Etiket arşivi: Şadi Eren

Ramazan heyecanı bütün aya nasıl yayılır?

Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş olan kutlu Ramazan’a ulaştık. Bu ayı değerli kılan mukabele, sahur, teravih gibi ibadetler ilk günlerde hassasiyetle yerine getirilir. Ancak son haftalarda ne yazık ki ilk başlardaki heyecan devam etmez. Yılın sadece 30 gününü kapsayan Rahmet ayında ne yapılmalı ki motivasyonumuzda azalma olmasın?

Her sene ayrı bir heyecanla beklediğimiz kutlu ayın ilk günündeyiz. Oruç ayı Ramazan elbette bu ibadetle sınırlı değil. Bu aya değer katan birçok ibadet var. Sahur, teravih namazı, mukabeleler ilk akla gelenler… Fakat heyecanla yerine getirdiğimiz bu ibadetleri günler ilerledikçe aynı şevkle devam ettiremiyoruz. İlk günlerde büyük istekle sahura kalkar, teravih namazını kılar, mukabeleleri kaçırmayız. Günler ilerlerken “Acaba bu gece sahura kalkmasak mı, bugün mukabeleye katılmasam da cüzü sonra mı okusam, bu akşam teravihi kılmasam mı?” gibi sorular geliyor akla. Uzun gün ve sıcakların da etkisiyle motivasyon epeyce azalıyor. Oysa Ramazan, yılın 365 günü içinde sadece 30 günü kapsıyor. Bu yüzden sabırlı olmalı ve sevabın kat kat fazla verildiği bu aydan daha çok nasiplenmenin yollarını aramalıyız.

İlahiyatçı Prof. Dr. Şadi Eren, Ramazan’ın ilk günkü heyecanıyla Kadir gecesini beklememiz gerektiğini anlatıyor: “Ramazan’ın her gecesini Kadir Gecesi gibi değerlendirmeliyiz. Dünya nimetlerinde nasıl ki aza razı olmuyoruz ibadette de böyle davranmalıyız. Peygamberimiz, ‘Yüce Allah’tan Cenneti istediğiniz vakit Firdevs’i isteyin. Firdevs, Cennet’in ortasında ve derecesi en yüksek olanıdır.‘ buyuruyor. Bu hadisten yola çıkarak ibadetlerimizi özellikle Ramazan ayında eksiksiz yerine getirelim ki Rabbimizden en güzelini isteyelim.”

Ramazan’da ilk hedefimiz amellerin en hayırlısı olan Kuran-ı Kerim’i hatmetmek olmalı. Her sokakta bir mukabelenin yapıldığı bu ayda günde bir cüz takip etmenin yalnızca 35-40 dakikayı aldığını düşünerek son güne kadar aynı iştiyakı korumalıyız. Her gece sahura kalkarak Rabb’imizin rahmetine mazhar olmak, teravih namazı kılarak bütün geceyi ibadetle geçirmiş gibi sevap almak da bu ayın bize bahşettiği nimetlerden. Bu sevabın yılda yalnızca 30 günle sınırlı olduğu bilinciyle hareket etmeliyiz. Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş olan bu kutlu ayda motivasyonumuzu her gün ilk günkü gibi canlı tutmak için yapmamız gereken ibadetleri Peygamberimiz hadis-i şeriflerinde şöyle sıralıyor:

Allah orucu farz kıldı, ben de teravih namazını sünnet kılıyorum

Kutlu ayla birlikte gelen ibadetlerden diğeri de teravih namazı. Ramazan ayı gelmeden her ne kadar ‘bu sene her gün 20 rekât teravih namazı kılacağım, her gün ayrı bir camiye gideceğim’ diye kendi kendimize söz versek de günler ilerledikçe motivasyonumuz düşüyor. Oysa Efendimiz teravihi bizlere sünnet kılıyor, “Allah size Ramazan’da oruç tutmayı farz kıldı, ben de teravih namazı kılmak ve Kur’an okumak için gece uyanık kalmanızı sünnet kıldım. Kim sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutar, gecesinde de uyanık kalır, teravih namazı kılıp Kur’an okursa annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınmış olur.” buyuruyor. Peygamberimiz’in bir hadis-i şerifinde de teravih namazını imamla birlikte sonuna kadar tamam­layan kişinin o geceyi bütünüyle ibadetle geçirmiş gibi sevap elde edeceğini buyuruyor.

