Etiket arşivi: sabah namazı

Bilinçaltı Sabah Namazına Kaldırır mı?

Bilinçaltı bilinmeyen bir denklem gibi beynimizin karanlık bir köşesini oluşturmaz. Tam aksine insanın sahip olduğu enerji kaynağı deposudur. Bilinçaltı, enerjisini kendine söylenen ve beklenen şekilde üretir. Kişi olumlu duygular içinde kendisini enerjik hissederken olumsuz duygularda da bitmişlik ve tükenmişlik hisseder.

Kişi “Kendime güveniyorum.” derse bilinçaltı başarı için gerekli enerjiyi üretir. Yoksa kişi “Yapamam, beceremem!” derse bilinçaltı başarı için gerekli enerjiyi üretmeyecek ve kişiyi başarısızlığa yol açan tükenmişlik haline sokacaktır.

Bilinçaltının asıl görevi kişinin yaşamını mutluğu olarak devam ettirmesi sağlamaktır. Kişi, hayatını ne kadar pozitif yaşarsa bilinçaltına gidecek mesajlarda pozitif olacak ve hayatı yaşamaya değer bulacaktır. Yine kişi, hayatını ne kadar negatif yaşarsa bilinçaltına da o kadar olumsuz ve negatif mesajlar gidecektir. Negatif mesajdan dolayı kişi, hayatı zindan gibi algılayacak ve bütün olumsuzluklar kendilerini bulduğunu ifade edeceklerdir.

“Kendimi çok kötü hissediyorum.” diye bir düşünceyi aklımıza getirdiğimiz zaman bilinçaltı bunu doğru olarak kabul edecek ve beyin aracılığıyla vücudun organlarına bu şekilde mesaj gönderecektir. Bu mesajdan sonra başımız ağrıyamaya boynumuz öne eğilmeye, omuzlarımız düşmeye, yerine göre midemiz bulanmaya başlayacaktır. Bunu yerine bilinçaltına “Kendimi harika hissediyorum.” dediğimizde bu sefer tam tersi olacaktır.

Nick güçlü, sağlıklı bir işçi, manevra sahasında çalışıyor. Arkadaşlarıyla ilişkisi iyi ve işini iyi yapan güvenilir bir insan. Ne var ki, kötümser biri, her şeyin kötüsünü bekliyor ve başına kötü şeyler geleceğinden korkuyor. Bir yaz günü, tren isçileri, ustabaşının doğum günü nedeniyle bir saat önceden serbest bırakılıyorlar. Tamir için gelmiş olan ve manevra alanında bulunan bir soğutucu vagonun içine giren Nick, yanlışlıkla içerden kapıyı kapatıyor, kendini soğutucu vagona kilitliyor.

Diğer işçiler Nick’in kendilerinden önce çıktığını düşünerek çalışma alanından ayrılıyorlar. Nick kapıyı tekmeliyor, bağırıyor ama kimse duymuyor, duyanlar da bu tür seslerin sürekli geldiği bir ortamda olduğu için pek kulak vermiyorlar.

Nick burada donarak öleceğinden korkmaya başlıyor. Eğer buradan çıkmazsam, burada kaskatı donacağım diye düşünmeye başlıyor.

İçerde yarısı yırtılmış bir karton kutunun içine giriyor. Titremeye başlıyor. Eline geçirdiği bir kâğıda karısına ve ailesine son düşündüklerini yazıyor:

“Çok soğuk, bedenim hissizleşmeye başladı. Bir uyuyabilsem! Bunlar benim son sözlerim olabilir.”

Ertesi gün soğutucu vagonun kapısını açan işiler, Nick’in donmuş bedenini buluyorlar. Üzerinde yapılan otopsi, onun donarak öldüğünü gösteriyor.

Fakat bu olayı olağanüstü yapan, soğutucu vagonun soğutma motorunun bozuk ve çalışmıyor olması. Vagonun içindeki ısı 18 derece ve vagonda bol hava var. Nick’in donarak ölmesini gerektirecek bir durum söz konusu değil. Nick’in korkusu, kendini gerçekleştiren kehanet oluyor.

Bilinç geçmiş ve gelecekle ilgilenirken bilinçaltı daha çok “Şuanda” ile ilgilenir ve anı yaşamaya çalışır. Bilinçaltı ise bir taraftan gelecekle ilgili hayal kurarken, diğer taraftan da geçmişte yaşananları yeri ve zamanı geldiği zamanda bilince gönderir. Ancak bu konuda ısrar etmez. Fakat bilince çıkarıncaya kadar da mesaj vermeye devam eder.

