Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Hazreti Eyyub (a.s.)’ın kıssasından günümüze mesajlar (8)

Hazreti Eyyup (a.s.)’ın kıssasından insanlığa verilen mesajın başında musibetlere karşı sabırla tahammül etmek gerektiğini,  “Hazreti Eyyub Aleyhisselâmın zahirî yara hastalıklarının mükabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız…”  olduğunu Bediüzzaman hazretleri İkinci lem’a’da Beş Nükte ile nazara vermiştir. Beş nükteden Dördünü yazdık  bugün kısmet olursa son Beşinci Nükte ile konuyu bağlayacağız, inşallah.

Beşinci Nüktede geçen “Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler.”

Dini musibetleri şöyle sıralayabiliriz. İnkâr, günah, gaflet, gıybet gibi manevi hastalıklardır. 

Dini olmayan musibet ise, isyan etmemek şartı ile her çeşit dünyevi ve maddi sıkıntılardır. Bu sıkıntılar çok muhteliftir. Bunlar  hastalık olur, deprem olur, sel ve yangın olur, kaza olur, işlerin kesat gitmesi veya iflas etmek olur, akraba ve dost birisinin vefatı olur, ekonomik kriz olur vs. 

Allah, dini olamayan maddi musibetleri, hem imtihan hem de gaflet ve dalalete gitmekte olan insanları ikaz ve ihtar için verir. Şayet insan bu musibetleri iyi değerlendirir ve dersler çıkarabilir ise maddi zarara ve sıkıntıya bedel, çok manevi fayda ve kazançlar elde edebilir.

Musibetler, insanı hem ebedi tehlike olan küfür ve inkâr bataklığından kurtarıyor hem de cennette çok büyük servet ve mülkler edinmesine vasıta oluyor. Bu yüzden görünüşte çirkin ve sıkıntılı da olsa hakikatte güzel ve ferahlatıcıdır.

Devamı var……

25.06.2023

Rüstem Garzanlı

Hazreti Eyyûb (a.s.’dan günümüze mesaj (7)

İkinci Lem’â, Dördüncü Nüktede “Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva etmek” diye bir cümle geçiyor. Allah’ı, insanlara şikayet etmek iki tarz ile oluyor. Birisi, Allah’ın icraat ve fiillerine karşı açık bir şekilde isyan etmek ve rıza göstermemektir. “Allah neden bunu bana reva gördü? Ben ne yaptım da başıma bu geldi? Ben bunu hak etmemiştim. Allah neden ona verdi de bana vermedi…” gibi birçok şikâyetler vardır ki, bunların bazısı -maazallah- insanı küfre ve şirke bile düşürür.

Allah’ın icraat ve fiillerine alenen şekva ve şikâyet bu manadadır. Üstelik bu sızlanışları başka insanların yanında söylemek de Allah’ı kullara şikâyet etmektir.
Bu tarz şekva, imanı zayıf olanların ya da imanı tehlike içinde olan avamın şekvasıdır. “Musibetin darbesine karşı şekvâ suretiyle elbette âciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekvâ O’na olmalı; O’ndan olmamalı.” 23.Mektup, 4.sual, s.281

Allah tarafından verilen ve çok hikmetlerle bezenen musibetlere karşı, insanın sabırlı olması gerekir. Allah insana yüklenemeyeceği bir musibet vermez. Şâyet insan acizliğinden dolayı, musibeti kaldıramayacak durumda ise, Allah’a sığınmalı, inayet ve rahmetini beklemelidir.

İkincisi ise, alenen ve açıktan değil ama tahkiki iman ve tevekküle yakışmayan ince serzenişlerdir. Bu ekseri ehli imanda görünür. Tahkiki iman ve tevekkülü vardır, ama hâdisatın tazyikinden, bela ve musibetlerin ağırlığından dolayı bazen inceden inceye serzeniş eder. Bu haller imanın kemaline ve mahz-ı ubudiyete yakışmaz, ama çabuk hatasını anlar ve tövbe eder. Meselâ bazen hastalık ve sıkıntısını başka insanlara tasvir eder. Gerçi bunlar insanın zaaf ve aczinden gelen şeylerdir, ama kâmil imana münasip düşmez. Kâmil iman sahiplerinde her iki şikâyet tarzı da görünmez. Belki bu mübarek zatlar şikâyet etmek istese, şikâyetini Allah’a yaparak sıkıntısının izalesini taleb eder; yoksa Allah’ı insanlara şikâyet etmez. İnsan aciz ve tahammülsüz bir fıtrata sahip olduğu için ağlamak, sızlamak ve şikâyet etmek ister. Bu yüzden insana “Ağlama, sızlama, şikâyet etme!.” denilemez.

