Etiket arşivi: Şekerci Han

Fatih Sultan Mehmet Han Kervansarayı (Şekerci Han) perişan halde

Fatih Sultan Mehmet Han Kervansarayı (Şekerci Han) perişan halde

 

 

Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethi sırasındaki olayları tarih kitaplarında mevcuttur. Bunları tadat etmek fuzuli bir tutum olacaktır.

Sultan Fatih, İstanbul’un fethinden sonra şehrin imareti için tabiri caizse kolları sıvamıştı. Fatih Camii bu işin en görkemlisi ve dümdarıdır:

Yapımına 1462 yılında başlanmış ve 1469 yılında tamamlanmıştır. Mimarı, Sinaüddin Yusuf bin Abdullah’tır (Atik Sinan). Cami 1509 İstanbul depreminde büyük hasar görmüş ve II. Bayezid döneminde onarılmıştır. 1766 yılında yaşanan bir depremden dolayı harabe haline geldiği için Sultan III. Mustafa, 1767 ve 1771 yılları arasında camiyi Mimar Mehmed Tahir Ağa’ya tamir ettirdi. Bu nedenle cami orijinal görünümünü kaybetmiştir. 30 Ocak 1932’de ilk Türkçe ezan bu camide okunmuştur.”

İstanbul’un fethinden takriben 10 sene sonra Fatih Camii ve Külliyesinin inşaası başladı. Fatih Camii inşasında çalışan ustaların kalması için Fatih Sultan Mehmet Han Kervansarayı da (Şekerci Han) cami inşaasından önce yapıldı. Bu kervansaray Fatih Camii Külliyesine dâhildir. Ve Fatih Sultan Mehmet Hanın İstanbul’daki ilk eserlerinden olup günümüze kadar da ayakta kalmayı başarmıştır.

Asırların yıpratmasına rağmen günümüze dek ayakta kalan Han, Cami inşaası bittikten sonra dönemin kültür merkezlerinden birisi haline geldi. İçerisinde nice ünlü zevat burada kalmış ve Han’ın tarih sayfalarına icraat ve hatıralarıyla kayda geçmiştir. Mesela Osman Kemâlî Efendi, Kandilli Rasathanesi’nin kurucusu ve müdürü Fatih Hoca, Neyzen Tevfik, Mehmet Akif, Eşref Edip, Bediüzzaman Said Nursi, İmam Hatiplerin kurucusu Celaleddin Ökten bu handa kalan ve kültür toplantılarına katılan isimlerden sadece birkaç tanesidir. Han, tarihi boyunca Fatih Camii’nde namaz öncesi ve sonrası nice sohbetlere ev sahipliği yapmıştır.

Araştırmacı Yazar Talha Uğurluel’in de yakın zamanda video çekerek yetkilerin el atmasını rica ettiği Şekerci Han içler acısı bir haldedir. Aslen iki kat olup, sonrada Marsilya’dan tuğlalar getirilerek üçüncü katı yapılan Şekerci Han’ın yer yer çatısı çökmüş, çöken yerlerde bitkiler çıkmış ve bakımsızlıktan mezbele haline dönmüş. Fatih Sultan Mehmet Han’ın emaneti Şekerci Han yıkılmamaya çalışıyor.

NEYZEN TEVFİK’İN TÖVBE ETTİĞİ YER

“Şekerci Han’ın evvelâ müdâvimi sonra misâfiri olan bir başka mühim şahıs da Neyzen Tevfik’tir. İçki müptelâlığı had safhada olduğu günlerde bir tedbir olarak yerleştirilmişti Mehmet Akif tarafından hanın bir odasına. Hattâ bir ara içkiye tövbe edip ibâdete niyet eden Neyzen çok geçmeden, yapamayacağını anlayıp bozdu tövbesini. Sonraları bu durumunu şu şekilde anlatmıştı: “Senin aşkınla gönlüm süt limanlık yâ Resûlullah / Kalın geldi fakîre Müslümanlık yâ Resûlullah!”

