Etiket arşivi: şehit

‘Artık Yeter!’ Dememiz Gerekiyor…

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Hakkari’nin Yüksekova ilçesinin Dağlıca kesiminde dün gece meydana gelen terör saldırısına ilişkin açıklamada bulundu.

Kenya heyetini kabul eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, gazetecilerin Dağlıca saldırısına ilişkin soruları üzerine “Millet olarak her ferdimizin, Doğulusuyla, Batılısıyla, Güneylisiyle, Kuzeylisiyle, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla her birimizin bilhassa 30-40 yıldır bu millete yönelmiş ölüm şebekesine karşı ‘Artık yeter’ dememiz ve hep birlikte bu ateşi söndürmek için üzerimize düşen görevleri hakkıyla yerine getirmemiz gerekiyor” dedi.

Allah’ın rahmeti ve mağfiretinin hak olduğu kadar gazabı ve kahrının da hak olduğuna vurgu yapan Başkan Görmez, şunları söyledi;

“Dünyadaki mazlumların umudu, ülkemizi ateşin içine çekme teşebbüsleri Allah’ın izniyle tutmayacaktır…”

Bu gece milletçe aldığımız haberler dolayısıyla büyük hüzünler yaşadık. Öncelikle şunu açıkça ifade etmek isterim, coğrafyamızın ateşler içinde yandığı bir zaman diliminde dünyadaki bütün mazlumların, mağdurların, mahrumların milletimize umut bağladığı bir zamanda milletimizi, ülkemizi bu ateşin içine çekme teşebbüsleri Allah’ın izniyle tutmayacaktır.

“Doğulusuyla, Batılısıyla, Güneylisiyle, Kuzeylisiyle, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla her ferdimizin, bu millete yönelmiş ölüm şebekesine, ‘Artık yeter’ dememiz gerekiyor…”

Millet olarak her ferdimizin, Doğulusuyla, Batılısıyla, Güneylisiyle, Kuzeylisiyle, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla her birimizin bilhassa 30-40 yıldır bu millete yönelmiş ölüm şebekesine karşı ‘Artık yeter’ dememiz ve hep birlikte bu ateşi söndürmek için üzerimize düşen görevleri hakkıyla yerine getirmemiz gerekiyor. Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye giden karınca misali her birimize bu konuda ayrı ayrı görevler düşüyor. Bilhassa akıl, iman, vicdan, izan sahibi her insanın bu ölüm şebekesine karşı varlığımıza, birliğimize, huzurumuza, barışımıza, kardeşliğimize karşı on yıllardır kast eden bu ölüm şebekesine karşı her bir Müslüman’a, her bir kardeşimize, her bir vatandaşımıza vazifeler düştüğünü açıkça ifade etmek istiyorum.

“Huzurumuz, güvenliğimiz, birliğimiz ve beraberliğimiz için hayatını kaybeden bütün ciğerparelerimize, şahadet şerbetini içen şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum…”

Bizim varlığımız, huzurumuz, güvenliğimiz, emniyetimiz, birliğimiz, beraberliğimiz için hayatını kaybeden bütün ciğerparelerimize, yavrularımıza, şahadet şerbetini içen bütün şehitlerimize öncelikle Allahtan rahmet diliyorum. Onların anne babalarına, sevenlerine ve bütün acılara rağmen birlik beraberlik kardeşlikte ısrar eden milletimize baş sağlığı diliyorum.

“Allahın merhameti, adaleti, mağfireti ne kadar hak ise gazabı, laneti, kahrı da o kadar haktır…”

Allahın merhameti, adaleti, mağfireti ne kadar hak ise gazabı, laneti, kahrı da o kadar haktır. On yıllardır bir taraftan bu ülkenin eli kalem tutacak çocuklarını dağlara götürüp onlardan kardeş katili yapanlar sonra onlarla birlikte yine bu ülkenin çocuklarının canlarına beyhude davalar uğruna kast edenler, Allahın ‘Kahhar’ ismiyle kahrolacaklarından hiçbir şüphemiz olmasın. Hep birlikte milletin her ferdi köylüsüyle, şehirlisiyle, öğretmeniyle, imamıyla, mühendisiyle, müftüsüyle hangi vazifeleri yapıyorsak yapalım hep birlikte ülkemizi kuşatan bu fitne ateşini söndürmek için elimizden gelen her türlü vazifeyi yerine getireceğimize olan inancımı ifade etmek istiyorum.

