Etiket arşivi: sefahet

Sonu Hüsran Aileler (Şiir)

Sonu hüsran âileler gafletle yaşıyor,

Baba hiç neticesiz şeylerle uğraşıyor,

Hanım ve kızları günah peşine koşuyor,

Bu evde İflas sesi duyulmaz mı uzaktan?

 

Bir düşün ev sahibi her şeyi yuvalarsa?

Allahın lütfü evladına sahip çıkmazsa?

Hanımla kızı birlikte giderlerse dansa.

Acaba kurtuluş zorlaşmazmı  bu tuzaktan?

 

Aileye karşı nasıl lakayt kalır baba?

Medeni asrında, olurmu bu kadar kaba?

Kız evden eve gezer hiç değilken akraba,

İmkâni varmı! Bu kız kurtulur mu kucaktan?

 

Ey Kardeş! Madem ki, dine uygun Ahmet adın,

Allah sana hediye vermiş, var kız evladın,

Çıplak salmazsan olabilir namuslu kadın,

Müsade etme, ona yakışmaz kısa fistan.

 

Aç gözünü ahlakla fazilet gidiyor elden,

Sokakta utanmadan konuşuluyor belden,

Fuhuş ve rezaleti hiç düşürmezler dilden,

Ahlak çöküntüsü başladı açık bacaktan.

 

Unutma! Şehit kanıyla yoğruldu bu vatan,

Sana namusu, emanet etti şehit atan,

Acaba nasıl bozuldu sendeki asil kan,

Bildim, küfrün kokusu geliyordu uzaktan.

 

Benim kalbim ağlıyor şimdiki halimize,

Dayanılır mi! Yaşanan izmihlalinize?

O düşman size gülüyor, gelin kendinize,

Yalvarın Allahı, duanın vakti geçti çoktan.

 

Evladın sakat değil kör değil ey gafil baba!

O yavruyu ateşe atmak razı mısın acaba?

Sakın yapma gel kendine olma bu kadar kaba

Sonra pişman olursun ama vakti geçti çoktan.

 

Sen ne akılla  soyunun izini bıraktın?

O menfur kişinin huyunu kafana taktın,

Şehit dedenin adetini kendinden attın.

Paha biçilmez hazineyi sattın hiç yoktan.

 

  Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Hanımların Mutluluğu Nerededir?

Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur!.. Rusya’da o bîçare taifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. (24.Lema, 2.Nükte)

Hepimiz hanım olarak günlük ev işlerine yardım edecek kurs veya çalışmalara katılmayı severiz; ta ki o konudaki istidatlarımızı keşfedip çalıştıralım, daha kamil ve pratik işler yapabilelim.

Peki mahiyetimizdeki manevî istidat ve cihazların keşfi ve çalıştırılması hangi kursa devam etmekle olacak?

İnsan mahiyetinde hayra ve doğruya müteveccih olarak yaratılmış kalp, ruh, sır gibi cihazlar varsa da daim şeytandan ders alan, muzır ve şerir bir nefs-i emmare de taşımaktayız. Bu nefsin şerrinden kurtulup kalp ve ruhumuzun inkişafı için manevî bir terbiyeye ihtiyacımız var. Bunun da şartı önce İslam dairesine sonra da belli bir terbiye sistemine kendimizi dahil etmektir. Bu terbiye sistemi hak tarikatler olabildiği gibi, doğrudan doğruya Risale-i Nurdaki ihlas-uhuvvet-hatvelerle çizilen yol da olabilir. Asıl kendimize sormamız gereken “benim manevî bir terbiyeye ihtiyacım var mı?” sorusudur.

Risalelerden alıntıda belirtildiği gibi hanım olarak dünyada saadetli bir hayat yaşamamız ve fıtratımızdaki ulvî seciyelerin inkişafı İslam dairesi içine girme şartına bağlıdır. İslam dediğimiz zaman dinimizin amelî boyutu, emir ve yasakları kast edilir. Öncelikle emir ve yasaklara ittiba dairesine, sonra da ancak bu daire içinde alabileceğimiz “terbiye-i maneviye” altına girmeliyiz. Terbiye ise fiiliyatımızın ve iç alemimizin birbiriyle uyumlu ve hakikate muvafık olması anlamına gelir. Öncelikle davranış boyutunda kendimizi fark ediyoruz ve elden geldiği kadar “emredildiği için” emir ve yasaklara uygun yaşıyoruz. Bu hal bizde yerleştikçe fark ediyoruz ki bir de iç alemimiz var, o davranış iç alemimizin bir yansımasıdır aslında. Dolayısıyla iç alemimizin de Kur’an’a muvafık bir hal alıp almadığını kontrol etmeye başlıyoruz. Bu terbiye ve belli bir çizgide yaşama, yani yapılıp yapılmayacak davranışların belli ve birbiriyle tutarlı olması bize “şahsiyet” kazandırıyor. Hem iç alemimizde bir netlik hem de diğer insanlarla olan irtibatımızda seviyeli bir tutum gösteriyoruz.

