Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Kurban Kesimi ve Arefenin Önemi Nedir?

Maddi durumu müsait olan Müslümanlar, Kurban Bayramında kestikleri kurbanla çevrelerinde bulunan ihtiyaç sahiplerine, komşu ve akrabalara gerekli ikramda bulunur. Dağıtılan kurban etinden yararlanan fakirler bu kez zenginlere karşı hürmet ve saygı göstermeye başlar, aralarında bir kaynaşma olur. İmkânı olan herkes bu İslami vecibeye riayet ederse çevreyle güzel bir kaynaşma sağlar. Bireyler arasındaki kin ve adavet ortadan kalkar, haset yerine; kardeşlik bağı perçinleşir. Böylece bayram mutluluğu hep beraber yaşanmış olur.

Kâinatın medar-i iftiharı Hz. Muhammed (a.s.v.) yaşadığı sekiz bayramda da en az iki kurban kesmiştir. Bu da bizlere kurbanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Durumu müsait olanlar tek kurbanla yetinmeyip örnek timsali Peygamberimiz (a.s.v.) gibi iki veya daha fazla kurban kesip çevremizde bulunan evvela fakirlere, komşu ve yakınlarımıza kurban etini dağıtıp yardımlaşma ile birlik ve beraberliği, sevgi ve samimiyeti gösterelim, gösterelim ki sulh çiçeği ebediyen solmasın, kimse kimseye dargın kalmasın, dostluğun ve barışın tek şartı bağışlamaktır. Onun için bağışlamayı bilelim ki dargın kimse kalmasın.

Kurban eti dağıtımı halk arasında sosyal bir yardımlaşmayı sağlayan örnek bir ibadettir. Peygamberimiz (a.sv.) Medine çevresinde kıtlık olduğu senelerde, “Kimse evinde üç günden fazla kurban eti bulundurmasın.” Buyurmuşlardır. Yani çevrede bulunan ihtiyaç sahiplerine yardımcı olunmasını istemiştir. Kıtlık bittiği sonraki senelerde ise bu üç gün müddetini kaldırmıştır.

Kurban kesmek, Şafiilerde sünnet-ı muekede, Hanefilerde ise vaciptir. Bu ibadetin faziletinden kaçınmamak, yardıma muhtaç fakir ve fukaraya en azında kurban eti ile yardım ellini uzatmak lazımdır.

Arefe hangi güne denir ve önemi nedir?

Arefe, Kurban Bayramından bir önceki gün, hicri takvimine göre Zilhicce ayının 9’uncu günüdür. 10’uncu gün ise Kurban Bayramının ilk günüdür.

Cenab-ı Allah, (c.c.) Kur’an’ı Kerim’de üzerine yemin edilen,(Fecr,2) Zilhicce’nin ilk on gecesinin ne kadar kıymetli olduğu anlaşılmaktadır.

Duanın faziletlisi, arefe günü yapılanıdır. (Beyhaki)

Bediüzzaman, arefe ile ilgili bir hususiyeti şöyle belirtiyor: “Aziz, mübarek kardeşlerim. Bizim memlekette eskide Arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk. Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve arefede dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben, gerçi sizleri göremiyorum ve hususî her birinizle görüşmüyorum. Fakat ben, ekser vakitler, dua içinde her birinizle bazen ismiyle sohbet ederim.” Şualar, 266

Bugünlerde fazileti yüksek olan: tesbihi (Sübhanallah) tahmidi (Elhamdülillah) tehlili (La ilahe illallah) ve tekbiri (Allahu ekber) bu mübarek zikirleri çok söylemek lazımdır.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

Kamu Yöneticisi

23.10.2012

www.NurNet.org

Bir Mucize-i Kübra’dır, İhlâs süresi!

İhlâs: Samimi olmak, dine içtenlikle bağlanmak, esaslarını sırf Allah rızası için uygulamak anlamınadır. İhlâs süresi Mekke’de inmiştir. 4 ayettir. İslam’ın tevhit akidesinin en özlü ve anlamlı ifadesidir.1

İhlâs süresi ile ilgili bazı hadis-i Şerifler aşağıya yazılmıştır.

