Etiket arşivi: sel

Küresel felâketin eşiğinden dönecek miyiz?

Kandilli Rasathanesinin 150’nci yılı dolayısıyla düzenlenen etkinlikte konuşan Rasathanenin Meteoroloji Laboratuvarı Başkanı Adil Tek’in yaptığı tesbitler:

  • Biz dünyayı kızdırıyoruz; aslında dünya gülen bir dünya. Kızan dünyadan kastımız, sıcaklıkların artması. Sıcaklıkların artmasını önlemeliyiz. Eğer bunu başaramazsak, buharlaşma hızlanacak, yağışların karakteri değişecek, buzullar eriyecek ve deniz seviyesi yükselecek. Bununla birlikte kıyılarda ekilebilir alanlar sular altında kalacak. Sonra da gıda ve temiz suya erişme ile sağlık sorunları baş gösterecek.
  • Fosil yakıtlar dünyayı ısıtıyor. Önümüzdeki yüzyıllar boyunca bu problem artarak devam edecek. Bunu önlemek için dünyadaki tüm devletlerin bir konsensüs oluşturması lâzım. Fosil yakıtlardan gelen sera gazlarına nasıl müdahale edileceğinin belirlenmesi gerekiyor. Sera gazları sıcaklığı arttırıyor. Bu artış karada, denizde ve buzulda olumsuz etkiler meydana getiriyor. Bu nedenle ortak akılla sorunun çözülmesi şart.
  • Atmosfere insanoğlu sürekli ısı veriyor. Bu enerjinin bir şekilde boşalıp dengeye gelmesi lâzım. Geçen yılki dolu yağışına baktığımızda şunu görüyoruz: Kuzeyden gelen soğuk hava, aşağıda sıcak hava ile bir anda karşılaşınca o enerjiyi boşaltmak için dolu meydana geldi. Dolu ve aşırı yağışların sebebi küresel ısınmadır. Sıcaklık artışında yükselen bir trend olduğunu görüyoruz, bununla birlikte yağışlar da artıyor. Yağışlar artıyor derken o aheste, dingin, normal yağışlardan bahsetmiyoruz. Daha kuvvetli yağışları kastediyoruz.
  • Önümüzdeki dönem için İstanbul’da bir su sıkıntısı görünmüyor, barajlardaki dolululuk oranı yağışlarla birlikte istenilen seviyeye gelmiş durumda. Yaza baktığımızda bu seviyenin kendini koruyacağını söylemek mümkün. Ancak bu gelecek süreçte İstanbul ve Türkiye için su sıkıntısı olmayacağı anlamına gelmiyor. Küresel ısınmayı önlemek için enerjiyi minimum seviyede kullanmak gerekiyor.

***

İTÜMeteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve Afet Yönetim Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun tesbitleri de şöyle:

  • Müthiş bir tahribat var. Ondan sonra da ‘İklim değişti’ diyoruz. İklim değişikliği bizim için nasıl problem oluyor? Meselâ geçtiğimiz kış kar yağmadı. Çünkü sistemler kuzeye kayıyor. Bizim iklim değişikliğiyle mücadelede yapmamız gereken iki türlü şey var. Bir tanesi, zarar azaltmak. İklime verdiğimiz zararı azaltmak. Bir de ne yaparsak yapalım, havadaki bu karbon 200 sene havada duracak, bize zarar verecek. Şu anda bütün karbonu kessek bile 200 sene bunun etkisinde kalmaya devam edeceğiz. O zaman uyum sağlamamız gerekiyor. Trump’tan sonra zarar azaltma işi biraz sıkıntıya düştü. Paris Anlaşmasını onaylamıyor, Türkiye de onaylamıyor. Henüz meclisten geçmiş değil. Ne kaldı elimizde? Uyum. Biz ne yaparsak bundan daha az zarar görürüz? Dünyada hidrometeorolojik afetlerin sayısı hızla artıyor. Türkiye’de de artıyor. Ne yapmamız lâzım? İklim değişikliğine uyum sağlayacağız, bir de afet riski yöneteceğiz.
  • Kuraklık da, sel de uç afetler. Biri suyun bir yokluğu, biri fazlalığı. Aşırı kuraklığı takip eden kuraklığın sele uğraması ihtimali çok yüksek. Çünkü toprak beton gibi oluyor. Suyun artık akması çok zor. 2012 yılı verilerine göre yılda 44 milyar metreküp su kullanıyoruz. 2023 yılında 112 milyar metreküpün 112 milyar metreküpünü kullanmak zorunda kalacağız. Yarısını kullanırken her gün kuraklık var diye ağlıyoruz. Türkiye’nin su potansiyeli 12 milyar metreküp. 7-8 sene sonra tüm suyu kullanmamız gerekecek ama yağmurumuzu toplayamıyoruz. Yağmur suyu toplama problemimiz var. Yağmurumuzun çoğunu da tarımda kullanıyoruz. Yağan suyu toplayamıyoruz. Eskiden Sultanbeyli, Ömerli Barajının havzasıydı, yağan yağmurlar sızıp topraktan göle gidiyordu. Şimdi kanalizasyona gidiyor ve altyapıda kaçaklar var. Başka yerden su almaya çalışıyoruz. Belli bir zamandan sonra çevredeki su kaynaklarının tükenme ihtimali var.