Mesela kişi gece uyumadan önce, bilinçaltına sabah namazına kalkacağım diye mesaj gönderirse; bilinçaltı o kişiyi, sabah namazı vaktinde uyandıracaktır.  Yani bilinçaltı,  yeri ve zamanı geldiği zaman uyarılarını bilince verir. Ancak bu konuda ısrar etmez. Sabah namazına kalkıp kalmaması kişiye kalır. Yine bilinçaltında namaz olan kişi, namaz vakitleri girdiği zaman bilinçaltı bilince mesajlarını iletecektir. Az sonra kılarım dediği zaman az sonra tekrar hatırlatacaktır. Ancak namaz kılmayacağım diye bilinçten bilinçaltına bir mesaj geldiği zaman bilinçaltı başka uyarı yapmayacaktır. Kişinin hayatında namazın olup olmaması, bilinçaltında namaz olup olmamasına bağlıdır.

 Bilinç, bilinçaltında gelen olumlu mesajları dikkate almadığı zamanda kişi kendisinin de adını koyamadığı bazı iç sıkıntılar yaşar. Ebû Osman Hîrî Hazretlerine; “İnsanların içine bazen nereden geldiği bilinmeyen keder nasıl çöker?” diye sorulunca: “Ruh, insanın işlediği günahları ve kötülükleri unutmaz. Nefs ise bunları unutur. Ruh, nefsin mahvolduğunun farkına varır ve bu sebeple insanın içine bir keder çöker. İnsan bunun sebebini anlayamaz.” der.

Mehmet Emin Karabacak

Seher vaktinde uykuma engel olan sevgili

Sabah namazına kalkmıştım. Uykuya olan ihtiyacımdan gözlerim neredeyse açılmak istemiyordu. Düşündüm:

Bu tatlı uykuma rağmen beni şu an sabah namazına kaldıran nedir? Cevap verdim:

-Muhabbet. Yani benim Allah’a olan sevgim. Şu saatte kalkacaksın, bana geleceksin, dedi, ben de Sevgili’nin davetine icabet ettim. Bu sefer nefisten bir soru geldi:

-İyi de bu nasıl sevgi ve dostluktur ki, sevgiliniz size acımıyor, uykunuzu bölüyor ve istirahatinizi bozuyor?

Allah sizi affediverse, kalkmanızı istemese idi olmaz mıydı? Cevap verdim:

-O’nun beni o saatte istemesi de O’nun beni sevmesinden, dostluğuna kabul etmiş olmasındandır. Beni o saatte huzuruna ve sohbetine kabul ettiği için de Ona şükran borçluyum. İsterseniz bunu bir misalle anlatayım:

Cenab-ı Hakk Azrail’i, dostu İbrahim (a.s) a göndermiş:

-Git dostum İbrahim’e selam söyle, de ki dostun Allah canını istiyor. İbrahim (a.s) gelen Azrail’e (a.s) :

-Sen de benden ezelî ve ebedî dostum olan Rabbime selam söyle. De ki: O nasıl dost ki, dostunun canını alıyor. Bu sefer Allah Azrail’e:

-Git o dostum İbrahim’e de ki: O nasıl dost ki, dostundan canını esirgiyor, vermiyor. İbrahim (a.s) düşünüyor, doğru diyor, dost dosttan canını bile esirgemez. Nitekim İbrahim (a.s) öyle yapıyor. Allah rızasına canını da, malını da, evladını da gözünü kırpmadan veriyor. Çünkü canın da, malın da, evladın da hakiki sahibi Allah’dı.

Bu misalle şunu demek istedim:

Dostumuz Allah sabah namazına kalkmamızı istiyor. Nefis diyor:

-O nasıl dost ki, benim uykumu bölüyor, affediverse olmaz mı? Allah’dan cevap geliyor:

-O nasıl dost ki dostunun uğruna birkaç dakikalık uykusunu feda edemiyor?

Bunu duyan Allah dostu büyük bir sevda ile yorganı fırlatıyor. Değil yarım saatlik uykum, her şeyim ona feda olsun, çünkü her şeyimi bana veren Odur. Onun yoluna ve Onun uğruna harcadığım dakikalar bana ebedi hayat, ebedi istirahat, ebedî saadet ve ebedî gençlik ve ebedî cennet olarak geri dönecektir. Onun için dedim ki: Sabah namazına kalkmak, ve beş vakit namazı kılmak aşkın, muhabbetin sonucudur; sevdalı ve akıllı adamların işidir.

