Etiket arşivi: Röportaj

Gün gelecek hacca giderken pasaport sorulmayacak

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin “Sır ve Ser Kâtibi” Mehmed Feyzi Efendi’nin yıllarca sohbetlerinde bulunmuş Hasan Erdoğan’la röportajımızın 3. Bölümü…

Röportaj Yapılan: Hasan Erdoğan
Röportajı Yapan: Abdulkadir Çelebioğlu

Mehmed Feyzi Efendi, hayatta iken kendisi ile ilgili yazılar yazılması konusunda nasıl bir tavır gösterdi?
•Mehmed Feyzi Efendi, hayatta iken kendisi hakkında kimsenin bir şey yazmasını istemedi. Not alanlara da, “Oku, ne yazdın?” derdi. Ben de o yüzden pek yazmıyor. Yazdığım zaman da dikkat ediyorum.

•Mehmed Feyzi Efendi hakkında yazılan kitaplarda hep velayet ve ilim ciheti ön planda tutuluyor. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin Talebesi, Sır ve Ser Kâtibi olması ve Risale-i Nurlar’da derin vukufiyet sahibi olması konularına hiç değinilmemiş. Bunun sebebi nedir? Bu bilinçli olarak mı yapılmış?
•Maalesef maattessüf. Durum aynen öyle. Ben bu vechini yani Mehmed Feyzi Efendi’nin Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesi, Sır ve Ser Kâtibi olması cihetini anlatmaya ve yazmaya çalışıyorum.

•Mehmed Feyzi Efendi konusunda ailesinin nakillerde bulunmaması, yazıları gün yüzüne çıkarmaması, O’nun hakkında yazmamasının hikmeti nedir?
•Ailesinin, Mehmed Feyzi Efendi hakkında bir şey yazmaması, bir şey nakletmemesi, ketum kalması hakikaten benim de bilemediğim ve çözemediğim bir mevzu. Hikmetini bilemiyorum.

•Risale-i Nur Külliyatı’nda Şualar eserinde Mehmed Feyzi Efendi’nin bir mahkeme müdafaasında şu ifadeler geçiyor; “Denizli hâdisesinde menzilim taharri edildiği vakit beş yüz seksen adet mütenevvi kütüb-ü ilmiye ve Arabiye evimde bulunduğu resmen sabit olmuştur. Benim fakr-ı halimle ve gençliğimle ve lisan-ı Arabîde noksaniyetimle beraber bu zamanda binde bir şahısta bulunmayan bu mütenevvi beş yüz seksen cilt kitabı bana toplattıran, fevkalâde bir talebelik şevki ve hârika bir aşk-ı ilmîdir.” (Şualar, 14. Şua) Mehmed Feyzi Efendi bu 580 adet çeşitli ilimlerdeki Arapça kitaplar ile ilgili size anlatır mıydı? O eserlerin akıbeti ne oldu? Bu eserlerin hepsini okumuş muydu? Daha sonra onlara devlet el mi koyuyor?
•O kitapları vefatından sonra gördüm. O kitapları okuyup anlamış ve hayatına tatbik etmiş. O kitaplar Kastamonu’da ki evinde, odasında aynen duruyor. Ev şu anda boş. Müftü olan oğlu Kastamonu’ya geldiğinde o ilgileniyor.

[Dursun Aktaş Hoca’dan konuyla ilgili şu bilgileri aldık; “Mehmed Feyzi Efendi’nin zengin bir kütüphanesi vardı. Şualar’da geçen 580 cilt kitabı vardı, çeşitli İslâmî ilimlerde. 1940’lı yıllarda bu kitaplarını çöp kamyonuna yükleyip, götürmüşler. Daha sonra geri iade etmişler ama ciltleri yıpranmış, zarar görmüş. Bu olaydan Mehmed Feyzi Efendi esefle bahsederdi.” A.Ç.]

•Mehmed Feyzi Efendi, kendileri Latin huruftan mı yoksa Hatt-ı Kur’ân’dan mı Risale-i Nurları takip ederlerdi?
•Bize Risale-i Nur okumaz hülâsa sohbet ederdi. “Latin harfleri bilmiyorum” derdi. Kendi şahsî okumalarını Hatt-ı Kur’ân’dan yaparlardı.

•Risale-i Nur’u okuma ile ilgili tavsiyeleri var mıydı?
•Mehmed Feyzi Efendi, “Risale-i Nur’u dikkatle, teenni ile mütalaa edin” derdi. Risale-i Nur’u tam anlayan ve tatbik eden birisi idi Mehmed Feyzi Efendi.

•Âlem-i İslâm’ın ve Risale-i Nur’un istikbali ile ilgili veya istikbale dair müjdeleri var mıydı?
•Mehmed Feyzi Efendi istikbale yönelik şöyle derdi: “Hacca giderken pasaport falan sorulmayacak. ‘Müslüman mısın?’ geç denecek.”
Bir başka zaman da şöyle derlerdi;
“Hem ay’a gitmek marifet değil. Asıl orada Beytül İzzet’te Kur’ân’ın aslı var. Onun fotoğrafını çekseler ya. Ay laciverdimsi bir küredir. Bir avuç toprak getiriyorlar insanları aldatmak için. Dünyada toprak kıtlığı mı var? Ay’da dünyadaki ma’denlerin aksi var. Onları keşfediyorlar. [Bu konu ilim adamları tarafından araştırılmalıdır.]

•Mehmet Feyzî Efendi derslerini çoğu zaman günümüz tekniğine uygun olarak yazdırma, önceden hazırlanma, ödev verme ve soru cevap tarzında yürütmüş; öğretilen konuları daha sonra özetleyip ana fikrini belirleme yönüne giderek, öğrencilerin verilen dersi daha sağlam ve pratik bir şekilde kavramalarını sağlamıştır. Okutmuş olduğu dersler arasında, Arap dili grameri (sarf-nahiv), akâid, kelâm, fıkıh, tefsir, hadis ile tasavvufa dair çeşitli kitaplar yer almaktadır. Ayrıca ve özellikle Kur’an-ı Kerim’in okunması ve okutulmasıyla ilgili olarak çeşitli tecvid ve kıraat kitaplarını, hem teorik olarak okutmuş, hem de pratik olarak ders vermiştir. Bu kitaplar içerisinde İlm-i Tashîh-i Hurûf (Tâlim), Aşere, Takrîb, İthaf ile ilgili eserler vardır. Kendisinden ders alanlar arasında profesörler, öğretmenler, müftüler, vaizler, imamlar ve sair meslek mensupları ile halk tabakasından nice insanlar bulunmaktadır.” (Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 86. Mehmet Feyzî Efendi’nin ders okutma usûlü hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz. Küllüoğlu, “Mehmet Feyzî Efendi’nin Hayatı ve İlmî Şahsiyeti”, s. 33-40. Burada bahsedilen kitaplar için bkz. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 103, 139, 178, 292-293)
Bu ifadelere göre Mehmed Feyzi Efendi, Risale-i Nur’un haricinde İslâmî kitapları tedris şeklinde ders vermiş ve okutmuş diye geçiyor. Bu konu ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
•Mehmed Feyzi Efendi sadece Kur’ân-ı Kerîm talimi ve sohbet yaptığı tek gördüm. Diğerleri ile ilgili bilgim yok.

[Şevket Özsoy Ağabey’den şu bilgiler alınmıştır; “Ben Mehmed Feyzi Efendi’nin geleneksel usûlle yazdırarak ders verdiğini biliyorum. Eski ev sahibim, Hz. Pir imamlarından Hacı İbrahim Efendi’den biliyorum. Ders notlarını bana gösterdi ve bu notların fotokopileri de var bende. Bu derslerin okunduğunu beyan eden kaynaklarda da geçiyor. Mesela bir sohbetinde bize bir gün Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nden okuyuverdi, Mehmed Feyzi Efendi. Sanıyorum Marifetnâme idi.” A.Ç.]

[Dursun Aktaş Hoca’dan konuyla ilgili şu bilgileri aldık; “Mehmed Feyzi Efendi’nin son dönemlerinde İmam Hatip’te okurken kendilerinden Kur’ân Talimi dersleri alırdık. İmam Hatip’ten talebeler de gelirlerdi. Yazarak tedris ettiği bizden önceki dönemlerde olmuş.” A.Ç.]

•“Nice öğrenciler yetiştiren Mehmet Feyzî Efendi’nin talebelerine bizzat okuduğu/okuttuğu ya da kendi gözetiminde okunmalarını sağladığı eserlerden bir kısmı şunlardır:
1.Sarf-Nahiv,
2.Fıkh-ı Semerkandî,
3.İhyâu Ulûmiddîn (akâid ve hac bahsi),
4.Şemâil-i Şerîf Şerhi (Aliyyü’l-Kârî),
5.Hadis-i Erbaîn Şerhi (Birgivî, Akkirmânî, İsmail Hakkı Bursevî),
6.Hülâsatü’l-Buhârî / Tecrîd-i Sarîh Şerhi (Şerkavî) ,
7.Akâid-i Nesefî Şerhi (Sâʻdüddîn Taftezânî),
8.Cezerî Tecvidi (Osmanlı Türkçesi),
9.Kenzu’l-ummâl (Müttakî el-Hindî),
10. Mârifetnâme (Erzurumlu İbrahim Hakkı),
11. Muhammediyye Şerhi (İsmail Hakkı Bursevî) ,
12. İsmail Hakkı Bursevî’nin şiirleri,
13. Pendnâme Şerhi ,
14. Mevlânâ’nın menâkıbıyla ilgili bir kitap,
15. Divan-ı Alevî (Ali isminde bir müellife ait),
16. İslam’da Kardeşlik Hukuku (İmam Şa‘rânî),
17. Tasavvuf ve Hayat (İmam Şa‘rânî),
18. Mürtede Ait Hükümler (İmam Şa‘rânî),
19. Kitâbü’l-İbrîz ,
20. İnsan-ı Kâmil ,
21. Nakşibendîlerle ilgili bir kitap (Muhammed Parsa). (Burada bahsedilen kitaplar için bkz. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 103, 139, 178, 292-293)
Bu nakle göre 21 tane kitabı okutmuş ve tedris vermiş Mehmed Feyzi Efendi. Böyle bir olaya şahit oldunuz mu? Bunu nasıl Anlamalıyız? Konu hakkında bilginiz var mı?
•Bu eserleri okuttuğuna ve ders verdiğine dair bilgim yok.

[Şevket Özsoy Ağabey’den şu bilgiler alınmıştır; “Mehmed Feyzi Efendi’nin verdiği bu dersler konusundaki yeterli açıklama, kaynaklarda var. Ayrıntı isteniyorsa yine bu kaynaklara başvurulabilir. Orada talim/tecvid ders alanlara bizzat şahidim. Hatta bir gün Mehmed Feyzi Efendi Vel Asr Sûresi’ni talim etmişlerdi. Dursun Aktaş Hocamız da sanıyorum ders almıştı. Konuyla ilgili kendisine sorulabilir.” A.Ç.]

[Dursun Aktaş Hoca’dan konuyla ilgili şu bilgileri aldık; “Üstâd Bediüzzaman Hazretleri ile tanıştıktan sonra da böyle ders okuttuğu talebeleri vardı. Kur’ân-ı Kerîm okumayı ve Hadîsleri tetebbu etmeyi tavsiye etmişlerdir.
Bahsi geçen kitapta kimden nakledildikleri belirtilmiştir. “Karanlıktan Aydınlığa” isimli kitapta, Hz. Pir Camii (Şeyh Şaban-ı Veli Camii) Emekli İmamı Merhum İbrahim Küçük Hoca’dan bu bilgilerin alındığı geçer. İsmi geçen kitapları bizden önceki yıllarda talebelerine ders vermiştir. Biz son dönemine denk geldiğimiz için sadece Sohbetlerine katıldık ve Kur’ân Talimi aldık.
Sohbetleri, Kur’an-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerif kaynaklıydı. Gelen misafirlerle konuşur, hal hatır sorar. Daha sonra bir konu açılınca o konu hakkında konuşurlardı. Gelenlerin çoğu sorularını sormadan cevaplar alırlardı. ‘Aklımızdaki soruyu sormadan, konu oraya geldi ve cevap verdi Feyzi Efendi’ diye söylerlerdi.
Sohbetlerinde Selef-i Salihin’den, geçmiş âlimlerden sözler söylerdi. Onlara atıf yapardı.” A.Ç.]

•Mehmed Feyzi Efendi’den;
“Ne Cebre kayalım, ne İtizale dalalım. Ehl-i Sünnet’te kalalım.”
“Bu fakir bir zamanlar hubbi idi.”
Şeklinde nakiller yapılıyor. Bu sözleri bizzat kendisinden duydunuz mu?

•Evet duydum. Mezar taşında da Hatt-ı Kur’ân ile de yazar. “Vasiyetim” derdi. “Burada yatan adem, bir zaman hubbî idi. Bir zaman cubbî idi. Bir zaman sükûtî idi. Şimdi de turabî. Ruhuna Fatiha.” şeklinde.

(Devamı Gelecek)

Abdulkadir Çelebioğlu

RİSALE-İ NUR BAŞTAN SONA MANTIK OLDUĞU İÇİN O KİTABI YAZMADIM

Bediüzzaman Said Nursî (ra) Hazretleri̇’ni̇n Sır ve Ser Kâtibi Mehmed Feyzi Efendi (rh) Hakkında Hasan Erdoğan Ağabey ile yaptığımız Röportaj – 2

 

Röportaj Yapılan: Hasan Erdoğan

Röportaj Yapan: Abdulkadir Çelebioğlu

 

Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh) Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri hakkında ne gibi tespitleri ve ifadeleri vardı?

• Mehmed Feyzi Efendi (rh), Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri için “Allâme” derdi. Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’ni ilk gördüğünde “Aradığımı buldum” diyor. Bir de Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nden bahisle şöyle derlerdi; “O bir aslandı. Biz kedi gibi yanında dolaştık. Tırnağı da olamayız.” Mehmed Feyzi Efendi (rh), kemâl-i tevazuuda zirve birisiydi.

Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin, Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) hususi iltifatları var mıydı? O iltifatlarından bildikleriniz var mı?

Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin dişi M. Feyzi Efendi’de (rh). Ben görmedim ama görenler var. Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin “Dişimi kime verdiysem, ilmimi ona verdim.” dediği rivayeti var. Hapishane’de iken cübbesinin yamasını Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin cübbesinin yamasına benzetiyor. Orada bir tasavvuf ehli zât varmış. O zât, “Bak tam fenafi’l-üstad” diye latife etmiş. Bir de Mehmed Feyzi Efendi’nin sakalı kesilmemiş. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin “Feyzi’nin sakalı, benim sakalımdır.” şeklinde bir sözü var. Sakalına hiç ustura vurulmamış. İlk askerlik yaptığında sakalı yok, çıkmamış o zaman. Yedek askerlik yaptığı zaman da sakalına el vurulmamış, sakallı olarak askerlik yapmış. Hattâ Denizli hapsinde bir Kabadayı, Mehmed Feyzi Efendi’nin sakalı ile ilgili “Bu sakala kıyana, kıyarım!” diyor ve böylelikle hapiste iken de sakalı hiç kesilmiyor.

Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin, Mehmed Feyzi Efendi için “Selef-i Salihin, Mehmed Feyzi gibi talebem olduğuna gıpta ediyorlar.” sözünü rivayet olarak duydum.

Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, Mehmed Feyzi Efendi için “Ser Kâtibim” ve “Sır Kâtibim” diyor. Mehmed Feyzi Efendi’yi bu cihetiyle de ele almak gerekiyor. Mehmed Feyzi Efendi, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin çok iltifatlarına mazhar olan bir zât idi.

Mehmed Feyzi Efendi (rh) hayatta iken kıymeti bilinmedi diyebilir miyiz?

Maalesef kıymeti bilinmedi, tam anlaşılamadı. “Derdimi anlatamadım, yalnız kaldım gardaşım.” derdi. Büyük zatların kıymeti maalesef hayatta iken bilinmiyor. Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin bile hayatta iken Emirdağ’ında iken, Kastamonu’da iken tam hakkıyla bilinmedi.

Mehmed Feyzi Efendi’nin Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nden hatıra nakli neden azdır? Neden hatıra anlatmazdı? Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nden duyduklarını anlatsa en fazla anlatabilecek kişilerden birisi olduğu halde neden nakillerde bulunmamıştır? 8 sene boyunca Kastamonu da birlikte kalmış sonuçta. 8 yılda birçok bilgi elde edindiği ve Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin sırlarına mazhar olduğu muhakkaktır. Ama bunları neden izhar etmemiştir?

• Hatıra anlatma konusunda “Mübalağalı oluyor gardaşım.” derlerdi. Ondan dolayı pek hatıra anlatmazlardı. Ama ara sıra yeri geldikçe anlatırlardı. Mesela; “Karadağ’a çıkarken Üstâd at sırtında, ben yularından tutardım. Tashih ede ede giderdik. Yorulmak nedir bilmezdik.” derlerdi. Yani Karadağ’a kadar 10 – 15 km bir mesafe. Bunlardan sitayişle bahsederdi. Bir de şöyle derlerdi; “İftihar ediyorum ki; Üstâd’a eski ve yeni eserlerini baştan sona okudum.” Risale-i Nur Külliyatı’nın çoğu hafızasındaydı. Sohbetlerinin çoğunun muhtevası Risale-i Nur’dandı. Cemaatten gelen abiler olunca bazen hatıra anlatırlardı.

Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’in derslerini ses kaydına almak isteyenlere izin vermediği ifade ediliyor. Hulusî Yahyagil Ağabey (rh) ses kaydına ve videoya (bir tane vefatından 1 hafta önce çekilen var) izni ve fetvası var iken; Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh) bu konuda izin vermemesinin sebebi sizce nedir? Veya bu konuda bir açıklama yapmış mıydı?

Çok nadir ses kayıtları vardır. Medine-i Münevvere’de Ali Ulvi Kurucu ile Hac’da iken Arafat’ta var. [Bu konuşma metninin yazılı hali tarafımızdan neşredilmiştir. Bkz. https://www.risalehaber.com/mehmed-feyzi-efendi-ile-ali-ulvi-kurucunun-hacda-yaptigi-sohbet-22465yy.htm A.Ç.]

[Buna ek olarak Mi’rac konusu ile ilgili bir ses kaydı ve Kur’ân-ı Kerîm Tilaveti ses kaydı mevcuttur.] “İzin yok gardaşım.” derlerdi, teyipin ses almasına. Çok teşebbüs ettiler, çokları olmadı. Bu da ayrı bir sır. Sesinin kaydedilmemesi ile ilgili, “Zihinler daha iyi” derdi.

Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’den tarîkat dersi aldığını iddia edenler var. M. Feyzi Efendi tarîkat dersi verir miydi? Nur Talebesi olduktan sonra da tarîkate bağı var mıydı? Daha önceden intisap ettiği Nakşi şeyhine daha sonradan da intisabı devam etmiş midir? M. Feyzi Efendi (rh), Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’ni tanımadan önce tarîkatte hilafet almış mıydı? Yani bir şeyin halifesi olmuş muydu?

Mehmed Feyzi Efendi’nin, Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ni tanıdıktan sonra herhangi bir tarîkat intisabı ve bağlılığı yok. Ama Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’ni tanımadan evvel Kastamonu da Nasrullah ve Sinanbey Camii İmamı olan Kurra Hafız Ömer Aköz’den kıraat ve talim dersi almıştır. O zât daha sonra Fatih Camii İmamlığı ve Diyanet İşleri’nde Mushafları Tetkik Heyeti’nde bulunmuştur. Mehmed Feyzi Efendi, o zâttan tarîkat değil talim ve kıraat dersi almıştır. O zât ehl-i tarîk ve tarîkatte halife olan birisidir.

Bir gün Hafız Ömer Efendi’nin (ra) tarikat/tasavvuf ehli olup olmadığı konusunu Mehmed Feyzi Efendi’ye sormuştuk. “Evet tarikat ehli idi ama, ilmi nazara verirdi” cümlesiyle özetleyebileceğimiz izahlarda bulunmuştu.

Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’in İslâmî ilmi dallar ve konularda yazdığı yazılar veya çalışmaları var mıydı? Şu an sadece Asâ-yı Mûsa eserinin sonunda neşredilmek üzere hazırladığı Lügatçesini biliyoruz. Başka bildiğiniz var mı?

M. Feyzi Efendi’nin (rh) te’lif ettiği bir eser yok. Bildiğimiz bir lügat var. Asâ-yı Mûsa eserinin sonuna eklenmek üzere hazırlanmış. O lügatçede de ne kadar âlim olduğu görülmekte. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, «Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Ta’likat’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı hârikada, müdakkik ulemaları hayret ve tahsinle dikkate sevk eden, matbu “Kızıl Îcaz” namındaki risale-i mantıkıye Risale-i Nur’la bağlanmasına ve şakirdlerinin âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm. Fakat çok derindir. Bugünlerde Feyzi’ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak.» (Kastamonu Lâhikası) diyor. Bu yeri Mehmed Feyzi Efendi’ye sormuştum. Dedi; “Gardaşım o zaten mantık. Risale-i Nur baştan sona mantık. Ona ihtiyaç yok.” [Konuyla ilgili Son Şahitler, c. 1’de şu ifadeler geçmektedir; Muhtelif yıllarda Mehmed Feyzi Ağabeye Tâlikâtın Türkçe dersini kaleme alıp almadığını sorduğumda, “Hayır yazamadım, kaleme alamadım” diye cevap vermişti.] Bazı abiler Feyzi Efendi (rh) hakkında “Üstâd söylediği halde yapmıyor.” diye bahsederlerdi. Edebinden, bir çığır da açmamak cihetiyle de belki bir eser te’lif etmediler. Hep sohbetler ile devam ettiler. Mehmed Feyzi Efendi sohbetler konusu ile ilgili şöyle derlerdi; “Sahabe kulaktan sıvarıldı.” Yani kulaktan âlim oldular. Mehmed Feyzi Efendi de bu yolu tutuyordu. Ve sohbetine gelenler en müşkil meselelerini halleder, giderlerdi; sormadan bile.

Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin Talebeleri için Ağabey denilir iken Mehmed Feyzi Efendi (rh) için “Efendi” denilmesinin sebebi nedir? Bu tabir Üstâd Bediüzzaman Hazretleri ile kalmadan önce de kullanıldığı için mi devam etmiştir? Bunun hikmeti nedir?

• Mehmed Feyzi Efendi için “Efendi” tabirinin kullanılması, hem anne hem baba tarafından seyyid olmasından dolayıdır. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesi olan ağabeylerden yanına ziyarete gelenler de “Mehmed Feyzi Efendi” diye hitap ederlerdi. Abdullah Yeğin Ağabey ve Mustafa Sungur Ağabey de ziyarete geldikleri zaman “Feyzi Efendi” derlerdi. Kastamonu halkı hep bu tabiri kullanırlardı ve bu şekilde de kaldı.

Mehmed Feyzi Efendi’nin soy ismi konusunda bir sorum olacak. Risale-i Nur Külliyatı’nda soy ismi “Pamukçu” olarak geçiyor. Ama TDV İslâm Ansiklopedisi’nde “Şallıoğlu” yazıyor. Soy ismi bir dönem Pamukçu olup sonra değişiyor mu? Bu konu hakkında bilginiz var mı?

Denizli ve Afyon hapsinde iken teyzesi Mehmed Feyzi Efendi’yi evlâd ediniyor. “Pamukçu” soyadı oradan kalma. Daha sonra asıl soy ismi olan “Şallıoğlu” oluyor.

[Not: TDV İslâm Ansiklopedisi’nde bu ifadeleri tasdik olarak şu ifadeler var; “Annesinin vefatından sonra teyzesi tarafından evlât edinilen Mehmet Feyzi’nin Pamukçu olan soyadı Şallıoğlu şeklinde değişmiştir.” https://islamansiklopedisi.org.tr/sallioglu-mehmet-feyzi]

 

(Devamı Gelecek)

Abdulkadir Çelebioğlu

 

RİSALE-İ NUR’U HUSUSİLEŞTİRMEMEK LÂZIM, MÂL-İ UMUMÎDİR

Bediüzzaman Said Nursî (ra) Hazretleri̇’ni̇n Sır ve Ser Kâtibi Mehmed Feyzi Efendi (rh) Hakkında Hasan Erdoğan Ağabey ile yaptığımız Röportaj – 1 

Röportaj Yapılan: Hasan Erdoğan

Röportaj Yapan: Abdulkadir Çelebioğlu

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin “Sır ve Ser Kâtibi” Mehmed Feyzi (Pamukçu) Efendi’nin yıllarca sohbetlerinde bulunmuş Hasan Erdoğan’la konuştuk.

  • Sizi tanıyabilir miyiz?
  • Aslen Kastamonuluyum. 1957 doğumluyum. 1994 yılına kadar Kastamonu’da ondan sonra İstanbul’da ikamete başladım. Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’i 1979 yılında tanıdım. Onun vesilesiyle Risale-i Nurları ve dershaneleri tanıdık. Evimizde Salı günleri ders olurdu. Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) aklımıza takılan soruları sorar, cevap alırdık. Bazen de hiç sormadan cevaplarımızı alırdık. Sualleri sormadan cevap verme gibi halleri vardı. Onu görünce alemimiz değişti. O yıllarda şeyh ararken yakınımızda Mehmed Feyzi Efendi’yi (rh) bulduk. İlk tanıdığım zaman Gazetecilik 3. Sınıfta okuyordum. Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) dedim; “Efendim bu okulu bitirsem ne olacak? Çalışacak televizyon yok, gazete de yok!” Bana cevaben; “Bitir gardaşım, ileride lazım olur.” dedi. Bu da kerametvari. Vefatından 2 sene sonra biraz gazetecilik, biraz televizyonculuk yaptık. 1996’da ticarete başladım. İstanbul’da Tevruz Apartmanı’nda kaldım, iş yerim de oraya yakındı. Abdullah Yeğin Ağabey orada kalıyordu, ondan çok istifade ettik Elhamdülillah.
  • O zamanki Risale-i Nur hizmeti ile şimdiki Risale-i Nur hizmetlerini mukayese edecek olursanız neler söyleyebilirsiniz? 
  • Bizim Risale-i Nur’u ve dershaneyi tanıdığımız zamanki ihlâs, muhabbet, sadakat daha farklıydı. Çok vakıflar yetişiyordu bu mânâda. Şimdi yetişmiyor. Bu da ayrı bir derdimiz.
  • Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’ten duyduğunuz hususi hatıralarınız ve nakilleriniz var mıdır? Varsa öğrenmek isteriz.  
  • • Risale-i Nur mesleği içinde ayrılıkları Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) sordum bu. Cevaben dedi ki; “Gardaşım! Nasıl ki parmaklar kola bağlıdır. Ana koldaki ayrılıklar çok şey değil. Daireye her meslek, her meşreb girdi; daire genişledi.” Ve Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh); “Risale-i Nur’u da hususileştirmemek lazım. Mal-i umumîdir.” şeklinde bize çok tavsiyeleri oldu. Bir de hususi olarak bize “Gardaşım Risaleleri dikkatle, teeni ile okuyun, mütalaa edin.” derlerdi. Mehmed Feyzi Efendi’nin sohbetleri kitaptan okuma tarzında değil; Kur’ân-ı Kerîm’den, Hadîs-i Şeriflerden ve Risale-i Nur’dan alınmış – süzülmüş sohbetler şeklinde idi. Mesela Risale-i Nur’daki Onuncu Söz eseri için “Haşir Risalesi’nde yüzden fazla âyetin meâli var. Ama onlar zikredilmiyor.” derlerdi. M. Feyzi Efendi’yle (rh) bir gün ikimiz varız. “Hele gonuşun gardaşım” derdi. Biz tabi susardık, sonra sohbet bir yerden açılırdı. Bir yaz günü ikimiz vardık sadece, M. Feyzi Efendi (rh) bana dedi ki; “Gardaşım, Kastamonu’da yalnız kaldım; kerpiç gibi örülmüş. Söküp atamadım.” Ben dedim ki; “Efendim, biz de anlayamıyoruz.” Vefatından sonra çoğu kişi anlaşılıyor. Vefatında böyle herkes ‘Böyle birisi varmış da bizim haberimiz yokmuş’ dediler. Bir sürü kalabalık. O zaman telefon da yaygın değil. Türkiye’nin her yerinden binlerce kişi geldiler. Kastamonu o zaman anladı ‘Eyvah’ dedi, ne çare. Biz de 10 sene gittik sohbetlerine, şimdi diyorum tam istifade edemedik. Herkes kabına, kabiliyetine göre alabildi. Risale-i Nurları anlamak konusunda, Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) sordum; “Üstad diyor; ‘Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir.’ (Lem’alar) Bu nasıl olur?” Dedi ki; “Olur gardaşım ama nasıl bileceğiz?” Yani onun bir mihengi olması lazım. Ben okudum, anladım, âlim oldum demekle olmuyor. Bu hatırayı da hiç unutmuyorum.

 

  • Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh) istikbale dair verdiği müjdeli haberler var mıydı? Varsa nelerdir?
  • İstikbale ait gaybî konulara pek girmiyordu. Ama İslâm hakimiyetinin olacağını, ümidli olmayı, nereden nereye geldiğimizi, “Bir fabrikada kumaş nasıl koyulursa öyle gider. Dinsiz bir nesil yetiştirmek istediler olmadı.” derlerdi. Bunu çok defa zikrederlerdi. Hep ümidvar olmayı bize gösterdi. 12 Eylül’ün o zor zamanlarında bile hep ümidli olmayı bize tavsiyede bulundular. “Müsbet konuşalım, müsbet düşünelim. Fitne uyandıracak hareketlerden kaçınalım gardaşım.” derlerdi. Bu sözünü sohbetine giden herkes duymuştur.
  • Yeni nesil Nur Talebelerine tavsiyeleriniz nelerdir?
  • Okumak, neşretmek, okuduğumuzu yaşamak – tatbik etmek. İşte bununla ilgili bir sohbette M. Feyzi Efendi’ye (rh) bir kardeş “Muhlisine’l-Muhlasine sırrını” sordu. Mehmed Feyzi Efendi cevaben; “Birisi kesbîdir, birisi vehbîdir. Kesbî olmadan vehbî olmaz.” dedi. “İhlâs Risalesi’ni okumakla da ihlâslı olunmaz gardaşım.” dedi. İşte bununla ilgili aklıma geliyor; okuduklarımızı anlamak, kavramak ve yaşamak gerekiyor. Bundan başka çare yok. Bir de Üstâdımız Bediüzzaman Hazretleri’nin de tavsiye buyurdukları gibi; ihtilaf etmemek, münakaşa etmemek, kardeşinin aleyhinde olmamak. “Herkes aynı halkda, aynı meşrebde olmuyor.” derdi M. Feyzi Efendi. Üstâd Bediüzzaman Hz. de diyor ya; “Medar-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrepte olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.” (Kastamonu Lâhikası) Herkes aynı olmuyor; haslar var, talebeler var, dostlar var. Bu şekilde olmalıyız, istikameti muhafaza etmeliyiz. İstikamet deyince, Mehmed Feyzi Efendi (rh) şöyle derlerdi; “En büyük keramet, istikamettir gardaşım.” Hakikaten bu sözü o zaman anlayamıyorduk, şimdi daha iyi anlıyoruz.

(Devamı Gelecek)

Abdulkadir Çelebioğlu

Bediüzzaman’ı Bu Millet Neden Bu Kadar Çok Sevdi?

Çünkü Bediüzzaman, eserleriyle imanı olmayanları imana, imanı olanları tahkiki imana, tahkiki imanı olanları da imanın yüksek mertebelerine kavuşturuyor. Böylece anlayarak ve kabul ederek okuyan okuyucularını küfür ve inkâr cehenneminden, cehalet karanlığından, taklit hastalığından, ateizm, satanizm, narsizm ve sair din aleyhtarı bütün izmlerin belasından, anarşi ve terör lanetinden,  kötü alışkanlıklar tuzağından, bölücülük ve ayrımcılık fitnesinden ve bunlara alet olmaktan kurtarıyor; okuyucusunu Allah’a kulluktaki sultanlığa erdiriyor.

Çünkü Bediüzzaman, Türkiye’den, Müslümanların bağrından çıkmıştır. Hadislerde her yüz senede geleceği ifade edilen böyle bir İslam alimi ve allamesinin, böyle bir İslam mücahidi ve müctehidinin, böyle bir iman müceddidinin bu topraklardan çıkması, bin yıl İslamiyet’e şan ve şerefle hizmet eden ecdadımızın hizmetine karşılık, bu asil millete Allah’ın bir lütfu ve ikramı olmuştur. Bu millet de bu lütfu ve ikramı öpüp başına koydu. İkram sahibine de sonsuz şükranlarını, taat ve ibadetlerini sundu ve kıyamete kadar sunmaya devam edecektir.

Çünkü Bediüzzaman, Allah’a imanı işleyerek insanı başıboşluktan, ibadet aşkını işleyerek de gençlerimizi ahlaksızlığın her çeşidinden koruyor ve kurtarıyor.

Çünkü Bediüzzaman, Kur’an’ın ruhuna, Hz.Muhammmed (a.s.v) Efendimizin Usûl ve üslûbuna (1) uygun bir mücadele tarzı seçti, “müsbet hareket” denilen bu olumlu ve ılımlı mücadele yöntemiyle hiç durmadan 80 küsur sene her türlü zorluğa göğüs gerdi “Bana ızdırap veren yalnız İslam’ın maruz kaldığı tehlikelerdir.” dedi, toplumun imanını kurtarma yolunda dünyasını da ahiretini de feda etti. (2)

“Gözümde ne cennet sevdası ve ne de cehennem korkusu var. Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem. Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Vücudum yanarken gönlüm gül-gülistan olur.” diyen, darağaçlarına ve zindanlara aldırmadan bu milletin imanını ve Kur’an’ını savunan bir iman ve İslam kahramanını bu millet sevmeyecek de kimi sevecek?

Çünkü Bediüzzaman, bu milletin evlatlarına ağladı, kendisini, onların dünya ve ahiret ateşinden kurtulmasına adadı. (3) Fahrettin Razi diyor ki Anne babalar çocuklarının  sadece dünyevî istikballerini düşünür ve onları dünya acılarından korumaya çalışırlar; ama Hz .Muhammed’in (s.a.v) varisi olan alimler ise çocukları ve gençleri,  hem dünya ve hem de ahiret azabından korumayı hedef edinmişlerdir.”

İşte Bediüzzaman onlardan biridir. O bu milletin evlatlarının sadece dünya istikbalini değil, ebedî istikballerini korumayı hedefledi. Onun bu fedakârlığına karşılık bu millet de onu kalbinin tahtına oturttu.

Bu millet, Bediüzzaman’ı neden bu kadar çok sevdi?

Çünkü Bediüzzaman, yalnız bir kaleyi değil, koca bir Türkiye kalesini, koca bir İslâm âlemini, hatta koca bir dünyayı manen imar, tamir ve restore etme görevi ile görevlendirilmiştir.

Onun bu kudsî hizmetine karşılık, onu tanıma imkânına ve şerefine sahip olan Müslümanlar da, yediden yetmişe bu meçhul kahramana sahip çıktı. Onu o büyük görevinde yalnız bırakmadı. Onu yalnız bırakmayan, seven, arkasından giden, davasının bayraktarlığını yapan etkili, yetkili, etkisiz-yetkisiz, rütbeli-rütbesiz herkese teşekkür ediyorum.

Bu millet, Bediüzzaman’ı neden bu kadar çok sevdi?

Razi’nin tefsirinde gördüğüm güzel bir söz var: “Dünya öldürücü bir zehirdir. Onun ilacı Bismillahirrahmanirrahim’dir. (4) Buradan yola çıkarak Bediüzzaman’ın eserlerini anarşi ve terörle tadı kaçmış, küfür ve ahlaksızlıkla, haksızlık ve yolsuzlukla huzuru kalmamış dünyamız için bir ilaç görüyorum. Zaten Onun ilk büyük eserinin ilk sözü de Bismillahirrahmanirrahim’in tefsiridir. Allah’ın sonsuz rahmet ve merhametini hatırlatan Besmele’nin tefsiriyle işe başlaması da Bediüzzaman’ın tercih ettiği hizmet modelinin ip uçlarını vermiş, daha sonra bu model “müsbet haraket” şeklinde tecelli etmiş, o da rahmet ve şefkatle yoğrulmuş olumlu ve ılımlı bir hizmet modeli olarak karşımıza çıkmıştır.

Bu millet, Bediüzzaman’ı neden bu kadar çok sevdi?

Çünkü Bediüzzaman, Allah’ın izniyle bataklıkları kuruttu. Bataklıkları münbit bir arazi haline getirdi. Rengine ve kokusuna doyulmayan güller ve çiçekler yetiştirdi:

Büyük görünmeyen ama büyük olan, din ilimleriyle, fen ilimlerini, ibadet şuuruyla tahsil eden, çalışan, düşünen, okuyan, yılandan, akrepten kaçar gibi şöhretten, riyadan ve günahlardan kaçan, helal iş, helal aş, helal eş peşinde koşan, kendilerine haksızlık yapan zalimlerin bile ıslahına dua eden, vatanını ve milletini seven, küçüklerine şefkatli ve büyüklerine hürmetli olan, vakur, mübarek ve muhterem bir gençlik yetiştirdi.

Bediüzzaman, ilim mücahidi, laboratuar dervişi, plan ve proje adamı, strateji uzmanı, iletişim ruhuna sahip aynı zamanda atılımcı, cesur, edep timsali, haya abidesi, muhabbet fedaisi, sevgi, saygı, şefkat ve merhamet kahramanı bir gençlik yetiştirdi.

Bediüzzaman, ihya ettiği dini düsturlarla ve izah ettiği iman hakikatleriyle, siyaset, ticaret, eğitim, hukuk ve düşünce…erbabına denge ve itidal-i dem kazandırdı. İfrat ve tefritten kurtarıp herkesi orta noktada ve ortak paydada buluşturdu. Ülkemizden böylesine, çaplı, ufuklu, Peygamber ahlaklı, peygamber meşrepli, peygamber şefkatli bir âlimin çıkması ülkemiz ve dengesi bozulan dünyamız için bir şanstır. Bir ilâhî ikramdır. Basiret erbabının bunu göreceğine ve değerlendireceğine inanıyorum.

Keşke Arap âleminde de bir Bediüzzaman olsaydı veya keşke Ârap âlemi Bediüzzaman’ı anlasaydı, dengesiz, despot yönetimler yüzünden bu gün Ârap âlemi yanmayacak, vicdansız, zalim, fırsat düşkünü haçlı ordularının bombardımanına hedef olmayacaktı.

Her ülke bir Bediüzzaman istiyor. Veya Bediüzzaman her ülkeye taşınması gerekiyor.

Bediüzzaman bizim ülkemizde olmasaydı, bizim ülkemizin de despotizmden kurtulması mümkün olmayacaktı. Demokrasi diye diye demokrasiyi katledenler, laikliği, dinsizlik olarak anlayan ve uygulayanlar, kanun diye kanun diye kanunu tepeleyenler, Bediüzzaman’ın ve cemaatinin mazlum ama metin direnciyle karşılaştılar. Dün onu kelepçeleyen zihniyet, bu gün kelepçelenmiş durumda, dün onun kitaplarını toplayan zihniyet, bu gün hesap vermekte. Tabii ki biz bundan memnun olmuyoruz. Biz istiyoruz ki ülkemizde ve dünyamızda zulüm olmasın, dikta olmasın, haksızlık, arsızlık, hırsızlık, yolsuzluk olmasın. Demokrasi ve özgürlük bütün kurum ve kuramlarıyla işlesin.

Benim bu söylediklerimi abartılı bulanlara diyorum:

Bediüzzaman ve etkisini, denge adına sağladığı katkısını ülkenin dışına çıkarın. Göreceksiniz, ülkenin tamamı kendisini anarşi ve terörün kucağında bulacaktır.

Başta ülkemizin devlet ve hükümet erkânına sonra bütün dünyaya sesleniyorum: Bediüzzaman’a sadece Bediüzzaman’ı sevenlerin değil, Bediüzzaman’ı tanımadığı için sevmeyenlerin de ihtiyacı var. Lütfen Bediüzzaman’ı okuyun, anlayın, bütün mahfillerde okutun ve anlatın. İşte o zaman askeriniz, polisiniz, kadınınız, erkeğiniz, çocuklarınız, yöneticileriniz ve topyekün milletiniz, hepiniz kendinizi adetâ cennette bulacaksınız.

Hayatlarını korumak için atom bombasına sarılan ve güvenen dünya milletlerine ondan daha üstün ve daha etkili bir silah olarak Bediüzzaman’ın eserleri olan Risale-i Nur’u gösterenlere (5) hak veriyorum ve bunun bir mübalağa olmadığına inanıyorum. Çünkü atom bombası düşdüğü yeri yakar, yıkar, silinmez kin ve nefret tohumları bırakır. Ama Kur’an’ın bir nuru ve dersi olan Risale-i Nur, düştüğü yeri ihya eder, canlandırır, sevgi ve barışı hâkim kılarak o yerleri cennete dönüştürür. (6)

Vehbi Karakaş

risalehaber.com

DİPNOTLAR:

1-Bunun delillerle isbatı için bkz. Karakaş, Vehbi, Nebevî Metottan Bediüzzaman’a Yansımalar (7. Uluslar Arası Bediüzzaman Sempozyumuna Sunulan Tebliğ)

2-Bkz. Nursî, a.e, s.553

3-Nursî, Asay-ı Musa, s.16

4-Fahrurrazi, et- Tefsirü’l- Kebir, I, s.167

5-bkz. Nursî, Tarihçe, 136

6-bkz. Nursi, Tarihçe, 136

Risale-i Nur’da İslam Dünyası Müjdesi Verilmişti

Mehmet Fırıncı Ağabey ile yapılan röportaj…

Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve en son Suriye’de başlayan tepkileri Risale-i Nur açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Risale-i Nur açısından bu olayları değerlendirirsek, Üstadın yazdığı makalelerde özellikle 1950’lerde yeniden gözden geçirerek neşrettiği, Hutbe-i Şamiye eserinde bu meseleye ışık tutuyor.

Orada şöyle ifade ediyor, “istikbalde hürriyet-i Şer’iye inşallah bütün İslam aleminde hakim olacak, şimdi fecr-i kazip de olsa 50 sene sonra fecr-i sadık çıkacak” diyor. Şimdi 50 sene geçti hatta 60 sene oldu demek ki, zamanı geldi artık.

İLETİŞİM İMKANLARI İNSANLARDA HÜRRİYET FİKRİNİ KAMÇILADI

Bu ayaklanmalar sizce içeriden mi yoksa dışarıdan kaynaklı?

1950’lerde İslam ülkeleri müstemleke olmaktan çıkmışlardı ve bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Ve devletler kurulmuş oldu ama bu ülkelerin başlarına getirilen kimseler malum olduğu üzere batılıların arzularına göre hareket ettiler. Yani onlara bağımlı çalıştılar.

Ama geçen bu zaman zarfında halkların bu yönetimleri artık hazmetmediği anlaşılıyor. Bugün dünyada gelişen iletişim imkanları, haberleşmenin geniş çapta gelişmesi insanlarda hürriyet fikrini kamçıladı. Ferdi şahısların kendilerini yönetmesini kabul edemez hale geldiler. Yani artık fıtri bir gelişmedir bu…

Üstad da zaten buna işaret ediyor. O zaman da bile telgrafla, telefon imkanları ile “dünyanın bir köy şekline geldiğini” söylüyor. Şimdiki uydu sistemleri sayesinde ve internet aracılığı ile dünya değil bir köy bir ev şekline girdi.

HÜRRİYET İSTEKLERİNİ CENAB-I ALLAH PAHALIYA MAL ETMESİN

İnsanlık artık uyandı mı?

Tabii uyandı artık yönetimde söz sahibi olmak istiyor. Kararlarda kendinin fikirlerinin de dahil edilmesini istiyor. Kendinin de reyi bulunsun istiyor. Artık bu ferdi uygulamaları kabul etmiyor. Tunus ve Mısır bunu biraz rahat halletti ama Libya maalesef acı çekiyor. Keşke biran evvel orada da bu iş kolayca halledilse…

Yoksa batılı güçler gene müstemleke zamanındaki anlayışı yeniden hayata geçirmek istiyorlar. Oraları yeniden müstemleke haline getirmek istiyorlar. O nedenle dua ediyoruz ki, hürriyet isteklerini Cenab-ı Allah pahalıya mal etmesin, bedelini ağır ödetmesin…

HAKLI İKEN HAKSIZ DURUMA DÜŞMELERİ MÜMKÜN

Bir de Risale-i Nurdaki “müspet hareket” kavramıyla bu olayları nasıl değerlendirmeliyiz?

Elbette “müspet hareket” esas olmalıdır. Hiçbir şekilde silahlı mücadeleye girilmemesi lazımdır. Zaten Libya’daki durumlar da bunu gösteriyor. Silahla mücadele edilince sert bir şekilde karşılık buluyor. O nedenle sabırlı olmaları gerekiyor. Teenni ile hareket edilmeli, demokratik kuralların dışına çıkılmamalı ki, haklı olunsun. Yoksa haklı iken haksız duruma düşmeleri mümkündür. Yani Üstadın “müspet hareket” tarzı oralarda da esas alınmalı. Bir silah sıkıldığı zaman o silahın sesinin gittiği yere kadar bir anda eylem genişliyor. Dalga dalga çatışmalar yayılıyor. Maddi güçler devreye giriyor. O zaman sevap ve hayır yapayım derken azim günaha girilmiş oluyor.

TÜRKİYE’NİN ASKER GÖNDERMESİ OLMASI GEREKEN BİR DURUM

NATO çerçevesinde Türkiye de Libya’ya asker gönderecek. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu olması gereken bir durumdu. Çünkü çatışmalar devam ederken gıda darlığı oluyor, sağlık sorunları oluyor. Dolayısıyla bu tür engellemelere ve yetersizliklere karşı bir tedbir olarak görüyorum. Ayrıca diğer dünya devletlerine karşı Libya halkını korumak amacı taşıyor. Yani “bunlar bizim kardeşlerimizdir, bunlara yanlış yapamazsınız” manasında bir katılımdır.

BU DURUM İNSANI HAYLİ DÜŞÜNDÜRÜYOR

Bu durumda Batılı ülkelerin kötü niyetli olduklarını mı söylemek istiyorsunuz?

Yani benim söylememe gerek var mı? Herkes görüyor. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanının tahrikkar tavırları ve saldırıları buna en güzel örnek teşkil ediyor. Bizim Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi “böyle laubalilik olmaz.” Yani diplomaside çok sert kabul edilecek bir beyanat verdi. Bu durum insanı hayli düşündürüyor.

Ama bunu bütün batılı ülkelere teşmil etmek doğru değil elbette. Mesela Almanya çekimser kaldı, katılmadı, Rusya Başbakanı Putin “bu haçlı seferlerine benziyor vicdan yok” dedi. İngiltere ABD ile hareket etti ama Fransa gibi de çığırtkanlık yapmadı. İnsanları asmak için bekleyen bir cellât gibi bir anda saldırıya geçmedi. Biraz sessiz kaldı.

İNŞAALLAH BU GELİŞMELER İSLAM DÜNYASI İÇİN HAYIRLI OLUR

Sizce bu gelişmelere İslam’ın fecr-i sadıkı doğuyor diyebilir miyiz?

İnşaallah öyledir. Bilhassa Türkiyemizin bu olaya müdahil olmasını, şuurlu bir şekilde her adımını dikkatle planlı bir şekilde atmasını ben çok takdir ediyorum. Her adımı isabetli atıyor. Bu noktada şayan-ı tebriktir. İnşaallah bu gelişmeler İslam dünyası için hayırlı olur.

risalehaber.com