Ama ağlama, sızlama ve şikâyetin yüzü ve yönü ayarlanabilir. Bunun en güzel misali Hz. Yakub (as)’ın tavrıdır:”… Ben derdimi de üzüntümü de ancak Allah ‘a şikâyet ederim.” (Yusuf Suresi, 12/86) Şâyet bir insan musibetin sıkıntısını ve elemini çekemiyor ve takat getiremiyorsa o zaman;

“Ya Rabbi! Ben bu musibeti kaldıramıyorum, onun elemine dayanamıyorum. Bu musibeti ya kaldır ya da hafiflettir” demeli, O’na sığınıp, niyazda bulunmalıdır. Yani musibeti Allah’a şikâyet etmelidir. Devamı var……

23.06.2023

Rüstem Garzanlı

Hazreti Eyyub (as)’ın kıssasından günümüze mesajlar (6)

Bugünkü yazımız ile İkinci Lem’a, üçüncü Nükte ile devam edeceğiz. Üçüncü Nüktede geçen “Her insan geçmiş hayatını düşünse, kalbine ve lisanına ya ‘ah’ veya ‘oh’ gelir. Yani, ya teessüf eder, ya ‘Elhamdülillâh’” der.” Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi, lezzetin bitişinde acı; acının bitişinde de lezzet vardır. Meselâ, geçmişte çok ağrılı ve ızdıraplı bir hastalık geçiren biri, onu hatırladığında “oh! Elhamdülillah” der. Çünkü o hastalık bitmiş, acılar dinmiştir ve yerine güzel bir sıhhat gelmiştir. Hem o hastalık birçok günahına kefaret olmuş ve birçok sevabı da ona hediye ederek gitmiştir. Böyle biri hem hastalıktan kurtulduğuna şükreder hem de azim sevap aldığına şükreder.

Geçmişte nefsinin süfli arzularının peşinden koşan, her türlü gayr-i meşru lezzetleri tadan biri, o lezzetlerin bitmesinden dolayı devamlı ah ve of çeker. O gayr-i meşru lezzetler bir de onun boynuna günahların ağır yükünü yüklediği için, ah ve of çekmesini daha da artırır. Gafletle ve günahlarla geçen eski günleri hatırlayıp düşünmek, insana lezzet değil, büyük bir acı ve pişmanlık verir. Meşru ve helal dairede olan lezzetler insana elem vermez. Lakin meşru lezzetlere iman gözü ile bakılmaz ise o da elem ve teessüfe sebebiyet verebilir.

Dünya lezzetleri bir gölge, numune ve bir tadımlıktır. Bunu bilemeyenler için, lezzetler, meşru da olsa onların zevalinden dolayı kişi azap çeker ve acı duyar. Ama iman gözü ile bakılırsa, o zaman o lezzetler hiçbir surette insana azap ve sıkıntı vermez. Çünkü dünyadaki bu lezzetler, cennet lezzetlerinin birer numunesidir. Şâyet o lezzetler haram ise, acı ve azap iki kat daha artar. Yani hem dünyada o lezzetlerin zevalinden azap duyar hem de ahirette onun hesabından dolayı azap çeker. Musibet anında çekilen sıkıntılar ve acılar insanın günahları siler, manen temizler, sevapları çoğaltır, olgunlaştırır ve kemale erdirir.

Cenab-ı Hakk’ın rızasını ve ebedî cenneti kazanmaya vesile olur. Ehl-i dünya ise musibete düşman nazarı ile baktığı için, onu bitmek bilmeyen bir acı kaynağı olarak görüyor. Oysa musibetin içyüzü hayır ve güzelliklerle bezenmiş İlâhî bir hediye gibidir. Bediüzzaman hazretlerinin şu manidar sözü ile sohbetimizi bağlayalım. “Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor..”
Cenab-ı Allah ömrümüzü sermayedar etsin, her türlü gaflet ve sıkıntılardan muhafaza etsin. Amin.

13.06.2023

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:
13. Söz. 2.Makam.

Hazreti Eyyup (as)’ın kıssasından günümüze mesajlar (5)

İkinci Lem’â’dan İkinci Nükte ile kaldığımız yerden devam edeceğiz. İnsan bu dünyaya lezzet almak ve keyif sürmek için değil, ibadet ve kulluk için gönderilmiştir. İbadet ve kulluk da iki türlüdür. Birisi müsbet, diğeri ise menfidir. Müsbet ibadet Allah’ın kitabında bildirdiği emir ve yasakların bütünüdür. Menfi ibadet ise, insanın hayat yolculuğunda karşılaşmış olduğu musibet ve sıkıntılara sabretmesi, bunları rıza ve tevekkül ile karşılamasıdır. Böyle yapan insan büyük bir sevap kazanır, her dakikası ibadet hükmüne geçer.