SABAH NAMAZI İÇİN VERDİĞİM MÜCADELE

Çocukları sabah namazına kaldırmak kolay değil. Türlü türlü yollar deniyorum, türlü türlü düşüncelerle onların başucuna dikiliyorum.

Taktiğime bu gün bir yenisini ekledim ve sabah namazına kaldırmak için oğlumun odasına gittim. Ve: Cennete gitmek üzere kapımıza gelen trenin kalkmasına on dakika var. Çabuk ol benim oğlum. Sabah namazına kalk. Aks-i halde, cennete giden treni kaçırmış olacağız.

Oğlumun biraz ağırdan aldığını görünce, geçen kandil akşamı camiye benimle beraber gelen oğlumun bir sözünü kendisine hatırlattım:

-Baba, Nuh Peygamberin oğlunu gemiye davetini ve o davete icabet etmeyen oğlunun nasıl helak olup gittiğini ne kadar güzel anlattın! demiştin, dedim.

İşte o Nuh’un gemisi, sabah namazı, babansa Nuh Peygamberin çağrısıyla seni gemiye, sabah namazına çağırıyor. Kalk da Nuh Peygamberin oğlu gibi boğulup helak olanlardan olma, sellerde boğulma ve ateşlerde yanma!

Bu samimi ve candan çağrılarım işe yaradı, oğlumu Allah’ın izni ve yardımıyla sabah namazına kaldırmaya muvaffak oldum. Beni buna muvaffak kılan Allah Teala’ya sayısız hamd ve senalar olsun.

Bir Perşembe sabahıydı. Sabah ezanları okunuyordu. Ezanın çağrısına bir de kendi çağrımı ekledim: “Sabah namazına kalkın, şu an Allah sizi rahmetiyle uyandırıyor, rahmetine ve cennetine davet ediyor, kalkın.” dedim.

Çağrılarımı tekrar tekrar yaptım, kimseyi kaldıramayacağımı anlayınca yüksek sesle şöyle bir dua ettim: “Allahım! Sen bizi azabınla değil, rahmetinle uyandır! Musibetle değil, nasihatla yola getir!

Azap kelimesi herhalde vicdanlarını titretmiş ve Rabbim de duamı kabul buyurmuş olacak ki o zamana kadar kalkmamış olanlar insafa geldiler, namaza kalktılar. Ben imam oradakiler de cemaat olduk, hep birlikte namazımızı eda ettik. Kur’an’dan zamm-ı sure olarak dualı yerleri seçtim. Birinci rekâtta: “Allahım! Yerleri, gökleri ve içindekileri Sen boşuna yaratmadın. Bizi cehennemin azabından koru!” ayetini ve takip eden ayetleri; ikinci rekâtta da: “Beni ve çocuklarımı devamlı ve dosdoğru namaz kılanlardan eyle! Ey bizim Rabbimiz! Dualarımızı kabul buyur! “Ey bizim Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamı ve bütün mü’minleri bağışla!” diyen ayetleri okudum. Bu ayetlerle ve en büyük dua olan namazımla da hiç kimsenin, namazın saadet ve rahmetinden mahrum kalmaması için Allah Tealaya yalvardım. Rabbim dualarımı kabul buyurdu. Beni sabah namazında yalnız bırakmadı. Lütufları sayısınca Ona hamdolsun. Maksadım, kendimi, çocuklarımı ve alanıma düşen herkesi dünya ve ahiret ateşinden korumak ve kurtarmaktır. Çünkü Allah Resûlü Efendimiz buyurmuşlar ki: “Sabah namazını kılan kimse Allah´ın himayesindedir Dikkat et, ey Ademoğlu! Allah, bizzat himayesinde olan bir konuda seni sorguya çekmesin

İnsanlar ezan okumanın ve namazda birinci safta bulunmanın ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, sonra bunları yapabilmek için kur´a çekmek zorunda kalsalardı kur´a çekerlerdi. Şayet camide cemaate erken yetişmenin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, birbirleriyle yarışa girerlerdi. Eğer yatsı namazı ile sabah namazındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek ve sürünerek de olsa bu iki namaza gelirlerdi

Sabah namazının farzından önce kılınan iki rekatlık sünnet: Bu namaz en kuvvetli bir sünnettir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizi atlar kovalasa da sabah namazının iki rekat sünnetini terketmeyin” “Sabah namazının iki rekatı sünneti dünyadan ve dünyada bulunan herşeyden daha hayırlıdır” Hz. Âişe şöyle demiştir: “Hz. Peygamber, sabah namazının iki rekatı gibi başka hiç bir nâfile namaza devam etmemiştir

Sabah namazının sünnetinin mükâfatı böyle olursa, farzının mükâfatını ifade etmeye güç yeter mi?