İSTEMEM ÜSTÜM KİRLENİR

“M. Akif de Şekerci Han’ın müdâvimlerindendi. Her gün gidiyor, bu handa kalan Neyzen Tevfik’ten ney dersi alıyor, karşılığında ona Arapça, Farsça ve Fransızca öğretiyordu. Hattâ Neyzen Tevfik, Lâleli Çukurçeşme’deki Ali Bey Hanı’na taşınınca, her sabah Fâtih Sarıgüzel’deki evinden, hiç üşenmeden Çukurçeşme’ye kadar gitmiş, ney dersine devâm etmişti. Çok titiz olan Akif’in, çok pasaklı olan Tevfik’ten ders alması tam bir tezattı esâsen. Hattâ bir ara Akif, Neyzen Tevfik’in Ali Bey Hanı’ndaki odasında yemek yerken, Neyzen’in verdiği elbezine istihzâ ile şöyle teşekkür etmişti: “İstemem. Üstüm kirlenir.” M. Akif’ten başka İzmirli Hâfız Ahmet Bey ve Karantina’da memur Said Bey de yine bu odanın müdâvimi ney üstadlarındandı. Üç ay da buraya devâm eden Akif, bir ara sabrının tükendiğini şöyle ifâde etmişti: Heyhât, söndü şevkim, şevkimle ben de söndüm. Hanlarda sürte sürte âşık garibe döndüm.”

BURADA KİMSEYE SORU SORULMAZ

“Birçok mühim şahsiyet gibi Bedîüzzaman Said Nursi de İstanbul’a ilk geldiğinde Şekerci Han’da kalmıştı. 1907 yılı sonlarında İstanbul’a gelince, yaklaşık 2 ay Ferik Ahmet Paşa’nın evinde kaldı. 2 ay sonra da Fatih’teki Şekerci Han’da kalmaya başladı.

sekercihan4-001.jpg(Bediüzzaman Said Nursinin kaldığı odanın kapısı) 

Van’da kurmayı düşündüğü üniversite için, Bitlis Vâlisi Tâhir Paşa’nın yazdığı referans mektubuyla birlikte, Sultan 2. Abdülhamid ile görüşmek üzere Yıldız Sarayı’na gitti. Fakat mâbeyn-i hümâyundaki muvazzaf paşalar, pâdişahla görüştürmediler.

Hattâ bununla da kalmayıp, Şişli’de, Şekerci Han’da ve tımarhâneden sonra atıldığı tarassuthânede (nezârethâne) medrese hayallerinden vazgeçirip, memleketine dönmesini sağlamak için uğraştılar. Fakat pâdişahla görüşmeden gitmemeye kararlı olan Said Nursi, sesini duyurmak ve pâdişahın dikkatini çekmek maksadıyla, sultana yazdığı mektubunu gazetelere vermiş, kaldığı Şekerci Han’daki odasının kapısına da “Burada her soruya cevap verilir, kimseye soru sorulmaz” yazmıştı.”

Fatih Belediyesi’nce projeleri Koruma Kurulu’na sunulan Şekerci Han’ın, 4 Haziran 2014’te rölövesi onaylandı, restitüsyon ve restorasyon projelerinin onay süreci devam ediyor. Onayın üzerinden seneler geçmesine rağmen Şekerci Handa bir çivi bile çakılmaması üzücüdür.

100 odalı Şekerci Han, iç tarafı ile etrafındaki dükkânların farklı kişilerin mülkiyetinde olması nedeniyle bir türlü bakım ve onarıma tabi tutulamıyor. Sahiplerinin daha fazla para almak için ayak diremesi de bu süreci uzatmaktadır. Bu şahsi menfaatler de zamana direnen Han’a adeta tokat vuruyor.

1970’lerden itibaren vasfını yitiren han, mezbele/çöplük haline gelmiştir. Gün geçtikçe erimekte ve tarihin yıpratıcı zamanına karşı diz çökmektedir.

Fatih’in Kervansarayına Şekerci Han denmesinin sebebi son dönem Osmanlıda Fatih Camii civarında şeker imalat atölyelerinin çoğalması nedeniyledir.

