Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Kur’an-ı Kerim insanları çalışmaya teşvik ediyor

Cenab-ı Allah, (cc) varlıkları bir düzen içinde yaratmış olup onların kabiliyetlerine göre de görev yüklemiştir.

Varlıklar âlemi içinde de en mümtaz ve kıymetli olan insanı yaratmıştır. Kur’ân’da: “Sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen”1, Allah, insanlardan yeryüzünü imar etmeyi ve en güzel amellerle faydalı iş yapmayı dilemiştir. 

İnsanlığa rehber olan peygamberler de marangozluk, terzilik, ticaret ve çiftçilik gibi birçok meslekle meşgul olmuşlar, kimseye yük olmadan kendileri ve aileleri için çalışmışlar. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen peygamberlerin mu’cizeleri insanları o mu’cizelerin benzerlerini ilim ve sanat yoluyla elde etmeye teşvik ediyor. 

Bediüzzaman’a göre:“Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın en parlak ayetleri olan mu’cizat-ı enbiya ayetleri, birer hikâye-i tarihiye olarak değil, belki onlar, çok maânî-i irşadiyeyi tazammun ediyorlar. Evet, mu’cizat-ı enbiyayı zikretmesiyle fen ve san’at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor, en ileri gâyâtına parmak basıyor, en nihayet hedeflerini tayin ediyor; beşerin arkasına dest-i teşviki vurup, o gayeye sevk ediyor.”2  Peygamberler sadece manevî kemali değil; maddî kemali de temsil etmişler. Keza, “Hattâ denilebilir ki, manevî kemalât gibi, maddî kemalâtı ve harikaları dahi en evvel, mu’cize eli, nev-i beşere hediye etmiştir…”3 

Bu temel düşünceden hareket eden Bediüzzaman tren, tayyare, elektrik, telgraf, televizyon, ateşte yanmayan madde, ışınlamaya kadar pek çok harikaya Kur’ân’ın ayetlerinden örnekler verir. İnsanların ilim ve san’at yoluyla bunları elde etmeye teşvik edildiklerini söyler, asrın müceddidi Said Nursî… 

Dünya işleri için çalışıp alın teri dökmek nasıl gerekiyorsa, ahiretimizi de mamur etmek için çalışmak gerekiyor. Madem “dünya ahiretin tarlısıdır” buna göre ahiret adına tarlamıza iyi tohum atıp, manevî kazancımızı ziyadeleştirmemiz de lazımdır. 

Bediüzzaman Hazretleri tembel ve işsiz insanları şöyle tasvir etmiş. “En bedbaht, en muztarip, en sıkıntılı işsiz adamdır. Zira atalet, ademin biraderzadesidir. Sa’y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.”4 

Demek ki, çalışan,  gayret gösteren kişi üretkendir, birçok nimete kavuşur.  Tembel oturup hiçbir gayret göstermeyen kişi de birçok nimetten mahrum kalır, sefil bir hayat sürmeye mahkûm olur. 

Hülâsa: Kur’ân-ı Kerîm insanları çalışmaya teşvik ediyor. Kâinatta tembelliğe yer yoktur. Tembelliğin zarar olduğunu; hareket ve faaliyette hayır olduğunu Bediüzzaman şöyle ifade etmiştir: “Zaten sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf, bir nevi ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül vücuddur, hayırdır.”5,    Vesselam.

27.11.2024

Rüstem Garzanlı 

Dipnotlar: 

1- Hud Suresi: 61. 

2- Sözler, s. 239.  

3- Age., s. 254.

4- Mektubat, s. 479. 

5- Age., s. 45.

Haset ve kıskançlık

Haset ve kıskançlık öyle bir şey ki, bir kişinin bir başkasının niteliğinden, becerisinden, başarısından veya mülkiyetinden mahrum çirkin bir duygu olarak ifade edilmiştir.

