Etiket arşivi: sahabeler

Vali Umeyr’in dünyalığı

Mağribli bir dilenci Halep’in kumaşçılar çarşısında şöyle diyordu:

“Ey servet sahipleri, eğer sizde insaf, bizde kanaat olsaydı, dünyadan dilenme âdeti kalkardı.”

Sadi

Umeyr bin Sa’d el-Ensârî, Hz. Ömer’in Humus’a vali tayin ettiği kişi idi. Göreve başlamasının üzerinden bir yıl geçtiği halde ondan bir haber gelmeyince, Hz. Ömer “Ben Umeyr’in bize ihanet etmiş olmasından şüpheleniyorum” diyerek onu Medine’ye çağırttı. Gelirken, ganimetlerden toplayabildiğini de beraberinde getirmesini istedi.

Vali Umeyr, mektubu alır almaz yol azığını dağarcığına koydu, ibriği ile su kabını ve asâsını alarak yola koyuldu. Humus’tan Medine’ye kadar yürüyerek geldiğinde saçı sakalı birbirine karışmış, toz toprak içinde kalmıştı.

Halife Ömer ona “Durumun nedir?” diye sorduğunda,

Vali Umeyr “Gördüğün gibi,” cevabını verdi. “Vücudum sıhhatli, kanım tertemiz. Dünyayı da boynuzlarından tutmuş, arkamdan sürüklüyorum.”

Hz. Ömer beraberinde ne getirdiğini sordu. Umeyr de elindekileri gösterdi. “Acıkınca dağarcığımdan yiyorum,” dedi. “Su kabında üstümü, başımızı yıkıyorum. İbrikten su içip abdest alıyorum. Allah’a yemin ederim ki dünya malı olarak yanımda bunlardan başka birşey yok.”

“Peki, Humus’tan buraya kadar yaya mı geldin?”

“Evet.”

“Sana bineğini verebilecek bir arkadaşın da mı yoktu?”

“Kimse vermedi, ben de istemedim.”

Halife Ömer “Yanından geldiğin Müslümanlar ne kötü insanlarmış!” dediğinde, Umeyr “Allah’tan kork, ey Ömer,” diye cevap verdi. “Yüce Allah sana insanların arkasından konuşmayı yasaklamamış mıdır?”

Hz. Ömer “Peki, senden istediğimiz şeyler nerede?” diye sordu.

“Eğer seni üzmekten korkmasaydım daha önce haber verecektim,” dedi Umeyr. “Beni gönderdiğinde oradaki iyi insanları bir araya getirdim; sonra da ganimetleri toplamaları için onların herbirini bir yere gönderdim. Getirdikleri malları da verilmesi gereken yerlere verdim ve elimde hiçbir şey kalmadı. Eğer kalsaydı mutlaka getirirdim.”

“Şimdi sen bize hiçbir şey getirmedin mi?”

“Hayır.”

“O halde seni yine aynı göreve getiriyorum.”

“Hayır,” dedi Umeyr. “Artık bitti. Bundan böyle ne senden, ne de daha sonra gelecek halifelerden hiçbir görev kabul etmeyeceğim. Allah’a yemin ederim ki, o kadar uğraştığım halde yine kendimi bu görevin kötülüklerinden koruyamadım; bir keresinde bir Hıristiyana ‘Allah seni seni rezil etsin’ demiş bulundum. Ey Ömer, bu felâketi benim başıma sen getirdin.”

Umeyr bu sözleri söyledikten sonra çıktı, Medine’nin birkaç kilometre uzağındaki evine döndü. Valilik görevini boşaltmak için tekrar Humus’a kadar gitmesine gerek yoktu; bütün eşyası zaten yanındaydı.

***

Umeyr gittikten sonra, Hz. Ömer’in içi yine rahat etmemişti. “Ben hâlâ onun ihanet etmiş olabileceğinden kuşkulanıyorum” dedi ve Hâris isminde birisini yüz dinarla Umeyr’in evine yolladı. “Git, onun misafiri ol,” dedi. “Eğer servet sahibi olduğuna dair bir belirti görürsen bize haber getir. Aksi takdirde yüz dinarı ona ver.”

Hâris, Umeyr’in yanında üç gün misafir kaldı. Bu süre içinde Hâris ve ev halkı, günde bir ekmeği paylaşmışlardı. Hâris evden ayrılırken Umeyr’e yüz dinarı vermek istediyse de o bunu kabul etmedi. “Benim bunlara ihtiyacım yok; sen o parayı yine Mü’minlerin Emirine götür” dedi. Sonra ısrar üzerine parayı aldıysa da, hemen fakirlere dağıttı.

Hâris’ten durumu öğrenen Halife Ömer, Umeyr’i çağırtarak ona yüz dinarı ne yaptığını sorduğunda, “Ne yaptımsa yaptım; niçin soruyorsun?” cevabını aldı. Allah adına yemin verdirerek ondan yüz dinarı fakirlere dağıttığını öğrenince, “Allah senden razı olsun” dedi ve ona bir yük yiyecek ile iki elbise verilmesini emretti.

Umeyr, “Yiyecekler kalsın, çünkü ihtiyacım yok” dedi ve sadece elbiseleri aldı. Çünkü elbiseye ihtiyacı olan birisini tanıyordu.

— Sade Hayat‘tan alıntı (Hayatü’s-Sahâbe’den naklen)

yazarumit.com

Cennetle müjdelenen sahabeler kimlerdir?

“Aşere-i Mübeşşere” tabirinin yanısıra “el-mubeşşirun bi’l-cenneh” tabiri de bu sahabeler hakkında kullanılmıştır. Bu meşhur on sahabi şunlardır:

Hz. Ebû Bekr (ö. 634), Hz. Ömer (ö. 643), Hz. Osman (ö. 655). Hz. Ali (ö. 660),

Hz. Abdurrahman b. Avf (ö. 652), Hz. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh (ö. 639), Hz. Talha b. Ubeydullah (ö. 656),

Hz. Zubeyr b. Avvam (ö. 656), Hz. Sa’d b. Ebi Vakkâs (ö. 674), Hz. Said b. Zeyd (ö. 671).