Yetkili ve etkili kimselerin buraya el atarak tekrar şeker gibi insanların yetişmesi, kültür ve eğitim merkezi olması için elden gelen tüm çabalarını sarf ederek Fatih Sultan Mehmet Han’ın emanetine sahip çıkmasını istiyoruz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

Bediüzzaman ile Abdülhamid Han

İstanbul’a yerleşiyor bin dokuz yüz yedide
Van’daki sevdiklerini bırakıyor geride

Şarkta bir Üniversite kurmaktı düşüncesi
Arzu ettiği bu istek her şeyden en öncesi

Fen ve din ilimlerini beraber okutmaktı
Hazırladığı mektubu Padişaha sunmaktı

Daha önce Tahir Paşa bir risale yazmıştı
Bu referans mektubunu kendisine vermişti

Bu düşünceyle beraber İstanbul’a geliyor
Ve Ferik Ahmet Paşa’nın evine yerleşiyor

İlk önce dilekçesini hükümete sunuyor
Hükümetse mektubunu hiç dikkate almıyor

İki ay gibi bir zaman bu mekânda kalıyor
Buradan Şekerci Han’a gelip orda yaşıyor

Odasının kapısına Üstad bir levha asar
O levhanın üzerine şöyle bir yazı yazar

“Burada her bir suale hemen cevap verilir
Kimseye sual sorulmaz her müşkül halledilir.”

Bu levhayı astırmakla sanki meydan okuyor
Âlimlerle aydınları bununla korkutuyor

Said Nursi’nin gelişi herkesçe duyuluyor
O’nun meydan okuyuşu her yere yayılıyor

İnsanlar bu genç âlimin yanında toplanırlar
Hükümet yetkilileri O’ndan kuşkulanırlar

Birkaç kere tutuklanır ve serbest bırakılır
Sonunda tımarhaneye insafsızca atılır

Tımarhanenin doktoru sağlam rapor veriyor
Ne yazık ki yine Üstad serbest bırakılmıyor

Tımarhaneden çıkarıp O’nu tutukluyorlar
Hiçbir fırsat verilmeden içeri atıyorlar

Tutukluyken Padişah’tan O’na teklifler gelir
“Bunlar sus payıdır” diye cümlesi reddedilir

Ancak Üstad Padişah’la görüşme talep eder
Ne isteği kabul olur, ne de gelir bir haber

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Risale-i Nurları neden tekrar tekrar okuyoruz? (1)

RİSALE-İ NUR ESERLERİNİ TEKRAR TEKRAR OKUMAYA NEDEN İHTİYAÇ DUYUYORUZ ?

Ben her zaman Risale-i Nur eserlerinin okunmasını tavsiye etmişimdir. Çünkü bu eserlerden 50 senedir çok istifade ettim. Kendimde tecrübe edip faydasını gördüğüm için size de tavsiye ediyorum. Buna mukabil biliyorum ki, çeşitli sebeplerle bu eserlerin kıymetini öğrenemeyenler veya herhangi bir sebeple yanlış bilgi alma neticesinde onlara karşı önyargılı davrananlar diyebilirler, “Başka kitap yok mu ki devamlı onları tavsiye ediyorsunuz”.

  • Muhterem Kardeşlerim! Risale-i Nurlara, Uluslararası kariyere sahip çeşitli dallarda ihtisas yapıp bin civarında ilim adamı, hayran kaldıkları için tavsiye ediyoruz.
  • Risale-i Nur külliyatı, 50 yabancı dile tercüme edilmiş eserlerdir. Dünyada Kur’an-ı Kerimden sonra en çok satılan eserler seviyesine ulaştıkları için tavsiye ediyoruz.

Memleketimizdeki profesörlerden Nevzat Tarhan Bey bir sempozyumda demişti ki: “Araştırdık, on milyon kişi bu eserleri okuyormuş“. Ülkemizde fen felsefe tahsil edip, şüphe ve inançlarını muhafaza edebilenlerin % 90′ ının bu eserlerden yararlandıklarını biliyoruz.

Çünkü bu eserler materyalist felsefeye fikren karşı gelebilen tek dini eserlerdir. Şimdi bu eserlerin tekrar tekrar okunmasının ana sebeplerini 20 madde de sıralamaya çalışacağım:

1) Kaynağı dışta olan ve Müslümanların çoğunu imansız bırakan ateist felsefe karşısında bugünkü insanlar ancak Risale-i Nur sayesinde imanlarını kurtarabiliyor. İnsanları çeşitli şüphelerden kurtarıp, ikna ettiği gibi, inkar rüzgarlarına karşı de insana dayanma kuvveti bu eserler temin eder.