Sabah namazına kalkma ve kaldırma mücadelesini hep yapıyorum ve yapacağım. Ne zamana kadar? Ben ve muhataplarım takatten düşünceye kadar.

Vehbi Karakaş / Demokrat Gebze

Sabah namazının esintileri ve halkla ilişkiler

Sabah namazını kılarken beynimde şimşekler çaktı. Bir an aklım ve kâinatım aydınlandı. Sevincime, hazzıma ve huzuruma diyecek yoktu. Dilim, “Elhamdülillahi Rabbilalemîn” (1) derken, aklım da nefsime: “Sen sadece seni terbiye eden Zât’ın huzurunda değilsin; sen, âlemleri terbiye eden Zât’ın huzurundasın. Yani senin Rabbin, aynı zamanda görünen ve görünmeyen bütün varlıkların Rabbidir. Öyleyse Allah’ın düşmanları ve inkârcıları hariç, bütün varlıklar senin kardeşin, zikir ve ibadet arkadaşındır. Kardeş kardeşe zarar vermez. Arkadaş arkadışını yardımsız, desteksiz ve duasız bırakmaz. Sen âlemlerin Rabbinin kulu olma şeref ve nimetine layık görülmüşsün. İnsan olan bu nimeti teşekkürsüz bırakmaz. Namaz kılar, namazda da ibadetini, duasını ve dilekçesini Allah’a sunar, hem kendisine, hem de kardeş ve arkadaşlarına Allah’dan yardım ister: “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım isteriz,” (2) der.

Madem Allah âlemlerin Rabbidir, öyleyse âlemler sayısınca takdire, hamde ve övgüye de ancak o layıktır. Çünkü âlemleri yaratan, yürüten, yöneten, yediren, içiren, büyüten, yaşatan O’dur. Bu işi kim yapıyorsa elbette hamd ve övgü de onun hakkı olacaktır.

Allah Teâla, hem âlemlerin sayısınca övülmeye layıktır; hem de her an övülmeye, layıktır. Çünkü O, her an övülmeye layık işler yapmaktadır. İnsana gelince, o da her an Allah Teâla’yı övmeye layıktır. Çünkü Allah’ın her an devam eden en önemli, en kıymetli nimetleri insana, insanın sofrasına akıp gelmektedir.

Tesbihatta 33 defa “Elhamdülillah” demekle ve tekrar eden namazlarımızla güya biz, “Allahım! Senin tekrar eden nimetlerine, tekrar tekrar hamd etmek istiyoruz,” diyoruz ama ne mümkün! Sayısız tekrar eden nimetin yanında 33 tekrarın sözü mü olur? Layıkıyla karşılık veremediğimiz açık. Çünkü biz, namaz kılıyoruz, tesbihlerimizi çekiyoruz, yoruluyoruz, duruyoruz, Allah’ın tebrik, takdir ve hamde layık nimetleri hiç durmuyor, hep devam ediyor. Buradan da anlıyoruz ki, Allah’ın hakkını ödemek mümkün değildir.

Bunun içindir ki Hamidlerin Reisi, Kâinatın Efendisi (s.a.v) bile kâinat çapındaki hamdini takdim ettikten sonra: “Ey Mahmud-u Mutlak! Senin hakkın olan hamdi Sana takdim edemedim!” diyerek hüznünü, aczini ilan etmiş, affını istemiştir.

Biz de bunları bildiğimizdendir ki ayıp ve kusurumuzun altında eziliyor, büyük bir mahcubiyet içinde her namaz farzının arkasından tekrar tekrar estağfirullah estağfirullah estağfirullah diyoruz. “Sana layık olan namazı kılamadım, Senin hakkın olan Hamdi, şükrü, tesbihi, tahmidi, tekbiri ve takdiri Sana takdim edemedim; beni bağışla ya Rabbi!” diyerek çaresizliğimizi ilan ediyor, affımızı istiyoruz. “Peygamberimizin günde yetmiş kere, yüz kere tevbe ve istiğfarda bulunmasının (3) sırrını da böylece anlamış oluyoruz.