Bu büyük sahabilerin kendilerine has özellikleri vardır. Meselâ: Mekke’de ilk müslüman olan bu şahsiyetler Hz. Peygamber’e ve İslâm davasına büyük katkıları olan kişilerdir. Bu büyük sahabilerin hepsi İslâm devletinin müşriklere karşı giriştiği ilk büyük cihat hareketi olan Bedir gazvesinde bulundukları gibi, Hz. Peygamber’e, O’nu ve İslâm’ı sonuna kadar koruyacaklarına dair Hudeybiye gününde ağaç altında Bey’at etmişlerdir. İslâm akidesi için Allah yolunda en yakın akrabalarına karşı çarpışmaktan geri durmamışlardır. Hadis âlimlerinden bazıları eserlerine bu on sahabinin rivayet ettikleri hadîslerle başlamışlardır. Ayrıca sırf Aşere-i Mübeşşere’nin hayatlarını konu alan müstakil eserler kaleme alınmıştır. Bunların faziletleri ve Resulullah tarafından Cennet’le müjdelendikleri sahih hadis kaynak ve mecmualarında sabittir.(Tirmizî, Menâkıb, 25; Ahmed b. Hanbel, I, 193)

Türkiye’deki Müslüman halk arasında yaygın bir kanaat var: “Hayatları esnasında Efendimiz (s.a.s) tarafından cennetle müjdelenen sadece on kişi vardır.” Bu yaygın inanışın sebebini herhalde aşere-i mübeşşere, yani cennetle müjdelenen on kişinin çok meşhur olmasında aramak gerekmektedir. Yalnız kaynak kitaplarımıza müracaat ettiğimizde gördüğümüz bir husus var ki, o da aşere-i mübeşşere haricinde gerek hayatları esnasında, gerekse vefat ettikten sonra veya farklı bir anlatım tarzı içinde, gerek ferdî, gerekse cemaat ve grup hâlinde âyet-i kerimeler ve Efendimiz (s.a.s)’in beyanları ile cennetle müjdelenenlerin oluşudur. İşte bu kısa çalışmada okuyuculara bir fikir verebilmek ve daha çaplı araştırmalara zemin hazırlayabilmek için aşağıda sunacağımız tertip içinde cennetle müjdele-nenleri belirtmeye çalışacağız.

1) Hz. Peygamber (s.a.s)’in zevceleri arasından,
2) Hz. Peygamber (s.a.s)’in çocukları ve torunlarından,
3) Aşere-i mübeşşere haricindeki sahabe-i kiramdan,
4) Ashab içinde vefatlarından sonra,
5) Ashab-ı Bedr, Bey’at-i Ridvan’a katılanlar,
6) Şehitler,
7) Akıl baliğ olmadan ölenler,
8) Rüyada cennetle müjdelenler.

1) Hz. Peyamber (s.a.s)’in Zevceleri Arasından

– Hz. Hatice (r.anha): Ebu Hureyre (r.a) dedi ki, “Cibril Hz. Muhammed (s.a.s)’e geldi ve dedi ki:

“Ya Rasulallah, Hatice beraberindeki yiyecek ve içeceklerle senin yanına geliyor. O geldiğinde Rabbinden ve benden ona selam söyle; lü’lü ve mercanlar içinde gürültü ve meşakkatin bulunmadığı cennet ile onu müjdele” buyurdu.(1)

– Hz. Âişe (r.anha): “Cibril (a.s) kendi suretinde, yeşil ipekten hırka içinde Resulullah’a geldi ve dedi ki: Bu (Hz. Aişe) dünyada da ahirette de senin zevcendir.”(2)

– Hz. Hafsa (r.anha): Efendimiz (s.a.s) bir sebebe binaen Hz. Hafsa validemizi boşamıştı. Sonra kendisi şöyle anlatıyor: “Cibril bana geldi Hafsa’ya geri dön, yani onu nikahına tekrar al. Zira o savvame, kavvame yani çok oruç tutan ve çok namaz kılan bir kadındır ve o cennette senin zevcendir.” dedi.(3)

– Zeyneb b. Cahş (r.anha): Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor: Efendimiz buyurdular ki: “Bana sizin aranızdan en çabuk iltihak edecek olan eli en uzun olanınızdır.” Bizim aramızda eli en uzun olan yani en çok sadaka veren Zeyneb idi. Zira o, kendi eliyle iş yapar (el işleri) -para kazanır- ve onu tasadduk ederdi.(4)

Görüldüğü gibi Efendimiz (s.a.s)’in beyanıyla, ismi geçen analarımız direkt veya dolaylı olarak cennetle müjdelenmişlerdir.

2) Hz. Peygamber (s.a.s)’in Çocukları veTorunları

– Hz. Fatıma (r.anha): İbn-i Abbas rivayet ediyor: Bir gün Allah Rasulü (s.a.s) yere dört çizgi çizdi. Sonra “Bunlar nedir biliyor musunuz?” dedi. Biz de Allah ve Rasulü daha iyi bilir dedik. Buyurdular ki:

“Cennet kadınlarının en faziletlisi Hatice b. Huveylid, Fatıma b. Muhammed, Asiye b. Müzehim (ki Firavun’un karısı idi) ve Meryem b. İmrândır.”(5)

– Hz. Hasan ve Hüseyin (r.anhüma): Ebu Saîd el-Hudrî anlatıyor. Efendimiz buyurdular ki;“Hasan ve Hüseyin cennet ehli gençlerin efendileridir.”(6)

– Hz. İbrahim: Efendimiz (s.a.s)’in Hz. Mariye’den olma çocuğunun adı. Süt emme çağında iken vefat etmişti. Enes b. Mâlik anlatıyor: Allah Rasulü buyurdular ki; “İbrahim benim oğlumdur. Emzikte iken vefat etti. Onun cennette iki tane süt annesi vardır ki onun süt emmesini ikmal ediyorlar.”(7)

3) Aşere-i Mübeşşere Haricindeki Sahabe-i Kiramdan

Bizim isimlerini bildiğimiz ve bilmediklerimizle beraber otuz yedi tane cennetle müjdelenen sahabî var. Bir fikir verme amacıyla bunlardan bazılarını zikredelim:

– Ebu Zerr el-Gifârî (r.a): Ebu Zerr ile Allah Rasulü arasında şöyle bir konuşma geçiyor:

“Ya Rasulallah. Bir adam bir kavmi seviyor, ama onlar gibi amel yapmaya gücü yetmiyor?”

“Sen ya Ebu Zerr, sevdiklerinle berabersin.”

“Ben Allah ve Rasulünü seviyorum.”

“Şüphesiz ki sen sevdiklerinle berabersin.”