“Dünyanın tüm mazlum, mağdur, mahrum insanlarının duaları bu milletin arkasındadır…”

Henüz biz de sizler gibi kaç ciğer paremiz, kardeşimiz şahadet şerbetini içti bilmiyoruz ama bir kişi bile olsa öncelikle Allahtan rahmet diliyorum. Mazlum ve mağdur dünyadan gelen ve ülkemizi ziyaret eden dünyanın bütün mağdur, mahrum insanların duaları bu milletin arkasındadır.

“Bütün bu acıları, fitneleri hep birlikte aşacağız ve ülkemizi ateş çemberine çekme teşebbüsleri Allahın izniyle ve bizim güçlü iradelerimizle tutmayacaktır…”

Bütün bu acıları, fitneleri hep birlikte aşacağız ve ülkemizi, milletimizi, coğrafyamızı kuşatan ateş çemberlerine çekme teşebbüsleri Allahın izniyle ve bizim güçlü iradelerimizle her birimizin yüce yüksek dualarıyla inşallah tutmayacaktır.

diyanet.gov.tr

Çanakkale’de Şahlananlar

Çanakkale’de yaşananlar, sadece kuru bir “savaş” kelimesiyle açıklanamaz. Orada yaşananlara ancak bir milletin “şahlanışı” denilebilir. Osmanlı torunu yiğit Mehmetçikler, yüreklerindeki iman gücüyle dünyanın “Süper Güçler”ine meydan okumuşlardır.

Hz. Ali’nin, Hayber Kalesi’nin kapısını sökerken şahlanışı gibi şahlanmıştı Seyit Onbaşı… O şahlanışla 276 kiloyu sırtlanmıştı Müctecip Onbaşı… O şahlanışın tesiriyle bir denizaltıyı, periskopundan, hem de top atışıyla yakalamıştı.

Çanakkale’de mektepli mücahitler de vardı. “İstanbul elden giderse aldığımız eğitimin ne önemi var” diyerek cepheye koşmuşlardı; pek çoğu da geri dönmemişti. Eli kalem ve kitap tutmaya alışmış binlerce delikanlı, kan ve ateş içinde şehadet şerbetini içmişti.

İngiliz ve Fransızlar tarafından kandırılan Müslüman esirleri kime karşı savaştıkları konusunda bilgilendirmek için Almanya’ya gönderilmişti Mehmet Akif… Ve bu muhteşem zaferi şiirleriyle abideleştirmişti.

Şehit anaları oğullarını “Ya şehit ol, ya gazi; yeter ki bu vatana düşman ayak basmasın” diye göndermişti cepheye… Kahraman hanımlar da eşlerini cepheye bizzat kendileri uğurlamış, şehadet haberleri geldiğinde de acıyı kalplerine gömmüş, her öğün bir tabak da onlar için indirip kaldırmışlar sofraya… Zaferi kazandıran yiğitler kadar analar da destanlar yazmıştı Çanakkale’de… Çanakkale destanı, kanla ve gözyaşıyla yazılmıştı.

Çanakkale; altı asır üç kıtaya hükmeden şanlı Osmanlının son zaferi ve İstiklal harbimizin habercisi…

“Yedi Düvel”in “hasta adam” dedikleri Osmanlıya son darbeyi vurmak isterken kazdıkları kuyuya düştükleri yer…

İki yüzelli bini aşkın şehidin kanıyla sulanan vatan toprağı…

Cenab-ı Hakkın (c.c.) inayetiyle, Hz. Peygamberin (a.s.m.) ruhaniyetiyle hazır bulunduğu, Allah ve Peygamber aşkıyla gözünü kırpmadan, korkusuzca düşmana karşı koyan Mehmetçiğin tarih yazdığı altın sayfa…

Düşmanın dahi kahramanlığını, insanlığını övdüğü Mehmetçiğin yazdığı bir destan Çanakkale…

Aslında Çanakkale Zaferi için ne söylense az…

Vehbi Vakkasoğlu

Kıyamet Günü İlk Olarak Suale Çekilen Üç Kişi

Resulullah (a.s.v.) Efendimiz bir hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyururlar:”Kıyamet gününde insanlardan ilk olarak suale çekilecek olan üç kişiden birincisi şehit edilen kimse olacaktır.