Kendini dahi terbiye edecek kadar kemali, cemali, marifet ve hüneri olmayan biri kalkıyor, karşısındakilerden hak etmediği övgüyü bekliyor. Böylelerini, sınırsız hamde layık olan Allah kınıyor ve çok acıklı bir azaba çarpılacaklarını haber veriyor. (4)

Ayet-i celile’ye (5) göre Allah, sadece beni terbiye etmiyor; aynı zamanda benim muhtaç olduğum her şeyi terbiye ediyordu. Yani her şeyi benim istifade edebileceğim hale getiriyordu. Nasıl hayret etmeyecek ve hayran olmayacaksın ve nasıl aşkla, şevkle hamd etmeyip nankörlük edeceksin? Ve sen Allah’ın nankörler için söylediği: “Kahrolası insan ne kadar nankördür o!” (6) “Ey insan! İkramı ve nimeti bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (7) hitabına nasıl dayanacaksın?

Allah, nimetlerini sayarken gökten yağmuru indirdiğini, yerden türlü türlü ürünleri çıkardığını, dikkatlerimize sunduktan sonra bunlardan bir kısmı size, bir kısmı hayvanlarınıza (8) diyerek beni düşündüğü gibi, benim atımı, öküzümü, ineğimi koyunumu ve tavuğumu da düşünmüştür. Görüyorum ki bana hazırladığı şu sarayda ilgilenmediği, bakımını yapmadığı, ihtiyacını karşılamadığı hiçbir şey yoktur. Havanın, güneşin, denizlerin, toprağın bütün bir kâinatın bakımını yapıyor.

İçimden gelerek diyorum: Kul olunca işte böyle bir Padişah’a kul olacaksın. Hayran ve aşık olunca işte böyle bir Sevgiliye aşık ve hayran olacaksın. Kurban olunca işte böyle her şeyi sana kurban edene, kurban olacaksın.

Bu duygu ve düşüncelerle ikinci rekâta kalktım. Tam bir sevinçle, büyük bir iştiyakla Elhamdulillahi Rabbilalemin, dedim ve diyorum. Ebediyyen demeye de devam edeceğim. Her zaman Onun kulu olduğumu ilan edeceğim.

Aklımla kâinatı kuşattım, her şeyi aklımın ortasına koydum ve her şey adına “İyyake Nabudu ve iyyake Nestaîn.” yani Ey âlemlerin Rabbi ve benim Rabbim! Sadece Sana tapıyor ve yalnız Senden yardım istiyoruz.” dedim. Bütün kâinatla beraber namaz kıldığımı veya namazımla onların namazına iştirak ettiğimi fark ettim. Sadece kendime değil, Adem (a.s) dan kıyamete kadar gelecek olan bütün mümin kardeşlerime, aileme, dine hizmetteki arkadaşlarıma, kırdıklarıma, kırıldıklarıma, hatta bitkilere, hayvanlara, cansız varlıklara, ahlaklılara, hatta ahlaksızlara, hatta kâfirlere, kısaca bütün bir kâinata dua ettiğimi fark ettim, beni her şeye, her şeyi bana dua ettirene bir kere daha hayran oldum.

Fatiha’nin “İhdinassıratalmüstekîm=Bizi dosdoğru yola ilet” ayetiyle de Müminlerin nimet ve iyiliklerinin artmasına, kâfirlerin ve ahlaksızların hidayete kavuşmasına ve ahlaklı olmalarına dua ettiğimi anladım.

Bu namazımda bir şeyi daha anladım: Hak’la ilişkisi güzel olanın halkla ilişkisinin de güzel olacağını, namaz kılan müminin diğergam olduğunu, kendinden başka her şeyi ve herkesi düşündüğünü, düşünmesi gerektiğini, kılmayanın ve inanmayanın kimseyi düşünmediğini ve düşünemeyeceğini.

Düşündüm… Yokluktan kurtulup varlık alemine çıktığıma, taş olmaktan kurtulup canlı olduğuma, hayvan olmaktan kurtulup insan olduğuma, insan olmaktan kurtulup Müslüman olduğuma, namazsız ve ahlaksız Müslüman olmaktan kurtulup güzel ahlaklı ve namazlı bir Müslüman olduğuma, cahil bir Müslüman olmaktan kurtulup alim, arif ve ihlaslı bir Müslüman olduğuma, en mükemmel halkla ilişkiler kitabı olan Kur’an’a talebe, en mükemmel halkla ilişkiler uzmanı olan Peygamberimize ümmet ve bu yüksek hakikatlere muhatap bir fert olduğuma şükrettim.

Allah’ın nimetlendirdiği kimselerin yolunda ve kafilesi içinde olduğuma, azıp sapanların, Allah’ın azabına ve gazabına çarpılanların (9) yolunda olmadığıma şükr ettim.