Übey  İbnu Ka’b (r.a) anlatıyor: “Müşrikler, Hz. Peygamber (a.s.v.)’e: “Rabbini bize tavsif et (tanıt)!” dediler. Bunun üzerine “İhlâs” süresi nazil oldu.

“De ki: O, Allah’tır, bir tekdir. O Allah’tır, sameddir  (hiçbir şeye muhtaç değil, her şey O’na muhtaçtır). Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri değildir”

Übey (r.a) bu sürede geçen bazı tabirleri şöyle açıkladı: “Samed, doğurmayan ve doğurulmayan “ demektir, çünkü doğan her şey mutlaka ölecektir. Ölen her şeye varis olunacaktır. Allah ise ne ölür, ne de O’na varis olunur. “Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri değildir” ayeti de O’na bir benzer, bir denk olmadığını, Allah’a benzeyen hiçbir şey bulunmadığını ifade eder.2

Ebu Said (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (a.s.v.)  ashabına: “Sizden biri bir gecede Kur’ân-ı Kerim’in üçte birini okumaktan aciz midir?” diye sordu. ” Buna hangimiz güç yetirebilir?” dediler.

Resûlullah (a.s.v.): ” İhlâs süresi” Kur’ân’ın üçte biridir” buyurdu.3

Arefe günü Besmele ile bin İhlâs okuyanın günahları af olup duası kabul olur.4

Bediüzzaman Hazretleri arefe gününde ihlâs-ı Şerifi okur ve okuma imkânı olanlar içinde şöyle demiş:

Aziz, mübarek kardeşlerim,

Pek çok selâm… Bizim memlekette eskide arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk. Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve arefede dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben, gerçi sizleri göremiyorum ve hususî her birinizle görüşmüyorum, fakat ben, ekser vakitler, dua içinde her birinizle bazen ismiyle sohbet ederim.5

Tarif ve tavsifinde sınır olmayan, kainatı kuşatan Cenab-ı Allah (cc), mu’cize-i Kübra olan Kur’ân-ı Azîmüşşânın “İhlas”süresinde “tevhid-i şuhud, tevhid-i ulûhiyet, tevhid-i rububiyet, tevhid-i kayyumiyet, tevhid-i celali, tevhid-i sermedi ve tevhid-i cami” tevhit mertebesini gösterir,

Şöyle ki:

Kulhuve: De ki: O… karinesiz işarettir. Bilinenden bilinmeyeni çıkaracak ipucu delili,yani bir tarif ve isim ile sınırlanmamış geniş bırakılmış,tevhid-i şuhuda, yani  göze hitap eden her şeyde Allah’ın birliğini göstermektedir.

Allahu ehad:Allah birdir. Tevhid-i uluhiyete Allah’ın kainatı idare etmesinden  kaynaklanan birlik, iştiraksızlık ve yardıma muhtaç olmaması. Ondan başka ma’bud yoktur.

Allahusamed: Allah samed’dir; Herşey ona muhtaçtır. O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Tevhid-i rububiyet ve tevhid-i Kayyumiyeti işaret ediyor.Yani yaratan, rızık veren ve terbiye ederek kemala erdirenin bir olması,ondan başka halıkın olmaması ve kayum olması,

Lemyelid: Allah doğurmamıştır.Burda da bir Tevhid-i Celali saklıdır.Bütün şirk ve küfrü şeksiz ve şüphesisiz  reddeder.Değişim ve başkalaşma, üreme, çoğalma, velet fikri, doğma  küfrü reddeder.

Velemyuled: O doğurulmamıştır.Bir Tevhid-i sermedi yani sonsuza kadar devam edecek  olan  Allah’ın birliği ve hakikatıdır.

Velemyekün: Olmadı. Bir tevhid-i camidir; Ne zatında  benzeri, ne ef’alında  yani işlerinde şeriki, ne sıfatında  hal ve keyfiyetinde  benzeri yoktur.

Görüldüğü üzere her bir cümle diğer cümlelere hem delil hem de netice oluyor.Yani bir mana ile delil, diğer bir mana ile netice oluyor.

