Etiket arşivi: sağlık

İSLÂM’A GÖRE EVLİLİK NASIL OLMALI?

Evlilik görüşmesinde iki taraf, bir yer belirleyip birbirlerini görmelidirler. Ama unutmamak gerektir ki “paketlenmiş-hazır” bir şekilde birini bulup, evlenmek gibisinden bir şey yoktur. Kız ile erkek buluştuğunda yanlarında mutlaka “üçüncü” birisi olmalıdır. 

Makalemize, başlığın tahlili ile başlayabiliriz. Öncelikle neden bu konuyu seçtik? Konumuz bildiğimizi zannettiğimiz, fakat bilmediğimiz birçok şeyi içinde barındıran geniş bir konudur. Müslüman olan ve hatta kendini dindar / muhafazakâr gören, öyle hisseden kimselerin bile çok defa yanlış ve hatalara düştüğü mühim bir konuyu seçmek istedik. “Ben Müslüman’ım ve dinime göre nasıl eş seçimi yapmalıyım, bu süreci İslâmî olarak nasıl doğru bir şekilde yürütebilirim, “helâl daire”yi ihlâl etmeden yapmam gerekenler nelerdir?..” ve benzeri akla gelebilecek birçok soruya cevaplar aradık. Ve bu konuda insanların bir nebze de olsa şuurlanması için bu konuya temas edilmesi gerektiği kanaatine vardık.

Makalemizin ismini de geniş ve şümullü bir başlığı ihtiva eden “İslâm’a Göre Evlilik Nasıl Olmalı?” şeklinde koymayı uygun gördük. En fazla günümüz gençlerini ve anne-babaları ilgilendiren bu konuda, “İslâmî hükümler” muvacehesinde ele alarak konuyu izah etmeye çalışacağız inşallah.

Yazdığımız makaleden amacımız ise; “bu vatan gençleri”(1) ve umum Âlem-i İslâm’daki “gençlere büyük bir rehber”(2) olmaya masadak bir konu derlemesi yapmak ve tahlillerde bulunmak, yol gösterilmesine küçük de olsa yardımcı olmaya çalışmaktır.

 Bu makaleyi kaleme almamızdaki önemli birkaç sebebi de zikretmek istiyorum:

1. Müslüman olan gençlerin “keyfe kâfi” olan “helâl daire”deki(3) “evlilik müessesi”ne giden yolda yapacakları hakkında az bilgiye sahip olmalarıdır.

2. İnsanlarda “haram daire”ye girmeden evliliğe giden yolda neler yapılacağı hakkında kafa karışıklıklarının olması.

3. İslâmî bir misyon üstlenmesi gereken “ahir zaman gençleri”nin yaptığı yanlış davranışlara “emir bi’l-marûf ve nehiy ani’l-münker” vazifesi gereğince, gerekli bilgileri vermek gerektiği kanısına varmamız.

Mesela, sözlüsü veya nişanlısı ile arasındaki mesafenin ne olduğunu bilmeden hareket etmeleri, yanlış davranışlarda bulunmaları. Hâlbuki söz ve nişan bir akit değildir. İleriki bölümlerde inşallah bu konuyu ele alıp, izah edeceğiz.

4. İslâmî olduğu zannedilen, ama İslâm’da yeri olmayan davranışların gençler arasında sergilenmesi.

Bu ve buna benzer onlarca madde sıralayabiliriz. Ama biz bir kısmını verip geri kalanını akla havale ederek devam edelim.

Evlilik ve nikâhlanma hakkında Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“…Mü’min kadınlardan iffetli olanlarla, daha önceden kendilerine kitap verilenlerden iffetli olan kadınlar da mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâl kılındı…”(4)

Bu âyet-i kerîmede dikkat edilirse “iffet” üzerinde durulmuştur. Hem “mü’min” hem de “daha önceden kitap verilen” kadınlarla âyette “iffetli olanlar” kaydı ile evliliğe izin verilmiştir. “İffet” üzerinde durulması; İslâmiyet’in “iffet-nâmus” olgusuna verdiği önemi gösterir.

Daha sonra ise “mehirlerinizi vermeniz kaydıyla” denilir. Erkeğin kadına, (kadının istediği miktarda) altın, para ve benzeri türünden bir “mehir” vermesi istenilir.

Alıntı yaptığımız mezkûr âyette 2 şart daha sayılıp, “helâl kılındı” denilmiştir. Bunlardan birincisi “zina etmemek”, ikincisi ise “gizli dost tutmamak”tır. Buradan anlaşılacak birçok şey vardır. En basitinden evliliğin, “zina” ve “gizli dost tutma”ya engel olma yönü anlaşılır.

 “Kur’ân’ı tefsir edecek, yine Kur’ân ve hadîs-i sahîhtir.”(5) Onun için konuyla ilgili Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in şu sözleri nazar-ı dikkati celb etmelidir:

“Ey gençler! Sizden evlenmeye güç yetirenler evlensin.”(6)

Bir başka hadiste ise şöyle buyurulur:

 “Kimin evlenmeye gücü yetiyorsa evlensin. Çünkü evlilik, gözü haramdan alıkoyar ve iffet en iyi şekilde korur.”(7)

Şimdi başlıklar halinde konuları ele alıp, izah etmeye başlayalım.

1. Evlilik Görüşmesi Yapılırken Nelere Dikkat Edilmeli?

Evlilik görüşmesinde iki taraf, bir yer belirleyip birbirlerini görmelidirler. Ama unutmamak gerektir ki “paketlenmiş-hazır” bir şekilde birini bulup, evlenmek gibisinden bir şey yoktur. Kız ile erkek buluştuğunda yanlarında mutlaka “üçüncü” birisi olmalıdır. Üzerine basarak ve altını çizerek söylüyorum. Bunu unutmamak gerekir. Ya kız tarafından ya da erkek tarafından bir kişinin de yanlarında bulunmasıyla ilk görüşme yapılabilir.

Her iki taraf karşılıklı olarak şartlarını dile getirmeli ve beklentilerini söylemelidir. Görüşmede karşı tarafın gözlerine bakın. Bu utanılacak bir şey değildir; aksine bu bir “tavsiye-i Peygamberî” (asm)’dir.

Bir adam (Mekkeli bir Muhacir sahabi) Ensar’dan bir kadınla evlenmek istedi. Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz ona şöyle dedi:

“Onu gör. Çünkü Ensar’ın gözlerinde bir şey (küçüklük ya da çakırlık) vardır.”(8)

 Ayrıca bir başka hadîste şöyle buyurulmuştur:

“Biriniz bir kadına tâlip olur da onun hoşuna gidecek ve kendini ona çekecek taraflarına bakma imkânı bulursa baksın.”(9)

Bu konuda “…evlenme gâyesiyle bakmış olduktan sonra, ona bakmasında günah yoktur.”(10) buyurulur.

“Peki, bakmaktaki ölçü nedir ve bakılmasına izin verilen yerler neresidir?” diye aklınıza gelmiş olabilir. O sınır da belirlenmiştir. Kadın erkeğe daha dikkatli bakıp inceleyebilir. Erkek de kadının yüzü ve eline bakabilir. Ulema-i İslâm’a göre yüz güzelliği “ahlâk güzelliği”ni, el güzelliği de “beden güzelliği”ni gösterir. Bazı âlimlere göre ayaklarında açık olması ve oraya da bakılmasında sakınca yoktur. Bakma konusunda bu kadar izah yeterlidir sanırım.

İlk görüşme 10-15 dakika civarında olabilir. İlk görüşme heyecanının da olduğu düşünülürse, bu süre 20-30 dakikayı geçmeyecek şekilde ayarlanmalıdır. Daha sonra birkaç gün geçsin. O süre zarfında da değerlendirmeler yapılmalıdır.

Etkileşim oldu ise, iki tarafta müsbet (olumlu) değerlendirdi ise, o zaman iş “istihare namazı”na kalır. İstihare namazının kılınışına ilmihallerden bakarak “istihare”ye yatılmalıdır.(11)

İstihareden sonra işler yolunda giderse “söz” ve “nişan” aşamasına geçilebilir. Bunlar örf ve âdettendir. Dinen bir sakıncası yoktur.

Burada bir parantez açalım ki; söz ve nişan akit değildir. Sözlü ve nişanlı olan kimseler, birbirlerine o süre zarfında hâlen nâmahrem durumdadır. Çünkü nikâh akdi ortada yoktur. Nikâh olmadan o süre zarfında evliymiş gibi tavır ve davranışlar, İslâm’a aykırıdır. Bu durumda bulunmaktan şiddetle kaçınalım, o durumda bulunanlara da izin vermeyelim.

İslâmiyet, “tanışma-görüşme” sürecinde bir “gün sınırlandırması” koymamıştır. Ama günümüz şartlarında tavsiye edileni “90 gün” civarıdır. Birbirini tanıma süresi bu miktarı aşmamalıdır. Unutmamak gerektir ki; “Her şeyin ifrat ve tefriti iyi değildir.”(12) İfrat, aşırı ileri ve çok fazla; tefrit ise aşırı geri ve çok az anlamlarına gelir. 3 aylık süre zarfında “mahremiyet” gözetilerek görüşmeler yapılmalıdır. Bir yandan karşınızdaki kişiyi tanırken, bir yandan da onun çevresini tanıyın. Çevresindeki kişilerin anlatımlarına bakın. Bilinmesi gerekir ki, “Herkesin, yağmur yağdığında dökülecek boyaları vardır.”

Evlilik görüşmelerinde en önemli hususlardan bir de asla tek kalınmaması gerektiğidir. Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in buyurduğu gibi;

“Sakın bir erkek, yanında mahremi olmadıkça, yabancı bir kadınla yalnız kalmasın.”(13)

Bir başka hadis-i şerifte ise, bir kadın ile bir erkeğin yalnız kalması durumunda üçüncülerinin “şeytan” olduğu ifade buyurulur.(14)

2. Evlenirken Doğru Eş Adayını Bulduğumuzu Nasıl Anlayabiliriz?

Öncelikle halk tabiriyle, “beklentiniz full olmayacak.” Yani her yönüyle mükemmellik istenilmeyecek. Çünkü, “İnsan hatadan hâlî olamaz.”(15) Ve insan “kusurlardan, nisyandan, sehivden hâli değil”(16)dir. İnsanoğlunda kusur etmek, unutmak ve hata yapmak vardır. Onun için “mükemmel ve kusursuz” kavramlarını evlilikte karşı tarafta aramaya çalışmayın. Yoksa evlendikten sonra umduğunuzu bulamadığınız için üzülürsünüz.

