Etiket arşivi: rus

Bediüzzaman’ın Bitlis’i Savunması ve 30 Top..

Ruslar, Van ve Muş tarafını istila edip, üç fırka ile Bitlis’e hücum ettiği sırada, Bitlis Valisi Memduh Bey ile Kel Ali, Bedîüzzaman’a:

– Elimizde bir tabur asker ve iki bin kadar gönüllünüz var; biz geri çekilmeye mecburuz, dediler

.

Bedîüzzaman onlara:
– Etraftan kaçıp gelen ahalinin ve hem de Bitlis halkının malları, çoluk ve çocukları düşman eline düşecek; biz mahvoluncaya kadar dört-beş gün mukavemete mecburuz, demesi üzerine onlar:
– Muş’un sukut etmesi dolayısıyla otuz topumuzu askerler bu tarafa kaçırmaya çalışıyorlar. Eğer sen, o otuz topu gönüllülerinle ele geçirebilirsen, birkaç gün o toplarla mukabele ederiz ve ahali de kurtulur, dediler.

Bedîüzzaman:
– Öyle ise ben, ya ölürüm veya o topları getiririm, diyerek üçyüz gönüllünün başına geçti. Geceleyin, Nurşin tarafına, topların getirildiği cihete gitti.
Topları takib eden bir alay Rus Kazağına kendi muhbirleri: “Bitlis’i müdafaa eden gönüllü kumandanı üç bin adamla ve dağdaki meşhur Musa Bey bin kişi ile topları kurtarmaya geliyorlar.” diyerek pek ziyade mübalağa ile ihbar etmeleri üzerine, Kazak kumandanı korkmuş, ilerleyememişti.
Bedîüzzaman da, beraberindeki üçyüz gönüllüyü rastgeldikleri toplara birer ikişer taksim edip Bitlis’e gönderir; kendisi ise ilerleyerek topları birer birer kurtarıp, en son topu da üç arkadaşıyla birlikte ele geçirir.
Bu şekilde, otuz topun Bitlis’e gelmesini temin eder. O toplarla üç-dört gün asker ve gönüllüler düşmana mukabele edip, bütün ahali ve cihazat ve mallar kurtulur.

Bu vaziyette bile ihlası düşünmesi
Bedîüzzaman, o harbde gönüllülere cesaret vermek için sipere girmeyerek avcı hattında dolaşırdı. Avcı hattında en ileride atını sağa sola koştururken, birden hatırına gelir ve ruhuna ilişir ki: “Şu anda şehid olsam; bu vaziyetim, yani en ilerde göze çarpan şu halim, sakın mertebe-i şehadetin bir esası olan ihlasıma zarar vermesin, bir hodfüruşluk manası olmasın” diyerek, birden atını döndürür ve arkadaşlarının yanına gelir.

(Haşiye): İşte muharebenin şiddetli ânında, hayat-memat mes’elesi vaktinde “Benim zahiren kahramanlık gibi görünen bu vaziyetim hakikî ihlasa aykırı olmasın?” diye düşünmesi kemalât-ı insaniyenin bir misalidir, denilebilir. Meydan-ı harbde, düşman karşısında, gülleler içerisinde; talebelerine cesaret vermek için en elzem bir kahramanlığı fiilen göstermek emeliyle avcı hattında atını sağa sola döndürürken, bu suretle cesaret-i imaniye ve şehamet-i İslâmiyeyi en a’lâ bir derecede bir kumandan manasıyla îfa ederken, ruhunda ve niyetinde en âlî ve safî bir mertebe-i kemal olan sırr-ı ihlası kaçırmamayı ehemmiyetle düşünmesi ve dikkat kesilmesi; onun zahiren takdire şâyan hizmet-i diniyesi, fedakârane mücahedesi kadar, belki daha ziyade, ruhunun kemaline de delalet eder.
İşte Molla Said bütün hayatının şehadetiyle gerçi beyn-el İslâm “Bedîüzzaman“, “Sahibüzzaman“, “Fahrüddeveran“, “Fatîn-ül Asr” ünvanlarıyla yâdedilmiş; fakat bu hiçbir zaman hakikatsız ve bir sözden ibaret değildir. Risale-i Nur ile yaptığı muazzam hizmet-i imaniye ve Kur’aniyesi ve teşkil ettiği hamiyet-i diniye ile serfiraz milyonlar fedakâr talebelerin kudsî şahs-ı manevîsi, bir şahid-i sadık ve bir delil-i katı’dır.

Avcı hattında dolaşırken vücuduna dört gülle isabet etmiş, fakat geri çekilmemiş ve gönüllülerin cesareti kırılmaması için sipere dahi girmemiştir.
Hattâ bunu işiten vali Memduh Bey ve kumandan Kel Ali, “Aman geri çekilsin!” diye haber gönderdikleri zaman, demiş:
– Bu kâfirlerin güllesi beni öldürmeyecek…
Hakikaten üç gülle, ölecek yerine isabet ettiği halde; biri hançerini, diğeri tütün tabakasını delip geçmiş ve kendisine bir zarar vermemiştir.
Tarihçe-i Hayat (RNK)

Avukat Hulusî-i Bitlisi Anlatıyor
… (Bitlis’teki ahalinin) ikinci hicret başlamadan evvel Bediüzzaman Talebeleriyle Van cephesinden Bitlis merkezine dönmüş; halkı takviye ile terğibe, nasihata koyulmuştu.
Ben fahri vezifemi bitirerek adliye kuyûdatını Diyarbakır’a sevk ve nakline memur edilmiştim.
Bitlis’ten ayrıldığım sabahı takip eden günün gecesinde, hain Ermenilerin rehberliği ile düşman Dideban eteklerindeki nehir boyundan Bitlis’e akarken, Bediüzzaman şehir içinde göğüs göğüse düşman süvarileriyle çarpışmış, bir ayağından yaralanıp esir edildikten sonra Mahallebaşı’ndaki kışlaya, oradan Rusya’ya, sonra Sibirya’ya kadar sürülmüş olduğunu işittim. (Ehl-i Sünnet mecmuası 2:47-27, 1948)

Ali Aras anlatıyor
Bediüzzaman’ın harpteki çalışmalarını ve Ruslara esir oluşunu 1965 kışında Van’da vefat eden, Van’ın Çoravanis köyünden Ali Çavuş namındaki Haci Ali Aras hatıratında şöyle anlatıyor:
“Biz Muş’a varmadan Ruslar Muş’u istila etmişti. Muş’u boşaltan halkla yolda karşılaştığımızda onlar bütün mühimmatın, bu arada on dört parça topun kaldığını söylediler. Üstad
Bediüzzaman Hazretleri bu 300 kişilik kuvveti on dört parça topa taksim
edip altı kişilik bir müfrezeyi de cephane kaçırmaya memur etti.
Biz top ve cephaneleri kaçırıp Bitlis-Tatvan yolu üzerinde mevzi almış bir nizamiye alayına teslim ettik. Bu arada Ruslar üç koldan taarruza geçip bizi Bitlis boğazında mahsur bıraktılar. Yedi gün Ruslara karşı geceli gündüzlü müdafaa yapıldı.

Hz. Üstada üç mermi isabet etti. Bunlardan biri hançerinin kabzasına, diğeri sigara tabakasına, bir diğeri de sağ omuzuna isabet etti. O zaman bu hale şahit olan Nizamiye Alayı Kumandam Kel Ali, Üstad’a:
“Bediüzzaman! Size kurşun da tesir etmiyor!”
Hz. Üstad: “Allah muhafaza ederse, top mermisi de insanı öldürmez.

“Bir haftalık şiddetli bir mukavemet sonunda Bitlis’e giremeyen Ruslar Bitlis-Tatvan yolu üzerinde bulunan Papşin Hanını tahliye edip geri çekildiler. Ermenilerin rehberliği ile Bitlis’in güneyindeki Güzeldere yolundan Simek nahiyesi üzerinden
Bitlis-Siirt yolunu kesip, Arap Köprüsünü tuttukları görüldü. Gece yarısından sonra Bitlis’e taarruza geçtiler. Şiddetli muharebeler cereyan etti. Bu arada Üstadın çok sevdiği yeğeni Ubeyd ve bir çok kıymetdar talebe arkadaşlarımız şehid oldular.

III. Mustafa’nın Üzüntüsü

Osmanlı tarihinde Rus düşmanı diye anılan III.Mustafa sadrazamı Koca Ragıp Paşa ile devamlı münakaşa ederdi. Bu münakaşaya sebep padişahın Ruslar ile savaş istemesi, Ragıp Paşa’nın ise buna mani olmasıydı. Bir gün gene huzuruna Ragıp Paşa’yı çağıran III.Mustafa kendisine:

    – Neden vezirim, daima savaştan kaçarsın. Şayet kastın akçe ise Edirnekapısı’ndan Rusçuk’a kadar iki keçeli akçe dizerim, dediğinde,

    Ragıp Paşa şu tarihi konuşmayı yaptı:

    – Padişahım ben savaştan kaçmıyorum. Osmanlı Devleti uzaktan kükremiş bir aslana benzemektedir. Bu heybeti ile bir çok Avrupa devletini korkutmaktadır. Şayet savaşa girecek olursak düşmanlarımız kükremiş aslanın ağzında dişi, pençelerinde tırnaklarının olmadığını göreceklerdir. Dişi ve tırnağı olmayan bir aslanın parçalama gücü var mıdır?

Üstadın Tiflis Müjdesi

SeyhSananİstanbul’da fazla kalmaz, beraatından sonra

Van’a gitmeye karar verir, Batum yoluyla

 

Giderken yol üzerinde uğrar, Tiflis’e

Çıkar burada, Şeyh Sanan tepesine

 

Şeyh Sanan tepesi, kale gibi hâkimdir Tiflis’e

Tefekkür ederken, karşılaşır bir Rus polisle

 

Polis “Niye böyle dikkat ediyorsun” dedi, üstada

”Medresemin planını yapıyorum” der burada

 

Polis, Molla Said’e “nerelisin?” der

Bediüzzaman,  “Bitlisli” olduğunu söyler

 

“Bu Tiflis’tir” diyerek, Rus polisi cevap verdi

Üstad, “Bitlis Tiflis birbirinin kardeşidir” dedi

 

“Ne demek?” diye sorar polis Bediüzzaman’a

“Üç nur parlayacak Asya da, Âlem-i İslam’da”

 

“Sizde, birbiri üstünde üç zulmet başlayacak”

“ Perde-i müstebidane takallüs edip yırtılacak”

 

“ Ben de gelip burada yapacağım medresemi”

“ Heyhat şaşarım senin ümidine” dedi, Rus polisi

 

Üstad devamla “ben de şaşarım senin aklına”

“Hiç ihtimal verebilirmisin, bu kışın devamına”

 

Mutlaka vardır “her kışın baharı”

Zifiri karanlık “her gecenin bir neharı”

 

Rus polisi “İslam parça parça olmuş” dedi

Üstad “tahsile gitmişler” diye cevap verdi

 

Şaşkın Rus polisine, şu misalleri gösterdi

Bu göreve sahip olacak devletleri söyledi

 

“İslam’ın çok akıllı bir çocuğudur Hindistan”

Öğrencisidir İngiltere’nin, hem de en çalışkan

 

“ Mısır İslam’ın oğludur,” hem de çok zeki

“ İngiliz mülkiyesinden alıyor dersi”

 

“ Kafkas, Türkistan iki bahadır oğludur İslam’ın”

“ Harp okulunda okumaktadır Rusya’nın ”

 

“Yahu şu asilzâde evlatlar”

“Diplomalarını mutlaka alacaklar”

 

“ Her biri geçecek bir kıta başına ”

“ Feleğin inadına, kader-i ezelinin nazarında”

 

“Adil pederi olan İslamiyet’in bayrağını” alacak

“Dünyanın her yerinde ebediyen dalgalandıracak”

 

“İnsanlığa Allah’ın hikmetini ilan edecek”

“Tevhit sancağını Kâinatın her yerine dikecek”

 

Üstadın söylediği olaylar kısmen gerçekleşir

Bu ilm-i bir basiret, veya açıkça keramettir

 

Tarihi hatıra üzerinden yetmiş iki yıl geçer

Bitlis –Tiflis, birbirlerini kardeş şehir ilan eder

 

Van’a gelince boş durmadı gezdi aşiretleri

İmani, ilm-i, medeni derslerle anlattı hürriyeti

 

Ulaşılamadı “münzarat’taki” İman-i medeni ilme

Öğrenip yaşamak, insanlık için olmalı büyük gaye

 

Bekir Özcan

www.NurNet.org

Üniversite Nur Talebelerinin bir açıklaması: Risale-i Nurların inkişafı

Rusya’da evlere yapılan baskınlara bir teselli ve geçmiş olsun mahiyetinde Risale-i Nur Külliyatında geçen, üniversite Nur Talebelerinin bir açıklaması

Aziz, sıddık kardeşlerimiz!

İmtihan ve gazânız geçmiş olsun der, sizi tebrik ederiz. Risale-i Nur’un tahkikî iman dersleriyle iman mertebelerinde terakki ve teali edip kuvvetli imanı elde eden Nur talebeleri için öyle taarruzlar, bir cihetten bir imtihandır ve kömürle elması tefrik eden bir mihenktir. Nur talebeleri için Allah’a iman, Peygamber’e ittiba’ ve Kur’an-ı Kerim’le amelden dolayı hapisler bir Medrese-i Yusufiye’dir. Zulüm ve işkenceler birer kamçı, birer perçindir. Kader-i İlahî bize o hücumlarla işaret veriyor ki: “Haydi durma çalış!” Kur’an ve iman hizmeti uğrunda mahkemelerde konuşmak, Nur talebelerince bir dostu ile sohbet etmektir. Karakollara götürülüp getirilmek, çarşı pazara gidip gelmekten farksızdır. Kelepçeler, dinî cihad-ı ekberin birer altun bileziğidirler. Beşerin zulmen mahkûm etmesi ise, hakikatte Hakk’ın beraet vereceğine bir delildir. Bütün öyle işkence ve zulümler, Nur talebeleri için birer şeref madalyasıdır. Ne mutlu ki, otuz seneden beri Nur talebeleri ağabeylerimiz bu nimetlere mazhar olmuşlar. Maalesef bizlere ki, bizler bu şereflere nail olamadık ve olamayacağız da. Zira bunları kazandıran devir kapanmak üzeredir.

Risale-i Nur, bu vatan ve millete emniyet ve asayişi temin eden ve kalblere birer yasakçı bırakan imanî bir eserdir. İslâmiyet düşmanlarının tahrikatıyla olan müteaddid mahkemelerde Risale-i Nur’a beraetler verilmiş, Temyiz Mahkemesi ittifakla beraet kararını tasdik ederek Risale-i Nur davası kaziye-i muhkeme halini almıştır. Yirmibeş mahkeme de “Risale-i Nur’da suç bulamıyoruz” diye karar vermiştir. Otuz seneden beri yüzbinlerle Nur talebelerinin bir tek vukuatı görülmemiştir. Bunun için, Risale-i Nur’un neşrine mâni’ olmaya çalışanlar, emniyet ve asayişin düşmanı ve vatan ve millet haini anarşistlerin hesabına bilerek veya bilmeyerek çalışanlardır. Risale-i Nur’a ilişen hükûmet değildir; çünki emniyet ve zabıta anlamış ki, Bedîüzzaman ve Nur talebelerinde siyasî bir gaye yoktur. Bunların meşguliyeti, sadece iman ve İslâmiyettir. İşte o gizli din düşmanlarının taarruzları karşısında Nur talebeleri Risale-i Nur’daki tahkikî iman derslerinin verdiği iman kuvvetiyle metin, salabetli ve mağlub edilmez bir hizb-ül Kur’an ve fethedilmez bir kal’a halindedirler. Din düşmanları tarafından hücumlar oldukça, Nur talebelerinin Risale-i Nur’a ve üstadlarına olan sadakat ve sebat ve faaliyetleri ziyadeleşir, perçinleşir.
Bir talebesi Üstadımıza şöyle yazmış:

“Ey benim aziz kahraman Üstadım! Muarızlarımız arttıkça kuvvetimiz çoğalıyor.. Rabb-i Rahîmimize hadsiz şükürler olsun.

Nur talebeleri, evvelâ kendi imanlarını kurtarmak, bununla beraber din kardeşlerinin de imanlarını kurtarmak için Kur’an-ı Hakîm’in yüksek ve parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’u okumuşlar ve okutmuşlardır. İmanlarını kurtarmaya çalıştıkları ve rıza-yı İlahî için Kur’ana ve imana Risale-i Nur’la hizmet ettikleri sırada maruz kaldıkları hücum ve taarruzlara hiç ehemmiyet vermeyerek o gizli din düşmanlarının tasallutlarını, saldırışlarını kendileri için iman ve Kur’an hesabına bir kamçı ve bir teşvikçi hükmüne geçtiğine kanaat getirmişlerdir.

Nurlara olan taarruzların bir zararı olsa yirmi faydası vardır. Elbette yirmi kazanca karşı bir zarar hiç hükmündedir. Taarruzlar ancak ve ancak Nur’un neşriyat ve fütuhatının genişlemesine, inkişafına sebebdir ve millet-i İslâmiye nazarında itimad ve emniyet kazanmasına medardır.

Risale-i Nur’un Anadolu genişliğinde ve Âlem-i İslâm vüs’atinde ve Avrupa ve Amerika çapındaki maddî ve manevî tesirat ve fütuhatına ve neşriyatına şahid olan İslâmiyet düşmanları yine bazı taarruzlar yapmışlar. Aldığımız haberlere göre bu taarruzlardan sonra, hususan şark vilayetlerinde, eskisine nazaran Nur’un fütuhatı on gün içinde on misli fazlalaşmış.

Hem böylelikle halkın nazar-ı dikkati Risale-i Nur’a ve Üstadımıza çevrilmiş; uyuyanlar uyanmış, tenbeller harekete gelmiş, ihtiyatsızlar ihtiyata muvaffak olmuşlardır. Bu acı taarruzlar gelip geçici olmakla beraber, sırf bir korku ve evham yaymak kasdıyla yapılan vesileler ve desiseli manevralardır. Ahmak din düşmanları güya Nur talebelerini korkutmak sevdasıyla resmî kimseleri aldatıp tahrik ve âlet etmeye çalışıyorlar. Acaba o gafiller bilmiyorlar mı ki, bizler Nur’un talebeleriyiz. Dinsizlerin, masonların, komünistlerin mahiyeti gayet derecede zayıftır. Zahiren kuvvetli gibi görünmeleri, serseri bir çocuğun bir haneyi bir kibritle mahvetmesi gibi tahribatla iş görmelerindendir. Evet onlar son derece zayıftırlar, çünki bir serçe kuşu kadar iktidarı olmayan kendi varlıklarına güvenirler. Hem son derece zillet, meskenet ve aşağılık içindedirler; çünki insanlara kul-köle olup onlara müraîlik, riyakârlık ve dalkavukluk ediyorlar. Ehl-i iman ise, hususan tahkikî iman ile imanı inkişaf edenler kavîdirler, muazzezdirler. Onların her biri bir abd-i aziz ve bir abd-i küllîdirler; çünki onlar, bir Kadîr-i Zülcelal’e ve bir Hakîm-i Zülkemal’e ve bir Hâlık-ı Kâinat’a ve bir Rabb-üs Semavati ve-l Arz’a ve bir “Ve Hüve alâ külli şey’in Kadîr”e ibadet ederler, kulluk ederler…  O’na intisab ederler, hem istinad ederler.

Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir.

Bizim hizmet-i imaniyeye nazaran cam parçaları hükmündeki siyasetle alâkamız yoktur. Diyanet Riyaseti ehl-i vukuf raporunda: “Risale-i Nur kitablarında siyaseti alâkadar eden mevzular yoktur.” demiştir. Hattâ o zaman, yine Afyon savcısı da iddianamesinde: “Bedîüzzaman ve talebelerinin faaliyeti siyasî değildir” diye hükmetmiştir. Evet Risale-i Nur şakirdlerinin meşgul olduğu vazife, en muazzam olan mesail-i dünyeviyeden daha büyüktür. Siyasetle uğraşmaya vaktimiz yoktur. Yüz elimiz de olsa, ancak Nur’a kâfi gelir. Amerika, İngiliz kadar servetimiz de olsa, yine imanı kurtarmak davasına hasredeceğiz. Hem bir takım siyasî işlerle veya bir takım bâtıl cereyanlarla ve fikirlerle uğraşmaya zamanımız yoktur. Ömrümüz kısadır. Vaktimiz dardır. Üstadımızın dediği gibi, “Fena şeylerle meşguliyet fena tesir eder. Fena iz bırakır.” Hususan böyle bir asırda “Bâtılı iyice tasvir etmek, safî zihinleri idlâldir.” Evet menfîlikleri öğrenerek mücadele edeceğim gibi sâf bir niyetle başlayıp, menfî şeylerle meşgul ola ola dinî bağları ve dinî salabet ve sadakatı eski haline nazaran gevşemiş olanlar olmuştur.    Risale-i Nur, nuru yerleştirerek zulmeti izale ediyor; yok ediyor. İyiyi öğreterek, fenayı fark ve tefrik ettiriyor ve vazgeçiriyor. Hakikatı ders vermekle, bâtıldan kurtarıyor ve bâtıldan mahfuz kılıyor.

Hülâsa-i kelâm: Biz, ancak Nurlarla meşgulüz. Biz mücevherat-ı Kur’aniye ile iştigal ediyoruz. Bizler, Kur’anın kâinat vüs’atindeki elmas gibi hakikatlarına çalışıyoruz. Bizler, ancak bâkiye hizmet ediyoruz. Bizler, fâni şeylere emek sarf etmeyiz. Bizim Risale-i Nur’la olan hizmet-i imaniyemiz, başka şeylerle iştigalimize ihtiyaç bırakmıyor.. her şeye kâfi geliyor…

Elhasıl: Üstadımız Bedîüzzaman’la ve Risale-i Nur’la mücadele eden insafsız gizli din düşmanları, acz-i mutlakla ebede kadar mağlubiyettedirler. Bedîüzzaman ve Risale-i Nur ise, ebediyen muzaffer ve muvaffaktır. Şahsı çürütmeye çalışmakla, Risale-i Nur çürütülemez. Zira Risale-i Nur, bizâtihî hüccet ve bürhandır. Onu ve onun müellifini çürütmeye çalışanlar, çürümeye mahkûm olmuşlardır. Nümunesi, tarih müvacehesinde meydandadır ve hem de çürüyeceklerdir. Risale-i Nur’daki yüksek hakikat, Risale-i Nur’u ebede kadar payidar kılacaktır…

Evet Nur talebeleri ağır ceza mahkemelerinde demişler ki: “Bizi Üstadımız Bedîüzzaman’dan ve Risale-i Nur’dan ve bizi bizden ayıracak hiçbir beşerî kuvvet yoktur.” Evet o münafıkların atomları dahi, bu hususta âcizdir. Farz-ı muhal yapabilseler, hattâ cesedimizi öldürseler de, ruhumuz selâmet ve saadetle ebediyete gidecektir. Hem Üstadımızın Mektubat mecmuasında dediği gibi deriz: “Birimiz dünyada birimiz âhirette, birimiz şarkta birimiz garbda, birimiz şimalde, birimiz cenubda olsak; biz yine birbirimizle beraberiz.”

Birinci Cihan Harbi’nde Gönüllü Alay Kumandanı olarak esir düştüğü Rusya’da Moskof Çarlığına karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza edip, kurşuna dizileceği hengâmda “Âhirete gitmek için bana bir pasaport lâzımdı” diye ölümü istihkar eden böyle bir kahraman-ı İslâm Üstadımız Bedîüzzaman’ın eserlerini okumak nimet-i uzmasına mukabil canımızı da feda etsek, ömrümüzü de ona vakfetsek, zulümden zulüme de sürüklensek, ömrümüzün nihayetine kadar şükran secdesinden de kalkmasak, bize yine ucuzdur…

Üstadımız sık sık der ki: Mesleğimiz müsbettir, menfî hareketten Kur’an bizi menediyor.

… insafsız zalimlerden intikamımızı şöylece alacağız: Risale-i Nur’u ölünceye kadar mütemadiyen okuyacağız ve neşrinde sebat ve sadakatla hizmet edeceğiz. Onu altun mürekkeblerle yazacağız inşâallah…

Üniversite Nur Talebeleri

Kendi Dilinden Rus Esareti Sonrası (Şiir)

Camideki o gecede kararımı vermiştim
Kararımı verirken de şunları söylemiştim:

Ömrümü mağaralarda yalnız geçireceğim
İnsanların hayatına hiç ilişmeyeceğim

Madem en sonunda kabre ben yalnız gideceğim
Şimdiden bu yalnızlığı ihtiyar edeceğim

Fakat düşündüklerimi hayata geçirmedim
Muvakkaten bile olsa bunu unutuverdim

İki yıl galebe etti yine gaflet uykusu
Şeytanın kurmuş olduğu acımasız bir pusu

Birden Kuran’ın nuruyla fikirlerim değişti
Gavs-i Azam Şeyh Geylâni imdadıma yetişti

Esaretten kurtulunca İstanbul’a gelmiştim
Bir iki sene yine de o gaflete dalmıştım

Bir zamanlar İstanbul’da Eyüp Sultan Kabrinde
Kabirden dereye bakan yüksekçe bir yerinde

Tek başıma ve de mahzun afaka bakıyorum
Sanki ruhum çekiliyor ve vefat ediyorum

Dedim, acep kabristanın mezar yazıları mı?
Ki bana hayal veriyor çektim ben nazarımı

Pek çok uzaklara değil baktım o kabristana
Kalbime bir ilham geldi ihtar edildi bana

“Bu senin etrafındaki kabristanın içinde
Yüz kez İstanbul boşalmış hepsi yerin dibinde

Sen müstesna kalamazsın bir gün sen de gidersin
Hükümden kurtulamazsın bir mezara girersin”

Ben de kabristandan çıkıp gittim Eyüp Sultan’a
Bu çok dehşetli hayalim üzüntü verdi bana

Düşündüm ki üç cihetle dünyada misafirim
Yolumu düşünmeliyim burada yoktur yerim

Bu odada misafirim aynen İstanbul’da da
Burada olduğu gibi bu fani dünyada da

Nasıl ki bu odacıktan bir gün ayrılacağım
İstanbul ve dünyadan da mutlaka çıkacağım

İşte bu halette hüzün ve gam başıma çöktü
Gayet elemli bir durum benim belimi büktü

Çünkü sevdiğim dostlardan bir gün ayrılacağım
Şu İstanbul’dan ayrılıp menzile varacağım

Bunları düşünür iken gittim o kabristana
Kabristanları ziyaret ibret verir insana

Birden Kur’an-ı Hâkim’in gönül açan nuruyla
Gavs-i Azam Şeyh Geylâni Hazret’in irşadıyla

O hazin haleti ruhi bedenimi terk etti
Sürurlu bir vaziyete hemen inkılâp etti

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org