Peygamberimiz Ramazan’ın son on gecesinde ibadeti artırırdı

Ramazan, her türlü ibadetin çokça yapılmaya çalışıldığı bir ay. Ancak bu kutlu ayın son on gününe biraz daha ehemmiyet vermek gerekiyor. Zira bazı hadislerde ifade edildiği gibi, Kadir Gecesi’ni Ramazan’ın son on gününde aranılması tavsiye e­dil­iyor. Bunun için hayır-hasenat ve ibadetler Ramazan’ın yirmisinden sonra daha çok yapılmaya çalışılır. Bu aynı zamanda Peygamberimiz’i bir sünneti. Hz. Âişe, Peygamberimiz’in Ramazan’ın son on gününde geceleri ibadetle değerlendirdiğini, ibadet için diğer zamanlardan daha fazla gayret gösterdiğini ve ailesini de uyardığını anlatıyor.

Sahur, teheccüd kılmanın garanti yolu

Gece uykuyu bölmek kolay değil. Her ne kadar Ramazan’ın ilk günleri sahura kalkılsa da ilerleyen günler bunun yerini gece yemeğe bırakıyor. Oysa sahurun fazileti bilinse 30 gün boyunca gece kalkmaya gayret edilir. Peygamberimiz, “Sahur yemeğinde bereket vardır. Bir yudum su bile içecek olsanız sahura kalkmayı ihmal etmeyiniz. Çünkü sahura kalkana Allah rahmet eder, melekler de bağışlanmaları için dua eder.” buyuruyor. Prof. Dr. Eren, seher vaktinde uyumanın uygun olmadığını söylüyor: “Bu vakitte hem istiğfar etme fırsatı bulunur hem de sahura kalkınca sabah namazını kaçırma durumu ortadan kalkar. Bir de sahura kalkıldığında iki rekât da teheccüt namazı kılmak feyizli olur.

Oruç, bilindiği gibi semavi dinlerin ortak ibadeti. Ancak Müslümanların orucunun tek farkı var. Peygamberimiz, “Bizim orucumuzla ehl-i kitabın orucunu ayıran fark sa­hur yemeğidir.” buyuruyor.

Başlamak mı, bitirmek mi?

Peygamberimiz’e (sas) yirmi üç senede nazil olan Kuran’ın ilk ayeti, Mekke’de Ramazan ayında geldi. Kur’an-ı Kerim Ramazan’da indirildiği için bu kutlu ay ‘Kur’an ayı’ olarak da kabul ediliyor. Her zaman Kur’an’la iç içe olan Peygamberimiz’in bu ayda meşguliyeti daha da artardı. Hayatta bulunduğu süre içinde Ramazan gir­diğinde vahiy meleği Cebrail, Peygamberimiz huzuruna gelir. Birlikte Kur’an’ı okurlar, mütalâa ederlerdi. Efendimiz, “İnsanlardan ibadette en ileri olan, Kur’an-ı Kerim’i çok okuyandır.” buyuruyor. Ramazan’da Kur’an-ı hatmetmek sünnet. Bunu mukabele şeklinde yapmak da ayrı bir sünnet. Zira her sene Ramazan’da Cebrail (as) Efendimize gelerek Kur’an-ı Kerim’i baştan sona kadar okur, Efendimiz de ona mukabele ederdi. İrtihal edecekleri senenin Ramazan’ında ise iki defa hatmettiler. Peygamberimiz, “Amellerin en hayırlısı, Kur’an okumaya başlamak ve hatmetmektir.” buyuruyor.

Fatma Turan / Zaman Gazetesi

Nasıl dua etmeli?