Bugün toplum hayatına karışanlar ancak bu eserler sayesinde hakiki imana sahip olabiliyor. Yine o cevher sayesinde insan Allah’ın rızasını kazanarak bu dünya büyüklüğünde bir cennete sahip olma lütfüne mazhar olur. Böylece cennette ebediyen mutlu yaşama şansını kazanır.

Yanmaya başlayan bir evin sahipleri canlarını kurtardıktan sonra, onların ilk yapacakları iş mevcut olan paralarını veya altınlarını kurtarabilmektir. Öteki eşyaların sırası sonra gelir. Bir adamın parası çok azsa, o adam parasını ancak gıdası için koruyacağı muhakkaktır. Aynen bunun gibi, İman da gıda hükmünde olduğu için, ayırabileceğimiz en kıymetli vaktimizi imanımızın takviyesine harcayacağız. Bugün vaktimiz abluka altına alınmıştır. Kitap okumaya çok az vakit ayırabiliyoruz. Ayırdığımız o vakti, ancak imanımızı kurtarmak için Risale-i Nur eserlerini okuyabilme imkanını elde edebiliyoruz. Bu sebepten onları okuyoruz. Çünkü “İlimlerin şahı ve padişahı iman ilmidir”.

2) Pozitivizmin hakim olduğu bu devirde, taklidi imana sahip olanlar, imana saldıran felsefe karşısında dayanamıyor. Çünkü Allah’ın (c.c) Âyet-i Kerimeleri ve Peygamberimizin (a.s.m.) Hadisi Şeriflerini doğrudan doğruya anlama imkanımız olmadığı için maneviyattan haberi olmayıp, okullarda yalnız materyalist felsefe ile yoğrulanlara, Kur’an ve Hadis-i şeriflerin ve Allah’ın büyük kitabı olan kâinat kitabı ile birlikte tefsir ve izah edilmesi gerekir. Bu işi de bugün 14 cilt ve 6000 sahifeden ibaret olan Risale-i Nur külliyatı, kâinat kitabından delil toplayarak imanın altı esasını, en inatçı inkarcılara da ispatlıyor.

3-Risale-i Nurlara olan okuma ihtiyacının bir sebebi de, üç asra yakın bir zamandır Müslümanların imanlarının zayıflaması neticesinde, hocalar, tarikatçılar ve fenciler biri diğerine küs bir vaziyette olmalarıdır. Risale-i Nur okuyucularına, ihtiyaç duyulan dini ilimleri, tarikatçıların ibadetlerinin özünü ve lazım olan fen bilgileri ile birlikte değerlendirerek ilmin özünü veriyor.

Rahmetli Ali Ulvi Kurucu Hoca efendi bir ifadesinde, tarikatçılarla hocaların neden araları açık olduğunu bir zata sormuş? O da: Ali Ulvi Efendiye: “Hocalar Peygamberimizin (a.s.m.) ilmini, tarikatçılarda amelini aldıkları içindir, halbuki bu iki haslet bir bütünün iki parçasıdır, ayrılmamaları lazım” demiş. Onlardan her iki gurup, tamamını değil yarısını aldıkları için bu hale düşmüşlerdir. İşte Risale-i Nur ilim ile ameli birleştirerek okuyucusunu her iki konuda doyurmuştur.

4- Bediüzzaman Said Nursi hazretleri daha 14 yaşında iken o zamanın âlimleri tarafından ona zamanın harikası manasında, Bediüzzaman ünvanı verilmesidir. Bu ünvanı alan bir alimin eserleri elbette çok okunmalıdır.

5- İlmin hakim olduğu bu devirde, o eserler sayesinde Müslümanlar, entelektüel tabakayla da rahat konuşabiliyorlar. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri din ve fen ilimlerin tümünü tahsil etmiş bir şahsiyettir. Hatta İstanbul’un o zamanki Şekerci Hanı’nın dış duvarına “Burada her soruya cevap var, kimseden soru sorulmaz” yazarak, sorularına cevap almak için gelen tüm ilim adamlarına müspet cevap verince, ilim dünyası görülmemiş bir hadise ile karşılaştıklarını, o zaman ki gazeteleri baş yazıları ile ilan etmişlerdir. Böyle bir zatın eserleri tekrar tekrar okunmaz mı hiç?!

Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com