Daha sonrasında evliliğinizin sizin için bir “imtihan” olduğunu unutmayın. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Hakîm’de;

 “Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.”(17)

buyuruyor. Buradaki “elbise” veya “örtü”yü bazı mealler şöyle izah etmiştir;

“Onlar sizin iyiliğiniz için bir elbise, vazgeçilmez birlikteliğinizin, sizi koruyan, sırlarınızı saklayan ortağı, rahat ve huzur kaynağıdırlar.”(18)

“Onlar, sizin için fenalığa karşı koruyucu bir elbise ve siz de onlar için koruyucu bir elbise gibisiniz.”(19)

“Onlar sizin için (günahlardan koruyan) bir elbise, siz de onlar için bir elbise (gibi)siniz.” (20)

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere “elbise / örtü “; “günahlardan korumak”, “sırları saklamak”, “fenalığa karşı bir koruyucu” niteliğindedir. Anlamamız gereken şu ki, evlilik bu hâsiyetleri câmi olan bir müessesidir, öyle basit bir şey değildir.

“İmtihan sırrı” gereği, yukarıda saydıklarımızı unutmamalıyız. Ona göre davranmalı ve birbirine tam uygun -Kur’ân’ın tabiriyle- “elbise / örtü” olacağı kanaatine vardığınız kimse “doğru eş adayı”dır.

“Sen nasıl olursan, eşin de öyle biri olur.” Bunu unutma. Nitekim Kur’ân-ı Azîmüşşan’da şöyle geçer;

“Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara layıktırlar. Temiz kadınlar temiz erkeklere; temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktırlar.”(21)

 Yani buradan anlamamız gerektir ki, bizim durumumuz ve davranışlarımıza göre Cenâb-ı Hak, bize en hayırlı nasibi takdir edecektir. “Kadere iman eden, gamlardan kurtulur.”(22) kaidesince biz kadere iman etmeliyiz. Ama bunun yanında Cenâb-ı Hakk’ın bize cüz’-i iradeyi verdiğini de unutmamalıyız. (Kader ve cüz’i irade hakkında bk. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Altıncı Söz / Kader Risalesi) Bize düşen, yapmamız gerekenleri yaptıktan sonra tevekkül etmektir.

Evlilikten önce yapılan edebiyatın %90’ı palavradır. Evlilik öncesi edebiyata kanmayın da yapmayın da. İmkânsız ve çok büyük hayaller kurmayın. Çünkü sonucu büyük hayal kırıklığıdır. Onun için, gerçekçi olun. Hayallere çok dalmayın. Ardından elem ve üzüntü verici olaylar olmasın istiyor iseniz, başlangıcınızı ve temelinizi sağlam atın. “Laf ile peynir gemisi yürümediği” gibi, “Aşk edebiyatı ile de evlilik yürümez!”

Evlilik, bilinmeyen bir meçhuldür; bu meçhulün izinde malum olmaz. Yani istediğiniz kadar evlilik hakkında kitap, yazı, makale ve benzeri okuyun; evlenmeden asla bunu hakkıyla anlayamazsınız.

Evlilik bir cihaddır; risklidir. Riski olduğu için zaten cihaddır. Onun için yaralanmaya ve sıkıntıya sabredebilmek gerekir. Evleneceğiniz eşte bu vasıfları arayın. “Bu, evlilik riskini göze alabilecek biri midir?” diye düşünün. Eğer alabilecek biri ise, demek ki “doğru eş adayı”dır.

Doğru eşi seçip seçmediğinizi anlayabilmek için, tecrübeli evli kimselerden danışmanlık isteyin. Mutlaka istişare edin. Müşavere etmeden, asla iş yapmayın. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’da istişare şöyle geçer;

 “Onların işleri de kendi aralarında istişare iledir.”(23)

Hazreti Resûl-i Kibriya Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz de

“İstişare eden mahrum kalmaz. İstişare eden pişman olmaz.”(24)

Mutlaka her iki taraf da istişareler yapmalı ve elde edilen bilgiler kulak ardı edilmemelidir.

Doğru eş seçimi yapmak isteyen kişiler, öncelikle kendilerinin doğru eş adayı olup olmadıklarına bakmalıdırlar. Eksikliklerini tamamlamalı, gediklerini kapatmalı, yanlışlarını düzeltmelidir.

Evlilik aşamasında bulunanlar hakkında bir başka tespiti belirtmek istiyorum; “Namuslu bir erkek ya da kız çok çabuk aldanır. Çünkü herkesi kendi gibi zanneder. Hile yapmasını bilmez.” Aldanmamak için iyice araştırma yapılmalıdır.

Evlilik çağına gelmiş kişi için eş bulma noktasında, anneden ziyade teyze veya abla daha idealdir.

Fizikî yapılar beğenilmeli ve güzellik beklentisi karşılanmalıdır. Kadın ve erkek birbirlerini %100 beğenmelidirler. Birbirini beğenmeyen çiftlerin evliliklerinde illaki sıkıntılar vuku bulacaktır. “Doğru eş” seçiminde buna dikkat etmek gerekir.

“Aradığım kişi bu!..” diyebilmeli her iki taraf da. Ve zevkler de uyuşmalıdır. Bu mühimdir.

3. İslâm’a Göre Nişan ve Nişanlının Sorumlulukları Nelerdir?

Öncelikle üstteki paragraflarda dediğimiz gibi nişan, nikâh gibi akit değildir; bağlayıcılığı yoktur. Ama Rasûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz zamanında da örnekleri bulunan bir uygulamadır. Yani evlenmeden önce bir söz verme şeklinde olmuştur.

Takılan yüzüğün dinen bir hükmü yoktur. Nişan yüzüğünün niteliği; yüzük takılan kızı bir başkasının istememesi içindir.

İslâm dininde nikâhtan önce hiçbir şey beraberlik izni vermez.

Mahremiyet durumu olarak; nişandan önce ve sonra arasında hiçbir fark yoktur. Dışarıdaki birbirini tanımayan iki karşı cinsteki kişi nasıl birbirlerine nâmahrem iseler; nişanlı çiftler de aynı şekilde birbirlerini nâmahremdirler.

Erkek veya kız tarafından biri nişandan vazgeçebilir. Bunda herhangi bir vebal yoktur. Hiçbir hak durumu da olmaz.

Nişan atılırsa; götürülen eşya, altın, para ve benzeri hediyeler geri istenilebilir. Bunda bir beis, yani aykırı / yanlış bir durum yoktur.

Nişanlılık, birbirini tanıma sürecidir; bundan öte bir şey değildir.

Nişan için aşırı yatırım yapmak israftır, gösteriştir.

Nişanlılar, evliliğin “yürek feda etme işi” olduğunu unutmamalıdırlar. Önemli olan birbirlerinin yüreklerine sığabilmektir.

Nişanın en doğru şekli; iki tarafın yakın akrabaları arasında sade bir yüzük takılma töreni şeklinde yapılmasıdır. Maksat, daha sonra taraflardan biri nişanı atarsa zor durumda kalmamalıdır.

Halk arasında yaygın olarak yapılan bir yanlış uygulama ise şudur:

Nişanlı çiftin rahat rahat gezebilmeleri için imam nikâhı (veya dinî nikâh) kıydırmalarıdır. Nikâh akittir ve eğer bu dönemde vazgeçseler boşanmaları gerekir. Çünkü nikâh kıymışlardı. (Bu arada İslâm dininde nikâh tektir; şahitler huzurunda kıyılır. Dinî / imam ve resmî nikâh diye bir ayrım yoktur.) Asla böyle uygulamalar yapmayınız. Nikâhın bir ciddiyetinin olduğunu unutmayınız.

Nişan süresinin maksimum 3 ayı geçmemesi en idealidir. 90 günlük bir süre nişan için yeterlidir. Çünkü tanışma süresinin bir miktar demlenmesi gerekir.

Aileler, birbirlerini araştırmalıdırlar.

Asla halvet durumuna maruz kalınmamalıdır. Yani bir alanda kız ile erkek tek başlarına kalmamalıdırlar.

Telefon ile mesafeli bir şekilde konuşulabilir. Mesafeli bir şekilde de mesajlaşma olabilir.

Taraflar tatmin olurlarsa, evlenmekte bir sıkıntı çıkmaz inşallah.

4. Mutluluğun Esaslarından: Nikâh

Evlilik, ebedî cennet yoludur. Bu yolun ilk giriş kapısı ise nikâhtır. Asrımızın Büyük İslâm Âlimi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, “nikâh” hakkında şöyle demektedir:

“Saadetin esaslarından ‘nikâh’ ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalplerin en latîfi, en şefiki; ‘kısm-ı sânî’ ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimileştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin arızalardan hâlî olmasıdır.”(25)

Mutluluğun esaslarından biri olan “nikâh” ele alınıyor. Ve ardından güzel tespitler yapılıyor. İnsanın en fazla ihtiyacını karşılayan, kalbine karşılık verecek bir kalbin var olmasıdır. Bu şekilde her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini, kuvvetli arzularını karşılıklı olarak değiş tokuş yapsınlar. Ve lezzetlerde, zevklerde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de birbirlerine yardımcı olsunlar. Daha sonra ise bir misal verilir. Bir işte hayrette kalmış, şaşırmış bir kişi veya bir şeye dalarak tefekkür eden, düşünen adam zihnen de olsa ister ki birisi gelsin. O gelen kişi kendisiyle o hayreti ve o tefekkürü paylaşsın. Daha sonra ise “kadın kalbi” ile ilgili mükemmel bir tarif yapılır ve der ki: Kalplerin en yumuşağı-mülayimi, en şefkatlisi “kısm-ı sânî / ikinci kısım” ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhsal uyuşma ve kaynaşmayı tamamlayan, kalbe ait tanışıklık, sûrete ait ve dış görünüşle ilgili olan arkadaşlığı samimileştiren; kadının iffetiyle, kötü ahlâktan temiz ve saf / katıksız bulunması ve çirkin arızalardan uzak durmasıdır.

5. Kim Hayal Ettiği Gibi Bir Evlilik Yapabilmiş?!.

Evlilik, uzun soluklu bir koşudur. Ebedî refika-i hayat (hayat arkadaşı) bulma işidir.

Evlilik, imtihandır. Sıkıntı da hastalık da problem de olacaktır.