Gıpta ise diğerinde bulunan güzel hasletlerden rahatsız olmayıp aynı hasletlerin kendisinde de bulunmasını istemektir. Haset kötü, gıbta ise güzel bir duygu olarak kabul edilir. Ancak gıbta duygusu dahi Risale-i Nur mesleğinde, bazı pozisyonlarda tesanüde zarar verebileceği için reddedilmiş, bunun yerine “kardeşinin meziyetini kendisinde imiş gibi tasavvur edip iftihar ve telezzüz etmek” emredilmiştir.

Hasedin bir sebebi de “Dünyada bir şey-i vahide çoklar talip olduğundan ve dünya dar ve muvakkat olması sebebiyle insanın hadsiz arzularını tatmin edemediği için, rekabete düşüyorlar”1 olarak gösterilmiştir. Rekabet ise haset ve kıskançlığın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Haset, Hazreti Âdem’in (as) çocuklarından Habil ve Kabil zamanından, Hazreti Yusuf’un (as) kardeş kıskançlığından günümüze kadar devam edegelmiştir. İnsanlar duygularını doğru kullanmadıkları müddetçe aralarında haset ve kıskançlık devam edecektir.

Cemaatlerde lider konumunda olanlarda da haset ve kıskançlık duygusu inkâr edilemez. Bundandır ki, Bediüzzaman Hazretleri: “Kardeşlerim, enaniyetin işimizde en tehlikeli ciheti kıskançlıktır. Eğer sırf lillah için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar. Nasıl ki bir insanın bir eli bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına haset etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de bu heyetimizin şahs-ı manevisinde, her biriniz bir duygu, bir âzâ hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.”2, der. Bu veciz ifade ile haset ve kıskançlığı reddedip; kardeşler arasında uhuvveti, tesanüdü ve ittihadı emretmiştir.

Keza, Bediüzzaman Hazretleri: “Umûr-u diniye ve uhrevîyede rekabet, gıbta, hased ve kıskançlık olmamalı ve hakikat nokta-i nazarında olamaz.” buyurduğu hâlde bu müz’ic hastalığa giriftar olanlar, cemaatin tesanüd ve uhuvvetini bozuyorlar. Oysa iyi bir hizmet üretebilmek için öncelikle tesanüd ve uhuvveti tesis ve muhafaza etmek lâzımdır. Çünkü birbirleriyle boğuşanlar müspet hareket   edemezler.

Hülâsa, Bediüzzaman Hazretleri, “Medar-ı niza bir mesele varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız.”3, demiştir. Bir cemaatteki ferdlerin meşveret etmek ve meşverette alınan kararlara uymak yükümlülüğü vardır. Meşveret kararlarına uyulmaması, cemaattin birliğine zarar verecek bir durumdur. Cemaatin birliğini bozmanın altında bazen haset ve kıskançlık vardır. Haset ve kıskançlık duygusu ise Bediüzzaman’ın terazi ve mizanında ölçülmeyen duygulardır. Vesselâm…

13.11.2024

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:

1- Lem’alar, s. 358.; 2- Mektubat, 29. Mektup, Altıncı Risale.; 3- Kastamonu Lahikası, 149. Mektup

Yemişlerin sultanı

Kamudan emekli olduktan sonra yeni bir hayat tarzıyla ilkbahardan sonbahara kadar Kurtalan’a bağlı Şenköy’de ikamet edip, zamanımın bir kısmı meyve ağaçlarıyla birlikte bağcılıkla geçiyor.

Meyvelerin içinde üç yaşından itibaren en erken meyve veren üzümdür. Fazla bakım da istemiyor, asma ağaçları sıcak iklimleri sever kuraklığa karşı dayanıklıdır. Yazın sıcak günlerinde yaprakları yemyeşil, üzüm salkımlarına gölge ve dâyelik ediyor. Üzümün yeşil yaprakları, dallarıyla birlikte bahçede gelen geçenlere âdeta hoşâmedî ediyorlar.

Bahçıvanıyla, misafirlere, dost ve ahbaplara, yolculara; böcek, arı ve yabanî hayvanlara kadar istifade edildiği bereketi bol bir üründür. Hadis-i şerifte, “Müslüman bir kişi bir ağaç diker veya ekin eker de ondan insan, hayvan veya kuş yerse, bu yenen şey kıyamete kadar o kimseye sadakadır.” 1 denilmiş.