Duayı emreden Cenab-ı Hak, duanın bir kısım adabını da bildirir. Kur’an’ın ayetlerinden anladığımız kadarıyla, dua ederken dikkat etmemiz gereken bazı durumları şöylece sıralayabiliriz:

1. “Allah’a korku ve ümitle dua ediniz.” (A’raf, 56) Yani, reddolunmasından korkar, kabulünü ümit eder bir şekilde isteyiniz. “Beyne’l-havf ve’r-reca” yani korku ve ümit arasında olmak kişinin manevî hayatı için son derece önemlidir. Elmalılı Hamdi Yazır’ın ifadesiyle, “bu iki hâl, insanın seyr u sülukunda iki kanat gibidir.” Tek kanatlı kuş uçamadığı gibi, sadece korku veya sadece ümit kanadıyla hareket edenler de, kemâlat semasına doğru uçamazlar. Allah’ın celal ve azametini düşünmek, insana lezzetli bir korku verir. Annesinin merhametli tokadından korkup yine annesinin şefkatli sinesine sığınan çocuk gibi, Allah’tan korkan insan O’na iltica eder. Allah’ın cemâl ve rahmetini düşünmek ise, insanı ümit içinde yaşatır.

2. “Rabbinize tazarru ile ve gizlice dua edin. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” (A’raf, 55) Yani, yalvara yakara, samimi bir şekilde, bütün benliğiniz ile O’na yönelin, O’ndan isteyin. Başkalarına da duyurmayın ki, nefsin hissesi karışmasın. Tazarru hali, insanın kendini duaya tam vermesini ifade eder. Bunu, duaya tam konsantre olmak şeklinde anlayabiliriz. İnsan bazı dualarında bu hâli yaşar. Bütün hisleri uyanmış, bütün latifeleri hüşyar bir şekilde yalvarır. Böyle bir durumda, istediği şeyleri ruhunun en derinlerinden gelen bir iştiyakla ister. Bu şekilde yapılan dualar, genelde kabul edilir. Bunun zıddı ise, tam bir gaflet göstergesi olur.Hz. Peygamberin ifadesiyle, “gafil, boş bir kalbin duasını Allah kabul etmez.” (Tirmizi, Daavât, 65)

Duada haddi aşmak ise, sesi fazla yükseltmek, olmayacak şeyleri istemek gibi durumlardır. Mesela, kişinin “Allahım beni peygamber yap!” veya “Allahım, beni bu dünyada ölümsüz kıl!” demesi, muhali talepten başka bir şey değildir.

3. “Allahın Esmaü’l- Hüsnası vardır. Onlarla dua ediniz.” (A’raf, 180) “Esmaü’l- Hüsna” “en güzel isimler” anlamına gelir. Yüce Allah, kendi kemaline ünvan olan nice isimlere sahiptir. Bunlar bir rivayette 99, bir başka rivayette 1001 olarak ifade edilmektedir. Mesela, Besmelede “Allah, Rahman, Rahim” isimlerini, en son sure olan Nas suresinde – İnsanların Rabbi – İnsanların Meliki – İnsanların İlahı isimlerini görürüz. Kur’anın tamamında bu ilahî isimlere sıkça yer verilmektedir.

Malumdur ki, bir kimse pek çok ünvanlara sahip olabilir. Mesela, güzel yazı yazmasıyla hattat, güzel resim yapmasıyla ressam, yaptığı binalarla mimar ünvanını alır ve o ünvanlarla bilinir. Öyle de, Cenab-ı Hak yaratmasıyla Halık, şekil vermesiyle Musavvir, rızık vermesiyle Rezzak şifa vermesiyle Şâfi’dir… İnsan, Allah’a yalvarırken, istediği şeye uygun olan İlahî ünvanı söylemesi uygun olur. Mesela, günahlarımızın affını isterken “Ya Gaffar” ayıplarımızın örtülmesini isterken “Ya Settar” ismini söyleriz. Keza, belaların defini isterken “Ya Dafia’l-beliyyat” (ey belaları def eden), ihtiyaçlarımızın karşılanmasını isterken “Ya Kadıya’l- Hâcât” (ey ihtiyaçları veren) ünvanını söyleriz. Rızık isterken O’nun Rezzak ismini anar, maddi manevi hastalıklarımız için O’nun Şafi isminden meded umarız.

İnsanlığa en güzel örnek olarak gönderilen Hz. Peygamber, dualarında sadece “Ya Rabbi, Allahım” demez, binbir isimle Allah’a yalvarırdı. Mesela, şu duasına bakalım: “Ey kalpleri çeviren Allah’ım, Kalbimi dinin üzere sabit kıl!” (Müslim, Kader, 17)

4. “O Allah Hayy’dır. Ondan başka ilah yoktur. O halde, dini yalnız O’na has kılarak, halis bir şekilde O’na dua edin!” (Mü’min, 65) İhlas, dinin en mühim esaslarından biridir. Yapılan bir şeyin sadece Allah için yapılmasını ifade eder. İhlasın zıddı, riyadır, gösteriştir. Sözgelimi, bir din görevlisi insanların önünde dua ederken coşkuyla istese, fakat yalnız dua ettiğinde sönükleşse, ihlastan uzaklaşmış olur.