Evlilik kısa süren değil, uzun süren; 24 saatlik büyük bir imtihan sürecidir.

6. Evlilik Vakti Ne Zaman Gelmiş Olur; Bunu Nasıl Anlarız?

Hayat arkadaşlığı öyle kolay değildir. Hayat şartları zordur. Evlilik oruç gibi değildir ki; iftar olduğunda bitsin. 24 saat süren bir hayattır. Hatta hayatın tâ kendisidir.

Evliliğin ne zaman geldiğini anne-babalar hissetmelidirler; gözlem yapmalıdırlar. Hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

“Üç şeyi geciktirmeyin. Vakti gelince namazı, hazır olunca cenazeyi ve denk birini bulunca evlendirmeyi.”(26)

Hadisten de anlaşılacağı üzere “geciktirilmemesi” gerekir evliliğin. Ve zamanı da “denk birini bulunca”dır. Tabi şartlar haiz, yani uygun bir halde ise.

Kadının da erkeğin de şehvânî ve nefsânî ihtiyaçları vardır. Evlilik onun için yemek, içmek, uyumak gibi bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın tatmin olmaması durumunda kişiler sıkıntıya girerler.

Evlilik vaktinin geldiğini anlamada ailelerin ve çevrelerinin iyice teşhis etmeleri gerekir.

7. Neden Evlilik Konusunda Acele Edilmeli?

Aileler öncelikle fizyolojik durumuna bakıyor ve “Askerlik yapmış mı?”, “Okulu bitmiş mi?”, “İyi bir mesleği var mı?” gibi soruları başa alıyor. Ve bunları evliliğin önüne bir engel olarak koyuyorlar. Hâlbuki Rahmet Peygamberi Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz;

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!”(27)

“Kim evlenirse imanın yarısını tamamlamış olur; kalan diğer yarısı hakkında ise Allah’tan korkun!”(28)

buyurmaktalardır.

Gençlerin evlenmelerine önayak olunmalıdır; engel olunmamalı, engeller kaldırılmalıdır.

“En faziletli şefaatlerden (teşvik edilen amellerden) biri, evlilik hususunda iki kişiye aracı ve yardımcı olmaktır.”(29)

hadis-i şerifi de bu noktaya bakmaktadır.

Cuma günleri camilerin yapım, onarım ve masrafları için para toplandığı gibi; evlenmek isteyen, ama maddî imkânı olmayan gençlerin evlendirilebilmeleri için de para toplanmalıdır. Bir gencin zinaya düşmemesi için yapılan faaliyet ve çaba, bu ahir zamanda diğer birçok teferruat-ı hayriyeden daha faziletlidir.

8. Bir Nidâ-i Peygamberî (asm): Evleniniz!

Fahr-i Kâinat Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz;

“Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuz ile iftihar edeceğim. Kimin maddî imkânı varsa, hemen evlensin. Kim maddî imkân bulamazsa, nâfile oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehvet kırıcıdır.”(30)

buyurur. Başka hadis-i şeriflerde de benzer ifadeler vardır.(31)

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de “evlenme” konusunda şöyle der;

“Evlenmeli. Bekârlık bîkârların kârıdır. Bâkire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir. Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur. İzdivac, tasfiye tezhib eder.”(32)

Bu cümlenin kısaca şerh ve izahı şöyledir;

“Evlenmeli” diye söze başlanılır. Zaten birçok hadiste de bu şekilde tavsiye geçmektedir.

“Bekârlık bîkârların kârıdır.” cümlesinden kastedilen, “Bekârlık, geçimini temin edemeyen, yani kârı olmayanların kârıdır, işidir.”

“Bâkire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir.” cümlesinden kastedilen; bekâr hanımın fıtratının üçte ikisi kadındır. Geri kalan üçte biri ise erkektir, yani erkek gibidir.

“Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur.” cümlesinden kastedilen; bekâr bir erkeğin fıtratının üçte ikisi erkektir. Kalan üçte biri ise çocuktur, yani çocuk gibidir.

“İzdivac, tasfiye tezhib eder.” cümlesinden kastedilen ise; evlilik her iki boşluğu dolduran ve tamamlayan tek yoldur. Kadın, anne olmak ve mesuliyet yüklenmekle tam bir hanım gibi fıtrat kazanır. Erkek ise evlilik sayesinde kişiliğini tam oturtur, çocuksu hallerden kurtulur.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Yirmi Dördüncü Lem’a olan Tesettür Risalesi eserinde “evlilik” ve “nikâh” konusuna temas eden birçok yer vardır. İnşallah ileriki zamanlarda bu konu müstakil olarak ele alınır. Evli kadın için Bediüzzaman Hazretleri, “müdür-i dâhilî” yani iç işleri bakanı / müdürü ve “muhafaza memuru” yani koruma memuru tabirlerini kullanır.(33)

Rahmete’n-lil Alemîn Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde;

 “Kadın dört sebepten biri için nikâhlanır; malı, nesebi, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı seç ki hayır ve bereket göresin!”(34)

buyurmuştur. Bu hadis-i şerife mutabık olarak Bediüzzaman Hazretleri de şöyle demiştir;

“Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyanet noktasındadır.”(35)

İleride anne olacak kişilerin hâl, tutum ve davranışlarına dikkat etmeleri önemlidir. Nitekim “İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun vâlidesidir.”(36) Çünkü gelecek nesillerin mimarı, öğretmeni valideler, yani annelerdir.

9. Evliler ve Evlenecek Olanlara Birkaç Tavsiye

– Karşınızda bir insan olduğunu asla unutmayın.

– Eşinizin veya müstakbel eşinizi asla üzmeyin.

– Evliliğin aynı evi paylaşmaktan ziyade aynı yüreği paylaşmak olduğunu unutmayın.

– Hayatta şu üç seçimi dikkatli yapmalısınız. Bunlar; iş, eş ve dost seçimidir. Bu seçimlerde hata ederse bir kişi, hem dünyada hem de ahirette tehlikelere maruz kalır.

– Eşinizi cennet vesilesi olarak görün.

– Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in; “Kocası kendisinden razı olarak vefat eden kadın, cennete gider.”(37) hadîsinden hanım kardeşlerimizin birçok ders çıkarması gerekir.

– Erkekler de “Sahip olunan şeylerin en kıymetlisi; zikreden bir dil, şükreden bir kalp, kocasının imanına yardımcı olan sâliha bir eştir.”(38) hadis-i şerifi üzerinde düşünmeli, ders çıkarmalıdırlar.

“Saliha kadın”ın tarifini de Resûl-i Zîşan Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz şöyle yapmışlardır;

“Saliha kadın, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşrû isteklerini yerine getirir ve onun olmadığı yerde hem malını hem de namusunu muhafaza eder.”(39)

 Bu güzel tarif üzerine bize ne düşer ki?!.

10. Evlilik ve Cinsellik

Üzerinde durulması gereken konulardan birisi de “Evlilik ve Cinsellik” konusudur. “Dinî konuları öğrenmede, ayıp /utanma yoktur.” kaidesi, fıkıhta geçen bir kaidedir. Onun için bu bölümü dikkatlice okumakta fayda var.

Öncelikle çok ayrıntıya girmeyeceğiz. Konuyla ilgili ilmihallere, aile ile ilgili yazılan kitaplara ve mahremiyet bâblarına müracaat edebilirsiniz. Biz konuyu sadece yüzeysel ele alacağız.

Cinsellik denince akla sadece erkeklerin gelmesi yanlış bir durumdur. Çünkü kadında da cinsel arzu vardır. Bu konudaki yanlış algıları yıkmak gerekir.

Erkeğin de kadının da nefsî ve şehvânî istekleri vardır. Bu fıtrî bir durumdur.

Evlilik çift kanatlıdır. Bunun bir kanadında erkek, bir kanadında da kadın vardır. Onun için cinsel tatmin konusunda, her iki tarafın da ihtiyaçlarının giderilmesi gerekir.

Rabbimizin kitabında ve Resulü (asm)’nün de sünnetinde bu konular işlenmektedir. Ve ayıp değildir. Ayıp olsa idi en başta Allah’ın kitabında geçmez ve Allah Resûlü (asm) de ashabına anlatmazdı.

(Kur’ân-ı Kerîm camilere, mescidlere, dinî toplantılara ve dinî grupların toplandığı yerlere hasredilen bir kitap değildir. Ve asla da olmamalıdır. Kur’ân-ı Hakîm, hayatın her alanına inen bir kitab-ı mukaddestir. Hayat kitabıdır. Bizim her işimizi tanzim eder. Ticaretimizden, yatak odamıza ve oradan da devlet yönetimine kadar…)

Kur’ân-ı Mübîn’de; “Kadınlar sizin tarlanızdır.”(40) buyurulur. Buradan maksadın cinsî münasebet noktası olduğu herkesin malumudur. Tarlaya yapılacak ekinden maksat da açıktır. Kapalı bir şekilde ifade etmek gerekir ise; neslin devamının olacağı yerden, neslin devamı maksadıyla, şehvetinizi söndürmeye vesile olarak, ilişkiye girin denilmektedir. Ayrıntılı bilgi için ilgili âyetin tefsirine bakabilirsiniz.

Toplumda hayâ edilmesi gereken şeylerden hayâ etmeyip, öğrenmemiz gereken faydalı bilgilerden hayâ edip öğrenmemek, çekinmek; yaptığımız en büyük yanlışlardandır.

Yukarıda alıntı yaptığımız âyet-i kerîmeye, hadis-i şerifte şu kayıt düşülmüştür;

“Kadının üreme organından olmak şartıyla hangi şekilde olursa olsun…”(41)

Diğer önemli konu ise; pek de üzeri açılmayan ama burada yazmak mecburiyetinde kaldığımız bir konudur. O konu da “ters ilişki”dir. Diğer ismi ile “anal ilişki”. Konuyla ilgili şunun bilinmesi gerekir ki; kadına arka organdan / anüsten cinsel ilişkiye girmek, ne şekilde olursa olsun kesinlikle haramdır. Şayet kadın bu işe razı olursa, o da bu büyük günaha ortak olur. Eşler arası bile olsa anal ilişki, “livata” olarak adlandırılmış olup, İslâm dininde yasaklanmıştır. Konuyla ilgili hadislerde o fiili yapma halinde eşler için “lânete uğramıştır” ve “Allah, rahmet nazarıyla bakmaz.”(42) buyurulmuştur.

