şöyle işliyor:

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

     

       “Aziz ve sıddık kardeşlerim ve fedakâr ve sadık arkadaşlarım!

      Sizin, bu mübarek şuhûr-u selâse ve içindeki kıymetdar leyali-i mübarekeleri tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, herbir geceyi sizin hakkınızda birer Leyle-i Regâib ve Leyle-i Kadir kıymetinde size sevab versin, âmîn.”[1]

       “Aziz, sıddık kardeşlerim!

       Seksen küsur sene bir ömr-ü manevîyi sizlere kazandıracak olan şuhûr-u selâse-i mübarekeyi ve bilhâssa bu geceki Leyle-i Regaib’i tebrik ediyoruz.”[2]

       “Aziz, sıddık kardeşlerim!

  Bütün ruh u canımızla Receb-i Şerîfinizi ve şuhûr-u selâsenizi tebrik edip Cenab-ı Erhamürrâhimînden niyaz ediyoruz ki; hakkınızda ve hakkımızda seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandırmağa bu üç mübarek ayı vesile eylesin, âmîn.”[3]

       “Aziz, sıddık kardeşlerim!

      Seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandıran şuhûr-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i regaibinizi ve leyle-i mi’racınızı ve leyle-i beratınızı ve leyle-i kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve her bir Risâle-i Nur talebesinin manevî kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakıyetinizi tebrik ederiz.”[4]

       “Aziz, sıddık kardeşlerim!

      Bugün manevî bir ihtar ile sizin hesabınıza bir telaş, bir hüzün bana geldi. Çabuk çıkmak isteyen ve derd-i maişet için endişe eden kardeşlerimizin hakikaten beni müteellim ve mahzun ettiği aynı dakikada bir mübarek hatıra ile bir hakikat ve bir müjde kalbe geldi ki:

      Beş günden sonra çok mübarek ve çok sevablı ibadet ayları olan şuhûr-u selâse gelecekler. Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şaban-ı Muazzamda üçyüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir’de otuz bine çıkar. Bu pekçok uhrevî faideleri kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhûr-u selâseyi böyle bire on kâr veren Medrese-i Yusufiye’de geçirmek, elbette büyük bir kârdır.”[5]

       “Aziz, sıddık kardeşlerim, bu Medrese-i Yusufiye’de ders arkadaşlarım!

     Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin proğramı nev’inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr’in kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir’de otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat’ta herbir amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur’anın sevabı yirmibine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhûr-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede onbinler, yirmibin veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’an’la ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.”[6]

       “…Hem ehl-i dünya bidayette, iki sene zarfında iki âdimektub yazdığımı çok gördü. Hattâ şimdi bile, on veya yirmi günde veya bir ayda bir-iki misafirin sırf âhiret için yanıma gelmesini hoş görmediler, bana zulmettiler. Benim Rabb-ı Rahîm’im ve Hâlık-ı Hakîm’im o zulmü bana merhamete çevirdi ki; doksan sene manevî bir ömrü kazandıracak şu şuhûr-u selâsede, beni bir halvet-i mergubeye ve bir uzlet-i makbuleye koymağa çevirdi. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى كُلِّ حَالٍ İşte hal ve istirahatim böyle…”[7]

       “Bu şuhûr-u selâse çok kıymetdardır. Leyle-i Kadr’in sırrıyla seksen sene bir ömrü kazandıracak bir vakitte, en iyi, en efdal şeylerle meşgul olmak lâzım geliyor. İnşâellah Kur’an’a ait mesaille iştigal, bir nevi manevî mütefekkirane Kur’an okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat-ı Kur’an manaları risâlelerin istinsah ve mütalaalarında vardır itikadındayız. Zâten bu ciheti siz takdir etmişsiniz.”[8]

       “Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor. Manevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhûr-u selâse ve muharremede Âlem-i İslâm manevî havası, umum ehl-i imanın âhiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor. Müdhiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder.

       Fakat o şuhûr-u mübareke gittikten sonra, âdeta o âhiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi; dünya sergisi açılmağa başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o manevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir. Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risâle-i Nur’un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkilât ziyadeleşse kudsî vazife itibariyle daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünki başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeğe sebebdir. Zira gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmağa kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.”[9]

       “Aziz, sıddık kardeşlerim!