Ebu Zerr bu cevaptan sonra, aynı cümleyi birkaç defa tekrar etti, her seferinde aynı cevabı aldı.” (8)

– Arabi (r.a): Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: “Bir Arabî Efendimiz’ e geldi. ‘Ya Rasulallah, bana öyle bir amel göster ki, ben onu işlediğimde cennete gireyim.’ dedi. Allah Rasulü, ‘Allah’a ibadet eder ve O’na hiçbir şeyi şerik koşmaz, namaz kılar, farz zekâtı verir, Ramazan orucu tutarsan cennete girersin.’ dedi. Arabi, ‘Nefsim elinde olana yemin olsun ki buna hiçbir şey ziyade etmeyeceğim.’ dedi, döndü gitti. Efendimiz, ‘Cennet ehlinden bir adama bakmak kimin hoşuna giderse, şu adama baksın.’ buyurdu.(9)

– Arabi (r.a): Bir arabi Müslüman olmuş, Hayber veya Huneyn gazvesine katılmıştı. Efendimiz ona da ganimetten hissesini ayırdı. Bu hisse kendisine ulaşınca, onlan eline aldı ve huzur-u Nebeviye geldi:

“Ya Muhammedi Ben bunlara nail olmak için sana biat etmedim. Fakat ben -boğazını göstererek- ha şuradan bir ok yiyerek ölüp cennete girmek için biat ettim.” dedi. Efendimiz,“Eğer sen Allah’a karşı -bu isteğinde- sadık isen, Allah seni sadık çıkarır yani arzunu verir.” buyurdu. Sonra bir savaşta düşmanlarla savaştı ve boğazından ok yiyerek şehit olmuş olduğu hâlde Efendimiz’e getirildi. “Bu, O mu? ” dedi. “Evet, O” dedi sahabe-i kiram. Sonra Allah Rasulü onu kefenledi, cenaze namazını kıldırdı ve şöyle dedi: “Allahım bu senin kulundur. Senin yolunda muhacir olarak yola çıktı ve şehit olarak öldürüldü ve buna ben şahidim.”(10)

– Harise b. Nu’man (r.anha): Hz. Aişe (r.a) validemiz anlatıyor: “Allah Rasulü (sav) buyurdu ki;cennete girdim, (bir başka rivayette rüyamda cenneti gördüm;) bir okuyucunun (Kur’ân okuyordu) sesini duydum. Kim bu dedim. Bu Harise b. Nu’man dediler.” Sonra Rasulullah (s.a.s) bana iki defa dedi ki, “Bu iyiliğinin karşılığı, mükâfatıdır.” Zira Harise b. Nu’man insanların içinde annesine karşı en çok iyilik eden idi.”(11)

– Bir adam (r.a): Ebu Mes’ud el-Ensarî anlatıyor. Bir adam gemi ağzına vurulmuş bir deve ile geldi ve “Ya Rasulallah, şu deveyi Allah yolunda infak ediyorum.” dedi. Rasulallah ise “Bunun karşılığında sana cennette yedi yüz tane gemi ağzına vurulmuş deve vardır.” karşılığını verdi.(12)

– Bir adam (r.a): Hz. Enes anlatıyor. Siyahî bir adam Allah Rasulüne gelerek, “Ya Rasulallah. Ben malı olmayan, çirkin kokulu, çirkin yüzlü siyah bir adamım. Eğer şu düşmanlarla öldürülünceye dek savaşırsam benim yerim neresi?” diye sordu. Allah Rasulü (s.a.s)“Cennet!..” buyurdu. O adam, öldürülünceye kadar savaştı. Sonra Nebi (s.a.s) onun başına geldi ve “Allah yüzünü beyaz, kokunu güzel, malını da çok yapsın.” diye dua etti.(13)

– Sa’d b. Muaz (r.a): Hz. Câbir anlatıyor. Allah Rasulü (s.a.s) buyurdu ki: “Sa’d b. Muaz’in ölümünden dolayı arş-ı rahman ihtizaza geldi.”(14)

Bera b. Azib anlatıyor: “Rasulullaha ipek bir elbise hediye edildi. Yumuşaklığından dolayı bu halkın çok hoşuna gitti. Allah Rasulü (s.a.s), “Bunun yumuşaklığına hayret mi ediyorsunuz. Sa’d b. Muaz’in cennette bir mendili bundan daha hayırlıdır.” buyurdu.(15)

– Sa’d b. Mâlik el-Ensâri (r.a): Hz. Enes anlatıyor: “Birgün Allah Rasulü ile beraber oturuyorduk. ‘Şimdi cennet ehlinden bir adam gelecek.’ dedi. Biraz sonra ayakkabılarını sol eline almış, sakalından abdest suyu damlayan bir adam çıkageldi. Ve bu vak’a ayrı ayrı günlerde tam üç defa tekrar etti. Üçüncü seferinde Abdulah b. Amr b. As bu adamı takip etti ve“Ben babamla tartıştım. Üç gün eve girmemeye yemin ettim. Senin yanında üç gün kalabilir miyim.”, dedi. Adam da kabul etti. Fakat bu üç gün zarfında farz ameller dışında başka bir amel yaptığını görmedi ve hattâ bunu azımsadı. Nihayet Abdullah b. Amr, Sa’d b. Mâlik’e, Efendimiz’in kendisi hakkında verdiği müjdeyi anlattı. Bununla beraber farz ameller dışında fevkalade birşey göremediğini, cennetle müjdelenmesinin sebebinin ne olabileceğini sordu. Sa’d, “Gördüğün gibi, benim amelim bu. Yalnız ben Müslümanlardan hiç kimseyi aldatmam ve Allah’ın ona verdiği bir şeyden dolayı da kıskanmam” deyince, “Abdullah işte budur seni cennete ulaştıran. Biz buna güç yetiremiyoruz.” diyerek Sa’d b. Mâlik’in yanından ayrıldı.(16)

– Abdullah b. Selâm (r.a): Yahudi ulemasından, Efendimiz’in Medine’ye teşriflerinde ilk Müslüman olanlardan. Sa’d b. Ebu Vakkas diyor ki: “Ben Allah Rasulü’nden şu anda insanlar arasında dolaşan, hayatta hiçbir kimse için bu cennetliktir” sözünü duymadım, ancak Abdullah b. Selam hariç.”(17)

– Abdullah b. Mes’ud (r.a): Bir gün Efendimiz ona “İste, istediğin verilecek; dile, dileğin yerine getirilecek” dedi. O da, “Allah’ım irtidadı olmayan iman, bitme, tükenme bilmeyen nimet ve Nebi Muhammed (sav)’le ebedî cennetin en a’la mertebesinde arkadaşlık isterim.” diye dua etti.(18)

– Umeyr b. Humam (r.a): Hz. Enes anlatıyor. Allah Rasulü, Bedir günü, “Eni semavat ve arz kadar olan cennet için döğüşün” buyurdu. Umeyr b. Humam “Ya Rasulallah, eni samavat ve arz genişliğinde mi?” diye taaccüp içinde sorunca, Rasulallah “evet” cevabını verdi. “Umeyr bak, bak” (rıza ve taaccüp ifadesi) dedi. Rasulullah “Niye öyle dedin?” diye sorunca, “Ya Rasulullah, o cennet ehlinden biri olma ümidiyle” deyince, Allah Resulü, “Sen cennet ehlindensin” müjdesini ona verdi. Bunun üzerine Umeyr, yanında taşıyıp yediği hurmaları üzerinden çıkardı, “Eğer şu hurmaları yiyecek kadar yaşarsam vallahi bu çok uzun bir hayat olur” diyerek onları yere attı, düşmanlarla savaşmaya daldı ve nihayet şehit oldu.(19)