Huzur-ı İlahiye getirildiğinde Cenab-ı Allah ona ihsan ettiği nimetlerini bir bir sayar, o da bu nimetleri ikrar eder.

—Bu nimetlere mukabil ne yaptın?

—Senin rızan uğrunda savaştım ve şehit düştüm.

—Hayır, yalan söylüyorsun!

Sana cesur desinler diye savaştın, nitekim bu söz de söylenmiştir. Sana verilen emir üzerine yüzüstü sürüklene sürüklene cehenneme atılır.

İkincisi de ilim öğrenmiş ve öğretmiş, Kur’an okumuş bir kimsedir. Cenab-ı Hak ona da lütuf ve ihsanları sayar, o da bu nimetleri itiraf eder.

—Bu nimetlere mukabil ne yaptın?

—Senin rızan uğrunda ilim öğrendim ve öğrettim, Kur’an okudum.

—Hayır, yalan söylüyorsun!

İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an-ı Kerim’i de, sana ne güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim bu söz de söylenmiştir. Sonra verilen emir üzerine yüzükoyun sürüklenerek ateşe atılır.

Üçüncüsü ise, Allah-u Teâlâ’nın kendisine geniş çapta zenginlik verdiği ve her türlü servetten ihsan ettiği bir kimsedir. Huzur-u İlahi’ye getirilince, Cenab-ı Hak ihsanlarını ona da ayrı ayrı anlatır. O da onları itiraf eder.

—Bütün bunlara mukabil ne yaptın?

—Yâ Rabbi! Servetimi sırf senin uğrunda, sevdiğin işlerde harcadım.

—Hayır, yalan söylüyorsun!

Sana çömert ne sahavetli desinler diye bunları yaptın. Bu söz de söylenmiştir. Sonra o da emir üzerine sürüklene sürüklene ateşe atılır.” 1

Cenab-ı Allah(cc) Bu dar-ı dünyada insanlara bir ihsan olarak nimetleri verir, Şehitlik, ilim, mal-mülk, makam- mevki ve evlat gibi, bunlara karşı da cüz’i bir ücret ister, o da şükürdür. Bazen de musibetleri verir öylece imtihana tabi tutar… Tasarruf onundur. Yukarıda ki hadis-i şerife şöyle bir açıklık getirilirse;

Şehitlik: Allah yolundan canını feda eden bir müslümana şehit denir. Ahirette en büyük rütbenin peygamberlikten sonra şehitlik rütbesidir. Şanı yüce olan Rabbimizin insanlara ihsan ettiği şahadet makamı gibi büyük makamı ucuz kahramanlıklarla heba etmemek lazımdır. “Şehit kendini hayatta bilir.”Ölümün acısını hissetmeden, kendini daha güzel bir âlemde bulur.2

Hazreti Muhammed (s.a.s)  Şehitleri şöyle övmüştür:

“Şehit olmayı Yüce Allah’tan samimi olarak dileyen kimseyi,  rahat yatağından vefat etse bile, Allah (cc) onu şehitlerin derecesine eriştirir.” 3

Üç çeşit şehitlik sınıfı vardır: 1- Şehid-i kâmil, 2-Şeid-i uhrevi  3- Şehid-i dünyevi gibi  sınıflara ayrılmaktadır.

 1-Şehid-i Kamil:
Hem dünya hem de âhiret itibariyle şehid sayılan kimselere, şehîd-i kâmil denir. Bir Müslüman’ın şehîd-i kâmil sayılabilmesi için altı şart lâzımdır:

1- Müslüman olmak,  2- Akıllı olmak, 3- Bâliğ olmak, 4- Cünüp olmamak, hayız ve nifas hâlinde bulunmamak 5-Vurulmanın akabinde hemen ölmüş olmak,
6- Öldürülmüş olmasından dolayı, öldüren kimseye kısas icab etmek. Yani, kasden öldürülmüş olmak, Şehîd-i kâmil, yıkanmadan kanlı elbiseleri ile gömülürler.