Üzüm, dünyada 15000 çeşidi bulunduğu tahmin edilmektedir. Birçok cihetle Sâni’in, senasına mazhar olan üzüm Kur’ân’ın on bir yerinde zikrediliyor. Kudret sahibi Cenab-ı Allah, (cc): “Biz orada hurmalıklardan ve üzüm bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinden pınarlar akıttık” şeklinde Cenneti anlatıyor.2

Hazret-i Ali (ra), Efendimizden (asm) rivayetle “Kuru üzüm yemeyi ihmâl etmeyin. Çünkü o, aklı kuvvetlendirir, balgamı giderir, sinir sistemini kuvvetlendirir, yorgunluğu giderir, ahlâkı güzelleştirir, gönlü hoş eder, kaygıyı giderir”3 buyurmuştur4. Keza, Hazret-i Ali’nin (ra) tavsiyeleri ile 21 adet siyah kuru üzümün, sabah aç karına besmele ile yenmesinin, hafızayı ve beyni güçlendirerek, kan yapıcı özelliğine vurgu yapılmış. Bu kadar senaya mazhar olan üzüme “yemişlerin sultanı”dır desek yeri vardır. İnsan sağlığı ile birlikte üzüm “tevhid”i de ispat ediyor.

Bediüzzaman Hazretleri, üzümdeki tevhid delillerini de şöyle nazara vermiştir: “Aklı bulunanlara bu iki meyvede [hurma ve üzüm] tevhid için büyük bir âyet, bir delil ve bir hüccet vardır. Evet bu iki meyve, gıda ve kut, hem fakihe ve yemiş, hem çok lezzetli taamları menşeleri olmakla beraber, susuz bir kumda ve kuru bir toprakta duran bu ağaçlar, o derece bir mu’cize-i kudret ve bir hârika-ı hikmettir ve öyle bir helvalı şeker fabrikası ve ballı bir şurup makinesi ve o kadar hassas bir mizan ve mükemmel bir intizâm ve hikmetli ve dikkatli bir san’attırlar ki, zerre kadar aklı bulunan bir adam, bunları böyle yapan, elbette bu kâinatı yaratan Zat olabilir demeye mecburdur.4, diyerek üzüm mu’cizesine dikkat çekmiştir.

Üstad, müşkül bir meseleyi izah ederken, o meseleye bakan ayetler aklına geliyor kalbine hutur ediyor, ayetlerin imdadıyla tevhidi ispat ediyor. Kâinatta hangi varlığa bakılırsa orada Allah’ın varlığını ve birliğini ihtar eden bir levha görünür. Bunun için Kur’ân, kâinat kitabını okutturan ve ders veren bir muallimdir, denilmiş.

Hulâsa: Kâinattaki bütün varlıklar insanlar için yaratılmış olduğu gibi, tevhidi de ispat ediyorlar. Bahse konu olan yemişlerin sultanı, “hem gıda ve kut, hem fakihe  ve yemiş, hem de çok lezzetli taamların menşeleri”5 olarak Risale-i Nur’da zikredilmiştir.

26.10.2024

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:

1- Müslim, Musakata, 10. 2- Yasin Suresi: 34. 3- Camiüssağir, 552. 4- Şualar, Yedinci Şua 2. Bab, 2. Hakikat 5- Şualar, yedinci Şua,

Siyonistlerin protokolleri

Siyonizm, Yahudi milliyetçiliğine dayanan ve farklı alanlarda faaliyet göstererek dünya siyasetine yön vermeyi hedefleyen bir ideolojidir. Bu ideoloji, Yahudilerin kendilerine vaat edildiğine inandıkları geniş topraklarda büyük bir Yahudi devleti kurmayı ve sonrasında dünya hâkimiyetini sağlayacak “tek bir dünya devleti düzeni” oluşturmayı amaçlar. Açık kaynaklarda, Siyonizmin mahiyeti ve faaliyetleri hakkında çok kapsamlı bilgilere ulaşmak mümkündür. Teşkilât-ı Mahsusa’nın (günümüzdeki MİT’in) son başkanı Hüsamettin Ertürk ise “İki Devrin Perde Arkası”1 adlı anılarında Siyonistlerin “Protokoller” olarak bilinen belgelerini ele geçirdiğini belirtmiş ve Siyonistlerin metotları ve hedefleri hakkında şunları söylemiştir:

“Ben Teşkilat-ı Mahsusa‘da çalışırken dünyaya hâkim olmak isteyen bu Milletlerarası Siyonist Teşkilatının elimize geçen 22 maddelik düsturları vardı ki, ne kadar manalıdır. Burada şöyle yazılıdır:

1 – Genç nesilleri mugayir-i ahlâk telkinlerle bozmalı,

2 – Aile hayatını yıkmalı,

3 – İnsanlara, aşağı sınıflarla tahakküm etmeli,

4 – Sanatı zayıflatmak, edebiyatı müstehcen ve şehevî bir hale sokmalı,

5 – Mukaddesata hürmeti yıkmalı, hürmetle anılan kimseler hakkında rezilane vak’alar uydurmalı,

6 – Hududsuz bir lüks, baş döndürücü modalar icad etmeli, çılgınca sarfiyatı teşvik eylemeli,

7 – Kalabalıkların vakitleri, eğlenceler, oyunlarla oyalanmalı, herkes düşünmekten alıkonmalı,

8 – Müfrit nazariyelerle (kuramlarla) fikirler zehirlenmeli, gürültü ve kargaşalıklar yaratılmalı, içtimaî sınıflar arasına kin ve itimatsızlık sokulmalı,

9 – Aristokratlara müthiş vergiler koyarak onları bunaltmalı, aralarına kin ve itimatsızlıklar saçmalı,

10 – Mal sahipleriyle işçilerin arasını bozmalı, grevler, sabotajlar tertib ettirmeli,

11 – Yüksek tabakanın manevî kuvvetini her çareye başvurarak kırmalı,

12 – Sanayinin ziraati ezmesine imkân vermeli, böylece köylü sınıfını ortadan kaldırmalı,

13 – Saçma nazariyeleri ortaya atarak halkı gayri kabil-i tatbik fikirlerle dolambaçlı yollara sevketmeli,

14 – Hayat pahalılığını körüklemeli, ücretleri arttırmalı,

15 – Beynelmilel mes’eleler ihdas ederek milletler arasına kin ve nefret tohumları serpmeli,

16 – Milletlerin mukadderatını tahsil ve terbiyeden mahrum kimselerin ellerine tevdi ettirmeli,

17 – Bütün hükumet şekillerini değiştirmeli, birçok sırları ifşa etmeli,

18 – Meşru hükumet tarzlarından mutlak bir istibdada gitmeli,

19 – Siyasî, iktisadi buhranlar yapmalı, servetleri mahvetmeli,

20 – Mâlî istikrarı bozmalı, iktisadî krizleri çoğaltmalı, spekülasyonlara, enflasyonlara yol açmalı, altını mahdud ellerde toplamalı, muazzam sermayeleri felce uğratmalı,

21 – Hükumetlerin ölümlerini hazırlamalı: İnsaniyeti elem, ıstırap ve yoksulluk içine atmalı.

22- İçki, kumar, zina yaygınlaştırılmalı.

Teşkilat-ı Mahsusa’nın dikkatli tetkikleri neticesinde vardığımız hakikat şudur ki, 1892’den beri dünyamız, bu zihniyetteki Yahudîlerle mücadele hâlindedir. Bunlar bir ‘Cihan İhtilali’ hazırlamaktadırlar.”

Her ne kadar bu belgelerin doğruluğu üzerine birçok tartışma ve eleştiri bulunsa da, günümüzde dünya genelinde meydana gelen hadiseler ve yaşanan gelişmeler, bu protokollerin içeriğinin gerçek olabileceğine dair endişe verici bir düşünceyi akıllara getirmektedir. Özellikle siyasî, sosyal ve ekonomik alanlardaki krizler ile uluslararası ilişkilerdeki gerginlikler, protokollerde yer alan iddiaları doğrulayan birer yansıma olarak kabul edilebilir. Bu durum, bir çok kesimin bu belgeleri ciddiye almasına neden olmakta ve tarihsel bağlamda bu tür metinlerin etkisinin yeniden ciddiyetle değerlendirilmesini gündeme getirmekte ve gerekli kılmaktadır..