– Yâsir’ul Ansî: Ammar b. Yâsir’in babası Mekkelilerin işkenceleri neticesi şehit olmuştu. Hz. Osman anlatıyor: Allah Rasulü Ammar’a onun baba ve anasına hitaben: “Ey Yasir Ailesi! Sabredin, sizin mekânınız cennettir.” va’dini verdi.(20)

– Siyahi bir kadın: İbn-i Abbas anlatıyor: Siyahî bir kadın Allah Rasulüne gelerek, “Ben saralıyım, nöbetim geldiğinde açılıp-saçılıyorum Allah’a benim için dua etsen.” dedi. Hz. Peygamber (s.a.s)’de, “İstersen sabret, cennete gir; istersen dua edeyim Allah afiyet versin.” diye tercihi kadına bıraktı. O, “Cennete girmek için sabredeceğim, fakat nöbetim geldiğinde açılmamam için dua et.” dedi. Allah Resulü de ona dua etti.(21)

Yukarıdaki hadîslerde görüldüğü gibi, Efendimiz (s.a.s)’in çeşitli vesilerle, aşere-i mübeşşere haricinde cennetle müjdelediği nice insanlar vardır.

4) Ashab İçinde Vefatlarından Sonra

– Zeyd b. Harise (r.a): Efendimiz (s.a.s)’in, azatlı kölesi, Mu’te Savaşı’nda şehit olmuştu. Hz. Bureyde anlatıyor: Efendimiz buyurdular ki: “Cennete girdim, beni genç bir câriye karşıladı‘Sen kimsin?’ dedim ona. ‘Ben Zeyd b. Harise’ninim’, dedi.”(22)

– Ebu Seleme (r.a): İlk Müslüman olanlardan, Efendimiz’in süt kardeşi ve teyze oğlu, Habeşistan ve Medine’ye hicret etti. Bedir Savaşı sonrası vefat etti. Ebu Seleme’nin karısı Ümmü Seleme validemiz anlatıyor:

“Ebu Seleme vefat ettiğinde, Allah Resulü (s.a.s) geldi, onun gözlerini indirdi ve “Ruh kabz edilince göz onu takip eder.” buyurdu. Ehli onun vefatına ağlıyorlardı. Dedi ki Efendimiz (s.a.s): “Nefislerinize ancak hayır ile dua edin, zira melekler sizin duanıza âmin diyorlar”ve arkasından

“Allahım Ebu Seleme’yi mağfiret eyle. Derecesini hidayete erenlerin içinde yükselt. Bizi ve onu bağışla Ya Rabbelalemin. O’nun kabrini genişlet ve onu kabir içinde tenvir et” diye dua etti.(23)

Herhalde Efendimiz (s.a.s)’in böyle dua ettiği bir zatın yeri cennet olacaktır. Kaldı ki sahabe-i kiram içinde, Resul-i Ekrem (s.a.s) Ebu Musa el-Eş’ariye Bi’r-i Maune ve Reci gazvesinde şehit olanlara, Hz. Cüleybib’e, Abdullah b. Haram’a bu ve benzeri şekilde dua etmiştir. Dolayısıyla bunlar da ehl-i cennet içinde rahatlıkla mütalâa edilebilirler.

– Useyrım (r.a): Asıl adı Amr b. Sabit. Bir vakit dahi olsa, namaz kılmadan cennete giden sahabi. Ebu Hureyre’nin anlattığına göre Uhud Savaşı’na kadar Müslüman olmayan Useyrım, o gün Müslüman oluyor ve şehit oluncaya kadar savaşıyor. Allah Rasulüne bu anlatılınca,“Muhakkak ki o, ehl-i cennettir” buyuruyor.(24)

– Harise b. Umeyr (r.a): Çocuk iken Bedir Savaşı’na katılıp, şehit olanlardan Harise’nin annesi. Allah Rasulü’ne gelerek, “Ya Rasulallah, Harise’nin benim yanımdaki kıymetini biliyorsun. Eğer o cennette ise sabreder, ecrini Allah’tan beklerim. Eğer değilse, ne yapayım, ne yapmamı tavsiye edersin.” dedi. Allah Rasulü ise,

“Allah iyiliğini versin. Bir tane mi cennet var. Birçok cennet vardır ve Harise Firdevs cennetindedir.” karşılığını verdi.(25)

– Mâiz b. Mâlik (r.a): Zina suçundan dolayı recm cezası ile öldürülen sahabi. Hz. Cabir anlatıyor: Maiz recm ile öldürüldükten sonra Allah Rasulü onun hakkında “Onu cennet nehirlerinin içinde yüzerken gördüm.”(26) buyuruyor.

5) Ashab-ı Bedr ve Bey’at-ı Ridvan’a katılanlar

Bedir Savaşı’na katılan sahabe ve onların faziletleri hakkında Efendimiz (s.a.s)’in ağzından şeref-südur bulan birçok hadîs-i şerif vardır. Mevzumuza açıklık getireceğine inandığımız bir iki hadîsin tercümesini sunuyoruz.

Rifaa b. Âmir rivayet ediyor:

Cibril (a.s), Allah Resülü’ne gelerek,

“Siz ehl-i Bedr’e nasıl bakıyorsunuz?” diye sordu. Efendimiz,

“Biz onlara Müslümanların en efdali nazarıyla bakıyoruz.” cevabını verince, Cibril (a.s)

“Biz de Bedr Savaşı na katılan meleklere aynı nazarla bakıyoruz” dedi.(27)

Hz. Ali (r.a) anlatıyor: Hatıb b. Ebi Beltaa Efendimiz’in bir ordu hazırlığına giriştiğini ve muhtemelen Mekke’ye yöneleceğini bir mektubla Mekkelilere haber vermek istemişti. Fakat plânı akım kaldı. Bunun üzerine Ömer (r.a) “Bırak beni, izin ver şu münafığın boynunu vurayım Ya Rasulallah” deyince Allah Rasulü (s.a.s) “Hayır, o Bedr’e katılanlardan. Allah ehl-i Bedr’ e istediğinizi yapın, sizi mağfiret ettim.” bir başka rivayette ise “cenneti size vacip kıldım”demedim?(28) diye karşılık veriyor.