2-Şehid-ı Uhrevi:
Dünya itibariyle şehid sayılmayan, yani, yıkanıp kefenlenmiş olarak gömülen, fakat âhirette şehid muamelesi gören kimselere şehîd-i uhrevî denir.

Örneğin: Suda boğulanlar, ateşte yananlar, enkaz altında kalanlar, veba gibi bulaşıcı bir hastalıktan ölenler, sıtma gibi ateşli hastalıktan ölenler, ilim yolunda ölenler, ciğer hastalıklarından ölenler, doğum sırasında veya lohusa iken ölen kadınlar, baş ağrısından ölenler, karın ağrısından ölenler, ailesinin nafakasını helâlinden kazanmak için çalışırken iş kazasından ölenler, cuma gecesi ölenler, gurbet ilde vefat edenler, akrep, yılan sokması gibi sebeplerle vefat edenler…

3-Şehid-i hükmi veya şehid-i dünyevi:

Dünyada kişi yiğitliği ve kahramanlığı ile böbürlenerek, şehitliğin mana ve mefhumunu düşünmeden, desinler diye savaşanların akıbeti Resulullah(a.s.v.)’ın yukarıda buyurduğu üzere yeri cehennemdir.  Bunlara“Şehîd-i Dünyevi Denir”Çünkü dış görünüşleri itibariyle Müslüman, kalpleri ise kâfirdirler.

İlim sahibi: İlim gibi büyük bir hazineye sahip olanlar, evvela nefsine, ailesine, topluma ve hatta dünyaya ilim ve irfanı yayarak, Cehalete meydan okumalıdır. Âlim, ilmi ile amel ederek hem maruf hem de çevresine faydalı olur. Onun için  “ İlim büyük bir hazinedir” sözü darbı mesele olmuştur.

Âlimlerle ilgili ayet ve hadisler aşağıya yazılmıştır.

“Tavrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu ciltlerle kitap taşıyan merkebin durumu gibidir.” 4

“Yürüyüşünde tabiî ol, sesini de kıs. Unutma ki, seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” 5

Zeyd b. Usame (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)’den şunları söylerken işittiğini söylüyor:
‘Kıyamet gününde bir adam getirilerek cehenneme atılır ve bağırsakları dışarı çıkar. Adam bağırsakları etrafında eşeğin değirmen etrafında döndüğü gibi döner. Bunun üzerine cehennemde bulunanlar onun etrafında toplanarak:
“Ey Falanca! Nedir bu halin, sen iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamamış mıydın?” derler.

Adam da: “Size iyiliği yapın diyor, kendim yapmıyordum. Size kötülüğü yapmayın diyor, kendim yapıyordum.” der.’6

“İlmi ile amel etmeyen âlim; başkalarını giydirdiği halde kendi çıplak olan iğne gibidir.” 7-

Yunus Emre’nin iki dörtlük şiirinden,  ilmi şöyle tarif etmektedir:

“İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır.

Okumaktan murat ne

Kişi Hak’kı bilmektir

Çün okudun bilmezsin

Ha bir kuru ekmektir.”

Servet sahibi: Cenabı Allah tükenmez hazinesinden insanlara mal ve mülk  verir, evlat verir dolayısıyla bunlarla imtihana tabi tutar. Bu konu ile alakalı Kur’an’nı Kerimin Ayetleri mealen şöyle buyurmaktadır:

“Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin, bu hususta taşkınlık ve nankörlük etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner. Gazabım kimin üzerine inerse, şüphesiz ki o mahvolur.” 8

“Şüphesiz ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfât ise Allah’ın yanındadır.” 9

 “Andolsun ki mallarınıza ve canlarınıza ibtilâlar verilerek imtihan olacaksınız.” 10

Allah (cc) dilediği kuluna mal ve evlat verir, onunla imtihan eder, servetin hakkını verebilir mi? Yani zekâtı, sadakayı, yardımlaşma ve dayanışma konusunda imtihana tabi edilir. Keza, kimi insanları fakirlikle kimileri çeşitli musibetlerle imtihana tabi tutar. Netice itibariyle Allah-u Teâlâ’nın her türlü hükmüne râzı olmak, amellerin en faziletlisi, ahlâkın en güzelidir. Aksi takdirde insan başını örse vurur, esfel-i safiline düşer.

