Etiket arşivi: sadeleştirme

Bediüzzaman’ın Vasiyeti İçin Önemli Adım “Risale-i Nuru Diyanet Basacak”

Son zamanların en yoğun tartışmalı konusu olan Risale-i Nurun bandrol sorununda sona gelindi, uzun bir sürecin sonunda Bakanlar Kurulu karar aldı ve olay netlik kazandı ve sonuç; Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerini Diyanet İşleri Başkanlığı basıp dağıtacak.Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin eserleri aslına uygun yayımlanacak ve Diyanetin yetki verdiği yayınevleri sadece basma işini gerçekleştirebilecek.Tabi yarın yapılacak Anayasa mahkemesinin açıklamasından bir iptal kararı çıkmazsa. 
 
Bediüzzaman Said Nursi’nin eseri olan Risale-i Nur‘un hakları Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kullanılmasına ilişkin karar Bakanlar Kurulu tarafından imzalandı. Bakanlar Kurulu kararı ile Bediüzzaman‘ın kitapları tahrifattan kurtulacak.Risale-i Nur‘ların basılması ve dağıtılmasındaki tartışmalarına Bakanlar Kurulu son noktayı koydu. Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararla Risale-i Nurların basımı, dağıtımı ve okutturulması Diyanet İşleri Bakanlığı bünyesinde gerçekleştirilecek.
 
HÜKÜMET SON NOKTAYI KOYDU
 
Risale-i Nur‘ların aslına uygun olarak basılmasını sağlayan kararname Bakanlar Kurulunca imzalandı. Çıkarılan kararname ile Risale-i Nur‘ların Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basımı, dağıtımı ve okutturulması yapılacak. Eser Sahibi Sait Okur( Bediüzzaman Said Nursi) olan eserler üzerindeki hakların, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kullanılmasına ilişkin karar alındı. Kararda “Eser sahibi Sait Okur olan ekli listedeki eserler üzerindeki 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndan kaynaklanan tüm hak ve yetkiler Diyanet İşleri Başkanlığı’na aittir” denildi.
 
ASLINA UYGUN BASILACAK
 
“Eserler, aslına uygun olmak kaydıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’nca veya Diyanet İşleri Başkanlığı’nın verdiği izin veya yetki çerçevesinde kişi ve kuruluşlarca işlenebilir, çoğaltılabilir, yayınlanabilir, temsil edilebilir veya işaret, ses ve görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletilebilir” denilen kararda, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nca verilen izni veya yetki çerçevesinde hareket edilmediğinin veya eserlerin aslına uygun olma koşuluna riayet edilmediğinin tespiti halinde hukuki süreç başlatılır” ifadesi kullanıldı.
 
HAK SAHİBİNE ÖDEME
 
Eserler üzerindeki 5846 sayılı Kanun’dan kaynaklı hak sahipliğini belgelendiren kişilere, talep edilmesi halinde , Diyanet İşleri Başkanlığı’nca 5846 sayılı Kanun’un 47. maddesi çerçevesinde münasip bir bedel ödeneceğini belirten kararda, “Bu bedel Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından oluşturulacak komisyon marifetiyle belirlenir” ifadesi yer aldı. 
 
BÜLENT ARINÇ :KARARNAMEYE İLK İMZAYI BEN ATTIM
 
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, çıkarılan kararname ile Risale-i Nur‘ların Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basımı, dağıtımı ve okuturulmasının önünün açıldığını söyledi. Konya’da düzenlenen Milli Birlik ve Kardeşlik Buluşmaları Programı’nda konuşan Arınç, Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan kararnameye ilk imzayı kendisinin attığını söyledi. 
 
DEVLET BASIP OKUTTURACAK
 
Arınç şunları söyledi: “Rahmetli Bediüzzaman Hazretlerinin isteği. ‘Benim kitaplarımı devlet bassın. Benim kitaplarımı devlet basıp okutturmalı.’ Bir vasiyetti. Şimdi, çok şükür Başbakanımız Davutoğlu’na doğrudan bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığı aslına uygun olarak, altını çizerek söylüyorum, kararnamede var, aslına uygun olarak 130 parça o eserlerin tek tek ismi de sayılmak suretiyle Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılması dağıtılması, okunması, okutturulması konusunu yetkili kıldı. Allah’a hamd olsun bu işi başarabildiğimiz için. Belki yıllar sonra üstad hazretlerinin o sözünün yerine geldiğini görmek hepimiz için bir mutluluktur.”
Aksam

Said Nursi Hırsızlığa Fetva mı Verdi?