Bey’at-ı Ridvan’a katılanlar hakkında Allah, Kur’ân’da şöyle buyuruyor:

“Allah, sana ağacın altında biat eden müminlerden razı olmuştur.” (Feth, 48/18)

ve Hz. Câbir anlatıyor: Allah Rasulü buyurdu ki “Bu ağaç altında biat edenlerden hiç kimse cehenneme girmez.”(29)

6) Şehitler

Allah yolunda mücadele ve mücahede ederken şehit olanların cennete gireceğine dair birçok âyet ve hadîsler vardır. Numune babından birkaç tanesinin tercümelerini aktaralım:

“Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Onlar diridirler ve Rabbileri katında rızıklanmaktadırlar.” (Âl-i İmran, 3/169)

“Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz. Onlar diridir, fakat siz bilmiyorsunuz.” (Bakara, 2/154)

“Allah müminlerden canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır.” (Tevbe, 9/111)

Ebu Hureyre (r,a): Allah, kendi yolunda mücadele edeni ve evinden sadece kendi yolunca cihad, kelimatını tasdik için çıkan kimseyi ya cennetine koymayı veya birçok sevap ve ganimetle evine döndürmeyi tekeffül etmiştir.(30)

Hz. Muaz (r.a) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v) buyurdu ki,

“Deve üzerinde Allah yolunda mukatele edene, cennet vacip olmuştur.”(31)

7) Akıl Baliğ Olmadan Ölenler

Efendimizin oğlu İbrahim vefat ettiğinde, “Onun cennette bir süt annesi vardır.” buyurdu.32

“Sizden birinin kendinden önce üç çocuğu ölürse, o çocuklar validesine cehnemden perde olur.” Bir kadın, “İki çocuğu ölürse?” diye sordu. Allah Rasulü (s.a.v) bu soruya “İki çocuğu ölürse de.” karşılığını verdi.”

8) Rüyada Cennetle Müjdelenenler 

Hz. Aişe (r.a) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.s) buyurdular ki,

“Benden sonra nübüvvetten mübeşirat haricinde hiçbir şey kalmayacak.”

“Ya Rasulallah mübeşşirat nedir?” diye sorduklarında da

“İnsanın gördüğü veya ona gösterilen sâlih rüyalardır.” cevabını verdî.(34) Yine

“Güzel rüyalar, peygamberliğin kırk parçasından bir parçadır.”(35)

Bu Efendimiz’in bir beyanıdır. İşte bu beyan-ı peygamberiye dayanarak, objektifi olmadığı yani bağlayıcı olmayıp, herkesin inanmak zorunda bulunmadığı hakikatim bilerek, rüyalarda cennetle müjdelenen bazı şahısları anlatmaya gayret edeceğiz:

– Yezid b. Zürey (101-182): Ali b. Medinî’nin meşa-yıhından Nasr b. Alî diyor ki: “Rüyamda Yezid b. Zürey’i gördüm ‘Allah sana nasıl muamele etti?’ diye sordum. ‘Cennet’e koydu.’ dedi.‘Neden?’ deyince de ‘Çok namazım yüzünden.’ diye cevap verdi.”

– Süfyan-ı Sevri (97-161): Hadîsde imamı vefatından sonra rüyada görmüşler ve “Allah nasıl karşıladı seni?” demişler. “Beni bağışladı” cevabını vermiş. “Peki Abdullah b. Müberak’e ne yaptı?” “O günde iki defa Rabbîsi ile görüşüyor” demiş.

– Ahmed b. Hanbel: Ahmed b. Muhammed el-Kindî anlatıyor. Ahmed b. Henbel’i rüyamda gördüm. ‘Allah sana nasıl muamele etti?’ dedim. Dedi ki “Allah bana ey Ahmed.’ işte Benim vechîm, ona bakmam sana mubah kıldım.”

Seleme b. Şebib anlatıyor: “Biz Ahmed b. Hanbel’in yanında oturuyorduk. Birisi geldi “Hanginiz Ahmed?” diye sordu. Biz işaret ettik. O gelen insan “Dün gece bana rüyamda Ahmed b. Hanbel’e git ve ona de ki “Allah senden razı. Semavat ve arzın melekleri de senden razı.”de dediler.”

– Muhammed b. Idris eş-Şafiî: İmam-ı Şafiî’yi vefatından sonra rüyada görmüş ve ‘Allah sana ne yaptı?’ diye sormuşlar. Cevaben, “Beni üzerinde inciler bulunan altından bir kürsf üzerine oturttu”, cevabını vermiş.

– İmam-ı Şibli: Vefatını müteakib rüyada ona hâlini sormuşlar. Cevaben “Allah benî huzuruna kabul etti veya ‘Şibli biliyor musun, Ben seni neden bağışladım?’ diye sordu. Ben de bir sürü amelimi saydım. Allah (c.c) “Hayır! Ben seni, soğuk bîr gecede bulduğun ve cübbenin altına sokarak ısıtıp, merhamet ettiğin o kediden dolayı bağışladım.” buyurmuş.

Yedi ayrı bölüm hâlinde arz etmeye çalıştığımı, bu kısa çalışmada görüldüğü gibi, âyet ve hadîslerin diliyle aşere-i mübeşşere haricinde cennetle müjdelenen birçok kimse var. Dileğimiz onlarla beraber haşr olma, cennette onlara komşu ve arkadaş olma. Rabbim dualarımızı kabul buyursun. Âmin!..

DİPNOTLAR:

1) Buhari, Menâkıbu’l Ensâr. 20.
2) Buharı, Fedâilü’s-Sahabe, 30.
3) Müstcdrek, Hâkim, 4/15
4) Buhari. Zekât, II.
5) Ahmed b. Hanbel. Müsned, 1/293, Hâkim, Müstedrek 3/160.
6) Ahmed b. Hanbel, Müsned. 3/64-80. Hakim, Müstedrek 3/166, 167.
7) Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/112.
8) Ebu Davud. Edeb, 118.
9} Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/343.
10) Müstedrek, Hakim, 3/595, 596.
11) Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/36, 131, 152.
12) Ahmed b. Hanbel. Müsned, 4/121, S/274.
13) Müstedrek, Hakim, 2/93, 94.
14) Buhari, Menakıbu’l Ensâr, 12. Muslini, Fedâil-i Sahabe, 123, 125.
15) Buhari, Menakibu’l-Ensar, 12.
16) Ahmed b. Hanbel. Müsned, 3/166.
17) Ahmed b. Hanbel. Müsned. 1/169. Buhari, Menakıb.
18) Ahmed b. Hanbel, Müsned. 1/445-446.
19) Müslim, İmare, 145, İ. Şad. Tabakat, 3/565.
20) Ahmed b. Hanbel, Müsned. 1/2, Mecma’üz-Zevaid, Heysemi, 9/293.
21) Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/346-347.
22) Ibn-i Asâkir, 5/462.
23) Müslim, Cenaiz, 7.
24) Ahmed b. Hanbel. Müsned, 5/428-429,
25) Buhari, Mağazi, 9, Likak, 51.
26) Muhatü’l Mabud, Ebu Davud el-Tayalisi, 2576.
27) Buhari, Megazı, 11.
28) Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/80. Müslim, Fedai lü’s-Sahabe, 161.
29) Tirmizi, Menakıb, 57, 58.
30) Buhari, Tevhid, 28, 30, Müslim, İmare, 104.
31) Ebu Davud, Cihad, 40.
32) Buhari, Cenaiz, 92.
33) Buhari, ilm. 36. Müslim, Bin 152.
34) Ahmed b. Hanbel, Müsned. 6/129, Buhari, Tabir, 5.
35) Buhari, Tabir. 4. Müslim. Rüya, 8.