Bunlardan mahrum insanlardan biri de ben olabilirdim. Af buyurunuz, tuvaletlerde, yolların kenarlarında, milletin gözü önünde ayakta işeyecek kadar edepten ve hayadan yoksun insanlardan biri de ben olabilirdim. Eli silahlı bir eşkıya, canlı bomba bir terörist; alkol alan, trafiğe çıkan bir canı, aldatan bir dolandırıcı, sahtekâr bir tüccar, hain bir eş, hain bir arkadaş, hain bir vatandaş, inkârcı bir ateist, iki yüzlü bir münafık da ben olabilirdim. Böyle olmadığım için Elhamdulillahi Rabbilâlemîn, dedim.

Beden temizliğini, elbise temizliğini ve mekân temizliğini, diş fırçasını ve tuvalet adabını yedinci asırda keşfederek insanlığa öğreten bir Peygamber’le, bir dinle büyük insaniyet olan İslamiyet’le tanışmamış biri de ben olabilirdim. Böyle olmadığım için Elhamdulillahı Rabbilalemîn, dedim.

Yaptığı bir yanlıştan dolayı bin ah çeken, vicdan azabıyla kavrulan, kırdıklarına barış elini uzatan, kırıldıklarını affeden, herkesin iyiliğini düşünen, yaratılmışı Yaradan’dan ötürü seven bir Müslüman olduğuma şükrettim. Sabah namazının bereketli esintileriyle beni baş başa bırakan, huzuruna kabul eden Âlemlerin Rabbine âlemlerin hamdini takdim ettim.

Vehbi Karakaş

DİPNOTLAR:

1-Fatiha, 1 / 2

2-Fatiha, 1 / 5

3-Bkz. Buharî, Daavat, 3;

4-Bkz. Al-i İmran, 3 / 188

5-Fatiha, 1 / 2

6-Abese, 80 / 17

7-İnfitar, 82 / 6

8-Bkz Abese,

9-Bkz. Fatiha, 1 / 7

Sabah namazı, vaktinde kılınamazsa sonra nasıl kılınacak?

Sabah namazı, namazların en mühimidir. Efendimiz (sas) Hazretleri, vakitlerin en eşrefi olan şafak vaktinde kılınan namazın önemini çarpıcı bir ifadeyle şöyle dile getirmişlerdir:

– Fecir vaktinde kılınan iki rekat namaz, dünyadan da, dünyanın içindekinden de hayırlıdır!..

– Neden dünyadan da, içindekinden de hayırlı?

– Çünkü dünya da, içindeki mal, mülk de ebedi hayatta geçer akçe olmayacaktır… Ancak, kılınan iki rekat namaz, dünyanın vermediği faydayı verecek, sahibini cehennem azabından kurtarıp cennetin nimetlerine de kavuşturabilecektir…

Bu sebeple burada dünyanın servetine sahip olan nice ibadetsizler, orada yoksulluk içinde kıvranırken, ibadetinde ihmale düşmeyen yoksullar da sahip oldukları cennet nimetleriyle orada mutluluklarını sürdüreceklerdir. Dünyada kalan servetleri sahiplerini kurtarmayacak, ama iki rekat namazları sahiplerini kurtarabilecektir…

Öyle ise özellikle kısa yaz gecelerinde akşam erken yatmalı, sabah erken kalkmalı, imsakla güneş doğması arasındaki geniş vakitte dünyadan da kıymetli olan sabah namazını vaktinde kılmalıdır.

Bunu sağlamak için önceden kendini ikaz etmeli, sabah namazına mutlaka kalkacağım, diyerek uykudan önce kesin niyet etmelidir. Bu vicdani hazırlık onu namaza vaktinde kaldıracak, dünyadan da hayırlı olan şafak vakti ibadetini zamanında yaptıracak, sonunda vicdan azabı çektirmeyecektir.

Bununla beraber, insanlık halidir bu. Hiç arzu edilmediği halde kalkamaz da, namazı güneşten sonraya kaldığı da olursa durum ne olacak?..

Bu takdirde artık her şey mahvoldu, bitti, öyle ise artık battı balık yan gider diyerek işi boş vermişliğe dökmek fevkalade yanlıştır…

Bu defa da yapılacak ilk iş: güneşin doğmasıyla başlayan (kırk beş dakikalık) kerahet vakti çıktıktan sonra öğlenin kerahet vakti girinceye kadarki geniş zaman içinde sünnetiyle birlikte farzı hemen kaza etmektir.