       Evvelâ: Receb-i Şerifinizi ve yarınki Leyle-i Regaibinizi ruh-u canımızla tebrik ederiz.

   Sâniyen: Me’yus olmayınız, hem merak ve telaş etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye inşâellah imdadımıza yetişir.[10]

       “Aziz kardeşlerim!

      İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile herbirinin a’mal-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva kal’asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhâssa fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhûr-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına koşmak, sizin gibi kahraman ve vefâdar ve şefkatkârların şe’nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartlarıyla, Risâle-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risâle-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.”[11]

     “Ben bu sene çok zaîf ve ihtiyar ve âciz bir halde bulunduğumdan, genç kardeşlerimden manevî muavenetlerini bu mübarek şuhûr-u selâsede rica ediyorum. Herbirisine birer birer selâm ve dâreynde selâmetlerine dua ediyoruz.”[12]

       “Bu şuhûr-u selâse, seksen küsur sene bir ömrü kazandırıyor. Elbette sizler gibi mücahidler, onu kazanmağa çalışacaksınız. Cenab-ı Hak, her bir gecesini sizin hakkınızda Leyle-i Mi’rac ve Leyle-i Berât ve Leyle-i Kadir kadar kıymetdar eylesin, âmîn.”[13]

     “Seksen küsur sene manevî ve bâkî bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan şuhûr-u selâsenizi ve Leyle-i Regâibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum.”[14]

Said Nursî


[1] Kastamonu Lahikası, s. 84.

[2] Kastamonu Lahikası, s. 147.

[3] Emirdağ Lahikası II, s. 63.

[4] Emirdağ Lahikası II, s. 121.

[5] Şualar, s. 493-494.

[6]Şualar, s. 505.

[7]Tarihçe-i Hayat, s. 178.

[8]Barla Lahikası, s. 332.

[9] Kastamonu Lahikası, s. 66.

[10] Şualar, s. 494.

[11] Kastamonu Lahikası, s. 149.

[12] Kastamonu Lahikası, s. 148.

[13] Kastamonu Lahikası, s. 86.

[14] Kastamonu Lahikası, s. 250.

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’daki izah metodu

Ahmet Emin Dernekli, Bediüzzaman Hazretleri’nin Risale-i Nur’da takip ettiği metodu anlattı. 

Röportaj: Abdulkadir Çelebioğlu

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin sır katibi, vefatının son yıllarında hizmetinde bulunmuş talebelerinden Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin (rh) yanında yıllarca bulunmuş Ahmed Emin Dernekli Ağabey ile röportajımızın 2. bölümü

-Üstâd’ın izah tarzı ile ilgili Konferans eserinde, “Üstâdımız Bedîüzzaman, bir Nur talebesine Risale-i Nur’dan bazan okuyuvermek lütfunu bahşederken izah etmiyor, diyor ki: “Risale-i Nur, imanî mes’eleleri lüzumu derecesinde izah etmiş. Risale-i Nur’un hocası, Risale-i Nur’dur. Risale-i Nur, başkalarından ders almağa ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidadı nisbetinde kendi kendine istifade eder. Aklınız herbir mes’eleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdanınız hissesini alır. Ne kadar istifade etseniz, büyük bir kazançtır.” Okunan Türkçe veya Arapça bir risalenin izahı, başka bir risalede varsa, onu getirip okuyor” şeklinde geçiyor. Bediüzzaman Hazretleri, hep bu tarzda Türkçe eserlerini ders yapmış değil mi?

-Türkçe Risalelerini, Risale-i Nur izah etmiş. Evet Üstâd’ın tarzı bu. Mustafa Sungur Ağabey de hep bunu yapardı. Risale-i Nur’un şerhi denilince anlaşılması gereken, Risale-i Nur’u Risale-i Nur ile izah etmektir.

[Not: Şerh ve izah metodu ile ilgili külliyatta geçen yer ile ilgili bir derlemede Rüştü Tafralı Ağabey şu dipnotu düşmüştür;

“Mezkûr kısımda geçen izah, şerh, tahşiye, tefsir ifadelerinden:

Risale-i Nur’un haricinde olarak ve kişinin kendi ilmi ve malumat sâbıkasıyla izah ve tefsir edilebileceği şeklinde anlaşılmamalıdır. Zira yukarıda nazara verilen ve Risale-i Nur’un mutlak manada me’haz alınması şartını getiren sarih beyan ve tesbit edilen: “Kesbi ilmin vehbî ilme müdahale edemeyeceği” hükmü ve (Risale-i Nur’u yine Risale-i Nur izah eder) esası, böyle bir anlayışa yol vermez.