“Bediüzzaman, altı cümleden ibaret olan ihlas sûresi, 7 çeşit şirki (Üzeyir perestlik, İsaperestlik, melekperestlik, akılperestlik, esbapperestlik, yıldız perestlik, sanemperestlik gibi putperestlikleri) reddeden ve tevhid-i şuhud, tevhid-i ulûhiyet, tevhid-i rubûbiyyet, tevhid-i kayyûmiyet, tevhid-i celâl, tevhid-i sermediyyet ve tevhid-i cami gibi tevhidin 7 mertebesini gösterir.

Buna göre İhlâs sûresinde 36 İhlâs sûresi söz konusudur. Sûrenin her bir cümlesi altı defa delil, altı defa netice olur. Her bir tabloda altı cümlenin altı defa sıralarının değiştirilmesiyle toplam 36 ihlâs sûresi elde edilir.

Bediüzzaman’ın, 36 sureyi ihtiva ettiği İhlâs suresinin bu harika durumu, bilimsel olarak onu ortaya koyacak matematik formülü “Permitasyon prensibi” çerçevesinde değerlendirilmiş,

Bu prensibe göre.

a- Bu surede yer alan menfi ve müspet üçer cümlenin oluşturduğu iki farklı kategorinin normal permitasyonların sayısı: 720’şerden toplam 1440 dır. Buna göre İhlâs suresinde, tam 1440 İhlâs suresi vardır. Şüphesiz bu husus tek başına bir mucizedir.

b- Aşağıda görüldüğü üzere A, B, C = müspet; D, E, F menfi cümle şekilleriyle “saymanın temel İlkesi”ne göre bu sureden 36 tane sure elde edilebilir” 6

Mahzen-i mu’cizât ve mu’cize-i Kübra olan Kur’ân-ı Azîmüşşânın hakiki bir tefsiri olan Risâle-i Nur’un müellifi,  Bediüzzaman Hazretleri Kur’an’ı Hâkim’in sevabı katlanarak artmasını, manidar bir misal ile şöyle açıklamaktadır:

“Kur’ân-ı Hâkim’in  her bir harfinin bir sevabı var. Bir hasenedir. Fazl-ı İlâhîden o harflerin sevabı  sümbülledir, bazen on tane verir, bazen yetmiş,  bazen yedi yüz âyetel-Kürsî harfleri gibi, bazen bin beş yüz sure-i İhlâs’ın harfleri gibi,  bazen on bin Leyle-i Berat’ta okunan ayetler gibi ve bazen otuz bin, meselâ haşhaş tohumunun kesreti misillü, Leyle-i Kadir’de okunan ayetler gibi. Ve o gece, bin aya mukabil işaretiyle bir harfinin o gecede otuz bin sevabı olur, anlaşılır. İşte Kur’ân-ı Hâkim, tezâuf-u sevabıyla (sevabın katlanması, artması) beraber elbette muvazeneye gelmez ve gelemiyor. Belki asıl sevap ile bazı surelerle muvazeneye gelebilir.

Meselâ: İçinde mısır ekilmiş bir tarla farz edelim ki, bin tane ekilmiş. Bazı habbeleri yedi sümbül vermiş farz etsek, her bir sümbülde yüzer tane olmuş ise, o vakit tek bir habbe bütün tarlanın iki sülüsüne (üçte ikisine) mukabil oluyor. Mesela birisi de on sümbül vermiş, her birinde iki yüz tane vermiş, o vakit bir tek habbe asıl tarladaki habbelerin iki misli kadardır. Ve hakeza kıyas et…” 7

Rüstem Garzanlı /DİYARBAKIR

KAYNAKLAR:

1-Diyanet vakf. Kur’an meali

2-Tirmizi, Tefsir, İhlâs,3361–3362

3-Buharî, Fedâilu’l-Kur’ân 13, Tevhid 1; Müslim,  Ebu Davut , İbnu mâce

4Ebuşşeyh

5-Şualar,13.ncu şua

6- Sözler, (Lemaat) Risale haber- Yrd. Doç. Dr. Niyazi BEKİ

7- Sözler, 25.nci söz

 

 

Suriye’ye “Büyük Ortadoğu Projesi”