Bu durumda ne olur? Hiç olmazsa namazı vaktinde kılmama günahına maruz kalan insan, tehiri sürdürme günahına son vermiş, hemen kaza ettiği namazının borcuyla kalmaktan kurtulmuş olur…

Bu gibi hiç de arzu edilmeyen ihmallerde mühim bir nokta da şudur:

-Namazını vaktinde kılamayan insan, bundan derin üzüntü duymalı, sırtında dağ gibi bir yük ağırlığı hissetmelidir. Bir an evvel namazı kaza ederek bu ağır yükten kurtulma gayreti içinde olmalıdır. Burada en endişe edilecek bir durum da şudur:

– Vaktinde yapamadığı ibadetinden dolayı üzüntü duymamak, vicdan azabı çekmemek, tabiri caizse kılı bile kıpırdamamak..

Bu duyarsızlık hayra alamet değildir. Çünkü üzüntü duyan insan, kendisini üzen şeyle tekrar yüz yüze gelmek istemez. İbadetlerini vaktinde yapma azmi içinde olur. Üzüntü duymazsa bu gayreti de duymaz. Günahını basite almaya başlar. Günahını basite alan adam için Efendimiz´in (sas) çarpıcı bir ikazı şöyledir:

– Mümin, günahını üzerine yıkılacak dağ gibi büyük görür, tedbir alır. Münafık ise burnu ucuna konmuş sinek gibi basite alır, kayıtsız kalır!.

Günahını büyük görme duygusu, tekrar etmeme tedbirine sevk ederken, küçük görme duygusu da tekrar etmekten çekinmeme laubaliliğine iter..

Halbuki, tekrar edilmeyen büyük günah küçülür, devam edilen küçük günah büyür, küçük yağmur damlalarının birleşmesinden sel felaketi haline gelip sahibini günah bataklığına sürükler..

Bu mühim noktalar hiç unutulmamalı, ibadetleri vaktinde yapma titizliği ömür boyu sürdürülmelidir.

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi

Sabah Namazlarını Camide Kılanlara, 100’er $ (Dolar) !

Çok zengin bir hayırsever, 15.01.2012’den 31.01.2012 tarihine kadar 15 gün sürekli, sabah namazlarını camide kılanlara, 100’er $ (Dolar) para verecektir. Kişi sınırlaması olmayıp, vaat edilen yüzer dolar caminin içinde ve çıkış sırasında verilecektir. Yanında bir başkasını getirene de 100 $ verileceği gibi, getirdiği kişi başına kendisine ayrıca 50’şer $ daha verilecektir.

Çok ciddi gazetelerde ve televizyonlarda böyle bir ilân görseniz, ne yapardınız?
1. İnanmazdım ve camiye gelmezdim.
2. Pek inanmazdım fakat, beklide doğrudur düşüncesiyle, camiye gelirdim.
3. Bu fırsat kaçırılmaz, düşüncesiyle uyanamama endişesiyle çok ciddi tedbirler alarak, mutlaka gelirdim.
4. Kişi sınırlaması olmadığı için, bütün sevdiklerimi de ikna ederek camiye getirirdim.
5. Yanımda getireceğim kişiler için ayrıca bana para verilmese bile, onların mahrum olmaması için yine bütün sevdiklerimi getirirdim.

***

Aslında yukarıdaki ilân gibi, çok ciddi bir ilân da var, uygulaması da var. Fakat insanlığın %95’i 1. maddeye göre hareket ediyor. Yani İNANAMIYOR…

Bunu bir iddia zannetmeyiniz, realite böyledir. Aşağıda izah edeceğim fakat, önce bir başka gerçeği hatırlatayım ki konumuz çok daha iyi anlaşılsın.

Şöyle ki:
Zaman zaman şahit oluyoruz. Bazı büyük AVM.leri reklam amaçlı olarak, bazı günler ilan ederek, % 50-60 veya %90 avantajlı satışlar yapıyorlar. O günlerin sabahında, hattâ gece yarısında o mağazaların kapılarında büyük kuyruklar oluşuyor değil mi?
İzdihamlar, kavgalar ve yaralanmalar da olmuyor mu?
Üstelik yine de para harcıyorlar, para almıyorlar…
Peki ama bu ilgi, alâka ve izdiham niçin? Çünkü, az da olsa avantajları olacağına inanıyorlar. İnandıkları için de o sıkıntılara katlanıyorlar. Bunun başka izahı olamaz…

***

Buraya kadar hemfikiriz herhalde.
Şimdi ben size bundan çok daha avantajlı bir alışverişin İLÂNINDAN bahsedeceğim. Bu ilânda da kişi sıralaması yok. Bu ilânda boş dönmek yok. Bu ilânda daha fazla gelenlerin size zararı yok, faydası var. Bu ilânda getirdiğin kişi için ayrıca teşvik pirimi var. Bu alışverişte haksızlık, kıskançlık ve bağış yetmeme olmadığından izdiham da yok.
Üstelik de bu ilânı veren “fani bir zengin” değil, ezel ve ebed Sultanı, “GANİYYİ MUTLAK” ve gücü her şeye yeten, Rahîm ve Kerim olan yüce Allah dır (C.C.)…

Bakınız, Dünyanın en doğru sözlüsü olan Hz. Muhammed-ül emîn (S.A.V.) in İLÂNI aynen şöyle:
“Vaktinde kılınan SABAH NAMAZININ sadece sünneti bile, dünya ve içindekilerden hayırlıdır.” Dikkat ediniz, “Dünya ve içindekilerden” buyuruyor…

Dün bir toplantıda, cam kenarında boğaza bakıyordum. Sahildeki yalıların en ucuzunun 20 Milyon TL civarında olduğunu hatırladım. İstanbul içindeki tüm malvarlıklarını, menkulleri ve yalıları düşündüm. Diğer (kuyumculardaki altınları, bankalardaki paraları v.b.) menkul ve gayrimenkul değerleri hatırladım. Sonra da bu Hadis-i Şerifi düşündüm. “İstanbul ve içindekiler” demiyor, “dünya ve içindekiler” buyuruyor!…

Sonra da gafletimizin ve vurdumduymazlığımızın derinliğini düşünerek, utandım…

Namazların camide ve cemaatle kılınmasına dair, ayrıca tehdit ve teşvik edici Hadîs-i Şerif de şöyle:
• “Mazeretsiz olarak evde namaz kılan erkeklerin, evlerini başlarına yıkasım geliyor” mealinde Hadis-i Şerifler olduğu rivayet ediliyor. (Bkz.: Riyazüssalihîn, Rumuz-u Hadis v.s.)

Şimdi bir de neticeye bakalım:
İnsanlığın % 95’i yukarıda belirtilen 5 maddeden, birincisine göre yaşamıyor mu?
2. Maddeye göre hareket edenler de bulunuyor belki, ne kadar az.
3. Maddeye göre yaşayan bahtiyar insanların sayısı ise %5 civarında gözüküyor.
Aslında 4. ve 5. Maddelere göre yaşamamız gerekirken, acaba niçin böylesine vurdumduymaz yaşıyoruz? Bunları hiç düşündük mü?…
Sakın 1. maddeye göre yaşandığını (yani, “inanmadığımız için camiye gitmiyoruz” sözünü) söylemeyiniz. Çünkü bu insanlığımıza hiç yakışmaz. Akıl bâliğ oluşumuza ters düşer. Başka sebepler bulmaya çalışalım.

Meselâ:
• “Birçok ülkede olduğu gibi, bizim ülkemizde de yarım asırdan fazla bir fetret devri yaşanmıştı. Jandarma ve polis baskınlarıyla, Kur’ân ve Risale okuyanlar basılarak hapsedildi. Bu nedenle birçok kimse bu konuda zorunlu ve silâh zoruyla câhil bırakıldı.” Denilebilir.

• “İnsan azıcık PEŞİN avantajı, milyonlarca değerindeki GELECEK avantaja tercih ediyor da onun için” denilebilir.

• “Şeytan ve nefis veya şeytanlaşmış beşer, hepimizi meşgul ederek, bunları bize düşündürmüyor.” denilebilir.

Fakat hiçbir mazeretin geçerli olmadığı bir hesaplaşma günü olan Mahkeme-i Kübra, asla akıldan çıkarılmamalıdır. Yukarıdaki avantajlara çok ama pek çok ihtiyacımız var. Çünkü oradaki ömrümüz 70-80 yıl değil, 7000-8000 yıl değil, milyar veya trilyon yıl da değil, sınırsız ve ebedî bir ömür için bu sermayeleri burada hazırlamak zorundayız.

Bunları tedarik etmek için, seferber olmamız gerekirken, vurdumduymaz davranmamız bizlere çok pahalıya mâl olabilir. (Allah c.c. hepimizi muhafaza etsin.)

• Enbiya Sûresi, 1. Âyet:
İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirdiler.

• Bakara Sûresi, 284. Âyet:
Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah’ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir,…

• İbrahim Sûresi, 34. Âyet:
O (Allah) size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız asla sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!…

Yüce Rabbim bana ve hepimize kalıcı ferâset ve bu konuda azami gayret versin. Âmin.

Moralhaber.Net