***

Bütün bu tesbitlerin özeti ise Kur’ân-ı Kerim’in yüzyıllardır kulaklarımızda yankılanıp duran şu uyarısında:

“İNSANLARIN KENDİ ELLERİYLE İŞLEDİKLERİ YÜZÜNDEN KARADA VE DENİZDE FESAT ORTAYA ÇIKTI. BELKİ VAZGEÇERLER DİYE, YAPTIKLARINDAN BİR KISMINI ALLAH ONLARA BÖYLECE TATTIRIYOR.”
RUM SÛRESİ, 30:41

Ümit Şimşek

Kasırga, Sel Gibi Umumi Musibetler

Bâzı eşhâsın hatâsından gelen bu musîbet, bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir? Âdil ve Rahîm, Kadîr ve Hakîm, neden hususî hatâlara hususî ceza vermeyip, koca bir unsuru musallat eder. Bu hal cemâl-i rahmetine ve şümûl-ü kudretine nasıl muvâfık düşer?

Üçüncü suâl: Bâzı eşhâsın hatâsından gelen bu musîbet, bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?

Elcevap: Umumî musîbet, ekseriyetin hatâsından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zâlim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizâmen veya iltihâken taraftar olmasıyla, mânen iştirak eder, musîbet-i âmmeye sebebiyet verir.
Dördüncü suâl: Mâdem bu zelzele musîbeti hatâların neticesi ve keffâretü’z-zünubdur. Mâsumların ve hatâsızların o musîbet içinde yanması nedendir? Adâletullah nasıl müsaade eder?
Yine mânevî cânibden elcevap: Bu mesele sırr-ı kadere taallûk ettiği için, Risâle-i Kader’e havale edip, yalnız, burada bu kadar denildi:
“Bir belâ, bir musîbetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zâlimlere mahsus kalmayıp, mâsumları da yakar.” (Enfâl Sûresi: 25.)
Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücâhededir. İmtihan ve teklif, iktizâ ederler ki, hakikatler perdeli kalıp, tâ müsâbaka ve mücâhede ile, Ebû Bekir’ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebû Cehil’ler esfel-i sâfilîne girsinler. Eğer mâsumlar böyle musîbetlerde sağlam kalsaydılar, Ebû Cehil’ler, aynen Ebû Bekir’ler gibi teslim olup, mücâhede ile mânevî terakkî kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.
Mâdem, mazlûm zâlim ile beraber musîbete düşmek, hikmet-i İlâhiyece lâzım geliyor; acaba o bîçare mazlûmların rahmet ve adâletten hisseleri nedir?
Bu suâle karşı cevaben denildi ki: O musîbetteki gazab ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü, o mâsumların fânî malları, onların hakkında sadaka olup, bâkî bir mal hükmüne geçtiği gibi, fânî hayatları dahi bir bâkî hayatı kazandıracak derecede, bir nevi şehâdet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azabdan büyük ve dâimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında, aynı gazab içinde bir rahmettir.
Beşinci Suâl: Âdil ve Rahîm, Kadîr ve Hakîm, neden hususî hatâlara hususî ceza vermeyip, koca bir unsuru musallat eder. Bu hal cemâl-i rahmetine ve şümûl-ü kudretine nasıl muvâfık düşer?
Elcevap: Kadîr-i Zülcelâl, herbir unsura çok vazifeler vermiş ve herbir vazifede çok neticeler verdiriyor. Bir unsurun birtek vazifesinde, birtek neticesi çirkin ve şer ve musîbet olsa da, sâir güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer, bu tek çirkin netice vücuda gelmemek için, insana karşı hiddete gelmiş o unsur, o vazifeden men edilse; o vakit o güzel neticeler adedince hayırlar terk edilir ve lüzumlu bir hayrı yapmamak, şer olması haysiyetiyle, o hayırlar adedince şerler yapılır. Tâ birtek şer gelmesin gibi; gayet çirkin ve hilâf-ı hikmet ve hilâf-ı hakikat ve kusurdur.
Kudret ve hikmet ve hakikat kusurdan münezzehtirler. Mâdem bir kısım hatâlar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümûllü isyandır ve çok mahlûkatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür. Elbette o cinâyetin fevkalâde çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura, küllî vazifesi içinde “Onları terbiye et” diye emir verilmesi ayn-ı hikmettir ve adâlettir ve mazlûmlara ayn-ı rahmettir.
Sözler, On Dördüncü Sözün Zeyli
***
Umumî musîbetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri (kısm-ı azamı) tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def olur.
Said  Nursi
LÛGATÇE:

eşhâs: Şahıslar.
nâs: İnsanlar.
keffâretü’z-zünub: Günahlara kefaret.
âlâ-yı illiyyîn: En yüksek mertebe.