5. “Allahın lütfundan isteyin!” (Nisa, 32) Yani, başkalarına verilen servet-makam- ilim gibi şeylere bakıpta, kıskançlıkla “bu niye ona verildi? Aslında bana verilmeliydi. Ben buna daha layıkım” demeyiniz. Çünkü, belki de onun size verilmemesi hakkınızda daha hayırlıdır. Dolayısıyla siz Rabbinize yöneliniz, O’nun lütuf ve kereminden isteyiniz. O, hakkınızda hayırlı olanı elbette bilir, ona göre verir. O’nun rahmet hazineleri ne biter, ne de tükenir.

Bu meselede, şu esasları göz önünde bulundurmak lazımdır:

Mülk Allahındır. O, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. İnsana düşen, verilmeyene göz dikmek değil, verilene şükretmektir.

– İnsan eğer şükretse, Allah daha fazla verecektir. Çünkü, tekitli bir şekilde şöyle demektedir: “Eğer şükrederseniz, gerçekten artırırım.” (İbrahim, 7)

– Hayır zannettiğimiz şer, şer zannetiğimiz hayır olabilir. Kur’an şöyle bildirir: “Bir şey hoşunuza gitmezken sizin için hayırlı olabilir. Sevdiğiniz bir şey de şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216) Mesela, insan hırs ile mal ister. Fakat Karun gibi bunu kibir ve gurura vesile yapacaksa, ona verilmemesi hayırlı olur. Veya insan ısrarla ilim ister. Fakat ilmiyle dalalete sapacaksa, verilmemesi rahmet olur. Onun için, Allahtan birşey isterken “Allahım, senin lütfundan isterim. Eğer bu istediğim hayırlıysa ver. Değilse, hakkımda hayırlı olanı nasip et!” demeli ve Allaha tam tevekkül etmelidir.

– Allah mutlak adalet sahibidir. Zulümden münezzehtir. Elbette kimin neye layık olduğunu bilir ve ona göre verir.

Prof. Dr. Şadi Eren / Zafer Dergisi

Said Nursi’nin hayatı, fikirleri ve yaptıkları bizim için muhteşem bir örnektir

Bursa Valisi Şahabettin Harput, ”Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı, fikirleri ve yaptıkları bizim için muhteşem” dedi.

Harput, Bursa Bediüzzaman’ı Anma ve Anlama Platformu’nca, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın katılımıyla Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen, ”Bediüzzaman Said Nursi Haftası Programı”nın açılışında, Hz. Muhammed’in (a.s.m) ”Alimler peygamberlerin varisleridir” sözünü hatırlatarak, ”Bediüzzaman Said Nursi, asrın müceddidiydi” diye konuştu.

Vali Harput, ”Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı, fikirleri ve yaptıklarının muhteşem bir örnek olduğunu” belirterek, ”İnsanlığın kardeş olarak bir araya gelmesinde ne kadar önemli ilkeleri bizlere aşıladığını görüyoruz” ifadesini kullandı.

Prof. Dr. Hikmet Sami Yıldırımhan da Said Nursi’nin çok yönlü bir mütefekkir olduğunu, hayatının sürekli işkence, tecrit ve zulümle geçtiğini ifade etti.

Bursa Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Sürmen de böylesine manevi yönü olan kişilerin ışıklarının, bulundukları mekanlardan çok uzak diyarlara taştığını vurguladı.

Sürmen, ”Maddi alanda esir olmuş, savaş eseri olmuş ama manevi anlamda kendisini esir alan komutanı bile esir almış büyük bir zattır. Bize iman sahibi olan insanın hiçbir zaman ümitsiz olamayacağını göstermiştir. İdam öncesi son isteği sorulduğunda iki rekat namaz kılmak istemiştir” dedi.

Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kamil Dilek ise Bediüzzaman Said Nursi’nin özellikleri ve yaşantısıyla ilgili bilgi verdi.