Yazar Ümit Şimşek Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine ruhsat arayanlara, Nuraniyyat isimli kişisel web sitesinden dikkat çekici bir örnek ile cevap verdi. Sadeleştirme yaparken bir ayeti de nasıl tekzip ettiklerini açıkladı.Ümit Şimşek’in açıklaması şöyle..Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin, bir eserini sadeleştirmek isteyen bir talebesine“O zaman eser benim olmaz; benim ismimi silip kendi ismini yazarsın”şeklinde verdiği cevap, Risale-i Nur’a karşı girişilen geniş çaplı bir tahrifat hareketine mesnet yapılmak isteniyor.
 
Bazı kardeşlerimiz de, maalesef, yürütülen propagandanın tesirine kapılarak, bu sözden, “kendi imzalarını attıktan sonra sadeleştirme işinin meşruiyet kazanacağı” vehmine kapılıyorlar.
 
Mecaz ilmin elinden cehlin eline düştüğü zaman hakikat telakki edildiği gibi, art niyetlilerin eline düştüğü zaman da işte böyle hakikat muamelesine tabi tutulup en olmayacak hükümler onun üzerine bina edilebiliyor.
 
Oysa aklı başında olan ve okuduğunu anlamakta güçlük çekmeyen herkes, bu ifadeyle Üstadın yapılan işi kesin bir dille reddettiğini ilk bakışta anlar. Üstad Hazretleri “Böyle yapma” da diyebilirdi; fakat sadeleştirme ile ortaya çıkan şeyin kendisiyle bir ilgisi kalmadığını belirtmek suretiyle, meramını çok daha veciz, kesin ve müessir bir şekilde anlatmıştır.
 
Yoksa, başkasına ait bir eseri bazı değişikliklerle kendisine mal etmek ve kendi imzasıyla neşretmek apaçık bir hırsızlıktır, yüz kızartıcı bir suçtur; buna “intihal”derler. Üstadın, “Ben bile kalem oynatamıyorum” dediği eserlerini yağmalanacak bir mal gibi hırsızların önüne attığını farz etmek hangi akla sığar?
 
Kıssadan hisse: Bir hadis-i şerifte “Utanmadıktan sonra dilediğini yap”buyurulur; hatta bu sözün, ilk insandan itibaren bütün peygamberler tarafından söylendiği hatırlatılır. Bugüne kadar hiç kimse bu hadisten “utanmamak şartıyla her işin helal telakki edileceği” hükmünü çıkarmamıştır.SADELEŞTİRMECİLER “SADELEŞTİRİRKEN” AYETİ TEKZİP ETMİŞLER!
Sadeleştirmeci arkadaşların Risale-i Nur üzerinde bir kasap maharetiyle yaptıkları operasyondan bir küçük örneği karşılaştırmalı olarak verelim.
 
Yirmi Altıncı Sözün başındaki bir cümlenin orijinali:
 
“Evet, manen terakki etmeyen avam içinde kaderin ca-yı istimali var.”
 
Bu da aynı cümlenin “sadeleştirilmiş” hali:
“Evet, manevi yönden ilerlememiş avam tabaka tarafından her şey kadere verilir.”
 
Oysa her şeyi kadere veren avam değil, Kur’an’ın bizzat kendisi! Sadeleştirmecilerimiz işte bunu hesaba katamamışlar (üstelik aşağıdaki örneklerin ikincisinde, takdim-tehir suretiyle “her şey” üzerinde ayrı bir vurgu var):
 
Her şeyi bir ölçüyle yaratıp kaderini belirleyen Odur.” (Furkan, 25:2.)
 
Muhakkak ki Biz her şeyi bir kaderle yarattık.” (Kamer,54:49.)
 
Artık burada duruyor ve söyleyecek bir söz bulamıyoruz!
Ümit Şimşek
RisaleAjans

Said Özdemir Ağabey’den Basın Açıklaması

Geçtiğimiz günlerde Mehmet Fırıncı Ağabey’e karşı yaptığı asılsız haber ile hızını alamayan Rota Haber sitesi iftira ve yalanlarına Said Özdemir Ağabey’ide karıştırmak istedi.