Bu gün komşu Suriye devleti hızla bölünüp parçalanmaya gidiyor. Bunun üzerinde Türkiye’nin Suriye’ye karşı tutumu nasıl olmalı? diye bir soru aklıma geldi. Türkiye elbette uluslar arası hukuka göre etkin bir biçimde hukukunu korumalı; Akçakale’de katledilen vatandaşların hakkını savunmalı, yani meşru müdafaa hakkını kullanmakla haklılığını ortaya koymalıdır. Bilindiği üzere; Türkiye ile Suriye halkı arasında tarih boyunca komşuluk ve akrabalık bağı devam etmiştir. Bu bağ dünya var oldukça da devam edecektir. O zaman; Türkiye, Suriye’de gelişen bu günkü olaylara karşı yukarıdaki kopmaz bağlarımız için temkinli ve itidalli davranması gerekir. Çünkü: Türkiye’nin, anlık bir kıvılcımına karşı Suriye devletinin de karşılık vermesi, durum ne kadar vahim olacağı bilinmez.

3/Ekim 2012 günü Suriye tarafından Akçakale ilçemize düşen top mermisinden hemen sonra, Suriye Enformasyon Bakanı Ümran El Zubi’nin, Şam adına resmen Akçakale‘ye düşen top mermisiyle vefat edenlerin ailelerine ve kardeş Türk halkına başsağlığı dilemiş, Akçakale’de şehit olmasına yol açan top mermisinin kaynağını araştırdığını bildirilmiştir. Türkiye sınırına “10 kilometreden fazla yaklaşmama emri”ni vermesi bir özür mahiyeti taşımaktadır. Türkiye Hükümetinin temkin ve tedarik maksatlı iyi niyetle çıkardığı teskerenin “savaş tezkeresi Olmadığı”nı bilinse de, Türkiye: Kara, deniz ve hava unsurlarının kullanılması muhtemel sınır ihlaline karşı bir teyakkuz olsa da, halk arasında gene de tedirginlik yaşamaktadır.

Suriye’nin durumuna gelince: En son Uluslararası Hak İhlâlleri İzleme Merkezi’nin “Suriye raporu”nda, “Kuzey Irak örneğinde olduğu gibi, Suriye’de de Esad sonrası süreç için, küresel ve bölgesel aktörler tarafından yönlendirilecek ve Türkiye için tehdit tahlilinde” bulunulduğu belirtilmiştir. Acaba; Suriye “özgürleşiyor mu, yoksa parçalanıyor mu? “ “Görünen köy kılavuz istemez” atasözü soruya, güzel bir cevap olsa gerek…

Bütün olup bitenlerin bu coğrafyanın yeniden şekillendirildiğini gösterdiğine işaret edilen raporda da açıkça “Suriye bugün İsrail’in bölgedeki politikaları açısından tehlike arz etmiyor. Zaten parçalara bölünmeye doğru gidiyor. Irak’ın işgal edilmesi ile parçalara bölündüğü gibi. İsrail için tehdit teşkil eden Suriye’nin de “İsrail’in güvenliği” hesabına bugünkü iç savaşa itildiği anlaşılmaktadır.

Yabancıların fesat çıkarmasıyla Suriye’de şiddetlenen iç savaşın, bundan önce de İslâm ülkelerini etnik ve mezhebi ayrımlarla küçültüp devletçikler haline getirerek “büyük Ortadoğu Projesi”nin bir parçası olarak ortaya koyuyor.

Evet, yabancılar, günün birinde çekip gidecekler. Ama Türkiye, Suriye’yle, Irak’la, İran’la komşu kalmaya devam edecek. Bu nedenle Türkiye ortak inanç, tarih, kültür ve mirası paylaştığı Suriye, Irak ve İran komşularıyla yüz yüze kalacaklar, dolayısıyla iyi ilişkilerimizi geçmişte olduğu gibi bu günde sürdürmeliyiz. Aksi takdirde, Uluslararası Hak İhlâlleri İzleme Merkezi’nin “Suriye raporu”nda da belirtildiği gibi, Başta Suriye’nin parçalanmasının en büyük zararı Türkiye’ye olur…