Ancak muayyen olan ahkâm-ı şer’iye ve ilmi bazı ıstılahlar muteber ve esas olan mehaz kitablarda mukarrer ve sabit oldukları malum ve müsellemdir ve bu bahisten hâriçtir.” (Risale-i Nur’dan Derlemeler Neşriyatı, İttihad Yayıncılık, s. 52)

Bu yeri Ali Kemal Pekkendir Ağabey’e sorduğumda, bu ifadelerin Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin tüm vekil, varis ve talebelerinin de tasdik ve görüşü olduğunu ifade etmişlerdi. Vehbî i̇lmi yine vehbî ilim ile izah edebileceğimize göre Dinin 1. Hücceti olan Kur’ân-ı Kerîm ve 2. Hücceti olan Hadîs-i Şerifler de bu mânâya dahildir, şerh ve izah haricinde değil içine dahildir. A.Ç.]

-“Bu dürûs-u Kur’aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler’in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir” şeklinde Mektubat’ta geçen yerdeki “allâme”lerin vazifelerini nasıl anlamalıyız? Onlara tavzi̇f edilen “şerh, izah ve tanzimler”den kasıt nedir?

-Mesnevî-i Nuriye’de “niyet” ile ilgili bir bahis vardı. Sungur Ağabey ile Rüştü Ağabey, Molla Sadrettin Yüksel Hoca’ya gittiler.

“…insaflı bir münazır, hayalî bir münazara sahasında, arasıra hasmının libasını giyer, ona bir dava vekili olarak onun lehinde müdafaada bulunur. Bu vaziyetin tekrarıyla, dimağında bir tenkid lekesinin husule geleceğinden, zarar verir. Lâkin niyeti hâlis olur ve kuvvetine güvenirse, zararı yoktur. Böyle vaziyete düşen bir adamın çare-i necatı, tazarru’ ve istiğfardır. Bu suretle o lekeyi izale edebilir.” (Mesnevî-i Nuriye, Zeylü’l-Hubab)

Bu yer için gittiler yanına. Burayı Sadrettin Yüksel Hoca ile birlikte anlaşılır bir hale getirdiler. Farkındaysan kardeşim yazanlar, konuşanlar tek başına konuşuyor. Âlim isen âlimlere soracaksın.

Mesela bazı konular oluyor. Ben de Kayseri’deki Abdurrahman Hoca’ya sordum. “Sarih bir konu varsa, sarihe ters bir işaret; sarihi rencide etmeden tefsir edilir.” Usûl bu mudur?” dedim. “Evet” dedi.

Ulemâ da yazar, kendi çalışma yapar. Ama âlimler meclisinde bunu ifade eder.

Bir psikolog arkadaş söylemişti. Hem din dersi öğretmeni, hem psikoloji öğretmeni, hem de İngilizce’ye girerdi; İstanbul’da 1974’te 1975’te. “Risale-i Nur, geniş beyinlerin işidir. Herkes haddini bilecek. Kendi kapasitesine göre alacak. Bu budur demeyecek.” Geniş beyinlere hitap ettiği için Risale-i Nur’un gözüyle baktığı zaman, herkesi yerli yerine koyarsın. Ama Risale-i Nur’un gözüyle değil kendi gözüyle bakarsan, çok kişiyi daire dışına atarsın.

Risale-i Nur’u okumak ayrı, anlamak ayrı. Hüsnü Bayramoğlu Ağabey de derste bunu yapıyor. Mustafa Sungur Ağabey de öyle yapardı. Risale-i Nur’dan okuturdu, o konuyla ilgili Üstâd’dan bir nakil varsa onu naklederlerdi. Biz niye böyle yapmıyoruz? Biz de böyle yapmaya çalışalım.

-Konferans’ta “Bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir fakat Risale-i Nur’u cemaate okurken tafsilata girişip eski malûmatlarıyla açıklarsa bu izahatı, Risale-i Nur’un beyan ettiği, asrımızın fehmine uygun ve ihtiyacına tam cevap veren hakikatlerin anlaşılmasında ve tesiratında ve Risale-i Nur’un mahiyetinin derkine bir perde olabilir” şeklinde geçiyor. Burada “eski malûmatlarıyla açıklarsa” perde olduğu anlaşılıyor. Peki yeni malumatlarıyla izah etse olur mu? Bu konuyu Zübeyir Gündüzalp Ağabey’e sordunuz mu?