Bediüzzaman Said Nursi Hz.’nin Talabelerinden Said Özdemir Ağabeyin Açıklaması

Son zamanlarda Risale-i Nur talebelerine karşı hasmane tavrı ve asılsız iddiaları ile sık sık kendisinden bahsettirmeye başlayan bir haber sitesi, Mehmet Fırıncı ağabey’den sonra bu defa da Alaettin Kaya isimli şahsın da ifadelerini kullanarak benim için de iftiralara sütunlarını açmış bulunuyor.

Risale-i Nur Külliyatını “sadeleştirme” adı altında tahrif edilip değiştirilmiş bir şekilde yayınlamaya başlayan bir mahut yayınevinin tahribatına engel olmak için, Bediüzzaman Hazretlerinin sağlığında neşriyat hizmetleriyle vazifelendirdiği ve kendisine mutlak vekil ve varis tayin ettiği hizmetkarları; Said Özdemir, Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Salih Özcan, Ahmet Aytimur, Hüsnü Bayramoğlu bir araya gelmiş ve bu husustaki kararlarını malum yayınevinin perde arkasında sahibi Fettullah Gülen’e iletmeye karar vererek bu hizmeti benim yapmamı istemişlerdir.

Bunun üzerine Fettullah Gülen’e yakınlığı ile bilinen Alaettin Kaya’yı İstanbul’da matbaasında ziyaret ederek Bediüzzaman hazretlerinin varislerinin mesajını iletmek istediğimi bu sebeple Gülen’den randevu almasını rica ettim.

Randevu beklerken pasaportumu yenilemiş ABD vizesini de almıştım. Alaettin Kaya kısa bir süre sonra Ankara’da evimde beni ziyaret ederek “H.Efendi’ye talebinizi intikal ettirdim, sizin yanına gitmenizi istemiyor, eğer gelecek olursa bulunduğum yerden ayrılacağım diyor.” demiştir

Bu durumu müzakere eden Üstadımızın varisleri bizler hem yayınevi sahibine hem de bu yayınları Bediüzzaman Said Nursi’nin eseri zannı ile alacak kimselere başkaca ulaşma yolu bulamadığımızdan Risale-i Nurların tahrifine razı olmadığımızı, bu rezaletin durdurulmasını ifadelerini taşıyan –hazırladığımız- metni kamuoyu ile paylaşmak zorunda kaldık.

Durum bundan ibaret olup bunun dışındaki ifadeler, kin ve hasetle kaleme alınmış beyanlardır. Habercilik anlayışı sorgulanacak bu internet sitesine hüsnü zan ederek yazdıklarına inanabilecek kimselere hakikatı ifade zarureti hasıl olmuştur.

RisaleAjans

Risale-i Nur’u Sadeleştirmeye Kimsenin Hakkı Yoktur

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz sadeleştirme konusunda bir açıklama yaptı ve şu sözleri sarfetti.
 
“Said Nursi hazretlerinin çok açık beyanlarına rağmen birileri hala sadeleştirmeyi savunmaya ve hatta bunuSaid Nursi’nin teşviki olarak sunma gayreti içindeler.” dedi ve şu açıklamayı paylaştı.
 
Risale-i Nur’un Sadeleştirilmesi Tasvip Edilebilir mi?
 
1-SADELEŞTİRME OLAYI RİSALE-İ NURA AŞIK OLANLAR ARASINDA İHTİLAFA YOL AÇMAMALI!
 
Son zamanlarda konu ile alakalı ciddi bir münakaşa ve televizyon tartışmaları yaşandı ve bize kadar da yansıdı. Ancak gördüğüm manzara bir kısım ehl-i dalaletin iki taife-i ehl-i hakkı birbirine düşürerek sonra da uzaktan seyredip gülmeleri idi ki, imanı olan ve Bediüzzaman’ı seven hiç kimse bu manzarayı görmekten hoşlanamazdı.
 