sorularlaislamiyet

Sahabelerden Bir Büyük Eğitimci; “Mus’ab Bin Umeyr”

Mekke’de zengin bir aile Mus’ab bin Umeyr (r.a.), bu ailenin evladı Şehrin en zarif, en narin ve en yakışıklı genci. Önüne en leziz yiyecekler konuluyor, sırtına en güzel elbiseler giydiriliyor, anne ve babası üzerine titriyor. Mekke’liler ona gıbta ile bakıyor. Bütün bunlara rağmen içinde büyük bir boşluk hissediyor.

Çocukluğundan beri putlardan nefret eden genç Mus’ab, tek yaratıcıya, Allah’a çağıran Rasul-ü Ekrem’i (a.s.v) duyuyor Annesinin, babasının ve akrabalarının hiç hoşlanmayacaklarını, dünyayı ona zindan edeceklerini bildiği halde Erkam’ın evine gidiyor Efendimizin saadetli huzuruna, rahmet soluklamak için diz çöküyor Evet Mus’ab müslüman oluyor. Dünya bütün çekiciliği ile önünde arz-ı endam ederken, herkes onun haline özenirken o, elinin tersi ile hepsini bir kenara iterek Allah ve Rasulü’nü seçiyor.

Mus’ab bin Umeyr’in (r.a.) müslüman olması ile çileli günleri başlıyordu. Ailesi tarafından günlerce mahzene kapatılıyor, yakıcı çöl sıcağında güneş altında işkence yapılıyor ve her türlü hakarete maruz bırakılıyordu Fakat o, imanından ve Efendimize (a.s.v) sadakatinden zerre kadar taviz vermiyordu Nihayet Habeşistan’a hicret edenlerle birlikte Mekke’den ayrıldı. Orada bir müddet kaldıktan sonra Mekke’ye, o eşsiz sevgiliye, Allah’ın Rasulü’ne döndü Hz. Ali (r.a.), onu şöyle anlattı: “Rasulullah ile oturuyordum Bu sırada Mus’ab bin Umeyr geldi Üzerinde yamalı bir elbise vardı Rasulullah onun bu halini görünce, mübarek gözleri yaşla doldu Çünkü o müslüman olmadan önce servet içinde idi Dini uğruna bunların hepsini terketti.

Efendimiz (a.s.v) onun hakkında şöyle buyurdu: “Kalbini, Allahu Tealâ’nın nurlandırdığı şu kimseye bakın. Anne ve babasının onu en iyi yiyecek ve içeceklerle beslediklerini gördüm Allah ve Rasulü’nün sevgisi, onu gördüğünüz hale getirdi ”

Hayati bütün çilelerine ve sıkıntılarına rağmen geçiyordu. Diğer ashab gibi Mus’ab bin Umeyr (r.a.) de Efendimizin nazarında ve irfanında pişiyordu. Derken Medine’den gelen bir grup, Efendimiz (a.s.v.) ile Akabe’de buluştu. Birinci Akabe Bey’atı diye bilinen bu görüşmede Medineliler, kendilerine dini öğretecek bir eğitimci istediler. Hz Peygamber (a.s.v.) bu iş için Mus’ab bin Umeyr’i seçti ve onlarla birlikte Medine’ye gönderdi. Bu, çok büyük bir görev idi. Çünkü Medine, gelecekte bütün müslümanların hicret edecekleri bir yurt olacaktı; Hz. Peygamber’in (a.s.v.) şehri, son dinin bütün dünyayı kuşatacağı beşik olacaktı. Medine’de, İslam adına geleceğin temelleri atılacaktı. Mus’ab (r.a.), Allah Rasulü’nün elçisi olarak Medine’ye gidiyordu. O’nun adına konuşacaktı, O’nun adına tebliğde bulunacaktı, insanları O’nun adına eğitecekti. O’nun gibi sabırlı, O’nun gibi metin, O’nun gibi şefkatli olacaktı, hasılı O’nu temsil edecekti. Bu gerçekten ağır ve çok şerefli bir görev idi. Efendimiz (a.s.m.), Mus’ab’ı (r.a.) görevlendiğine göre o, bu kıvama gelmişti. Bu, Allah’ın bir fazlı idi ve onu dilediğine verirdi. Mus’ab’ın, zamanında iradesi ile yapmış olduğu tercih ve sadakatini, Allah böyle mükafatlandırmıştı.

Mus’ab (r.a.) artık, Medine’de ve Medinelilerin reisi Es’ad bin Zürare’nin (r.a.) evinde. Burada hem Kur’an okuyor ve hem de İslam’ı anlatıyordu. Böylece birçok kimse müslüman olmuştu. Medine’de bulunan kabile reislerinden Sa’d bin Muâz ve Useyd bin Hudayr henüz müslüman olmayanlardandı. Onların bu durumu diğer insanları da etkiliyor, İslam’ın hızla yayılmasını engelliyordu. Bir gün Mus’ab (r.a.), bir bahçede, etrafında bulunan müslümanlarla sohbet ediyordu. Bu sırada Evs kabilesinin reislerinden olan Useyd, elinde mızrağı ile çıkageldi. Sert bir şekilde konuşmaya başladı: “Siz bize niçin geldiniz? İnsanları aldatıyorsunuz! Hayatınızdan olmak istemiyorsanız hemen burasını terkedin!” dedi. Nice ağır hakarete ve işkenceye Allah ve Rasulü hatırına katlanmış ve Rasulullah’ın (A S ) özel terbiyesinde yetişmiş olan Mus’ab (r.a.) onun bu taşkın halini gayet sakin bir şekilde karşıladı ve şöyle dedi: “Hele biraz dur, buyur otur! Sözümüzü dinle Maksadımızı anla, beğenirsen kabul edersin. Beğenmezsen engel olursun.” Useyd, bu olgun teklif karşısında sakinleşip, “Doğru söyledin.” dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu. Mus’ab (r.a.) ona İslam’ı anlattı ve bir miktar Kur’an okudu. Allah’ın ayetlerinin eşsiz belagatı ve tatlı üslubu karşısında Useyd, kendini tutamayıp, “Bu ne güzel, ne iyi bir sözdür. Bu dine girmek için ne yapmalı?” diye sordu. Mus’ab (r.a.), ona kelime-i şehadeti öğretirken oradaki müslümanların gözlerinin içi gülüyordu.