Yukarıda bahsi geçen hadislerde dübürden / anüsten cinsel ilişkiye girmenin haram olduğuna delil çıkmaktadır. Bu ilişkiye evli çiftler yaklaşmamalı, eğer yapmış iseler tövbe ve istiğfar etmelidirler. Evlenecek olan çiftler ise, bu konuda burada yazılanları akıllarından çıkarmamalıdırlar.

Şimdi de bir diğer konuya gelelim. Evli çiftler arasındaki “oral ilişki” mevzusuna. Ağız, cinsel ilişki için yaratılmamıştır. Başka işler için var edilmiştir. Oradan cinsel ilişkiye girmek, fıtrata aykırıdır. Hâlbuki İslâmiyet, “fıtrat dini”dir. Fıtratları bozulmamış olanlar bu tür bir ilişkiye asla girmezler.

İlişkiye hazırlık aşamasında çiftlere tavsiye; “karşısındakinin onurunu kırıcı durumda bulunmadan” bunu yapmalarıdır. Oral ilişkinin hükmü konusunda ihtilaf olsa da şu hadis-i şerif ile konuya netlik kazandırabiliriz:

 “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe etmediğini yap.”(43)

Bu bağlamda ismini zikretmeyeceğimiz, diğer ilişkiye hazırlık fiillerinin yapılması daha yerinde olur.

Cinsellik konusunda sonucu şu misalle bitirelim; perdenin amacı nasıl içeriyi göstermemek ise, mü’minin tavrı da mahremiyete riayet etmek olmalıdır.

14. Aşk ve Evlilik

Evlilik konusunda bir söylenecek birçok şey var. Şimdi ele alacağımız mevzu ise makalemizin son mevzusu olacaktır.

Unutmayın ki, evliliği ayakta tutan aşktan ziyade idare edebilme kabiliyetidir. Evi idare edebilme, eşlerin birbirini idare edebilmesi, çocukları idare edebilme, eşlerin hoşgörülü davranmaları, yeri geldiğinde alttan alabilme vesaire gibi tutum ve davranışlar evliliğin devamını sağlar.

Evler aşk ile değil, İslâmiyet ve nesli koruma ile yürür.

Tartışma olunca aşk gider, ama İslâmî şuur varsa evlilik ayakta kalır.

Evlilikler kuru kuruya aşk ile değil, iyi idare ve eşler arası saygı-sevgi ile devam eder.

Allah’ın kurduğu düzende ailede hem erkek hem de kadın sorumludur.

Aşk ile evliliğin yürümemesi demek evlilikte aşka gerek yoktur, demek değildir. Aşık olmadan asla evlenmeyin. Aşk çimentosu sizin evliliğinizde mutlaka bulunsun. Ama esas o olduğu zaman sıkıntılar çıkar. Çünkü kuru kuruya aşk bir şey ifade etmez.

“Ev hanımı” kelimesine Arapça’da “Rabbetü’l-Beyt” denir ve terbiye eden, düzenleyen, idare eden anlamlarına gelmektedir. Bu mananın da üzerinde derin bir şekilde düşünülmesi gerekmektedir.

Biraz uzun olan makalemiz elhamdullillah hitâma erdi. Niyâzımız, makaleden istifade edilmesi ve hiç olmazsa okuyan kişiye bir yol gösterebilmesidir. Amelimizde her dâim yalnızca “rıza-yı İlâhî”(44) vardır. Ve Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’in de buyurduğu gibi; “Hayırdan ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilmektedir.”(45) İnşallah umumî istifadeye medâr olur ve evlilik gibi derin ve mühim bir meselede, insanlara yardımcı olur.  Cenâb-ı Erhamü’r-Râhimîn evlilere mutlu bir yaşam ve hayırlı evlatlar, gençlere ise evleneceği kişi ile mesut bir İslâmî yaşantı nasip eylesin. Âmîn.

Abdulkadir ÇELEBİOĞLU

Dipnotlar:

(1) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.143.
(2) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası-2, s.41.
(3) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, s.204.
(4) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Mâide Sûresi, 5. Âyet.
(5) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Muhakemât, s.20.
(6) bk. Buhârî, Nikâh, 3; Müslîm, Nikâh, 1.
(7) bk. Buhârî, Savm, 10.
(8) bk. Müslîm, Nikâh, 12.
(9) bk. Ebû Dâvûd, Nikâh, 19.
(10) bk. Müsned (Tertibü’l-Müsned), 16/154).
(11) bk. İslâm İlmihâli, Diyanet İşleri, İstihâre Namazı maddesi, s.223.
(12) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.31.
(13) bk. Buhârî, Nikâh, 111; Müslîm, Hacc, 424.
(14) bk. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tecrüme ve Şerhi, c.10, 17. Fasıl, Hadîs No: 3433.
(15) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s.220.
(16) bk. age., s.148.
(17) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(18) bk. Ali Tekin Meâli, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(19) bk. Ali Fikri Yavuz Meâli, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(20) bk. Hayrat Neşriyat Meâli, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(21) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Nur Sûresi, 26. Âyet.
(22) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, s.262.
(23) bk. Kur’ân-ı Kerîm,  Şûrâ Sûresi, 38. Âyet.
(24) bk. Taberânî.
(25) bk. Bediüzzaman Said Nursî, İşârât-ül İ’caz, s. 217.
(26) bk. Tirmizî, Salât, 13/171.
(27) bk. Buhârî, 3:72.
(28) bk. Heysemî, 4, 252.
(29) bk. İbn-i Mâce, Nikâh, 49.
(30) bk. İbn-i Mâce, 1/1846.
(31) bk. Abdurrezzak, el-Musannef, 6, 173; Beyhâkî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 7, 131.
(32) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat Tulûat İşârât, s.116.
(33) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.240.
(34) bk. Buhârî, Nikâh, 15; Müslîm, Radâ, 53.
(35) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.238.
(36) bk. age., s.242.
(37) bk. Tirmizî, Radâ, 10; Bkz. İbn-i Mâce, Nikâh, 4.
(38) bk. Tirmizî, Tefsir, 9/9.
(39) bk. İbn-i Mâce, Nikâh, 5/1857.
(40) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Bakara Sûresi, 223. Âyet.
(41) bk. Müsned, 1, 268; Dârimî, Vudû, 113-114; İbn-i Mâce, Nikâh, 29.
(42) bk. Ebû Dâvûd, Nikâh, 45; Müsned, 1, 86; 2, 44; Tirmizî, Taharet, 102.
(43) bk. Buhârî, Büyü, 3; Tirmizî, Kıyâme, 60.
(44) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.193.
(45) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Nisa Sûresi, 127. Âyet.

 

www.NurNet.org

Ali İhsan Tola Abi’den Tavsiyeler..

Her zaman dikkat edilmesi gereken hususlar.

  1. Terleme olduğu zaman terinizi üzerinizde kurutmayın mutlaka terli çamaşırı çıkarıp kurusunu giyiniz. Eğer ter üzerinizde kurursa vücudunuzun sağlığını alır vücudunuz buz gibi kalır. Damarlar sinirler büzülür ağrılar tutulmalar kireçlenmeler başlar. Akciğer, mide, böbrek, karaciğer ve üreme organlarının rahatsızlığı, romatizma, kireçlenmeler ve bir çok rahatsızlıkların ortaya çıkmasına sebep olur. Terininizin üzerinizde kuruması vucudunuzun kırılmasına çalışma gücü ve şevkinizin azalmasına sebep olur.
  2. Ayaklarınızı hiç bir zaman üşütmeyin ayaklar üşürse mide, bağırsak, böbrek, idrar yolları, yumurtalıklar, üreme organları karaciğer, safra, basur, romatizma damar rahatsızlıklarına zemin hazırlar. Ayaklarınızı sıcak tutunuz.
  3. Rüzgarlı, ceryanlı, vantilatörlü, klimalı yerlerden sakınınız. Bilhassa terli olarak böyle yerlerde durmayınız, yattığınız yerinde rüzgarlı hava ceryanlı yer olmamasına dikkat ediniz (pencere kenarı, kapı pencere arası)
  4. Başınızı ıslak tutmayınız kurulayınız. Banyodan sonra başınız ıslak hemen dışarı çıkmayınız, saçı başı kurulayıp yatınız. Baş sık sık ıslak tutulursa dışarı çıkılırsa baş ağrısına, sinüzüte, migrene, nezle olmaya, burun akıntılarına, kulak iltihabına boyun, omuz tutulmalarına kireçlenmelere zemin hazırlar.
  5. Soğuk, serin, rutubetli yerlere oturmayınız, yer soğuk olursa mide, bağırsak, idrar yolları, basur, böbrek, yumurtalık, karaciğer, üreme organları rahatsızlığına zemin hazırlar.
  6. Verilen ilaçlar iltihaplı balgamları, burun, geniz akıntılarını söker. Bu bakımdan balgamlar iltihaplı olduğu için yutmayınız tükürünüz.
  7. Sigara damarları daraltır, içilmemesi kendi sağlığınız için daha iyi olur.

Not: Şeker hastaları şeker düşürücü ilaçları kesmeyip kullanmaya devam edeceklerdir.

TEDAVİ SÜRESİNCE PERHİZ EDİLECEKLER.

Patlican: Vücuttaki iltihap ve ifrazatları tutar.
Mercimek: Vücuttaki iltihap ve ifrazatları tutar.
Çay(bildiğimiz çay): Vücuttaki iltihap ve ifrazatları tutar(ot çayları değil)

DAİMA PERHİZ EDİLECEKLER.

Kolalar, margarin yağları ve margarinle yapılanlar. Margarin yağları vücut sıcaklığında erimeyen yağlardır. Damar tıkanıklıklarına, kanda yağ birikmesine ve kolestorole sebep olduğu gibi bir çok rahatsızlıklara da sebep olur.

Sığır eti:Vücuda ağırlık,hantallık verir,mide ,bağırsak bozukluklarına zemin hazırlar.Bilhassa kalın bağırsak rahatsızlıklarına,kansere sebep olur. Uzun süre baharatsız yenirse nüzul ve felçlere sebebiyet verir. Sığırdaki ağırlık, hantallık, hareket kabiliyetindeki azlık intikal ve anlama zorluğu insana sirayet eder.

Sığır eti yenecekse baharatlanarak yenmesi (sucuk şeklinde)gerekir o zaman vereceği zarar bertaraf edilmiş olur. Karadenizliler hamsiyi çok yerler oynak ve kıvraktırlar.