Evet, hastalıklar ve musibetlerle, musibete maruz kalan şahıs bütün zaafını ve aczini hissedip, sadece ve sadece Rabb-i Rahîmine sığınıp, ona yönelip, onu düşünüp, ona yalvarıp samimi bir kulluk sergiler. Buradan şunu da anlıyoruz ki Allah’ı en iyi tanımanın ve en güçlü bir şekilde hissetmesinin vesilesi ve yolu acizliğimizi ve zayıflığımızı hissetmekten geçmektedir. Risale-i Nur mesleğinin dört esasından ikisinin acz ve fakr olması da bu yüzdendir. Allah’a ulaşmada en etkili en sağlam ve en garantili yol acz ve fakrımızı anlayıp aciz ve fakir olmayan Allah’a sığınmaktır.

Acz ve fakrı da en iyi hastalık, bela ve musibetler hissettiriyor. Burada ifade edilen husus; çekilen sıkıntı ve musibetlerin, mümin için manevî büyük bir kâr ve ibadet olduğudur. Tek şart; isyan etmeden sabır göstermektir. DEVAMI VAR…..
10.06.2023

Rüstem Garzanlı

Hazreti Eyyup (as)’ın kıssasından günümüze mesajlar (4)

Lem’alar eserinden İkinci Lem’ânın İkinci Nüktesinde geçen Birinci, ikinci ve üçüncü vecihte, insanın müsibet ve hastalıklara şikâyet etmeye hakkının olmadığını beyan ediyor. Cenab-ı Hakk’ın esma-i ilahiyesini yani isimlerini gösteren en parlak, en şeffaf ve en geniş ayine hayattır. İnsana verdiği hayat cihetiyle, insanoğlu Allah’a ne kadar şükür ederse bu hayat nimetine karşı gene de az gelir.

Madem hayat bu kadar ehemmiyetli, güzel ve seçilmiş bir şeydir; onun yaratıcısı tarafından onun başına gelen her ahval dahi mahiyeti itibariyle güzel olacaktır. İnsanları yokluğun karanlıklarından varlık sahasına çıkaran Allah (cc), onu harika cihazlarla, eşsiz duygu ve latifelerle donatmış, ilahi isimlerinin en azam, en büyük tecellisine mazhar etmiştir.

Cenab-ı Allah, (CC) bazı isimlerinin tecellisi için kullarını ve mahlûkatı çeşitli musibetlere, değişik ve hâl ve etvara maruz bırakır. İnsan ise hikmetini bilmediği bu değişik haletlerden dolayı bazen üzülür, bazen de sevinir. Hâlbuki yaratılan her bir mahlûkun kendine bakan ciheti ve kıymeti bir ise, saniine yani Cenab-i Allah’a bakan gayeleri binlerdir. O halde bütün hâdisata, her şeyin yegâne sahibi olan Allah’ın muradı cihetinden bakarsak, kaderin derin sırları bir nebze de olsa anlaşılmış olur.

İşte elemler ve musibetler, insanın kemalat arşına seyr ü sülûkunda müessir birer vasıta olduğundan, kader-i ilahi onlara müsaade etmiş ve zihayatlara musallat etmiştir. Burada netice itibariyle hep hayırlar ve güzellikler mevcuttur. Meselâ Allah’ın Şafi isminin tecellî etmesi için, insanın hastalanması ve şifa bulması lazımdır. Hastalıklar olmasaydı Şafi ismi tecellî etmezdi. Mümit yani ölüm ismi de vakti gelince vücudun ölmesini ister ve insana ölümü tattırır. Musavvir ismi, insan vücudunda tasvir hakikati ile tebarüz etmek ister ve her aza ve organa bir şekil bahşeder.

İnsanının vücudu Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellî ettiği bir model ve mahaldir. Allah’ın isim ve sıfatlarının manaları ve hükümleri birbirinden farklı oldukları için, tecellileri de başka ve farklı olarak insan vücudunda tezahür edecektir. İnsan, bela ve musibetlere, eza ve cefalara maruz kalmazsa, istidatlarını inkişaf ettiremez.

İnsan, hayatı boyunca hiç zorluk ve hastalık görmese, sürekli rahat ve sabit bir hayat yaşasa, kemale eremez ve kâmil bir insan olamaz.

DEVAMI VAR……

08.06.2023

Rüstem Garzanlı