Düşman olarak geldiği meclisten iman ederek kalkan Üseyd (r.a.) sevincinden yerinde duramıyordu. “Ben gidip size birini göndereyim. Eğer o da imana gelirse, bu beldede iman etmedik kimse kalmaz.” diyerek oradan ayrıldı. Kısa bir zaman sonra Evs kabilesi reislerinden Sa’d bin Mu’az hiddetli bir şekilde geldi ve oldukça ağır ifadelerle hakarette bulundu. Mus’ab (r.a.), ona da gayet yumuşak konuştu ve oturup dinlemesini, beğenmediği taktirde kabul etmek zorunda olmadığını söyledi. Sa’d, bu nazik konuşma karşısında yumuşadı ve oturup dinledi. Mus’ab (r.a.) ona da İslam’ı anlattı ve bir miktar Kur’an-ı Kerim okudu Sa’d’ın yüzü birden değişiverdi ve orada müslüman oldu.

Sa’d b. Mu’az (r.a.), gönlünü dolduran imanın coşkusu ile kavminin yanına vardı ve onlara: “Ey kavmim! Beni nasıl biliyorsunuz?” diye seslendi “Sen bizim liderimiz ve büyüğümüzsün.” cevabını alınca, “Öyle ise Allah’a ve Rasulüne iman etmelisiniz… İman etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun!” dedi. Onun bu sözü üzerine bütün kavmi o gün müslüman oldu. Peygamber şehri Medine’de İslam’ın hızla yayılıp her eve girmesine Allahu Tealâ, Mus’ab’ı (r.a.) sebep kıldı.

Günler, aylar geçti ve Allah’ın Rasulü (a.s.v.) Medine’ye hicret etti. Mus’ab (r.a.), gönüller sultanı, başların tacı Efendimiz ile tekrar birlikte olmanın, O’nunla birlikte secde etmenin, O’nunla birlikte ellerini Allah’a açmanın mutluluğunu yaşamaya başladı. Bedir harbine, O’nun önünde sancağı taşıyarak katıldı. Uhud harbinde de yine O’nunla birlikte idi. Sancak elinde savaşıyor ve her şeyini yoluna feda ettiği Alemlerin Efendisi’nin (a.s.v.) etrafından ayrılmıyordu. O’na yönelen saldırıları bertaraf ediyordu. O da Efendimiz gibi iki zırh giyinmişti. Efendimizin (a.s.v.) nazarları önünde İslam sancağını dalgalandırıyordu. Bir ara müşrik ordusundan İbn-i Kamia adında biri, Rasul-i Ekrem (a.s.v.) Efendimize saldırırken Mus’ab (r.a.) onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesi ile Mus’ab’ın sağ kolunu kesti. O da sancağı sol eline aldı İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı. Bu haliyle bile kendisini, Efendimize (a.s.v.) siper yapan Mus’ab bin Umeyr (r.a.) düşmanın fırlattığı mızrak darbesi ile yere yıkıldı ve şehit oldu

Ashab-ı Kiram’dan Ubeyd bin Umeyr (r.a.) anlatır: Rasulullah (a.s.v.), şehadet şerbetini içen Mus’ab b. Umeyr’in (r.a.) başı ucunda dikilerek Ahzab suresinden “Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri sözde sadakat gösterdiler. Onlardan bazıları, şehit oluncaya kadar çarpışacağına dair sözünü yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.” Mealindeki Ahzab suresinin 23 ayetini okudu

Daha sonra şehitler defnedildi. Mus’ab bin Umeyr’e (r.a.) kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Vücudu, üzerindeki yırtık elbisesi ile, açıkta kalan tarafları da otlarla örtülerek defnedildi.
İşte eğitimci ve işte eğitim…

Allah (C C ), şefaatlarına nail etsin!…

Evet muhterem Din kardeşlerim! Biz ne yapıyoruz Bu mübarek sahabeden ders almayalım mı? Çevremizde günahlara dolu dizgin koşanlara karşı acaba bize düşen nedir. Bilhassa Nur Talebelerine sesleniyorum?… Üstadımız radıyallahu anh bizim elimize inkâr edilmez deliller vermişken; bir kendimize sormayalım mı, ben kaç kişinin imanli olması için sebep oldum kendi mize demeyelim mi? derse giderken manen sahipsiz kalan gençlerden kaç kişiyi derse gütürebildim? 30 kişilik dersaneye gelenler her gün den değil, her hafta değil, her ayda değil, o 30 kişi 3 ayda birer tane getirebilse? Bir sene sonar o dershanede 150 kişi olacagını kafamızdan atmayalım. Üç hadisi ferif: Tek birinin imanını kurtarmaya sebep olan, sahralar dolusu kırmızı koyun sadaka vermekten daha hayırlıdır. İkinci Hadis: Bir kimsenin imanını kurtarmaya selap olan dan daha hayırlı birini güneş ısıtmamiştir. Üşüncü Hadis bir kimsenin imanını kurtarmaya sebep olan, dünyadan ve dünyanın içindekilerinden o kimse daha hayırlıdır.

Derleyip hazırlayan: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org

Türkiye’nin sahabe haritası çıkarıldı

Siyer Araştırmaları Merkezi, ’82 il, 82 sahabe’ projesi kapsamında Türkiye’deki sahabelerin haritasını çıkardı.

İslam tarihi kaynaklarına göre, isimleri bilinen 10 bine yakın sahabenin bulunduğunu belirten Siyer Araştırmaları Merkezi Kurucu Başkanı Muhammed Emin Yıldırım bu sahabelerden bininin Anadolu’ya geldiğini söyledi. Yıldırım şöyle devam etti: “Bunlardan 5 binin hayatlarına dair bilgileri biliyoruz. Peygamber Efendimiz, İstanbul’u sahabeye hedef olarak gösteriyor. Hz. Osman döneminden itibaren sahabe ordularının İstanbul’a geldiğini biliyoruz. Bu kadar erken dönemde bu topraklar sahabenin o mücadelesiyle tanışıyorlar.