Oysa böyle bir terbiyeden mahrum olan ve hanımlığı sadece maddi görüntüsü itibarıyla değerlendiren Rusya gibi toplumlarda hanımlara kıymetlerinin çok altında muamele edildiği binler tecrübe ile sabit bir gerçektir.

Elhasıl: Nasılki kadınlar kahramanlıkta, ihlasta şefkat itibariyle erkeklere benzemedikleri gibi, erkekler de o kahramanlıkta onlara yetişemiyorlar; öyle de o masum hanımlar dahi, sefahette hiçbir vecihle erkeklere yetişemezler. Onun için fıtratlarıyla ve zaîf hilkatleriyle nâmahremlerden şiddetli korkarlar ve çarşaf altında saklanmağa kendilerini mecbur bilirler. Çünki erkek, sekiz dakika zevk ve lezzet için sefahete girse, ancak sekiz lira kadar birşey zarar eder. Fakat kadın sekiz dakika sefahetteki zevkin cezası olarak dünyada dahi sekiz ay ağır bir yükü karnında taşır ve sekiz sene de o hâmisiz çocuğun terbiyesinin meşakkatine girdiği için sefahette erkeklere yetişemez, yüz derece fazla cezasını çeker. Az olmayan bu nevi vukuat da gösteriyor ki; mübarek taife-i nisaiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe’ olduğu gibi, fısk u sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes’ud bir aile hayatını geçirmeğe mahsus bir nevi mübarek mahlukturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar!.. Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmîn. (24.Lema, 2.Nükte)

Hanımların sefahette kabiliyetleri yok hükmünde olduğuna yukarıdaki misal en açık delildir. Hamisiz bir çocuğa hem analık hem babalık yapmak gibi çok ağır bir yükün altına girmek tehlikesi hanımları sefahetten muhafaza eder. Sefahete girmeyen bir hanım düzenli, belli bir aile hayatını tercih edecek; bu da onun daha başka günahlardan muhafaza olmasını temin edip yüksek ahlakına vesile olacaktır.

Maalesef hanımların latif fıtratını menfaatine alet etmek isteyen bazı komiteler, sefaheti hoş göstererek toplumu aldatmakta; hanımları da bu sefahetin malzemesi ve bazılarını da temsilcisi haline getirmektedir. Hanımlara yüksek şahsiyeti ve ahlakı ile değil de dış görüntüsü ile değer biçen bu sistem, hevesleri sürekli uyanık tutarak insanların yüksek hedefler için çalışması yerine nefsî ve geçici şeylerle vakit tüketmesini normal gösterip toplumsal verimi çok düşürmektedir. Sonra da şahsiyet ve namusunu ayaklar altına aldığı hanımı yüksek bir paye vermiş gibi alkışlatıp başka gafillerin de aynı oyuna gelmesine teşvik etmektedir. Böyle sefahete alet, taraftar, dellal, temsilci olmak gibi afetlerden kendini muhafaza etmek aklı başında her hanımın vazifesidir.

Sefahette hakiki bir saadet olmadığı gibi ona taraftarlıkta da acı bir alay vardır. Maddesi ön plana çıkarılmış bir hanım kardeşimizin medya ile teşhir edildiğini düşünelim. Ne kadar para, şan şöhreti olursa olsun, namus, haysiyet ve şerefi ne hale gelmiştir o kardeşimizin? Onu alkışlamak onunla alay etmek değil midir? Vicadanen böyle acı bir alaya razı olabilir miyiz? Kaldı ki o halde olan biz veya bir yakınımız da olabilirdik?.. öyleyse sefahete, hususan hanımların alet edildiği sefahete hiçbir şekilde taraftar olmamalı, destek vermemeliyiz.

Bu hâdisenin bir sebebi şu olmak kavîdir ki; Risale-i Nur, aile hayatına büyük bir faide verip hanımların iffet ve namus ve ismetle ve saadetle hayat geçirmelerini temin ettiğinden, kadınlar Risale-i Nur’a çoklukla rağbet göstermektedirler. Buna bir hüsn-ü misal olarak hanımların neşrolunan birkaç makalesini din düşmanları görmüşler ve bolşeviklik hesabına bir takım uydurma bahanelerle hücuma geçmişlerdir. Fakat aslâ muvaffak olamayacaklardır. Onların maksadlarının tam aksine olarak, Risale-i Nur’un neşriyatı erkek ve kadınlar arasında hârika bir tarzda inkişaf etmektedir ve edecektir. (Emirdağ Lahikası-2, 219 )

Diyen Bediüzzaman Hz. nurların hanımlar aleminde inkişafıyla menfi komitelerinin ve hanımları alet ederek sosyal hayatı zehirlemeye çalışan din düşmanlarının faaliyetlerinin tesirsiz kalacağı müjdesini vermiştir.

Hâzâ min fadli Rabbi

Nabi

www.NurNet.Org