Konuyu Bediüzzamanın bir sözü ile kapatmak istiyorum.”Amalinizde rıza-ı ilahi olmalı” her ne yapılırsa Cenab-i Allah’’ın rızası dairesinde olmalıdır. Yoksa Şöhret için şehit olmak, ilmi ile övünerek üstünlük tasarlamak, gösteriş ve görenek belası için mal ve servetini israfla dağıtmak tamamen zarardır, ziyandır. Ve keza…

Rüstem Garzanlı / DİYARBAKIR

KAYNAKLAR

1-Müslim

2-Mektubat 1.ci mektup.

3-Müslim

4-62 Cuma, 5

5 -31/Lokman, 19

6- terğip, tercüme heyeti

7- İmam gazalı

8Tâhâ: 81

9Teğabün: 15 – Enfâl: 28

10-Âl-i imrân: 186

Van Depreminde Vefat Eden Vatandaşlarımız İçin Mevlid-i Şerif!

Suffa Vakfı Sosyal ve Kültürel Faaliyetler Koordinatörlüğünün 11 Mart 2012 Pazar günü Süleymaniye Camii’inde öğle namazını müteakiben; Van depreminde vefat eden vatandaşlarımıza ve tüm şehitlerimize ithafen Ülkemizin seçkin Hafızları tarafından Mevlid-i Şerif ve Kur’an-ı Kerim ziyafetine tertiplenecektir.

Bu Kur’an-ı Kerim ziyafetine davetlisiniz.

Program ayrıntıları:
YER: SÜLEYMANİYE CAMİİ
TARİH: 11 MART 2012 PAZAR
SAAT : 13:00 (ÖĞLE NAMAZINI MÜTEAKİBEN)

PROGRAM KATILIMCILARI
· FATİH CAMİİ İMAM HATİBİ HAFIZ OSMAN ŞAHİN
· SÜLEYMANİYE CAMİİ İMAM HATİBİ HAFIZ EKREM NALBANT
· KUR’AN-I KERİMİ GÜZEL OKUMA DÜNYA BİRİNCİSİ
HAFIZ ALİ TEL
· KUR’AN-I KERİMİ GÜZEL OKUMA DÜNYA BİRİNCİSİ
HAFIZ BÜNYAMİN TOPÇUOĞLU
· DÜNYA HAFIZLIK BİRİNCİSİ HAFIZ MUSTAFA
KIZILCAOĞLU
· KUR’AN-I KERİMİ GÜZEL OKUMA DÜNYA BİRİNCİSİ
HAFIZ MEHMET BİLİR
· SÜLEYMANİYE CAMİİ İLAHİ KOROSU

Suffa Vakfı

70 hafız sahabe nasıl bir ihanetle şehit edildi?

Necid’deki en kalabalık kabilelere reislik eden Ebu Bera, hicretin 4. senesinde Medine’ye gelerek Resûl-i Ekrem Efendimize (sas) teminatlı bir teklifte bulundu:

– Ashabının seçkin hafızlarını emrim altında bulunan kabilelere gönder, Kur’an okusunlar, putperestlikten kurtarıp İslam’a ısındırsınlar!.. Ebu Bera, Efendimiz’in isteği üzerine yerine vekil olarak bıraktığı Amir bin Tufeyl’e hitaben yazdığı bir mektubu da hizmet için gidecek olan kafilenin başkanına verilmesini istedi.

Efendimiz (sas) Hazretleri İslam’a hizmet için her türlü fedakarlığa hazır olan Ashab-ı Suffa’dan yetmiş kadar seçkin adanmış ruhlardan oluşan tebliğ heyetini Medine dışına kadar uğurlayarak özel bir ilgi gösterirken, kalbinde bir eziklik ve şüphe de hissediyordu. ‘Acaba, reis Ebu Bera’nın bu mektubu bir hile olabilir mi, kabiledeki vekilince dikkate alınmaz da ashabıma bir ihanette bulunmaları söz konusu olabilir mi?’ diye muhtemel bir terörden endişe duyuyordu.