21.10.2024

Rüstem Garzanlı

Kaynak: 1-İki Devrin Perde Arkası. Kaleme alan: Samih Nafiz Tansu, Sebil Yayınevi, İstanbul 1996, sayfa 48, 49. ( 1. Baskı, 1964. )

Nurcular neden Üstad diyorlar?

Birisi, “Nurcular neden sohbetlerinde sıkça ‘Üstad’ kelimesini kullanıyorlar?” diye sual etti. Dine ve âlimlere muhalif olanlar; eskiden beri ilim, irfan, ibadet ve fikirlerine karşı koyamadıkları insanları kıskanmışlardır.

Akla gelmeyen yaftalar ve ithamlarla karalamaya çalışmışlardır. Bu tür davranışlar, aslında bir zihniyet problemidir; kişinin kendi kafasında oluşturduğu takıntılardan ibarettir. Gerçek dışı bu yanlışların yerine, Bediüzzaman’ın hayatını, eserlerini ve fikirlerini incelemiş olsalar, hayatını Asr-ı Saadet’e uygun bir şekilde yaşamış olan bu mübarek şahsiyeti daha iyi tanırlar ve bu tür rastgele eleştirilerde bulunmazlar.

Üstad, kime denir? Bu ifadeye bir açıklık getirmek gerekirse, kelime olarak ilim ve sanatta üstün olanlara “Üstad” denir. “Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mucize-i Kur’âniyedir.” Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, bu eşsiz Risale-i Nur Külliyatı’nı telif etmiş büyük bir âlimdir. İnsanların imanının kurtulmasına vesile olan böyle bir şahsiyete “Üstad” denilmesin de kime denilsin?

İkinci husus “Nurcular, Hazret-i Muhammed’den (asm) bahsetmiyor” diyenlere, Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler adlı eserden Otuz Birinci Söz ve On dokuzuncu Söz; Mektubat’tan On dokuzuncu Mektup; Keza Lem’alar’dan On birinci Lem’a ve diğer eserlerde pek çok yerde Hz. Peygamberin (asm) nübüvvetinden ve mu’cizelerinden bahsettiğini hatırlatmak isteriz. Risale-i Nur ve onun şakirtleri kadar Hz. Peygamberin (asm) manevî azametinden ve büyüklüğünden bahseden kim vardır?

Hülasa: Risale-i Nur’dan bir bölüm okunduğunda, eserin yazarı tarafından kastedilen konuyu açıklamak için doğal olarak “Üstad” ifadesi kullanılmaktadır. Peki, bahsedilen meselede Üstad neyi kastetmiştir? Bu durumu ifade etmek için “Üstad” demekten daha uygun bir tercih var mıdır? Bu sebeple Nur talebeleri ve diğerleri de “Üstad” ifadesini kullanmaktadır.

Nurcular, Hazret-i Muhammed’in (asm) risaletini, nübüvvetini, kemalâtını, mu’cizelerini, muhabbetini hep Üstad Bediüzzaman’dan öğreniyorlar. En cahil bir adama sorulsa, “Said Nursî ile Hazret-i Muhammed, (asm) kıyaslanmaz” diyecektir. Said Nursî Hazretleri; Ülü’l-azm ve Fahr-i Âlem olan Hz. Peygamberin (asm) varisi bir âlimdir. Başka türlü düşünmek, kıyaslamak, sormak hatalı ve akla zarar bir yanlıştır. Hz. Peygamberi (asm) en güzel sena ifadeleriyle anlatan, sünnetini yaşayan ve hadislerini öğreten; tefsir, tavsiye ve tabir eden, mu’cizelerini anlatan Bediüzzaman Hazretleridir, eserleri bunun en büyük ispatıdır. Vesselam.

11.10.2024

Rüstem Garzanlı