Çiçek yağı yenmesi aslında mahsur yoktur, fakat içine bozulmayı önleyici olarak katılan madde(antioksidan) damar tıkanıklığı yaptığı için yenmesini tavsiye etmiyoruz.

Zeytin yağı ve yayıkta yapılmış ayrandan yapılan dövme tereyağı,yenmesinde sakınca yoktur.Bilakis insan sağlığına en yararlı yağlar bunlardır.Yüce kitabımız Kur’an zeytini sena etmiştir.Tereyağı ise vücut hücrelerinin yenilenmesinde rol oynar vücudun temel yapı elemanıdır.Tereyağı faydalıdır diye aşırıya gitmemek gerekir.Ayrıca vücuttaki kolestorol dengesini sağlar.

Not: Şeker hastaları tatlandırıcı olarak andız pekmezi kullanmalıdır.

Devamlı içme suyuna çam çırası konacak, susadıkça bu çıralı sudan içilecek.

Günün herhangi bir saatinde bir avuç siyah kuru üzüm yenecek veya pekmez ile pişirilip hoşafı içilecek.

Her şeye rağmen Şafii Hakiki Cenab-ı Hak’tır. Hakiki şifayı ondan talep etmek gerektir.

2000 yılında bir gurup arkadaşla kendisini ziyaret ettiğimizde bizlere yazılı olarak verdiği tavsiyelerdir.

Önemine binaen sizlerle paylaştım.

Sağlık ve huzur içinde kalın, selam ve dua ile.

Çetin KILIÇ

NurNet.Org

Ali İhsan Tola Kimdir ?

Ali İhsan Tola hakkında diğer yazılar için tıklayınız

Bahar Mevsimi ve Zinde Kalmak

Bediüzzaman’ın Sözler isimli eserinde sarıçiçekle ilgili çok güzel bir tespit vardır.

“Bir bahar mevsiminde, garibane, mütefekkirane seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken, parlak bir sarıçiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sair memleketlerde gördüğüm o cins sarıçiçekleri derhatır ettirdi (hatırlattırdı). Şöyle bir mana kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler Onun mühürleridir, sikkeleridir.

Şu mühür tahayyülünden (hayalde canlandırmaktan) sonra şöyle bir tasavvur geldi ki: Nasıl bir mühürle mühürlenmiş bir mektup, o mühür, o mektubun sahibini gösterir. Öyle de, şu çiçek bir mühr-ü Rahmanidir. Şu envâ-ı nakışlarla (süsleme çeşitleri) ve manidar nebatat (bitkiler) satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi, bu çiçek Saniinin mektubudur. Hem şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahra ve ova, bir mektub-u Rahmânî hey’atını (ayrı ayrı manalar) aldı.

İşbu tasavvurdan şöyle bir hakikat zihne geldi ki: Her bir şey, bir mühr-ü Rabbani hükmünde, bütün eşyayı kendi Halıkına (yaratıcısına) isnad eder (dayandırır), kendi Katibinin mektubu olduğunu ispat eder.

İşte, her bir şey öyle bir pencere-i tevhiddir (Allah’ın birliğini gösteren pencere) ki, bütün eşyayı bir Vahid-i Ehade (Allah’a) mal eder.

Demek, her bir şeyde, hususan zihayatlarda öyle harika bir nakış, öyle mucizekar (mucizeli) bir sanat var ki, onu öyle yapan ve öyle manidar nakşeden, bütün eşyayı yapabilir. Ve bütün eşyayı yapan, elbette O olacaktır. Demek bütün eşyayı yapamayan, bir tek şeyi icad edemez (yoktan var edemez).

İşte, ey gafil! Şu kainatın yüzüne bak ki, birbiri içinde hadsiz mektubat-ı Samedâniye (Allah’a ait mektuplar gibi manalar) hükmünde olan sahâif-i mevcudat (varlıkların meydana getirdiği sayfalar) ve her bir mektup üstünde hadsiz sikke-i tevhid (Allah’ın birliğinin mührü) mühürleriyle temhir edilmiş (mühürlenmiş) bütün bu mühürlerin şehadetlerini (şahitliklerini) kim tekzip edebilir (yalanlanabilir)? Hangi kuvvet onları susturabilir? Kalb kulağıyla hangisini dinlesen “Eşhedü en lâ ilâhe illâllah” (Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik ederim) dediğini işitirsin.”

Bahar mevsiminde beslenmemize dikkat ederek ve açık havada parklar, mesire yerleri, ormanlar, bağlar, bahçelerde bol bol dolaşarak zindeliği yakalayabiliriz. bu konuda eğer çevremizde varsa göletler, göller, deniz kenarları, nehirler, çaylar, derelerin kenarları daha iyi bir tercih olabilir.

Hareketsizlik vücut için en kötü istenmeyen durumdur. Hatta hareketsizlik bir nevi ölümdür. Bunu kolu veya bacağı alçıya alınıp 2-3 ay alçıda kalanlara sorun. O kol veya bacağın civarındaki eklemler bu müddet boyunca hareketsiz kaldıkları için açılmaları ve normal fonksiyon görmeleri aylar almaktadır. Ayrıca o bölgedeki kasların eski tonuslarına gelmesi, zayıflık halinden normale dönmesi uzun zaman almaktadır. Artık bahanemiz kalmadığına göre günde 10 bin adım, yaklaşık 5 km yürüyebiliriz. Bu şekilde hem temiz havayı soluma, hem kâinatı tefekkür, hem de sağlığımızın muhafazası sağlanmış olur. Hiç olmazsa en az haftada 3 gün ve en az 30 dakika yürümeliyiz ki hareketsiz kalıp hastalıklara davetiye çıkarmaktan kurtulalım.

Bu aylarda beslenme için basit ip uçları vermek istersek;

  • Besinler olarak ara öğünlerde ceviz, fındık, badem, süt ayran tüketilebilir.
  • Genelde günde 2-3 litre su içilmesi uzmanlar tarafından tavsiye edilir. bunu tutturmak çok zor olsa da susadığımızda ne kadar su içsek o kadar kardır. Burada en önemli bir konu da sıvı olarak suyun yerini diğer hiçbir içeceğin alamayacağıdır. Vücuttaki işlemlerde su kullanılır. Bunu örneklemek gerekirse; evde, arabada temizlik işini en iyi ne ile yaparız? Tabii ki su ile. Bu insan vücudu için de aynıdır. Gazoz, kola, ayran, çay, kahve suyun yerini tutamaz. Ayrıca diğer içtiğimiz sıvılar böbrekleri daha fazla çalıştırarak daha çok su kaybına neden olabilir. Hülasa su hayattır, susuz hayat düşünülemez.
  • Su güzellik için de idealdir. Detoks etkisi yapar ve cildi canlı tutar.
  • Bahar aylarında mümkün oldukça geç saatlerde yatmamalıdır. Geç yatılınca geç kalkılmakta ve yeterince dinlenilememektedir. “Erken kalkan işine, geç kalkan düşüne.” denilmiştir.
  • Bahar aylarında sabahları alınan bir duş insanı zinde tutar. Bahar mevsiminde yeşillikler arttığından, yeşil yapraklı sebze ve meyvelerden istifade etmeliyiz. Bu besinler de vücudumuzda detoks görevi yapar.
  • Midemiz büyük bir fabrikadır ve onun da istirahate ihtiyacı vardır. Dolayısı ile yemekleri hazmetmek de yemek yemek kadar önemli olduğu için yediğimiz yemeklerin arasında 4-5 saat mola mutlaka olmalıdır. Midemiz çöp kutusu veya önümüze gelen her şeyin içine atılacağı bir kap değildir.
  • Ekmek tüketimini azaltmalı ve tam buğday unundan yapılmış mamulleri tercih etmeliyiz.
  • Günlük tuz alımını 5 gr (yazı ile beş gram) ile sınırlamalıyız. Günlük ihtiyaç olan beş gram tuz zaten yediğimiz her türlü gıda ve yemeklerden rahatlıkla alınmaktadır. Yemeği daha tatmadan tuz serpme alışkanlığımızı terk etmeliyiz.

Sonuç olarak bu güneşli ve güzel günlerin kıymetini bilip, tadını çıkarmalıyız. Bunun için sadece pazar günü değil, haftanın her gününde mutlaka belirli bir zaman ayırmalıyız. İnsanın rahatı faaliyettedir. Faaliyette lezzet vardır.

Prof. Dr. Sıtkı Göksu – nurdanhaber.com

Helal Gıda ve Çocuklar

Yakın bir geçmişte medyada, helal gıda konusuyla ilgili üzerinde durulabilecek iki haber yer aldı. 3 Eylül 2015’de, Risale Haber’de Ömer Çiftçi’nin tercümesi olarak yayınlanmış bir haber şöyleydi:

“İngiltere’de bir pizza firmasının müşterilerine haber vermeden başlattığı Helal Menü uygulaması İngiltere’de tartışmalara yol açtı.

İngiltere’de bir pizza şirketi geçtiğimiz günlerde menüleri içerisine ekstra olarak helal menü ekleyince, ülkedeki Müslüman ve Yahudiler rahatsız oldu. Şirketin birdenbire böyle bir uygulama başlatması, ülkedeki restoran ve süpermarketlerdeki etleri satılan hayvanların kesim teknikleri ve hangi hayvanın eti olduğuna dair şüphelerin doğmasına yol açtı.

Uygulamayı başlatan pizza şirketine bir gece içerisinde sorular yağdı. The Independet’te yer alan habere göre, Helal menü öncesi sattıkları menülerde hangi hayvanların etlerini, ne şekilde kestiklerine dair sorular sorulan pizza şirketi açıklama yapmadı.

Uygulama üzerinden ülkede market ve restoranlarda satılan etler konusunda da Müslüman ve Yahudi toplulukta şüpheler başladı. Şirketlerin de bu konuda herhangi bir bilgilendirme yapmaması, endişelerin artmasına yol açıyor. İngiltere’deki Müslümanlar sosyal medya üzerinden tepkilerini belirtmekte gecikmedi. Twitter’da #Helalhysteria (helal endişe) hashtag’i altında tepkilerini belirtti.

Tepki gösterenler İngiltere’deki her gıda firmasının etleri hakkında bilgilendirilmek istedi. Müslümanlar helal et standartlarının tüm İngiltere’de geçerli olmasını ve firmaların etler konusunda bilgilendirme yapmasını isterken, Yahudiler de etlerin kendi dinlerinde Koşer adı verdikleri standartlara uygun olması gerektiğini savundu.