Program kapsamında daha sonra moderatörlüğünü Avukat Mustafa Tuncel’in yaptığı panele geçildi.

Prof. Dr. Şadi Eren, panelde, Bediüzzaman’ı kendi ifadeleriyle anlatmaya çalışacağını dile getirerek, ”O, vefatının 52. yılında anılırken adeta bir hürriyet kahramanıdır. Hayatı hem kendisi hem toplum hem de insanlıkla alakalı hürriyet mücadelesiyle geçti. ‘Ekmeksiz yaşarım, fakat hürriyetsiz yaşayamam’ sözü bunu tam anlamıyla anlatır” diye konuştu.

Doç. Dr. Osman Can ise Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatının aslında Türkiye’nin bunalımlı, çalkantılı günleriyle paralel olduğuna dikkati çekerek, ”Bu paralelliği birbirinden ayıramayız. Bediüzzaman büyük bir mücadele veriyor, yazılar yazıyor, değerlendirmelerde bulunuyor. Onu rahmetle anıyoruz” ifadesini kullandı.

Prof. Dr. Mümtazer Türköne de Bediüzzaman Said Nursi’nin, insanlığa uzağı görme perspektifini kazandırdığını dile getirdi.

Türköne, Said Nursi’nin varlığının önemine değinerek, ”Bediüzzaman olmasaydı bu konuşma bugün burada olmazdı. Ben burada sizlerin huzurunda anlatamazdım. Onun nimetleriyle yaşayan bir Türkiye var. Allah Razı olsun” dedi.

Doç. Dr. Ahmet Yıldız ise Bediüzzaman Said Nursi’nin günlerce aç bırakıldığını ve koğuşlarda ölüme terk edildiğini vurgulayarak, ”Pencerelerinin çoğu kırık 70 kişilik odalarda tek başına yatırılıyordu, soğuktan ölmesi isteniyordu. Ama o yemeğini farelerle paylaştı. Hayatı boyunca kadın, çoluk, çocuk, genç, ihtiyar ve masumları düşündü. Hep insanlık için mücadele verdi” dedi.

Zaman Gazetesi

Bursa’da “Bediüzzaman Haftası” başlıyor

1960 Mart ayında vefat eden Bediüzzaman Said Nursi’yi anma etkinlikleri Türkiye ve dünyanın çeşitli bölgelerinde düzenleniyor.

Bursa Bediüzzaman’ı Anma ve Anlama Paltformu bu yılki anma programını iki güne sığdırdı.

BİRİNCİ GÜN PANEL

24 Mart Cumartesi günü başlayacak olan Bediüzzaman Haftasında “Bediüzzaman’a göre temel hak ve hürriyetler” başlıklı panel düzenlenecek.

Saat 19.45’te Merinos Kültür Merkezi’ndeki panelin yöneticiliğini Av. Mustafa Tuncel yaparken Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Prof. Dr. Şadi Eren, Doç. Dr. Osman Can, Doç. Dr. Ahmet Yıldız konuşmacı olarak katılacak.

İKİNCİ GÜN MEVLİD

25 Mart Pazar günü ise Bursa Ulu Camii’nde Mevlid-i Şerif okunacak. Saat 11.30’da başlayacak olan mevlidin yöneticiliğini Mustafa Yılmaz yaparken Prof. Dr. Mehmet Emin Ay konuşma yapacak.

Hafızlar Ayhan Polat, Adnan Damar Kur’an-ı Kerim okuyacağı mevlid Yahya Alkın’ın yapacağı dua ile sona erecek.

BEDİÜZZAMAN’IN TALEBELERİ DE KATILIYOR

Anma haftasına Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Mehmet Fırıncı, Said Özdemir, Hüsnü Bayram, Ahmet Aytemur, Salih Özcan, Mahmut Çalışkan ve Abdülkadir Badıllı da katılacak ve hatıraları anlatacak.

Hüseyin Hiçdurmaz / Risale Haber

Hz. Musa’nın, Azrail (A.S)’a Tokat Vurması

Ebu Hureyre (ra) dan rivayet, Resul-i Ekrem (asm) ferman etmiş ki: Melekül Mevt (yani Azrail) Musa Aleyhisselama ruhunu kabzetmek için gönderilmiş. Hz. Musa’ya geldiği zaman, O’na tokat vurmuş, bir gözü çıkmış. Azrail Aleyhisselam Rabbine dönmüş, demiş ki: “Beni öyle bir kula gönderdin ki, ölümü istemiyor.” Cenabı Hak tekrar ona gözünü iade etmiş.