-Evet. Zübeyir Ağabey’e dedim ki; “Eski malumatlarıyla değil yeni malumatlarıyla izah etse ne olur?”

Zübeyir Ağabey de cevaben dedi ki; “O zaman yeni malumatlarıyla izah etmiş olur.”

Farklı yerlerde geçen mevzuları bir araya getirmek, tertib ve tanzim oluyor. Baskı yapılırken basılan eserlerde sehven yanlış yazılan yerleri düzeltmek, tashih oluyor. Yorum da, tefsir oluyor. Müzakere ve mütalaa da bunun içine giriyor.

Bediüzzaman Hazretleri imanî bahisleri yeteri derecede Risale-i Nur’da izah etmiştir. Zübeyir Ağabey öyle derdi; “Biz Üstâd’ın izahına kanaat ederiz. Sarîh söylediğini sarîh anlarız, işarî dediğini de işarî olarak anlarız.”

-Bediüzzaman Hazretleri’nin işarî beyan tarzının nereden geldiğini düşünüyorsunuz?

-Âhir zaman şahısları ile ilgili Resulullah (asm) Efendimiz işarî beyan etmiş. Üstâd Hazretleri de aynı tarzı kullanmış, işarî beyan etmiş.

KARDEŞLERİM İZAH ŞAHSA BAĞLAR

-Zübeyir Gündüzalp Ağabey’den “İzah şahsa bağlar” şeklinde bir söz naklediliyor. Bu sözü bizzat duydunuz mu? 

Zübeyir Ağabey şöyle dedi, “Üstâdımız dedi ki; ‘Kardeşlerim! İzah şahsa bağlar.” Bediüzzaman’ın sözü. Zübeyir Ağabey’in sözü değil.

-Bediüzzaman Hazretleri’nin Risale-i Nur’da takip ettiği metod nasıldır?

Altı başlık altında bunu toplayabiliriz.

1–Tanım

İnsanlar bunu bilmiyor. İnsanlar neyi izah edeceklerini bilmiyorlar. Talikat’ta “İsmihu fen” diyor.

2–Mücerred izah

“Hiç mümkün müdür ki” diye olan, dinli ve dinsiz herkesin “Evet” diyeceği konular. Bunu izah etmek gerekmez çünkü açık.

3–Mücmel anlatım

Yine Talikat’ta geçiyor; “Bir konuyu mücmel ifade edemeyen o hakikata, o konuya vakıf değildir.” Vakıf olan mücmel ifade eder zaten.

Bir misal vereyim. “Allah kâinatı yarattı – hâşâ – O’nu kim yarattı?” diye soruyorlar. Koca hocalar hepsi bu konuda sebep sonuç bağlantısını anlatmışlar. “Lokomotif vagonu çeker, lokomotifi kim çeker denilmez” demişler. Allah’ın yaratması ile ilgili verilen lokomotif misali hatalıdır. Lokomotif misali, sebep–sonuç bağlantısının misalidir. Çünkü yaratmada zincirleme olmaz. Nitekim Allah yoktan var ediyor.

Böyle bir soruya cevap olarak denilir ki; “Sonsuzdan evvel kim vardı?” diye bir soru olmaz.

Ulemâ-i ilm-i kelamın hakaik-i imaniyeyi misaller ile avama anlatmaları zann-ı gálib üzeredir. Çıplak hakikatleri izah etmek ancak Risale-i Nur’un kelimatı ile olur.

4–Mufassal anlatım

“Meselâ” şeklinde Üstâdımız misaller veriyor mu? Üstâd misaller veriyor, hepsine uygula diyor.

5–Alternatif karşıt düşünce ile mukayese

6–Hüküm çıkararak izah edilme

-Peki “Allah kâinatı yarattı – hâşâ – O’nu kim yarattı?” sorusuna nasıl cevap verebiliriz?

Soyutu somutlaştırmayacaksın. Üstâd avamdan havassa kadar izah ediyor. Misal veriyor, “mesela” diyerek. Misali anlasa o kişi anladı.

Bunu soran birine şöyle cevap verdim;

“Matematik biliyor musun?”

“Evet” dedi.

“Sonsuzdan evvel kim vardı diye soru olur mu?” dedim.

“Olmaz” dedi.

“Bak, sen verdin cevabını” dedim.

Konu bu kadar açık.

-Bediüzzaman Hazretleri’nin talebeleri Ağabeylerimiz vefat ettikten sonra nasıl harekette bulunacağımıza dair Zübeyir Ağabey’e sordunuz mu? Bu konuda ne gibi tavsiyeleri vardı?

Zübeyir Ağabey’e sordum ki:

“Ağabey, bizler sizleri ileride göremediğimiz zaman karşılaşmış olduğumuz hadiseler içerisinde nasıl bir hatt-ı harekette bulunmamızı bize tavsiye edersiniz?”

Şöyle cevap verdi:

“Kardeşim! Bir hadise, bir olay olduğu vakit ‘Ben Risale-i Nur’a tam vâkıf değilim’ diye abilere, kardeşlere sorarsın. Üstâdımızın zamanında böyle bir şey olmuşsa Üstâdımız ne buyurmuş veya bu konu hakkında kitapta ne yazmış? Üstâd demiş veya kitapta yazmışsa, o ameli işlersin. ‘Üstâd dememiş, kitapta yazmamış, Zübeyir de dese ben Üstâd’ı dinlerim’ dersin.”

Abdulkadir Çelebioğlu

 

 

 

ZÜBEYİR AĞABEY’İN RİSALE-İ NUR’UN İZAHI HAKKINDA VERDİĞİ ÖLÇÜ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin sır katibi, vefatının son yıllarında hizmetinde bulunmuş talebelerinden Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin (rh) yanında yıllarca bulunmuş Ahmet Emin Dernekli Ağabey ile konuştuk.

Röportajı Yapan: Abdulkadir Çelebioğlu

– Zübeyir Ağabeyle Risale-i Nur’u anlatma metoduna dair bir konuşmanız oldu mu?

-Daha medresede kalmadan evvel, evimden gidip gelirken Zübeyir Ağabey’e, “Ağabey, iki saat anlatıyorum dinliyorlar. Konuşuyorum, dinliyorlar. İki saat da okuyorum bazen. Ben ne yapayım?” diye sordum.

Sorma amacım şu idi; okurken konuşayım mı, konuşurken okuyayım mı? Yani bir metod öğrenmek istiyordum. Bunu sorduğumda 18 yaşlarımdayım. Evimde de Risale-i Nur’u okumakla meşgulüm.

Verdiği cevap şu oldu: “Kardeşim Ahmet Emin! Okuduğunda dinliyorlarsa okursun. Konuştuğunda dinliyorlarsa konuşursun. Dinlemiyorlarsa, ne okur ne konuşursun.”

 

 

 

 

– 29. Mektub’daki, “Bu dürûs-u Kur’aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler’in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir” cümlesinin geçtiği bahsi Zübeyir Ağabey’e sordunuz mu?

-Evet sordum. Bana aynen şöyle dedi: “Kardeşim! Üstâdımız, bu bahsi Barla’da iken yazdı. Daha sonra yazdığı eserlerle, gerek imanî bahis gerek lâhikalarla Risale-i Nur’da izah edilmesi gereken her şeyi izah etti. Biz Üstâdın izahına kanaat ederiz. Sarîh söylediğini sarîh anlarız, işarî dediğini de işarî olarak anlarız.”

ÜSTAD KABİLİYETLERE GEM VURMAZ

– Kastamonu Lâhikası’ndaki, “Vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve talim ile belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci mektubları te’lif ile ve Dokuzuncu Şua’ın Dokuz Makamını tekmil ile ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertib ve tefsir ve tashih ile devam edecek” bölümünü nasıl anlamalıyız?

-Bu yeri sorduğumda Zübeyir Ağabey dedi ki:

“Kardeşim! Üstad kabiliyetlere gem vurmaz. İleride bir şeyler yazmak isteyenler olur. O bahse [Kastamonu Lâhikası’nda geçen bahse] bakar. ‘Üstâd dedi’ diye yapmaya çalışır. Onu bilmese Üstâd’a karşı olarak olur. Allah muhafaza etsin, zarar görür.”

Bu gibi şeyler daire dışında olur. Daire içinde Risale-i Nur kâfidir.

-İzah, haşiye ve şerh sadece “müteferrik risalelerdeki parçaların toplanması” ile mi olur yoksa bu sadece izahın tarzlarından biri midir?

-Erkân-ı imaniyenin her birisinde Risale-i Nur’u me’haz alırsın. Bazen öyle konu oluyor ki Risale-i Nur’da geçen 7–8 tane konu ile birlikte anlatılıyor. Zaten Üstâd devamında diyor; “Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok.”

ÜSTÂD, YÂSÎN SÛRESİ’NİN MÂNÂSINI RİSALE-İ NUR’UN İÇERİSİNE SERPMİŞ

-Peki “vazifem bitmiş gibi bana geliyor” ifadesiyle ne anlatılmak isteniyor?

– Bediüzzaman Hazretleri’nin “…vazifem bitmiş gibi bana geliyor” demesi yani “ömrüm devam ederse yapacağım” demektir.

Yirmi Beşinci Mektûb’u mükemmel yapacak birisi var mı? Yok. Otuz İkinci Mektûb’u te’lif edecek biri var mı? Yok. Zübeyir Ağabey’e bu yeri sordum. Şöyle dedi;

“Ehl-i ilim insanlar vardır. Kabiliyeti vardır. ‘Üstâd böyle demiş. Ben yapayım’ der. Üstâd kabiliyetlere gem vurmaz.”

Mehmed Feyzi Efendi’ye de sordum: “Üstâd, Yirmi Beşinci Mektûb’un te’lif inden yani Yâsîn Sûresi’nin Tefsîri’nden bahsediyor. Te’lif edileceğini söylüyor.”

Cevaben şöyle dedi: “Üstâd, Yâsîn Sûresi’nin mânâsını Risale-i Nur’un içerisine serpmiş.”

BEDİÜZZAMAN DERSİN KIYMET VE EHEMMİYETİNİ İFADE EDERDİ

-Zübeyir Ağabeyin YouTube’da “Vesvese Risalesi Dersi” var. Orada 8 yerde durarak izah ediyor, açıklıyor. Anladığı mânâyı söylüyor…

– Zübeyir Ağabey vesveseyi anlatıyor. Çok enteresan bir nokta. Analiz etmek lâzım. Ondan gördüğüm için, ona dayanarak söylüyorum. Zübeyir Ağabey, Üstâd’dan naklediyor; “Üstâdımız buyuruyor ki; ‘Kardeşlerim! Benim böyle bir derse ihtiyacım olsa, benim böyle bir derdim olsa, onun da cevabı Hindistan’daki bir kitapta bulunsa, derhal oraya gider derdimin dermanını alırım. İşte o kitap sizin elinizde.”

Yine Zübeyir Ağabey şöyle dedi: “Üstâdımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, ders arasında gerektiği zaman o dersin kıymet ve ehemmiyetini ifade ederdi.”

Zübeyir ağabeyin açıklamaları da “dersin kıymet ve ehemmiyetini” ifade ediyor diyebiliriz.

ÜSTÂD BİR ÇAM KOZALAĞINI ELİNE ALDI, 6 SAAT ÜZERİNDE DURDU

-Zübeyir Ağabeyin Mehmed Kırkıncı Hoca’ya “Hocam, İşârâtü’l-İ‘câz’ı birlikte mütalaa edelim” şeklinde bir sözü naklediliyor.

-Bu akıl noktasından değerlendirilebilecek bir şeydir. Bir mevzuyu anlayan birisi varsa onunla mütalaa ederiz. İşârâtü’l-İ‘câz’ı anlayabilmek için, Arapça gramer kaidesini bileceksin. Diğer tefsirleri bilirsen, bunu görebilirsin. Mesela Muhâkemat, medrese mezunu âlimlere hitap ediyor. Âlim bir zât, İlahiyat noktasında İşârâtü’l-İ‘câz’ı ders verebilir. Ahmet Suphi Fırat diye Arapça ve Farsça profesörü vardı. Odasından çıkarken ona İşârâtü’l-İ‘câz’ı verdim. ‘Hocam bir bakar mısınız?’ dedim. Şöyle ayakta 3-5 dakika baktı. ‘Bu çok büyük bir âlimmiş’ dedi. O kitabı daha önce hiç görmemiş.

Delil herkes tarafından bilinendir. Oradan hükme geçiş akıl iledir. Bunu izah edecek babayiğit yoktur. Neyi izah ediyor? Delili izah ediyor. Ama İşârâtü’l-İ‘câz’ı, Mesnevî-i Nuriye’yi Üstâd izah etmiş.

Tahirî Ağabey bana anlattı. O bana bir metod oldu. Şöyle dedi:

“İlk ders 5 dakika oldu Ahmet Emin. Daha sonra arttı arttı, Üstâd bir çam kozalağını eline aldı, 6 saat üzerinde durdu. Namaz vakitlerinden sonra da devam etti.”

ZÜBEYİR AĞABEY O KADAR HİSSEDEREK OKURDU Kİ HERKES ANLARDI

-Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur okurken okuduğu yeri izah eder miydi?

-Üstâd’ın izah etmesi yok. Zübeyir Ağabey’e birisi bir şey sorsa, imanî bahsi okurdu. Zübeyir Ağabey gerektiğinde lügat mânâsını verirdi. Fakat okuyuşu; o kadar hissederek, o kelimeyi canlandıracak ifadesiyle ve vurgusuyla olurdu ki herkes anlardı. Süleymaniye medresesine gelen genelde Yeşildirek esnafı olurdu. Derslerden çıkınca ‘Bizim kelime sıkıntımız yok, biz anlıyoruz. Peki siz anlıyor musunuz?’ diye onlara sorduğumda, ‘Anlıyoruz tabi ki’ dediler. Kimse ‘anlamıyoruz’ demedi.

İşârâtü’l-İ‘câz’ı ve Mesnevî-i Nuriye’yi Üstâd fevkalade anlatmış Barla’da. 2 saat, 4 saat, 6 saat boyunca Arapçasını Türkçe olarak izah etmiş, anlatmış.  Mesnevî-i Nuriye’yi izah etmiş, Tahirî Ağabey’den duydum.

(Devam edecek)

Risale Haber 

NURLU DAVANIN ERİ

 

 

 

Üstad lâhikada müjdeyi vermiş

Daha çocukken himmete ermiş

Nurlu dava için emaneti teslim etmiş,

Emanet sahibi Hüsnü Ağabey

 

Sâdâsı gelir Safranbolu’dan

Nur davayı haykırır Anadolu’dan

O’na Eşlik eder bütün Nurcular

Nurcuların baş tacı Hüsnü Ağabey

 

Zindeliği sanırsın on sekizinde,

Nur Davasının kutlu izinde,

Var gücüyle haykırır davamız diye,

Kudsi davada er Hüsnü Ağabey

 

Rıza-yı ilâhiyi maksad edinmiş

İhlas Risalesi ruhuna sinmiş

Uhuvveti kendine düstur edinmiş,

Uhuvvette örnek Hüsnü Ağabey

 

Lisan-ı Üstad gibi mübelliğ-i mürşid 

Kalbi Üstad gibi ayine-i mâkes,

Bir Said bedeline oldu bin nefes,

Üstad’ın vekili Hüsnü Ağabey

Tuba Akdağ

Abdullah Yeğin Ağabey’in Şehid Metin Yüksel İçin Yazdığı Taziye Mektubu

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin talebelerinden Abdullah Yeğin Ağabey, Molla Sadrettin Yüksel Hoca’nın oğlu Metin Yüksel’in şehit edildiği sırada Almanya’da bulunuyordu.

Şehadet haberini alan Abdullah ağabey taziye mektubu yazdı. Mektubunda Metin Yüksel’in annesine ve kardeşlerine de başsağlığı dileyen Abdullah ağabey, On Yedinci Mektub’u okumalarını tavsiye ediyor.

Metin Yüksel’in kardeşleri için “Metin’in okuduğu Risale-i Nur derslerine devamlarını, heyecanlı hallerden sakınarak derslerine iyi çalışmalarını beklerim” ifadesini kullanan Abdullah ağabeyin 2 Mart 1979 tarihli mektubu şöyle:

Muhterem Sadreddin Efendi Hocam,

Bu gün bana gelen bir mektupta, sizin mübarek Metin’in şehid edildiğini bildiriyor. Cenâb-ı Hak rahmet eylesin, sizleri şehid babası yapan Allah’a duâmızda cümlemizin şehidlerle beraber olmasını niyaz ederiz. Dünyada hiçbir emeline ermeden sırf İslâmiyet’ten gelen heyecanından başka kusuru olmayan, İslâm gençliği olarak derslerine de dikkat eden bu fedakâr kardeşimizi şehid eden ne yaptığını yapacağını bilemeyen zavallılar, umduklarının aksi ile Cenâb-ı Hak’tan silleyi yiyecekler i̇nşâallah.

Sizin teselliye hususan benim sözlerime belki ihtiyacınız yoktur. Îmânınız, fazilet ve ilminiz teselliye kâfidir. Kardeşleri ve annesi için Üstâd’ımızın Mektubat’ında On Yedinci Mektubu okumalarını veya dinlemelerini tavsiye ile iktifa edeceğim. Cenâb-ı Hak sizlere sabr-ı cemil ihsan eylesin. Dünyanın fitne ve anarşisinden cümlemizi muhafaza ile hepimizi îmân ehlinin yolundan, Kur’ân Cadde-i Kübrâsı’ndan bir an bile ayırmamasını Rahmet-i İlâhiye’den niyaz eder, mübarek dualarınızı beklerim.

Buradaki işlerimiz için muvakkaten diye geldim, fakat bırakıp gelmeye vicdanım râzı olmadı ve buradaki kardeşlerin ısrarlarını çiğnemedim. Bir kaç ay mı veya daha fazla mı bilemiyorum, buralarda Allah müsaade ederse kalacak gibiyim.

Oradaki kardeşlerimiz sizi, benim yerime de ziyaret ederler biliyorum. Son zamanda meydana gelen hâdiseler, İnşâallah İslâmiyet’in lehinedir. Bazı nâhoşluk ve bize göre fena hâdiseler olsa da, her şeyin idaresi elinde olan Rabb-i Rahimimiz, Müslümanları uyanıklığa çağırıyor. Avrupa mukallidi, körü körüne düşmana benzemeyi İslâm’dan uzaklaşmayı ve bunun gibi, dinimiz için çalışmamanın fenalığını ihtar ediyor. Gâvurdan gelen zararı gözlere gösteriyor. Cenâb-ı Hak âkıbetimizi en bahtiyar mü’minlerden, sâlihinden eylesin rahmeti ile..

Buraya ait bir emirleriniz olursa haberlerinizi beklerim. Dua eder, ellerinizden öperim, mübarek dualarınızı rica ederim. Çocukların da gözlerinden öper, Metin’in okuduğu Risale-i Nur Derslerine devamlarını, heyecanlı hallerden sakınarak derslerine iyi çalışmalarını beklerim. Buradan bütün Berlin’deki kardeşlerimiz selam ve hürmetlerini bildiriyorlar ve başsağlığı dilemektedirler.

Allah’a emanet olunuz.

Kusurlu Kardeşiniz Abdullah Yeğin (2.3.979)

(Şehid Metin Yüksel Kardelenlerin Kan Kırmızı Açtığı Gün, Mehmet Ali Tekin, s. 214)

Metin Yüksel Kimdir?

17 Temmuz 1958’de Bitlis’e bağlı Kolongo Yaylası’nda doğan Metin Yüksel, İslam âlimi Molla Sadrettin Yüksel Hoca ile Sarete Yüksel Hanım’ın oğludur. Dokuz yaşında ailesiyle İstanbul’un Fatih ilçesine yerleşen Metin Yüksel, eğitim hayatı boyunca öğrenci olaylarında ön saflarda rol aldı ve Akıncılar adı verilen öğrenci hareketinin liderliğine yükseldi.

İslâmî görüşleri ve karşı görüşlü kişi ve örgütlerle mücadeleleriyle bilinmektedir. 12 Eylül Darbesi öncesi dönemin sağ-sol çatışmalarında Millî Selamet kanadının gençlik lideri haline geldi. 26 Ekim 1977 günü Darüşşafaka Lisesi’nin önünde üç arkadaşı ile birlikte sekiz sol görüşlü kişinin saldırısına uğrayan Metin Yüksel, ikisi midesine, biri de dizine olmak üzere üç kurşun yarası almasına rağmen çatışmadan sağ kurtuldu.

23 Şubat 1979 tarihinde Fatih Camii’nin avlusunda bir cuma namazı çıkışında bir grup tarafından kendisine pusu kuruldu. Kurulan pusu sonucunda, Metin Yüksel 21 yaşında şehid edildi.

Abdulkadir Çelebioğlu