Türkiye, Suriye’nin istikrarı ve sulhun temini için elbette birçok fedakârlıkları göstermiş, Şam hükümeti ile defalarca temas etmiştir. Her şeye rağmen, uzlaşma temin edilemediği bilinmektedir. Türkiye gene de barış umudunu yitirmeden, bu Müslüman kardeş ve komşu ülke için arabuluculuk görevini sürdürerek barış, huzur ve istikrarın sağlanmasına öncülük etmesi, insani ve İslami bir görevdir. Altı yüz sene devlet-i Aliye’yi adaletle, sulhla idare eden ve hâkimiyetini sürdüren bir imparatorun mirasçılarına elbette “yurtta sulh, cihanda sulh” düşmektedir. Bu haslete mazhar olan bir millet olarak, Suriye komşumuzun bugünkü muzdarip hali, elbette başta bizi alakadar etmektedir. Bu nedenle Suriye’nin sulh ve istikrarı için arabuluculuk ve barışa katkı da aslı görevimiz olmalıdır.

Rüstem Garzanlı / Diyarbakır

9.10.2012

Ah! Nerede O Eski Zamanlar?

Küçüklüğümden beri yaşlı büyüklerimizin sohbetlerini sever, zevkle dinlerdim. Hayretime mucip, memleketin her yerinde bulunan ihtiyarlarımız, lisanları, renkleri, örf ve adetleri ayrı da olsa, ortaklaşa bir birliktelikleri var, aynı duygu ve aynı düşünceyi bir sözle ifade ederler. Onlar… Heyecanla! ‘ah nerede o eski zamanlar?’diye büyük bir özlemle söylerler. Acaba, ihtiyarlarımız arzu ettikleri ilgi ve alakayı görmediklerinden mi? Veya ihtiyarlığın verdiği bedeni marazların sıkıntılarından mı? Her nedense yaptıkları serzenişle, gençlik zamanları ile alakadar olmaya başlarlar. Hane! Gençliğimde böyleydim, şöyleydim, bunu yaptım, şunu yaptım, gençlikte yaptıklarını bugün yapamayınca, ihtiyarlığın bıraktığı eziyet ve ızdırapları bir nevi gençliğe şikâyette bulunuyorlar. Onun için ‘’Ah nerede o eski zamanlar.’’ Bir şair de: ” Keşki gençliğim bir gün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma ne kadar hazin haller getirdiğini ona şekva edip söyleyecektim. Demiş.”1

Oysa ihtiyarlarımız her zaman asayişin, barışın ve huzurun teminatı, geleceğe ışık tutan, saygı değer birer canlı tarihtirler. Mürur-u zamanla imkânlar, şartlar değişebilir. Değişmeyen tek bir şey var, o da bir milletin mukaddesatı,  asaleti, büyüklerine saygı, örf ve âdetidir. Tarih şahittir: Ne zaman ki: Bir millet dininden taviz vermişse, örf ve adetlerinden ve aile büyüklerinden uzaklaşmışsa o zaman gerilemiş ve zarar görmüştür. Yıllar boyunca sosyal ve içtimai hayatımızda, daima arkamızda birer çınar ağacı gibi ayakta duran, haslet dolu yaşlı büyüklerimiz; gençlerinden, aile, akraba ve aşiretinden, hatta köy ve mahallesinden mesul, asayiş ve huzurun temini ve teminatı olmuşlardır. Olayların tedbir ve önlemini önceden alan bu kanaat önderlerimiz, büyüklük ve reisliklerini böylece göstermişlerdir. İşte büyüklükte, reislikte bu olsa gerek,

Her bir olayın neticesinde arzu edilemeyen hadiseler olabilir, vaki olan bir hadisenin önüne geçme yolları da diyalog, uzlaşma, maslahat ve müzakeredir. Maslahat yapılmadığı müddetçe risk daha da artar. Maslahat, uzlaşı ve hoşgörü büyüklüğün ve erdemliğin şe’nidir. Onun için büyüklerimiz bu hoşgörüyü daima önemsemiş ve alakadar olmuşlardır. Bugün yaşadığımız bunca olumsuzluklardan acaba büyüklerimiz haberdar olmamışlar mı? Nereye gidecek? Artık yeter… Millet olarak tahammül edilmez hale gelinmiş, Adamın biri, doktora gider, Doktor bey, ‘’Hanımın kulakları sağır olmuş’’der. Doktor da: ‘’ Onun sağırlık oranı tespit etmek lazım, fasıla, fasıla hanımla konuş, hangi mesafede ses ona giderse onu tespit et.’’der. Adamcağız: önce 5 metrede seslenir ‘’hanım akşam yemeği nedir’’ ses gitmez, 3 metre, 2 metre, derken bir metre kala hanım bağırır.’’bey efendi: Tam beş seferdir, sana demedim mi? Yemek, Kuru fasulyedir.’’ Meğerse, bey sağırmış. Evet, ağlayan annelerin sesleri Arş-i aladakiler bile duymuşlar. Acaba; Ferş-i aladakiler!  Siz de duydunuz mu?.