Allah Teâlâ ölüm meleğini Musa’ya ruhunu kabzetmek için göndermemiş; ancak ve ancak imtihan için göndermiştir.

Nitekim ALLAH Teâlâ Halil İbrahim (Aleyhisselâm)’a oğlunu kesmesini emretmiş, fakat bunun hakikaten kasdetmemiştir. Eğer Musa (Aleyhisselâm) tokat vurduğu vakit onun ruhunu kabzetmek isteseydi, murad ettiği olurdu. Musa (Aleyhisseiâm) şeriatında tokat vurmak mubahtı. Kendisi yanına giren bir adam görmüş. Onun ölüm meleği olduğunu anlamamıştı. Bizim Peygamberimiz de izinsiz bir müslümanın evine bakan kimsenin gözünü çıkarmayı mubah kılmıştır. Hz. Musa’nın ölüm meleğini tanıdığı halde gözünü çıkarması imkânsızdır. Melekler İbrâhim (Aleyhisselâm)’a da gelmiş, O dahi ilk görüşde onları tanıyamamıştı. Tanımış olsa kendilerine dana eti takdim etmesi muhal olurdu. Çünkü melekler yemek yemezler.

Aşağıdaki güzel videoyu izlemeden kısa bir açıklama ;

Bu hususta üç meslek var:

Birinci meslek: Azrâil Aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mâni olmaz. Çünkü nuranîdir. Nuranî birşey, hadsiz aynalar vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzat bulunabilir ve temessül eder. Nuranînin temessülâtı, o nuranî zâtın hassasına mâliktir; onun aynı sayılır, gayrı değildir. Güneşin aynalardaki misalleri güneşin ziya ve hararetini gösterdiği gibi, melâike gibi ruhanîlerin dahi, âlem-i misalin ayrı ayrı aynalarında misalleri, onların aynılarıdır, hassalarını gösterirler. Fakat aynaların kabiliyetine göre temessül ediyorlar. Nasıl ki Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm, bir vakitte Dıhye suretinde Sahabeler içinde göründüğü dakikada, binler yerde başka suretlerde ve Arş-ı Âzam önünde, şarktan garba kadar geniş ve muhteşem kanatlarıyla secde ediyordu. Her yerde, o yerin kabiliyetine göre temessülü varmış; bir anda binler yerde bulunuyormuş.

İşte, şu mesleğe göre, kabz-ı ruh vaktinde insanın aynasına temessül eden melekü’l-mevtin insanî ve cüz’î bir misali, Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm gibi bir ulü’l-azm ve celâlli ve hiddetli bir zâtın tokadına maruz olmak ve o misalî melekü’l-mevtin libası hükmündeki suret-i misaliyesindeki gözünü çıkarmak ne muhaldir, ne fevkalâdedir, ne de gayr-ı makuldür.

İnsanın ruh aynasında yansıyan Azrail (as)’in hakiki vücudu değil, hakiki vücudun aynadaki basit bir yansımasıdır. Hazreti Musa (as) bu yansımadaki surete tokat attığı için, Azrail (as)’in hakiki vücudundaki gözü değil, bu aynada yansıyan suretin gözünü çıkarmış oluyor. Bu birinci mesleğin görüşüdür ki; Risale-i Nurların tarzı bu şekildedir.

İkinci meslek odur ki, Hazret-i Cebrâil, Mikâil, Azrâil gibi melâike-i izâm, birer nâzır-ı umumî hükmünde, kendi nevilerinden ve kendilerine benzer küçük tarzda aveneleri vardır. Ve o muavinler, envâ-ı mahlûkata göre ayrı ayrıdırlar. Sulehânın (Haşiye 1 ) ervâhını kabzeden başkadır, ehl-i şekavetin ervâhını kabzeden yine başkadır. Nasıl ki,

-1-

âyeti işaret ediyor ki, kabz-ı ervâh eden, taife taifedir. Bu mesleğe göre, Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâma değil, belki Azrâil’in bir avenesinin misalî cesedine, fıtrî celâletine ve hulkî celâdetine ve Cenâb-ı Hakkın yanında nazdar olmasına binaen, ona bir tokat aşk etmek gayet makuldür. Haşiye2