İndependent’in haberine göre kendisine bu tartışmalar ile ilgili mikrofon uzatılan Başbakan David Camerontartışmalara müdahil olmaktan kaçınıyor.”

“Helal Gıda Hatıraları” başlığı altında daha önce, İngiltere’deki kasaplık hayvanlar (büyükbaş, küçükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları) hakkında yerinde yaptığım gözlem ve incelemelerden bahsetmiştim. Orada yaşayan inançlarına bağlı Müslümanlar ve Yahudiler, yalnız kendi usullerine uygun olarak hazırlanmış kasaplık hayvan etlerini tükettiklerini ve şüpheli gördükleri etlerden uzak durduklarını yazmıştım. Bu sebeble, bir pizza firmasının menüleri arasına ekstra olarak helal menü eklemesiyle o firmanın ve ayni sektördeki diğer firmaların o zamana kadar sattıkları menülerin helal olmadığı şüphesinin İngiltere’deki Müslüman ve Yahudilerde ilk defa doğmuş olduğu, bana gerçekle bağdaşan bir durum intibaı vermiyor; haberi veren Independent gazetesi, sadece o zamana kadar helal gıda hassasiyetini gerektiği şekilde göstermemiş olan bir kısım Müslüman ve Yahudinin bu olay karşısında aldıkları tavırdan bahsetmiş olabilir..

2015 Yılının Ağustos ayında medyada yer alan diğer bir haberde ise, ülkemizde daha önce okul kantinlerinde kola ve gazlı içecek satışını yasaklayan Millî Eğitim ve Sağlık bakanlıkların, çikolata, kek, gofret, muffin, lolipop ve şeker gibi ürünlere de satış yasağı getirdiği bildiriliyordu. Her iki bakanlıktaki uzmanlar tarafından tesbit edilmiş olabilecek teferruatlı gerekçelerinin tümünün neler olduğunu bilmemekle beraber, çoğunu tahmin edebiliyor ve şimdiye kadar savunduğumuz ve bundan sonra da savunmak istediklerimizle uyumlu olması sebebiyle, gerekçelerini açıklamayı karar mercii bakanlıklara bırakarak, alınan kararı genel olarak olumlu bulduğumuzu belirtmek istiyoruz.

Konuyla ilgili haberde, 2015-2016 eğitim-öğretim yılından itibaren, okul kantinlerinde satılamayacak gıdalar ve içeceklerin şunlar olduğundan bahsedilmekteydi:

“-Enerji içecekleri, gazlı içecekler, aromalı içecekler (soğuk çay), kolalı içecekler, aromalı doğal mineralli içecekler.

-Aromalı şurup, aromalı içecek tozu, aromalı su, meyveli içecek, meyveli içecek tozu, meyveli doğal mineralli içecek, yapay soda, meyveli şurup, sporcu içecekleri, sporcu suları, meyve nektarı, meyve suyu konsantresi.

-Tüm çikolata türleri ve gofretler.

-Tüm şeker ve şekerleme türleri (jöle şekerleme, sert şekerlemeler, yumuşak şeker, lolipoplar vb.).

-Guarana, guarana özü, eklenmiş kafein içeren ürünler.

-Kremalı, çikolata dolgulu, jöleli kekler ve pastalar (yaş pastalar, ekler, kruvasan, donut, parfe, mozaik pasta, muffin, cupcake vb.).

-Tatlandırıcı içeren yiyecek ve içecekler.

-Hindistancevizi sütü ve kreması.

-İlköğretim okullarında çay ve kahve tarzı içecekler.”

 

İlgili haberde, okul kantinlerinde satılabilecek gıdalar ve içeceklerin ise şunlar olduğundan bahsedilmekteydi:

“-Meyveler, çiğ tüketilebilen sebzeler (mevsimine uygun olarak), salatalar (zeytinyağı ve limon eklenebilir).

-Kuru meyveler (30 gram, ambalajlı, kaplamasız ve şeker katkısız).

-Kuruyemişler (30 gram, ambalajlı, soslanmamış, tuzsuz, kabuksuz).

-İçme suyu (şeker veya tatlandırıcı eklenmemiş).

-İçme sütü (UHT/pastörize süt).

-Taze sıkılmış meyve ve sebze suyu (şeker ilavesiz olmalı, 250 ml’den büyük olmamalı).

-Yoğurt (100-150 gram, paketli).

-Ayran (200 ml’lik paketli).

-Peynir (pastörize).

-Günlük haşlanmış yumurta.

-Çeşnili ekmekler (çeşnisi sert kabuklu meyveler, kurutulmuş meyveler, yağlı tohumlar, baharat olacak).

-Tam buğday ekmeği, tam buğday unlu ekmek, karışık tahıllı ekmek vb. ürünlerden yapılan yumurta, peynir, taze domates, havuç, marul, biber ve benzeri sebzeler içeren sandviçler (içinde turşu olmayacak).

-Doğal mineralli su.

-Şekersiz sakızlar.”

Okul kantinlerinde satılması yasaklanmış gıda ve içecekler listesindekilerin bir kısmının helallik ve sağlık yönünden, bir kısmının da kantinlerdeki daha faydalısına yönlendirmek için yasak listesine konulmasının uygun olduğu kolaylıkla söylenebilir.  Mesela çikolata türlerini sevmeyen çocuk yok gibidir; bunların kantinlerde satışı serbest bırakılsa, okuldaki talebeler tarafından bunlar satın alınıp açlık hissi giderilir; kantinde satılan ve daha faydalı olan gıdalar tüketilmezdi. İçecekler konusunda da ayni şey söylenebilir; bu sebeble bunlar okul kantinlerinde satılması yasak olan gıdalar listesine dahil edilmişlerdir.

“Helal gıda ve çocuklar” denilince, “Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye” konusunda doçentlik tezi hazırlamış;   bu tezi daha sonra birkaç baskı yaparak 650 sayfalık büyük boy bir kitap halinde yayınlanmış olan değerli hadis profesörü merhum İbrahim Canan’ı hayırla hatırlayarak, onun kitabından konumuzla ilgili kısımları iktibas etmeden geçemeyeceğiz.

Bahsini ettiğimiz kitabının “Hz. Peygamberin Sünnetinde Bedeni Terbiye” adlı bölümünde Prof.Dr.İbrahim Canan, öncelikle “Beslenme” mevzuu üzerinde durmuş ve beslenme ile ilgili olarak şu mühim hususlara dikkati çekmiştir: “İnsan hayatındaki yeri nisbetinde, dinde de son derece ehemmiyetli bir mevki işgal eden beslenme konusu, insanla birlikte ortaya çıkmış bulunan insanlığın en eski problemlerinden biridir. Eskiliğine rağmen ehemmiyetinden bir şey kaybetmeyen ve yeryüzünde hayat var oldukça kaybetmeyecek olan beslenme, hemen hemen içtimai hayatın diğer bütün problemlerinin merkezinde yer almaktadır. Çalışma, sağlık, güvenlik, beynelmilel münasebetler, kalkınma ve az- çok, uzak-yakın, doğrudan-dolaylı olarak beslenme ile ilgilidir.

Konunun bütün bu genişliğine rağmen, burada temas edeceğimiz hususlar mahduttur: 1-Gidanın tesiri, 2-Sünnette beslenme rejimi, 3-Çocuğun beslenmesi.

1-GIDANIN TESİRİ: İnsan ruhunun bineği olan cesedin hayatiyeti her şeyden önce beslenmeye bağlıdır. Şu halde bedenî terbiyede en mühim hususlardan biri, ferdin beslenme meselesidir. Bu konuya verilen ehemmiyet sadece ferdî cesedin biyolojik muvazenesi endişesinden ileri gelmez. Alınan gıdanın cesetten öte, ruhî hayata da içtimaî hayata da tesir edeceğine inanılır. Gerek ferd ve gerek cemiyet olarak ruhî ve manevî hayat, alınan gıdanın keyfiyet, kemiyet ve cinsine tabi olarak iyi veya kötü istikamette inkişaf edecektir. Hatta Dihlevî ‘beden ve ahlâkın tegayyür ve değişmesinde en kuvvetli âmilin gıda olduğunu söyler (Dihlevî, Mevlânâ Abdü’l-Ganî, v.1296, İncâhu’l Hâce Alâ Sünen-i İbni mâce 2, 806).

Şu halde gıdanın tesiri denilince sadece çocuklar mevzubahis olmuyor, doğumdan ölüme kadar her yaştaki insan söz konusudur. Üstelik bu inanç yeni değildir. Çok eski devirlerden beri ‘insanlığın fert ve cemiyet olarak alın yazısını yapan âmillerden biri’ kabul edilmiştir (S. Irmak, Soğukta ve Hastalıkta Beslenme, Okat Yayınevi, İstanbul, s.120).Hz. Muhammed tarafından da teyid edilmiş olan bu inanç, zamanımızda da değerinden bir şey kaybetmemiş, belki ilmî tahkiklere kavuşarak daha sağlamlaşmıştır.”,,,

2-SÜNNETTE GIDA REJİMİ: Gıdanın ehemmiyeti ve bunun insanların ferdî ve içtimaî hayatlarındaki şümullü tesirine olan inancı kısaca belirttikten sonra, kişinin arzu edilen terbiyevî istikamette gelişmesi için sünnette nasıl bir gıda rejimi teklif edilmiştir, keyfiyet, kemiyet ve âdab olarak neler tavsiye edilmiştir? Onu görelim.

Bu meseleye sadece sünnette değil, Kur’an-ı Kerim’de de birçok defalar temas edildiğini görürüz. İkisi birlikte nazara alınınca şu prensipleri çıkarmak mümkündür: 1-Gıdalar temiz olmalıdır, 2-Yemede israftan kaçınmalıdır, 3-Yiyecekler çeşitli (mütenevvi) olmalıdır. 4-Bazı âdaba riayet edilmelidir. Şimdi bunları izah edelim:

Gıdalar Temiz olmalıdır. Kur’an-ı Kerim pek çok seferler, yeryüzündeki ‘rızık olarak verilenlerin temizlerinden’ (Kur’an, Bakara 2, 57, 172; A’raf 7, 160; Tâhâ 20, 81), ‘temiz ve helal olanlarından’   (Kur’an, Bakara 2, 168; Enfâl 8, 69; Nahl 16, 114; Mâide 5, 68) yenilmesini emretmektedir.   Buralarda ‘temizlik’ şartı ile kimyevî yapısı yönünden ‘beden ve akla’ zararlı olmaması kastedildiği (Bak, İbnu Kesir Tefsir 1, 358) ‘helallik şartı ile de dinen haram edilmemiş rızıklardan olmasının kastedildiği (A. e 1, 361) belirtilir ki, diğer bazı âyetler yenmesi yasaklanan bu haram rızıkları açıklar. ‘Allah size (eti yenen hayvanlardan) boğazlanmaksızın ölmüş olanı, akan kanı, domuz etini v Allah’tan başmkası için kesilenleri kesin olarak haram kıldı. (….)’ (Kur’an, Bakara 2, 172; Nahl 16, 115), Kezâ faiz (Kur’an, Bakara 2, 275); hırsızlık (Kur’an, Mâide 5, 38) ve hileli yollarla elde edilen (Kur’an, Mutaffifîn 83, 1-4.), zekâtı verilmeyen (Kur’an, Tevbe 9, 34) kazançlar da haram ilan edilmiştir. Ebû Dâvud , Et’ime 33 (3, 355, 3802-3807 HI).yer alan Hadis bunlara ilaveten ayrıca parçalayıcı dişi olan vahşi hayvanlarla pençeli olan vahşi kuşların, kedi ve köpeklerin, ehli eşeğin v.s. etini de haram kılmıştır.

İbrahim Canan’ın kitabında yukarıda bahsedilenlerden başka,  gıdaların temiz olmasının lüzumu ve önemi ile başka bilgilere de kaynakları gösterilerek yer verilmekte, daha sonra “Sünnette Beslenme Rejimi”nin ikinci prensibi olarak “Yemede israftan kaçınmak” konusundan ayni şekilde kaynaklarıyla bahsedilmektedir. İsrafın lügatta haddi mütecaviz sarf ve harç eylemek (…) taât-ı Hak’dan gayri yere malı sarf ve infak eylemek ( Kâmu-i Okyanus 2, 777) diye açıklandığı, Kur’an’da israfın yasaklanmakla beraber meşru olup israf olmayanla israf olanın hududunun tayin edilmediğini, fakat sünnette diğer hususlarda olduğu gibi yeme hususunda da israf olanla israf olmayanın hududunun vâzıh olarak açıklandığı belirtilmektedir. Gıdaların temiz olması mevzuunda olduğu gibi, bu bu mevzuda da kitaptaki geniş açıklamaları aynen nakletmemize yer darlığı sebebiyle imkân bulunmamaktadır. Merak edenler, bahsettiğimiz kitabı satın almak imkanını bulamazlarsa, büyük bir kütüphanede bulabilecekmeri  o kitabın ilgilendikleri kısımlarındaki  geniş bilgileri  bulup okuyabilirler.

Sünnette beslenme rejiminin üçüncü prensibi olan yiyeceklerin çeşitli (mütenevvi) olması, bugün modern tıbbın da gerekçelerinden bahsederek tavsiye ettikleri arasındadır. Sünnette beslenme rejiminin dördüncü prensibi olan “Bazı âdaba riayet” meselesi de geniş bir konu olup bu da burada yer darlığı sebebiyle bahsedemeyeceğimizden, ilgili kitaplar bulunarak onlardan öğrenilebilir.

Helal gıda ve çocuklarla ilgili olarak hadis profesörü merhum İbrahim Canan’ın kitabından yukarıdaki gibi bazı iktibaslar yaptıktan sonra, onun altı yıl önce Ekim ayında bir trafik kazasında vefatını da ibretli ve mühim bir hatıra olarak nakletmekte fayda görüyorum:

13 Ekim 2009’dan 14 Ekim 2009 tarihine girilirken, Prof.Dr.İbrahim Canan’ı Yalova’dan İstanbul’a getiren otobüs de İstanbul’a giriyordu. O gece Prof.Dr.İbrahim Canan için çok farklı bir gece olacaktı. Kader-i İlâhî,  onun yetmiş yıllık kazançlı âhiret ticaretiyle geçirdiği dünya hayatını noktalamak için, Sancaktepe’deki otobüs terminalini Azrail (a.s.) ile buluşma yeri olarak tespit etmiş gibiydi.

Onun vefatını duyan çok kişinin birbirleriyle anlaşmış gibi hemen gayriihtiyarî sordukları: “- Olay nasıl olmuş?” sorusuna cevap olarak anlatılanlar gerçek bir “hikaye” olmakla beraber; “asıl gerçek”; hayatın en büyük gerçeği olan “ölüm”dü.

Ona: “- Tamam..” denilmişti; “- Senin dünya imtihanın bitti.. Bu kadar..” Ve hayatın en büyük gerçeği olan ölüm, şimdiye kadar bu dünyaya gelip bu dünyadan göçmüşlerdeki gibi, bir şekilde onun için de tecelli etmiş; o da ebedî hayatta kendisine sermaye olabilecek iyi amelleriyle, bu fanî dünyadan bakî âleme göç etmişti.

15 Ekim Perşembe günü onun cenaze namazının kılınacağı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camiine öğle namazına gittim. Namaz vaktine 15 dakika kadar vakit olduğu halde, caminin hem içi hem de avlusu caddeye kadar dolmuştu. Ezan okunurken, alt katta kitap satış bürosu önündeki bahçede çakıl taşlarının üzerinde namaza hazırlanırken, birisi masa örtüsü veya perde gibi bir şey getirdi; onun üzerinde öğle namazını ve cenaze namazını eda ettik.

İbrahim Canan’ın ders ve dinî sohbet yaptığı yerlerden birinin müdavimi olan Kasım isimli bir ders arkadaşından bizzat dinlediğim bir rüya da şöyleydi: O ders arkadaşı, İbrahim Canan’ın defninden sonra, merhumla sağlığında birlikte ders yaptığı kitaplardan Lem’alar adlı eserden, Peygamberimiz’in (s.a.v.) ümmetine kemal-i şefkat ve merhametinden bahseden  Dördüncü Lem’ayı okurken, “Ömrünü bütün ümmetine çok şefkatli ve merhametli olan Peygamberimiz’in (s.a.v.) hadislerine vakfetmiş olan İbrahim Canan’a vefatında, Peygamberimizin o şefkat ve merhameti ona  acaba nasıl tecellî etmiştir?” düşüncesi aklından geçmiş. O gece, bu merakını cevaplandırır gibi rahmanî bir rüya görmüş. Rüyasında kazanın oluşu ve İbrahim Canan’ın servis minibüsünün çarpmasıyla vefatı anında birden Peygamberimiz (s.a.v.) görünmüş, İbrahim Canan’ı şefkat ve merhametle kucaklamak için eğilirken, orayı bir nur kaplamış; İbrahim Canan ışık saçan bir kitap suretine dönüşmüş ve kanatlanarak uçmuş…Allah rahmet eylesin.

(Mustafa NUTKU)

Oruç Tutmanın Sıhhata Zararı Var Mıdır?

İnsanların farklı zamanlarda, farklı mevsimlerin yiyeceklerine karşı perhizi, bu hastalıklara karşı onları koruyucu olur. İnsanın doğumundan ölümüne kadar devamlı surette çalışan sindirim sisteminin, senenin belli ayında yarım günden (12 saatten) fazla dinlendirilmesinin tıbbi faydaları tartışılmaz bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır.

Her oniki ayın birinde, vücudun dinlendirilmesi demek olan orucun da, vücuda kazandırdığı faydaların yanında koruyucu hekimlik yönünden faydaları inkâr edilemeyecek kadar açıktır. Ayrıca, bir ay vücudun değişik bir beslenme rejimine adaptesi (uyumu), vücudun hastalıklara karşı mukavemetini artırır, gıda maddelerinden vücuda tam istifade fırsatını temin eder.

Bütün gün hafif vücutla çalışmayı, geceleyin de tam bir istirahat ve beslenmeyi sağlar. Bu esnada gösterilen sabır ve tahammülün, şahsiyet teşekkülündeki rolü; kanın bağırsakta değil de beyinde kullanılması neticesi kişiye salim bir düşünüş; eşyayı kendi kıymetine göre tanıma ve hadiselere bakışta berraklık kazandırması ele alınırsa, bu çeşit bir perhizin yani orucun insan için zaruri olduğu kesinlik kazanmış olur…

Orucun ruh ve beden sağlığına faydası hakkında şu ana kadar çok söz söylenmiş, bu hususta bir hayli makale ve kitap yazılmıştır. Bu sebeple konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşacağız. Oruç hakkında yer yer alternatif fikirlerle karşılaşmaktayız.

Önce orucun metabolizma üzerine menfi bir etkisi olup olmadığı üzerinde duralım. Kısa süreli açlıklarda protein metabolizmasının menfi etkilenmesi söz konusu değildir. Vücut önce karbonhidratını enerji kaynağı olarak kullanır. Vücudun karbonhidrat depo miktarı (kas ve karaciğerdeki glikojen açısından) birkaç yüz gramdır ve yarım gün vücudun enerji ihtiyacını karşılar. Daha sonra primer enerji kaynağı olarak yağlar gelir. Ancak birkaç hafta hiçbir şey yenmediği takdirde vücut proteinleri üzerinde menfi bir tesir meydana gelir.(1)

Ege Tıp Fakültesinde yapılan bir araştırmada kağıt elektroforez metoduyla, oruç tutanların serum proteinleri inceleniyor ve orucun serum proteinleri üzerinde menfi bir etkisi olmadığı Aydar ve Gündüz tarafından bildiriliyor.(2)

Orucun ülser üzerinde menfi bir etkisi olup olmadığı hakkında tartışmalar yapılmaktadır. Mide ve oniki parmak ülserleri üzerinde açlığın negatif bir etkisi olabilmektedir. Bilindiği üzere ülser belli mevsimlerde artış göstermektedir. Burada üzerinde özellikle durmamız gereken son derece önemli bir husus vardır: Oruç, bir diğer ifadeyle Ramazan ayı ülserin aktif aylarına denk geldiği aylarda ancak menfi bir tesir olabilir. Zaten ibadet ve diğer konularda kolaylık gösteren dinimiz de ülserin aktif dönemlerinde oruç tutulmayabileceğini, daha ileri aylarda ülserin aktif olmadığı dönemlerde bunun kaza edilebileceğini ifade buyurmaktadır. Yukarıdaki tezimizi teyid eden bazı çalışmalar da vardır. Haydarpaşa Numune Hastanesi I.Dahiliye kliniğinde “Gastrit ve Ulcus Kanamalarının Ramazan Ayları ile İlişkisi” isimli bir doktora tezinin sonuçlarına göre ülser ve gastrit kanamalarında, oruç tutma sebebi ile midenin uzun süre boş kalmasının denklanşan bir faktör olarak etki göstermediği, ülserin aktif olduğu aylar ile Ramazan aylarının çakıştığı dönemlerde ancak menfi bir netice olacağı hususu ortaya çıkmıştır.(3)