Ağabeylerin tepkisi yerindeydi ve tarihi bir görevdi. Zira bu kapı açılırsa çok farklı yaklaşımlar gelebilirdi. Yıllardır Elmalı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı muhteşem tefsirini sadeleştirerek soyulmuş portakal gibi çürümeye terk eden meslektaşlarıma içimden itiraz ederdim, aynı duyguları elbetteki Bediüzzzaman Said Nursi’nin eserlerine yapılan muamele de bende aynı itiraz duygularını depreştirdi.
 
Ben bu yazımda birilerini tenkit etmek yerine, neden sadeleştirmenin Risalelere yakışmadığını üstad’ın tesbitleri ve ilmi kaideler ışığında açıklamaya çalışacağım. Yapılanlar Nur’lara hizmet gayesiyle yapıldığından kimseyi tahkir ve tezyif etmeyi de uygun görmüyorum. Zira bu sadeleştirmeyi yapan arkadaşlara hatırlatmalıyım ki, Hocaefendi’nin Hitap çiçekleri ve Kalbin Zümrüt Tepelerinde isimli eserleri çoğu yerlerde üstad’ın eserlerinden daha zor anlaşılır haldedir.
 
Önemle hatırlatalım ki, Mehmed Şemseddin Yeşil bu meselede ilk yanlışlığı yapan ve hatta intihal denecek noktada Risaleleri sadeleştirerek kendi eseriymiş gibi neşreden insan olmasına ve üstadımız razı olmamasına rağmen, milletin istifadesi ve de fitneye sebep olmamak için müdahale etmemiştir. Halbuki İnsani Hakikatlar ve Zirve-i Tevhid gibi eserleri Risalelerden muktebes sadeleştirilmiş metinler halindedir.
 
2-İLMİ ESERLER ÜÇ ÇEŞİT ÜSLUP İLE YAZILIR VE BUNLARDAN ÜSLUB-U ALİ KISMI SADELEŞTİRMEYE GELMEZ
 
Üslup, usul, tarz, oluş, yapış tarzı, anlatım yolu manalarına gelir. Edebiyatta yazarların kendilerine mahsus ifade tarzlarına denir. Her yazarın duygu, düşünce ve hayallerini sözlü veya yazılı olarak ifade ediş tarzı diğerlerinden farklılık gösterir. Bu farklılık, o yazarın üslubunu ortaya çıkarır. Yazar olmanın en belirgin şartlarından biri, başkalarından farklı bir ifade tarzına, yani üsluba sahip olmaktır.
 
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Muhakemat adlı eserinde bu meseleyi açıklamaktadır ve biz bazı kelime ilaveleri ve misallerle bu tespiti aktarmaya çalışacağız:
 
Kelamın selamet ve rendeçlenmesi ve itidal-i mizacı ise, her kaydın istihkak ve istidadına göre inayeti taksim ve üslub elbisesini tevzi’ ve giydirmektir. Hem de hikayette olursa mütekellim kendini hikaye ettiği şeyin yerinde farz etmek gerektir.
 
Şöyle: Eğer başkasının hissiyat ve efkarının tasvirinde ise hikaye ettiği şeye hulul etmek ve onun kalbinde misafir olmak ve lisanıyla tekellüm etmek gerektir. Eğer kendi malında tasarruf etse, alamet-i kıymet olan itibar ve ihtimamın taksiminde her kaydın istihkak ve istidad ve rütbesini nazara almak ile taksiminde adalet ve üslublarda istidadın kametine göre kesmektir. Ta her bir maksad onun münasibinde olan üslubdan cilveger olabilsin. Zira üslubun esasları üçtür:
 
Birincisi: Üslub-u mücerreddir. Buna sade üslup da denir.
 
Genellikle talebeye yönelik ders kitapları böyle kaleme alınmaktadır. Buna Seyyid Şerif’in ve Nasıruddin-i Tusi’nin sade olan ma’rez-i kelamları gibi…Bediüzzaman Hazretleri 19. Mektup’ta Peygamberimizin mu’cizelerini anlatırken bu üslubu kullanmıştır. Zaten sadeleştirmeye ihtiyaç yoktur. Ancak sadeleştirme mümkündür.
 
Eğer günlük muamelelerinde, insanlar arası konuşmalarda ve alet olan ilimlerde isen; vefa (manayı ifadeye yetecek kadar kelime kullanma),  ihtisar (en kısa yolu seçme) ve selamet ve selaset ve tabiiliği tekeffül eden ve sadeliği ile aslında anlatılan konunun güzelliğini gösteren üslub-u mücerrede yetinmelisin. Biraz önce dediğimiz gibi ders kitaplarında veya günlük konuşmalarda mutlaka bu kullanılmalıdır.
 
İkincisi: Üslub-u müzeyyendir. Süslü ve bezekli üsluptur.
 
Bunun sahibi mananın aktarılmasından ziyade muhatabı coşturmayı ve bütün edebi san’atları kullanmayı hedefler.Fethullah Hoca Efendi’nin Hitap çiçekleri ve Kalbin Zümrüt Tepelerinde adlı eserleri; Necip Fazıl’ın hemen hemen bütün nesir kitapları; Sezai Karakoç’un kitapları bu guruba girebilecek muasır eserlerdir. Abdülkahir Cürcani’nin “Delail-ülİ’caz” ve “Esrar-ül Belaga”sında, Sekkaki’nin Miftah’ul-Ulum adlı eserlerindeki şa’şaalı ve parlak kelamları eski eserlerden verilebilecek en güzel misallerdir. Burada sadeleştirme ahengi bozar.
 
Eğer hitabet ustalığını göstermek istiyorsan veya karşındaki muhatapları ikna etmek üzere va’z, irşad yahut siyasi konuşmalar yapmak istiyorsan, süs ve parlaklık ve tergib (teşvik) ve terhibi (korkutma) manalarını tazammun eden üslub-u müzeyyeni elinden gelirse elden bırakma. Fakat gösteriş ve tasannu’ ve avam perestane nümayiş etmemek gerektir.
 
Üçüncüsü: Üslub-u alidir. Yani yüksek üsluptur.
 
Sekkaki ve Zemahşeri ve İbn-i Sina’nın bazı muhteşem kelamları gibi… Benin kanaatim Elmalı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı muhteşem tefsirinin bazı parçaları tamamaen üslub-u ali ile kaleme alınmıştır. özellikle Allah’ın varlığını ispat ve Haşir ile alakalı meselelerde Elmalı üslub-u aliyi kullanmıştır. Zira anlatılan mevzuun ehemmiyeti ve ulviyeti bunu gerektirmektedir. Aynı şekilde Bediüzzaman’ın Risale-i Nur Külliyatının önemli bir kısmı bu üslup ile kaleme alınmıştır. Zira anlatılan konuların yüceliği müellifi bu üslubu kullanma mecbur eylemiştir. Yoksa Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi kendi san’atının tesiri cüz’idir.
 
Eğer İlahiyat yani Allah’a iman (ayet’ül-Kübra Risalesi, 2. Şua ve 22. Söz gibi), ahirete iman (10. Ve 29. Sözler gibi) ve peygamberlikkurumu (19. Söz gibi) gibi konuları anlatacaksan yahut usulüd’din yani kelam ilminin derin meselelerini yani mi’rac, meleklere iman ve benzeri konular gibi mevzuları araştırıyor ve bunları tasvir etmek istiyorsan, şiddet, kuvvet ve heybeti tazammun eden üslub-u aliden ayrılmamak gerektir.
 
Elbetteki bakkaldan yumurta ve peynir isterken kullandığın üslup ile BediüzzamanSaid Nursi Hazretlerinin alem-i vücub dediği Allah’ın zat, sıfat ve isimlerini anlatırken kullanacağın üslup bir olamaz. Ekonometri dersleri veren bir profesör, çocuklar anlamıyor diye ekonomi ve matematiğin en yüksek formüllerini kitabına yazmaktan vaz geçemez. (Bediüzzaman Said Nursi, Muhakemat, sh. 109-111.)
 
Falih Rıfkı Atay şöyle anlatır:
 
«Bizim lisenin edebiyat kitabında üslup üç türlüydü: üslub-u sade, üslub-u müzeyyen, üslub-u ali. Sadesi belli: Ben senden vazgeçemem. Müzeyyeni: Gül bülbülsüz, bülbül nağmesiz olur, gönlüm sensiz olamaz. alisine gelince: Zemin çak, asuman çakçak olsa, tufan içinde tekne-i Nuh belirip onu bırak da sen yalnız gel dense, gitmem.
 
Biz üslup diye bu üçünü bilirdik. Muallim Naci sadesine, Recaizade müzeyyenine, Abdülhak Hamid de alisine meraklıydı. Sonra Meşrutiyet’te bir silah üslubu çıktı: Muhaliflerin ellerini kıymık kıymık edip kemiklerini havanda dövmedikçe hadlerini bilmeyecekler. Biz bunlara hürriyeti hangi dağdan indirmiş olduğumuzu göstermeliyiz.»
 
3-RİSALE-İ NUR’DA BEDİÜZZAMAN Mü’ELLİF DEĞİL SADECE BİR TERCÜMANDIR; BU SEBEPLE SADELEŞTİRME MANEN ENGELLENMİŞTİR.
 
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri eserlerinin bir çok yerinde Risale-i Nur’un Kur’anın hakiki tefsiri olduğunu ve kendisinin ise sadece tercümanı bulunduğunu açıkça ifade etmiştir. Mustafa Sungur Ağabeyden duyduğuma göre Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatını üstad’ın binlerce defa okuduğunu ve 400 ayetten süzülen bir manevi reçete olduğunu ifade etmiştir.
 
Bu sebepledir ki, değil sadeleştirme, Risale-i Nur’un kendi içinde farklı tasnifi ve tanzimi bile üstadın ifadesiyle izin verilecek bir mesele değildir. Geliniz bu tespiti üstad’dan aynen dinleyelim:
 
‘’Dört ayrı ayrı mebhastır. Bu dört mes’ele birbirinden uzak olduğundan, bu mektub perişan görünüyor. Bu perişan mektub münasebetiyle kardeşlerime ihtar ediyorum ki:
 
Bu küçük mektupları hususi bir surette, hususi bazı kardeşlerime yazmıştım. Büyük mektuplar meydana çıktıktan sonra, küçükler de umumun nazarına gösterilmesi lazım geldi. Halbuki tanzimsiz, müşevveş bir surette idiler. Onlar ne hal ile yazılmış ise, öyle kalması lazım geliyordu. Sonradan tashih v etanzim etmeye me’zun değiliz!
 
İşte bu Onbirinci Mektub, perişan bir surette, birbirinden çok uzak [dört mes’ele] den ibarettir. Hem müşevveş, hem perişandır. Fakat şairlerin ve ehli aşkın, zülf-i perişani sevdikleri ve istihsan ettikleri nev’inden,bu mektub da zülf-i perişan tarzında soğuk tasannu’ karışmadan, hararet ve halavet-i asliyesini muhafaza etmek niyetiyle kendi halinde bırakılmıştır.”(Bediüzzaman Said Nursi, Fihrist, sh. 38-39.)
 
Bu yüzden ağabeyler, Söz Neşriyatın yeniden tanzim edilen şekline dahi soğuk bakmışlardır; ancak asliyetine halel gelmediğinden sonradan müdahale edilmemiştir.
 
4-NUR TALEBELERİNE DüŞEN VAZİFE: İZAH, TEFSİR VE TANZİMDİR
 
Bütün bu söylenenlerden sonra anlaşılıyor ki, Nur Talebelerine ve Bediüzzaman Said Nursi’yi gönülden sevenlere düşen vazife, yine üstad’ın ifade ettiği ve izin verdiği izah, tefsir ve tanzimdir.
 
Nitekim üstad Hazretleri bu meseleyi şu şekilde açıklamaktadır:
 
“Bu dürus-u Kur’aniyenin dairesi içinde olanlar, allame ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulum-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler’in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulum-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.
 
Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile şerh ve izah haricinde bir şey yazsa; soğuk bir muaraza veya nakıs bir taklidcilik hükmüne geçer. çünki çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki: Risale-i Nur eczaları, Kur’anın tereşşuhatıdır; bizler, taksim-üla’mal kaidesiyle, her birimiz bir vazife deruhde edip, o ab-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz!..”( Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, sh. 426.)
 
‘’Evet Risalet-ün Nur, size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkan-ı imaniyenin herbirisine, mesela Kur’an’ın Kelamullah olduğuna ve i’cazi nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhanlarcem’edilse ve hakeza..mükemmel bir izah ve bir haşiye ve bir şerh olabilir.
 
Zannederim ki, hakaik-i aliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor.
 
Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşaallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşr ve talim ile belki Yirmibeşinci ve Otuzikinci mektubları te’lif ile ve Dokuzuncu Şua’ın Dokuz Makamını tekmil ile ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertib ve tefsir ve tashih ile devam edecek. Risale-i Nur’un samimi, halis şakirtlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlasından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı manevi, baki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.”( Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, sh. 371-372; Kastamonu Lahikası, sh. 56-57.)
 
Bu açık beyanlar ve abilerin naklettiği Ahmed Fevzi Ağabeye üstadın söylediği ‘’Eğer sadeleştirirsen o senin eserin olur” hatırasıyla mesele iyice anlaşılmış oluyor.
 
Bir Nur Talebesi, Risale-i Nurları atıf vermek şartıyla Nurlardan iktibas ederek izahlar yapabilir. Dipnotta kaynakları göstermek şartıyla kendi üslubuyla Nurlarda açıklanan bir meseleyi kendi üslubuyla açıklayabilir. Risale-i Nura dayalı mastır ve doktora tezleri ile müstakil araştırma eserleri yayınlayabilir. Risale-i Nuru istifade amaçlı tanzim ve yeniden tasnif edebilir. Ama üstad’ın bile bize manen izin verilmedi dediği tarzda sadeleştirmeye yahut Risale-i Nur’un tamamını farklı tanzimlerle tab’ etmeye kimsenin hakkı yoktur.
RisaleAjans

Asıl Nedir? Tahrip Nedir?

Asıl demek, sahip olduğu bütün vasıfları üzerinde taşıyarak,  tahribe ve tamire uğramadan kainata güzel bir sunumdur.
 
Aslından kopan bir yaprak solmaya mahkum olduğu gibi, aslından uzaklaşan bir eser manasını kaybetmeye mahkumdur. Aynen öyle de İman ve Kuran hakikatlerini müspet bir ilim tarzı ile izah ve ispat eden Risale- i Nur külliyatının aslını tahrif etmek de (sadeleştirmek)  insanı tahkiki iman ve ameli salihten uzaklaştırmaktır. Çünkü tahrif edilmiş hiçbir eser aslının manasını taşımaz. Risale- i Nur’un akılları kalpleri ve  vicdanları uyandıran:
 
Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? Vs. soruların cevabını en açık, kesin bir şekilde, latif  bir üslupla açıklayıp ruhlara ve akıllara hitap eden bir eserinin manasından uzaklaştırmak  asliyetini kaybettirerek tahribata uğratmaktır. Tahribat demek;
 
Asliyetini bozmaktır. Manadan uzaklaşmak, taşıdığı bütün güzel hasletlerden soyutlandırmaktır. Kuran-ı Azimüşşan’ın manevi bir tefsiri olan Risale- i Nur’un sadeleştirilmesi akılları ve vicdanı ağlatarak kalp ve ruhlarda manevi bir elem bıraktı. Yapılan bu tahribatta Risale-i Nur’un güneş gibi insanları manen aydınlatan, kelamlarının yerine kullanılan manadan uzak, kof kelimeler maalesef kuran ve sünnet çizgisinin dışına çıkarak, insanları yanlış yönlendirmektedir. Bu manadan uzak kelimeler Risale-i Nur’un ilmi, ameli hasiyetini kaybettirmektedir. Mesela sözlerde geçen ve aslı şöyle olan: “Evet iki vazife, peşimizde görünüyor. Biri, padişahın vazifesidir. Bazen biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektedir. Diğeri, bizim vazifemizdir. Padişah bize teshilat ile yardım eder ki,talim ve harbdir.”
 
Tahrifleştirilmiş hali ise : “Evet ortada iki vazife görünüyor. Biri, padişahındır ki bazen onun işini gördüğümüz için bizi besler. Diğeri bizim vazifemiz, eğitim ve hizmettir.”
 
Burada kullanılan cümlede kul sanki (haşa) Cenab-ı Hakk’ın fiillerine iştirak edip yardım etmiş gibi görünüyor. Bu bir şirk kelimesidir. Çünkü yardım almak acizliğin alametidir. Cenab-ı Hak acziyetten münezzehtir. Ve yine asli olarak : “ tegayyür, tebeddül, tecezzi ,tahayyüzden , mukaddes münezzeh, müberra, mualla olan Zat-ı Zülcelal…” olan metininin tahrifleştirilmiş hali ise: “…mekandan münezzeh,mukaddes, ARINMIŞ, yüce Zat-ı Zülcelal..”olarak değiştirilmiş.
 
ARINMIŞ” olarak tahripleştirilmiştir. Arınmak demek ;  kirlerden temizlenmek manasındadır. Cenab-ı Hak Kemal sıfatlarla muttasıf olduğu için bu sıfatlara münasip olmayan hasletlerden uzaktır. Bu kelamı da Allah için kullanmak yine şirk ifadesidir.
 
Mesela Üstad Bediüzzaman için sadeleştirme adı altında ilmi ve manevi şahsiyetini rencide eden aslı şöyle olan “Bil ey gafil, müşevveş Said” cümlesini “EY GAFİL, AKLI KARIŞIK SAİD!” cümlesi ile sadeleştirilmekte. Müşevveş, karmaşık, zor anlaşılan demektir. burada üstadımız müşevveşin yanına “akıl” kelimesini koymamış ki aklı karışık Said  diye tabir edilsin ! Bu kelam Risale-i Nur okuyan kişilerin aklına şu suali de getirebilir; Aklı karışık bir insan benim aklımda kalbimde ruhumda bulunan  vesvese  ve şüpheleri nasıl ve ne şekilde izale edebilir? Bu gibi kelamlar Risale-i Nur’un irşad vazifesine nakise getirmektedir.
 
Ve son olarak Üstadımızın “Ey insan bil ki : o rahmetin arşına yetişmek için bir mir’ac var.”cümlesini safi (!) niyetle sadeleştirilerek “Miraç” kelimesi kaldırılıp yerine “merdiven” manası yakıştırılmış(!). Merdiven gibi basit ,manasız kelam kullanmak ve manevi basamaklarda u’ruc etmek anlamını yok sayıp toplum dilinde rutinleşmiş bir manaya taşımak ne kadar akla vicdana kabul bir meseledir?  
 
Velhasılıkelam asli bir eseri suni bir esere dönüştürmek hakikat, hikmet babından yanlış olduğunu Risale-i Nuru az veya çok okuyup fıtraten muhabbet besleyen, vicdan ve akıl sahibi her insan anlayabilir. Gerekçe olarak sundukları maddelerden birinde şöyle deniliyor: Risale-i Nuru daha iyi anlayabilmek , anlatabilmek adına bu çalışmalarımızı yapılıyor deniliyor. Öyle ise şöyle bir sual geliyor akıllara yıllardır Risale-i Nur’u okuyan fedakar, müdakkik, sadık kahraman nur talebeleri Risaleleri anlamadan mı amel ettiler ki hapishanelere girdiler. Zulümlere  baş eğdiler, durmadan, sıkılmadan, yılmadan yazdılar ve okudular. Ve keza evlerini, işlerini bu davaya feda ettiler. Manasını anlamayan bir insan bu şekilde fedakarane bir harekette bulunabilir mi? Risale-i Nur’u anlamak ve anlatmak veyahut yaşamak isteyenler tahrif ve taklit ile bunu başaramaz başaramadı ve başaramayacak da.
 
(*1946’da İstanbul’da Şemsettin Yeşil’in böyle bir şeye teşebbüsü ve Üstadın ikazı ile durması…
*1949’ da Ahmet Feyzi Kul’un Risale-i Nur’ları sadeleştirme noktasında bir istekte bulunması ve Üstad’ın reddedip hapishanede buna binaen Ahmet Feyzi’ye mektup yazması…
 
*1950-1951 yıllarında ünlü şair- yazar Necip Fazıl Büyükdoğu dergisinde Risale-i Nur’ların sadeleştirerek neşri ve daha sonra Üstadın, talebeleri  (Ceylan ve Zübeyir )ile  bu çalışmayı durdurması ve keza…))
Risale-i Nur’ları anlamak asli  ile çok okumak, okumak, okumak ve amel etmektir. Çünkü tekrar takrirdir.
Zahide Aydoğdu / Risale Ajans