Diyarbakır’da 541 sahabe var

Projenin hazırlık sürecinde sahabelerin var olan kabirlerin gerçek olup olmadığını da araştırdıklarını bildiren Yıldırım, “İstanbul’da 27 tane ‘sahabe kabri’ diye isimlendirilen yer bulunuyor. Tarihi kaynaklarımıza göre, bunlardan sadece 2 tanesi doğrudur. 25 tanesi makamdır.” dedi. Yıldırım, “Mesela; Siirt’te Abdurrahman bin Avf’ın kabrinin olduğu söyleniyor. Tarihi kaynaklarımız ise bunun tam aksini söylüyor. Orada böyle bir kabir yok. Medine’de yaşamış, Medine’de vefat etmiştir. Hazreti Ömer devrinde Urfa ve Diyarbakır’ın fethedildiğini biliyoruz. Mekke, Medine ve Şam dışında en fazla sahabenin olduğu yerlerden biri Diyarbakır’dır. Şehirde 541 sahabe bulunmuştur.” ifadelerini kullandı.

Hazırlıkları 1,5 yıl süren proje kapsamında 81 ilde ve Lefkoşa’da iz bırakan 82 sahabenin hayatını anlatacaklarını belirten Yıldırım, “Türbeleri ve kabirleri olan yerlerde de bazı araştırmalar yapacağız. Her ilde, bir şekilde orayla bir bağı olan sahabeleri anlatacağız.” Lefkoşa’da anlatacakları Ümmü Haram’ın Kıbrıs’ın manevi fatihi olduğunu ve 86 yaşında katıldığı seferde şehit düştüğünü kaydeden Yıldırım, “İstanbul’da Ebu Eyyüp-el Ensari neyse, Ümmü Haram odur aslında.” dedi.

Cihan

Sahabeler Arasındaki İhtilaflara Nasıl Bakıyoruz?

Kerbela’yı anma günlerinde çokça sorulan bir soru bu: Hazreti Resulullah’ın (sas) aziz torunu Hz. Hüseyin’in başında bulunduğu 72 Ehl-i Beyt’in, Kerbela’da gönülleri yakan şehadetlerini neden uzun müddet gündemde tutmuyorsunuz? Cemel ve Sıffin savaşlarını ayrıntılarıyla yazarak zalimlere karşı bedduanızı neden ısrarla sürdürmüyorsunuz? Sahabeler arasında geçmiş olan ihtilaf ve zulümleri tekrar etmekten alıkoyan gerekçeniz mi var yoksa sizin?..

Sıkça sorulan bu gibi sorulara verdiğimiz cevaplarımız hep aynı olmaktadır:

– Sahabeler arasında cereyan etmiş olan kimi içtihada dayanan, kimi de zalim siyasetin haksız gerekçesi gibi görünen gönül yakıcı, vicdan sızlatıcı ihtilafları, bugün yeni yaşanmış gibi tekrarlayarak kabuk bağlamış yaraları kaşıyıp kin ve nefretleri körüklemeyi, Ehl-i Sünnet alimleri faydalı bulmamış, zararlı görmüşlerdir.

Nitekim Müslümanların hep birlik beraberliğini savunan Bediüzzaman Hazretleri gibi maneviyat büyükleri, bu gibi hassas konularda uyarılarda bulunarak diyorlar ki:

– Ehl-i Sünnet imamları, sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı yasaklamışlardır!

– Çünkü Cemel vak’asında Aşere-i Mübeşşere’den Zübeyir ve Talha ve Aişe-i Sıddika (ra) da bulunmasıyla Ehl-i Sünnet vel cemaat, o savaşı, içtihat neticesi deyip “Hazreti Ali (ra) haklı, ötekiler haksız; fakat içtihat neticesi olduğundan affedilmiştir.” diyerek konuyu kapatmışlar, kabuk bağlamış yarayı yeniden kaşıyarak cepheler oluşturmayı mahzurlu görmüşlerdir!

– Hatta, Haccac-ı zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere! ilm-i kelamın büyük allamesi Sadeddin-i Teftazani, “Yezid’e lanet caizdir.” demiş, fakat “Lanet vaciptir!” dememiş, “Hayır vardır, sevaplıdır.” diye bir teşvikte bulunmamıştır!. Çünkü hem Kur’an’ı, hem Peygamber’i, hem bütün sahabelerin kudsi sohbetlerini inkar eden bugün çok kimseler vardır! Onlardan söz etmeyip de geçmişin yaralarını yeniden deşeleyip kanatmakta, cepheleri harekete geçirmekte fayda yoktur!

– Kaldı ki, şer’an, bir adam lanetlikleri hiç hatıra getirmeyip lanet etmese, hiçbir zararı yoktur!. Çünkü zem ve lanet, medih ve muhabbet gibi (sevap getiren faziletlerden) değildir. Onlar salih amele dahil de olamazlar.

– İşte bu gibi gerekçelerden dolayı başta dört imam ve Ehl-i Beyt’in on iki imamı olarak Ehl-i Sünnet, Müslümanlar içinde o eski zaman fitnelerinden söz açıp münakaşa etmeyi caiz görmemişler, faydasız, zararı var, demişlerdir.

– Hem o savaşlarda her nasılsa çok ehemmiyetli sahabeler iki tarafta da bulunmuşlar. O fitneleri bahsetmekte o hakiki sahabelere, Talha ve Zübeyir (ra) gibi Aşere-i Mübeşşere’ye dahi tarafgirane bir inkâr, bir itiraz kalbe gelir. Halbuki, hata varsa tövbe ihtimali kuvvetlidir. Bunları düşünmeden o büyük sahabelere karşı itiraz duygusuna girmek bir şey kazandırmaz, ama çok şey kaybettirebilir!.

– Bu gibi sebeplerle, geçmiş zamana gidip lüzumsuz, zararlı, din emretmeden o üzücü olayları yeniden kurcalamaktansa, şimdi bu zamanda bilfiil İslamiyet’e dehşetli darbeleri vuran, binler lanete, nefrete müstahak olanların verdikleri zararları önlemeye çalışmak görevimiz olmalıdır!. Mevcutların devam eden zararlarını düşünmeyip, geçmiştekilerin tarihin derinliklerinde kalan zararlarını tekrar gündeme taşımak, hep kucaklaşmayı savunan müdakkik müminlerin birlik beraberliğe hizmet anlayışlarına da muvafık düşmese gerektir.

Ömer bin Abdülaziz gibi birinci hicret asrının ilk müceddidi, bu konudaki uyarısında demiş ki:

“Allah bizim elimizi o hadiselerden temiz tuttu, biz de dilimizi temiz tutar, Müslümanlar arasında kin ve nefreti körükleyecek söz ve davranışlardan uzak durmaya gayret ederiz!.”

İşte bu gibi gerekçelerden dolayı Kerbela şehitlerimizi, camilerimizde hatimler indirip mevlitler okuyarak şanlarına layık şekilde anmayı görev biliriz.

Yarın: Hz. Hüseyin, savaşta küstüğü Abdullah ile nasıl barıştı?

Ahmed Şahin / Zaman