HAŞİYE 1:  Bizde “Seydâ” lâkabıyla meşhur bir veliyy-i azîm, sekeratta iken, ervâh-ı evliyanın kabzına müekkel melekü’l-mevt gelmiş. Seydâ, bağırarak demiş ki: “Ben talebe-i ulûmu çok sevdiğim için, talebe-i ulûmun kabz-ı ervâhına müekkel, mahsus taife ruhumu kabzetsin” diye dergâh-ı İlâhiyeye rica etmiş. Yanında oturanlar bu vak’aya şahit olmuşlar.

HAŞİYE 2:  Hattâ memleketimizde gayet cesur bir adam, sekerat vaktinde melekü’l-mevti görmüş, demiş: “Beni yatak içinde yakalıyorsun!” Kalkmış, atına binmiş, kılıcını eline almış, ona meydan okumuş. Merdâne, at üstünde vefat etmiş

Bu mesleğe göre dört büyük meleklerden her biri bir vazifeden sorumlu bakan gibidir. Bu bakanların raiyetinde binlerce memur ve vazifeli vardır. Azrail de (as) insanların ruhlarını almakla sorumlu bir bakandır. Emri altında sayısız vazifeli ve memuru vardır. Bu vazifeli memurlar onun adına insanların ruhlarını alıyorlar. Tabi bu memurlar insanların ameline göre ayrı ayrı düşüyorlar. Kafirlerin ruhu için ayrı, Müminlerin ruhu için ayrı vazifeli memurlar vardır. İşte Hazreti Musa’nın (as) tokat attığı ölüm meleği, Azrail (as) değil, onun bir memuru olan melektir.

Üçüncü meslek: Yirmi Dokuzuncu Sözün Dördüncü Esasında beyan edildiği gibi ve ehâdis-i şerifenin delâlet ettiği üzere, “Bazı melâikeler var ki, kırk bin başı var. Her başında kırk bin dili var (demek seksen bin gözü dahi var). Herbir dilde kırk bin tesbihat var.”

Evet, madem melâikeler Âlem-i şehadetin envâına göre müekkeldirler, Âlem-i ervahta o envâın tesbihatlarını temsil ediyorlar; elbette öyle olmak lâzım gelir. Çünkü, meselâ küre-i arz bir mahlûktur, Cenâb-ı Hakkı tesbih ediyor. Değil kırk bin, belki yüz binler baş hükmünde envâları var. Her nevin, yüz binler dil hükmünde efradları var, ve hâkezâ…

Demek, küre-i arza müekkel meleğin kırk bin, belki yüz binler başı olmalı ve her başında da yüz binler dil olmalı, ve hâkezâ…

İşte bu mesleğe binaen, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâmın her ferde müteveccih bir yüzü ve bakar bir gözü vardır. Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın Hazret-i Azrâil Aleyhisselâma tokat vurması, hâşâ, Azrâil Aleyhisselâmın mahiyet-i asliyesine ve şekl-i hakikîsine değil ve bir tahkir değil ve adem-i kabul değil; belki vazife-i risaletin daha devamını ve bekasını arzu ettiği için, kendi eceline dikkat eden ve hizmetine sed çekmek isteyen bir göze şamar vurmuş ve vurur.

Bu fikre göre de; her bir meleğin suret ve vücudu, vazifeli olduğu işin mahiyet ve kemiyetine göredir. Çok büyük ve kemiyetli bir vazife ile vazifelenmiş ise; suret ve şekli de ona göre büyük ve kemiyetli oluyor. Azrail (as) bir anda milyonlarca ruhu almakla mükellef olduğu için, Allah, Azrail’e (as), ya bu ruhlar adedince misali göz ve teveccüh vermiştir. İşte Hazreti Musa (as)’in tokat attığı göz, Azrail (as)’in hakiki gözü ve sureti değil, misali gözlerinden bir tanesidir.(Sorularla Risale)

Her hafta sıcak bir aile ortamı gibi devam eden Keşan’daki Nur derslerine bir yenisi daha eklendi. Devamını Doç.Dr.Şadi EREN Hocamızın Risalelerden anlatımıyla devam edelim…

www.NurNet.org