Pakistan Dekar Tıp Fakültesinde yapılan bir araştırmaya göre klinik ve biyokimyasal olarak orucun böbrek dolaşım ve kan üzerine menfi bir etkisi görülmemiştir.(4)

Vakıf Gureba Hastanesiyle, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde 20 yıllık sürede orucun ülserlerde mide delinmesine etkisi olup olmadığı araştırılmıştır. Ataseven ve Aydınlıoğlu grubunun çalışmasına göre ülser perforasyonu (mide delinmesi) Ramazan ayında aşikâr bir artma göstermemektedir.(5)

Bu şartlar altında orucun insan sağlığı üzerinde menfi bir etkisi yoktur. Bazı özellik arzeden hastalarda da zaten dinimiz kolaylık göstermekte, onların oruç tutmamalarına izin vermektedir:

Hiçbir hâlukârda orucu tutmaya gücü yetmeyecek tarzda hastalık olursa orucu bozmak vacip olur. Zarar görerek ve meşakkat çekerek ancak oruç tutabilen hastaya orucunu bozması müstahabtır. İbni-Sirin “İnsan hastadır denilecek bir duruma düştüğünde orucu bozabilir” dedi. Sefer illetinden ötürü orucunu bozabilecek misafire kıyas etti.

Hasan Basri “Ne zaman hastalıktan ötürü namazda ayakta duramıyorsa o zaman orucunu bozar” dedi. Buhari “Nişabur’da hafifçe hastalandım. Bu da Ramazan ayına tesadüf etti. O esnada İshak b. Raheveyh beni ziyarete geldi. Beraberinde bir kaç arkadaşı da vardı. Bana “ey Eba Abdullah orucunu bozdun mu?” dedi. Ben “Evet bozdum” dedim. İshak, “Ruhsatın kabul edilmesinden zaif kalınabileceğinden korktum. Onun için sordum” dedi. Abdullah İbni Mubarek’ten o da İbni Cureyiç’ten rivayet “Atadan sordum: Hangi hastalıktan ötürü orucumu bozabilirim”. Ata “Hangi hastalık olursa” diye cevap verdi. Ebu Hanife “Eğer kişi orucunu bozmadığı takdirde bedeninin daha fazla acı çekeceğinden ve sıtmanın daha şiddetleşeceğinden korkarsa orucunu bozar” dedi.(6)

Bu şartlar altında şu sonuçlara varabiliriz. Orucun insan sağlığı üzerinde menfi etkisi yoktur. İnsan sağlığına zararı olabilecek durumlarda da tutulmamasına dinimizce izin verilmiştir.

Orucun zararı olmadığını gösteren bir çok yayın olmasının yanısıra sıhhi açıdan birçok faydası da vardır. Yüce Rehberimiz “Oruç tutun, sıhhat bulursunuz“(7) ifadesiyle bu noktaya işaret etmektedir. Alman profesör Cehardet iradenin takviyesi konusunda yazdığı kitapta, orucu tavsiye ederek, insanın maddi meyillerinin esiri olmaması, nefsinin dizginlerine malik bir hayat yaşaması için ruhun cesede hakimiyetini temin edecek en tesirli yolun oruç olduğunu belirtir(8).

Profesör Hamidullah da bu noktada şunları söyler, “Oruç ayı olan Ramazan devir devir kış veya yaz senenin bütün mevsimlerine tesadüf eder ve bir kimse böylelikle yazın kavurucu sıcaklıklarında olduğu kadar kışın dondurucu soğuklarında da bu mahrumiyetlere alışmış olur. Şüphe yok ki bir kimse bundan sıhhi, askeri vb. bir takım faydalar kazanır(9)

Dr. Rawy ise bu hususta, “Oruç vücudun hastalıklara karşı mukavemetini artırır. Bu önemli tıbbî hakikati İslam, orucu farz kılarak ortaya koymuş, bugünkü modern tıp ise orucu hastalıklara karşı koruyucu ve ilaç olarak kullanmaktadır” demektedir.(10)

Bu hususu teyiden Dr.Nurbaki şöyle der, “Oruçta özellikle gündüz besin alınmaması nedeni ile karaciğer besin depolama işinde fevkalade rahatlar. Ve de bu rahatlık sırasında vücut için hayatî önemi haiz globulinler hazırlar. Bu sayede korunma sistemimiz güçlenir.(11)

Yukarıda Dr.Ravvy’nin sözlerini teyid edercesine Dr.Henri Lahman’ın Saksonya’nın Dresden şehrindeki hastanesinde, Dr. Berşerbenr, Dr.Moliere ait sağlık evlerinde oruçla tedavi yapılmaktadır.(12)

Bugün beslenmeyi kontrol altına alma ve perhizle vakaların birçoğunda ilaçsız olarak yüksek tansiyon kontrol altına alınabiliniyor ve serum kolesterol trigliserid, açlık kanşekeri ve serum ürik asit seviyeleri müspet şekilde etkilenebiliyor. Stamler Grim ve Gosch’ın yayınları bunu destekler mahiyettedir.(13) Oruç da bu durumu çok uygun bir şekilde yerine getirebiliyor.

Sigara, sağlıklı kimselerin damar duvarının daha sertleşmesine ve atar damar kan akımında menfi etkiye yol açarak damar sertliği gelişmesine vesile olmaktadır.(14)

Bu noktada Ord. Prof. Kazım Gürkân ise şöyle fikrini açıklar, “Oruç bir rejimden ibarettir. Gayesi de yine, beşerin sıhhat yoluyla saadetini sağlamaktır… Düşünmeli ki hamiye’nin (rejim) en büyük tedavi yolu olduğu bir dogma halinde konduğu zaman tansiyondan, kolesterolden, lipitten bu insanların haberleri yoktu. Bundan dolayı ben bu dini rejime çok saygı gösteririm.(15)

Orucun müspet bir tesiri de kan yapımı üzerinedir. Oruçlu iken kanda besinler en az seviyeye düşünce kemik iliği uyarılır. Bu yüzden kanlıların tersine böyle kansızlar oruç tuttuklarında daha kolay kan yaparlar. Oruçlu iken karaciğer dinlenmiş olduğundan kemik iliğinin kan yapmak için ihtiyaç duyduğu maddeleri daha da iyi ve sağlıklı hazırlar.(11)

Orucun en önemli tesiri de kanser oluşumunu azaltıcı oluşudur. Oruçta günlük enerji alımı kısıtlanmaktadır. Diyetle günlük enerji alımının kısıtlanması DBA ve C3H farelerde meme kanserlerinin oluşumunda Swiss micelarda (farelerde) akciğer kanserlerine ABC micelarda benzopirin ile oluşturulan deri tümörlerinin oluşumunu azaltmıştır. Bu hususta Tannenbaum ve arkadaşlarına ait bir araştırma vardır.(16)

Ross ve Brass da kısıtlı enerji ile bu hayvanlarda kanser oluşumunun azaldığı ve hayat süresinin arttığını tespit etmişlerdir.(17)

Hankin ve Ravviing ise Asya ve bazı Afrika ülkelerinde kanser oranının düşüklüğünü, günlük enerji alımının düşük oluşuna bağlamaktadır.(18)

Burada etkili faktörün İslam ülkelerinde oruç mefhumunun mevcudiyeti; gerek hadislerin ve gerekse mutasavvifinin ısrarla az yenmesini tavsiye etmesidir. Orucun insanlarda da kanseri azalttığını Prof. Trüb fizyopatolojik temelli izahatla söylemektedir(15)

Bu şartlar altında ilmi gerçekler şu Yüce Beyan ifadesini tefsir edici mahiyettedir “Eğer biliyor iseniz (Yani vücut fizyoloji ve fizyopatolojisini biliyorsanız) sizin oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” (Bakara-184). (19)

Dr. Kenan Dildar

LİTERATÜR

1-) Guyton, A.C: Textbook of Medical Physıology. Sixth ed. VV.B.Saunders Co.Philadelphia.1981. p:867,905.

2-) Aydar, S.Gündüz, M.: Oruç tutan normal şahıslarda serum proteinlerinin kâğıt elektroforezi ile incelenmesi. Ege.Ün.Tıp.Fak.Mecm.9:431,1970

3-) Yazıcıoğlu, M.: Gastrit ve Ulcus Kanamalarının Ramazan Ayları ile İlişkisi. Haydarpaşa Numune Hastanesi. İhtisas tezi. 1975.

4-) Ataseven, A.,Aydınlıoğlu, K ve ark: Ülser perforasyonunun açlıkla ilişkisi. Cerrahpaşa Tıp.Fak.Derg.6:203,1975.

5-) Arslan A: Büyük Kur’an Tefsiri. Arslan yay.İst.1987.1/598

6-) Said Havva: İslam. İkbâl yay. Ankara.1/150.

7-) Berki, H:250 Hadis. Diyanet yay. Ank. 1977 s:130

😎 Abdulfettah Tabbara: İlmin Işığında İslamiyet.İst.1977 s:274

9-) Muhammed Hamidullah: İslama Giriş. İrfan yay.İst.1973 s:104 10-) Kırca Celal, Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri. Marifet yay.İst.1984 s:141 11-) Nurbaki Haluk, Kur”an-ı Kerimden Ayetler ve İlmi Gerçekler. Diyanet yay.Ank.1983.2/36,39 12-) Abdurrezzak Nevfel: İslam ve Modern İlim. Sönmez yay. İst. 1970 s:209

13-) Standler, R.et. al: JAMA. 257:1484-1491,1987 14-)Caro G.et. al: Lancet.2:11-13, 1987

15-) Özönder, H:Peygamberimizin Sağlık Öğütleri. İrfan matb.İst.1974 s:408

16-) Aksoy M: Beslenme ve Kanser. Çağ matb.Ank.1984 s:40 17-) Ross H.H.Bras G:J, Nutr. 103:944-949, 1973 18-) Haskın J.Rawling. V:Am.J.CIin Nutr.31:2005-2016,1978 19-) Arslan, A.Büyük Kur’an Tefsiri. Arslan yay. İst. 1987 1/591

yeniumit.com.tr