Bin yıldan beri ayni coğrafya üzerinde yaşayan Kürtler, Türkler, Lazlar ve Boşnakların ecdatları, yurt sathında meydana gelen düşman tearuzlarına hep birlikte göğüs germişler, hep beraber mücadele etmişler, canı pahasına bu güzelim memleketi bizlere miras olarak emanet etmişler, bugün yerleşim olarak Türkiye’nin güneydoğu ve doğu anadolu bölgelerinde yaşayan Kürt milletinin yarısından fazlası batı ve içanadolu bölgelerinde yaşamaktadırlar. Keza Türkler de, aynı şekilde Şarkın değişik yörelerinde yaşamaktadırlar. Yani Türkiye’nin her yerinde Kürt ve  Türk bulunmakta ve içtimai hayatta birlikte yaşamaktadırlar. Evlilikleri, dostlukları var, en önemlisi aynı din mensupları, aynı inanç, aynı Kıble, aynı Peygamber ve aynı Allah’a inanan insanlar,bu kadar birlerle birbirleriyle kaynaşmış bir topluluğun birinin diğerinden ayrı yaşaması imkansız….  

Biliniyor ki: Kürt milleti daima devletine sadık, Türk halkını daima başında bir büyük olarak görmüştür. Yıllardan beri devlet bu halkı ötekileştirilmiş üvey evlat muamelesine tabi tutulmuştur. Bir milletin ırkı, milliyeti neyse, o odur. Sen o değilsin denilmez. Kürt halkına zamanında eğitim imkânı verilmedi, dilini, giyimini, örf ve âdetini yasakladı. Zorla sen Türk’sün dediler. Kürt halkı, Türkiye Cumhuriyetine mensup bir vatandaştır. Kürt milleti asla ve asla Türk kardeşinden ve Türkiye’den ayrı yaşamak istemez.. Bu kuşku ve bu düşünce beyhudedir.

“Mademki biz Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak… vs. hepimiz kardeşiz. Öyle ise diğer kardeşlerimizin de en az bizim kadar hak ve hürriyet sahibi olmasına razı olmalıyız. Onun farklılıklarına saygı duymalı ve onları fıtri halleri ile kabullenmeliyiz. Kendimiz gibi giyinmeye, kendimiz gibi konuşmaya, kendimiz gibi davranmaya zorlamamalıyız. Zorla kendi kalıbımıza sokmaya, kendimize benzetmeye çalışmamalıyız. Onun da bizim gibi insan olduğunu unutmamalıyız. Farklılıklarımıza hoşgörü ve tahammül göstermekle birlikte ortak değerlerimizi, ortak vasıflarımızı ön plana çıkarıp, bu ortak paydalar etrafında birleşmeliyiz. Kardeş olduğumuz ve pek çok ortak değerlere sahip olduğumuz hakikati üzerinde birleşmeliyiz.”

Artık televizyon haberlerini dinlemek istemiyoruz!..

Neden?

Acaba, bugün Türkiye’nin neresinden kaç şehit, kaç trafik kazası, kaç terör etkisiz hale getirilmiş, kaç kişi hayatını kaybetmiş? Bu acı haberler milettin psikolojisini bozmuş, ölen askerin de, PKK’lının de üzerinde bir yürek ağlar, o da anne yüreği! Bu ağlayan annelerin feryatları arş-ı azama kadar yükseldi. O ağlayan gözlerle tüm gözler, tüm kalpler, tüm yürekler ağlıyor. Otuz iki senede 30-40 bin insan gitti, daha 30 veya 130 senelere; daha 30 veya 140 bin can kaybına artık tahammül kalmadı,

Başbakanımız, Sayın Tayip ERDOĞAN’IN barışa ve huzura attığı en güzel adımlarından biri de  ‘’Kürt açılımı’’ydı, bu barışçıl adımı engelleyen iç ve dış düşmanlarımız ile menfi milliyetçilik yapan boş boğaz muhalefetçilerin engeline takılı kaldı. Gene bu günlerde,  “Anneler ağlamasın’’ memleketin içinde bulunduğu rahatsızlığı ve sıkıntıyı bertaraf etmek için  gerekirse İmralı’yla da; PKK’yla de görüşülebilir” demesi, büyük bir cesaret ve erdemlik gösterdiği halde, barışı da, uzlaşıyı da istenmeyen hainler gene de seslerini yükseltmeye başladılar. Bu millet bin seneden beri beraber yaşamış, yaşamaya da devam etmek mecburiyetindedir. Bugün ki içinde bulunduğumuz acıyı müzakere, maslahat, diyalog, uzlaşma, İmralı’yla, PKK’yla her kiminle olursa olsun sonlandırılması milletin arzu ve temennisidir. Silahlar sussun.. Anneler ağlamasın…  Bu beladan kurtulmak istiyoruz..  ARTIK YETER!…

Sayın, Başbakanım ‘’Bu ateşe bir su serp,’’ halkın duası seninledir.

Asrımızın müceddidi,Bediüzzaman: Belaların def’i için şöyle diyor:

Zalimlerin tasallutu ve belaların gelmesi bazı hususi dualara vakittir. Bu vakitler kaldıkça o namazlar ve o dualar yapılır.

ABD’nin ve bazı Avrupa münafıklarının zulmüne duçar olan tüm İslam alemine, özellikle Suriye halkına  ve  memleketimize musallat olan  bugün ki belaların bertarafı için üstat Bediüzzaman’ın beyan ettiği üzere: hususi namaz ve duaların vaktı   gelmiştir. Hayırlı dualar dileğiyle…

Rüstem Garzanlı / DİYARBAKIR

Kamu Görevlisi

Kaynaklar

1-Yirmi altıncı Lem’a, 8.ci rica

Darb-ı Mesel Bir Hikâye!

Bu gün ne yazayım, düşündüm: siyasetten mi? Ekonomiden mi? Dünyadaki birçok olumsuz hadiselerden mi? Memleketimizin hal ve ahvalinden mi? Yoksa tarihi olaylardan mı? Neyi yazacaksam zaten akademisyenler, bilginler, yazarlar ve birçok vefakâr insanlarımız her şeyi enine boyuna tarih boyunca yazmışlar, konuşmuşlar, her mesele üzerinde tartışılmış, herkes iyiyi de kötüyü de, faydayı da zararı da çok iyi bilir. Bilinen bir şeyin tekrarını yapmayayım, kendime dedim. Uyduruk, fakat manidar Arapça- Türkçe karışımından derlenen bir söz var, mealen şöyledir: ‘’Güzel şeyin tekrarı güzeldir, velev ki yüz seksen defa da olsa.’’

Veciz bir söz,  ama… İnanıyorum ki, bin seksen defa da güzel söz tekrarlansa herkes bildiği yanlışın üzerinde ısrarlı, kimin canı yanarsa yansın, ölen de bizim, kalan da bizim.’’bana dokunmayan yılan bin sene yaşasın’’misali. Günlük olayları ve rahatsızlıkları bir iki cümleyle de olsa bir dem vurguyla yetinmek istedim.

Kurbağaya sormuşlar, senin bir derdin, isteğin söyleyecek bir sözün yok mu? Kurbağa: ‘’Olmaz, olur mu?..’’   ‘’Vallahi, ağzımı açarsam boğulurum.’’ Demiş, Bu kıssa bu kadar…

Evimizin Kitaplığında bihayli zaman saklı bulunan, Ziraat mektebinde iken aldığım ders notlarıma nazarımı çevirdim. Bir harikalar dünyası karşıma çıktı, Hayvanat ve nebatat âleminde, Cenab-ı Allah’ın (cc)   öyle mucizeleri var ki, tamamını ne akıl ne de şuur taalluk edemeyeceğini düşünmeye başladım.

Şöyle ki: Bir ağacın çekirdeği, çiçeği, meyvenin oluşumu, keza hayvanların çoğalması hele doğum sonrası kolostrum denilen vitamin dolu bir sütün, yavrunun gelişmesi ve hastalıklara karşı mukavemet göstermesi için Sanii Rezzak tarafından yavruya ikramı, bir litre sütün oluşumu için ortalama 400 litre kanın meme bezlerinde geçmesi, bacasız dumansız bir fabrika misali kan ve fışkı arasında berrak ve temiz bir sütün meme bezlerinden çıkması, beni 1970’li yıllara götürdü.

O zaman ki,  nakıs kafalı, bizar ve duçar muallimlerimiz,‘’sanatın sanii tabiattır,’’ diyorlardı, tabiat bataklığında kuruyan ve Felsefe-i tabiiye silsilesinde bulunan, komünist, Leninist, Marksist, Maoist, Navdemist ve Kaselistlere solcu; Felsefe-i diyanet silsilesindeki Müslüman dindarlara da sağcı diyorlardı, mektebin asıl ruhu olan silsile-i felsefe ve silsile-i diyanetin birleştirilmesi iken,o zamanlar  menfi fikirlerin hâkimiyeti asıl maksat ve gaye yapılıyordu. Günümüze kadar sirayet eden menfi cereyanların sıkıntısını bu millet bugünde çekmektedir.

Bediüzzaman, insanlık âlemi içinde iki büyük zincir olarak tabir ettiği ayrılıkları şöyle izah etmektedir:

‘’İşte, bak: Âlem-i insaniyette, zaman-ı âdemden şimdiye kadar iki cereyân-ı azîm, iki silsile-i efkâr, her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış: İki şecere-i azîme hükmünde, biri silsile-i nübüvvet ve diyânet, diğeri silsile-i felsefe ve hikmet; gelmiş, gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizâc ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe silsile-i diyânete dehâlet edip itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet parlak bir sûrette, bir saadet, bir hayat-ı içtimâiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişler ise, bütün hayır ve nur, silsile-i nübüvvet ve diyânet etrafına toplanmış ve şerler ve dalâletler felsefe silsilesinin etrafına cem’ olmuştur…..

İşte, diyânet silsilesine itaat etmeyen silsile-i felsefe ki, bir şecere-i zakkum sûretini alıp, şirk ve dalâlet zulümâtını etrafına dağıtır. Hattâ, kuvve-i akliye dalında, dehriyyun, maddiyyun, tabiiyyun meyvelerini beşer aklının eline vermiş. Ve kuvve-i gadabiye dalında Nemrudları, Firavunları, Şeddadları beşerin başına atmış….’’ Diyor.(sözler. 30. Söz)

Bediüzzaman, vefatına yakın bir zamanda , “Kardeşlerim! Risale-i Nur bu vatana hâkimdir. Mason ve komünistlerin belini kırmıştır. Biraz sıkıntı çekeceksiniz. Fakat sonunda çok iyi olacak” buyurmuşlardır.

Darb-ı mesel bir hikâye:

Rusya’da, bir öğrenci sınıfa girer: Hocam! Bu gece bizim kedi dokuz komünist doğurmuş,

İki gün sonra, öğrenci; Hocam! Kedi yavrularının dokuzu da Müslüman olmuş,

Hoca sorar: İki gün önce komünist doğan kedi yavruları, nasıl iki gün sonra Müslüman olur? Demiş,

Öğrenci: Hocam, Kedi yavruları dünyaya geldiklerinde gözleri kapalıydı, şimdi dokuzunda gözleri açık, ondan biliyorum ki, Müslüman olmuşlar.

Evet, Risale-i nur, Müslümanların gözlerini iman nuru ile açmış, gözleri kapalı olan komünist ve masonların belini kırmıştır. Çünkü: ’’Risale-i Nur Kur’an’ın malıdır. Kur’an ise arşı ferşle bağlayan bir zincir-i nuranidir.’’

Rüstem Garzanlı

Kamu Yöneticisi/Diyarbakır