Kumlu çöllerin kavurucu sıcağına rağmen yollarına Kur’an okuyup salavatlar getirerek aşk ve şevkle devam eden bu seçkin hafızlar kafilesi, nihayet yaklaştıkları kabilenin yakınındaki Maun kuyusu başında mola vererek namaz için abdest hazırlığına başladılar. Bu sırada getirdikleri mektubu da Haram bin Milhan’la reis vekiline gönderdiler.

Ancak insani niyet ve duygudan tümüyle yoksun reis vekili Amir bin Tufeyl, hiddetlenerek mektubu getiren Haram bin Milhan’ı hemen orada çektiği kılıcıyla hunharca şehit etmekten çekinmedi.

Bu yaptığının doğru olmadığını, reislerinin verdiği sözünü tutmaları gerektiğini söyleyen yanındaki kabile mensuplarına da:

– Siz gelmezseniz gelmeyin, Lat ve Uzza’nın sadık kulları olan diğer kabile mensuplarıyla gider, onlara hadlerini bildiririm, diyerek öteki aşiretlere doğru adam toplamak üzere atını öfkeyle sürdü.

Beri tarafta sıcak kumların üzerinde huşu içerisinde namazlarını kılan masum hizmet cemaati, uzaktan bir toz bulutunun kendilerine doğru geldiğini fark ettiler. Birkaç saniye içinde yaklaşan bu toz dumanın içinden silahlı müşriklerin bağrıştıklarını duydular:

– Teslim olun!..

-Biz savaşmak için gelmedik ki teslim olalım, size Kur’an okumak için geldik, bir ısrar ve isteğimiz de yoktur, karşılığını verdilerse de, makul sözleri dinleyecek vicdana da şuura da sahip değillerdi bu vahşi teröristler.

Cinayet niyetiyle yola çıkmış bu gözü dönmüş müşriklere karşı bir avuç eğitim ve öğretim görevlisi adanmış ruhlar, mukavemet edecek durumda da değillerdi. Kısa zamanda şehadet şerbetini içerek secde ettikleri sıcak kumların üzerine kılıç darbeleriyle serildiler. Son nefesini verenlerden duyulan ortak cümle hep aynı oluyordu:

-Füztü ve Rabbil’-Kabeti!.. Kabe’nin Rabb’ine yemin olsun ki biz kazandık!..

Evet, şehitler hep kazanırdı. Burada da öyle oldu. Masum şehitler yine kazandı. Bu sırada yaralılar arasında hayatta kalan tek kişi ayağa kalkarak güç bela binebildiği bir deveyle yola çıkıp Resulullah (sas) Hazretleri’ne ulaşarak hıçkırıklar içinde uğradıkları ihaneti anlattı.

Ashabının seçilmişlerinin masumca bir eğitim ve öğretim hizmeti için gittikleri yerde kalleşçe ihanete uğrayıp kılıçtan geçirilişlerini derin bir üzüntü içinde dinleyen Allah Resulü:

– Bu Ebu Bera’nın işidir. Zaten pek emin değildim.. diyerek tam kırk gün sabah namazlarını müteakip müşrik teröristler için beddua etti. Sabah namazının farzının son rekatında zalimlerin cezalarını bulmaları için Efendimiz’in yaptığı bu duygulu duası çok geçmeden etkisini gösterdi.

Kabilelerin çevrelerini kasıp kavuran şiddetli bir kuraklık sonucu hepsi de açlık, susuzluk ve salgın hastalıklardan kıvranarak can verirken, cinayetlerinin cezasını çektiklerini anlayanlar bin pişman oldular; ama bu pişmanlığın hiçbir faydası olmadı. Böylece dillerde tekrar edilen söz yine aynı oluyordu:

– Kabe’nin Rabb’ine yemin olsun ki, şehitler kazandı!..

Ağlayanlar ise boşa ağlar, ciğerlerini boşa dağlarlar. Çünkü şehitler ağlanacak halde değil, imrenilecek makamdalar.

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi