Etiket arşivi: Selahattin Yaylamaz

Eğitim Anne Babaların Kalitesi Kadardır

Bunca yıldır karşılaştığım “öğrenci sorunlarının” en temelinde yatan gerçeğin, aile kalitesi ya da kalitesizliği olduğunu fark ettim. Hatta ileri yaşlardaki birçok psikosomatik rahatsızlıklarımızın da altında yatan gerçeğin de yine çocukluk yıllarındaki yaşantıya dayandığını gördüm. Uzmanların da belirttiği gibi, bireyin kişiliğinin şekillenmesi 0–10 yaş arasındaki yaşama bağlıdır. Bilinçaltı dediğimiz, insanın program hard diski işte o yıllarda yazılıyor. Ailedeki yaşam formları çocuklarda aynen yerleşmektedir. Tüm inançlar bu yaşlarda edinilmektedir. Hatta çocuğun ileride ne tür bir yaşamla karşılaşacağı, hangi hataları yapacağı, hangi hastalıklara yakalanacağı çocukluk yılları yaşantısından öngörülebilir. Çünkü Bilinçaltı inanılmaz bir gerçek ve bunu çoğu kişi henüz bilmiyor. Eğer modern tıp bilimi “Bilinçaltı” programlarını inceleseydi ve hastalıklarla ilgisini araştırsaydı, hayretler içinde kalacaktı, bundan kesinlikle eminim.

Tüm bu çocukluk yılları ne olursa olsun, eğitim bilimciler zaten bunun için vardır. Elbette ki çocukluk yılları olumsuz bile olsa, eğitim ile iyi yönde değişim ya da gelişim gerçekleşebilir. Gerçekleşir gerçekleşmesine de gemi ahşaptan yapılmışsa, bu ana unsur asla değiştirilemez. Sadece üzerinde motif yapabilirsiniz. Çünkü bu gemi yol almaya devam ediyor. Yaşam durmuyor, devam ediyor. Hem çocukluk yıllarında ana malzemenin kalitesini ortaya koymak daha kolayken, neden zor olanı yapalım ki?

Bakın şu söz (hadis) ne kadar muhteşem: “Küçükken öğrenilen taş üzerine kazı, büyükken öğrenilen su üzerine yazı.” İlk görev yerim olan Adıyaman’da, Kommagene Krallığı’ndan kalan 4000 yıllık taş yazıtlar görmüştüm. Sapasağlam duruyorlardı ve çok net bir şekilde yazılar okunuyordu. İşte insanın çocukluk yılları da aynen bu taş yazıt gibidir ve bilinçaltına yazılan inançları silmek oldukça zordur. Yerine yeni bir inanç koymak ise daha da zordur.

O hâlde tüm oklar aileyi gösteriyor. Anne ve babaları gösteriyor. “Şu ülkede her şeyin okulu var da neden ‘Aile Okulu’ yoktur?” diye her zaman sorarım kendi kendime. Bir otomobili sürmek için sürücü kursu var da aileyi sürdürmek için neden kurs yok? Oysa trafikteki nezaketin ve sağduyunun öğretildiği yer asla sürücü kursu olmamıştır, aksine bu kültür ailede öğrenilir. Kırmızı ışıkta duranlar sürücü kursunda başarılı olanlar değil de aile terbiyesi almış olanlardır; öyle değil mi?

Mutlu çocuklar, anne baba tarafından sevgi ile doyurulan çocuklardır. Çocukluğunda anne sevgisini yeterince alamamış çocukların ileri yaşlarında “sevgi açlığı” çektiklerini söylersem şaşırmayın. Objektif gözlemler bunu gösteriyor. Anne sevgisi ile yeterince beslenmeyen çocukların, yetişkin yaşlarında hangi sevgilerin peşinde koşacakları son derece ürkütücüdür.

Yine çocukluğunda babasından yeterince “güven duygusu” alamamış çocuklara, hiçbir “yaşam koçu” yardımcı olamıyor. Baba tarafından yüreklendirilmeyen çocuklar pasif kişilikli ve özgüven yoksunu olmaktadır.Hele hele aşağılanan ve hata yaptığında yargılanan çocuklar, yaşamları boyunca asla özgür olamıyorlar ve girişimci ruhu kazanamıyorlar. Nice yetişkinin yaşamları incelendiğinde, çocukluk yıllarına ait böylesi duygusal yaraların olduğu ortaya çıkacaktır.

Yetişkinlikte sağlıklı ve güçlü olmanın yolu, çocukluk yıllarındaki duygusal beslenmeye bağlıdır. Hepimiz aslında yüreğimizdeki halının altına süpürdüğümüz birçok duygusal çöplüklerle yaşıyoruz. Bunlarla yüzleşmek ama anne babamıza tepki vermemek yüce bir erdemdir. Onlar bilmiyorlardı, bu kadar yapabildiler. Onları affedelim. Biz ise anne babalık kalitemizin artması için de çaba içinde olalım.

Bu yüzden “çocuk eğitimi” değil de “anne babalık eğitimi” çok daha büyük önem taşıyor. Elbette ki çocuk eğitimi, gelişen dünyada son derece önemlidir. Bununla birlikte, çocuk eğitimini yapan en etkili kişi anne babadır. Öğretmenler daha sonra gelir. Hem öğretmenlerin yapabildiği teknik öğretimdir. Bunun bilinçaltına etkisi zannedildiği kadar değildir. Anne baba tutumları inanılmaz önemlidir. Öyle değil mi? Nice kızdığınız öğretmeninizi unutmuş olmalısınız. Oysa anne babanızın davranışlarını asla unutamazsınız. Hem de asla.

Burada demek istediğim şu ki; ürün ile ilgilenmek ürünün kalitesini arttırmaz, sadece ambalajını ve cilasını etkileyebilirsiniz. Her ürün, örneğin bir cep telefonunun kalitesi, üretim yerinin kalitesine, hammadde kalitesine ve işçilik kalitesine bağlıdır. Ürünün üretim yerindeki hijyen, ham madde kalitesi, kullanılan kalıplar ve daha birçok unsur ürünün kalitesini belirleyen en önemli faktörlerdir. Üründen kastım da hiç kuşku yok ki ”çocuktur”. Neslimizin kalitesini arttırmak, anne babaların kalitesine bağlıdır. Düşünün ki bir evin tavanı akıyor. Evin hanımı da sürekli ıslanan ve kirlenen halıyı siliyor. Halıyı silmenin faydası yok, hatta harcanan emeğe yazık. Yapılması gereken, tavanı tamir etmektir. Tavan akmaya devam ederse, bu milletin halısı kirlenmeye devam edecektir. Polis teşkilatının halı silme kabilinden başarıları aslında toplumsal dramın yansımasıdır. Anne babaların kalitesi arttıkça Polisin iş yükü azalacaktır. Tavan akmasaydı halı ıslanmayacaktı vesselam.

Ve toplumun, özelde de anne babaların gündeminde eğitim ve bilim olmazsa, terör olacaktır. Oluyor da ne yazık ki. Gündemimiz Eğitim olsun, Bilim olsun. Diğer gündemler geçicidir, kalıcı olanda kalmak akıllıcadır.

Anne babalık kalitemiz artmadıkça, polis teşkilatının iş yükü azalmayacak, aksine artacaktır. En güzel anne baba olabilmek dileklerimle, selam ve sevgilerimle…

Selahattin Yaylamaz

cekmekoy2023.com

Sorumlu Annelikten Sorunlu Anneliğe

Amerika’da Bir kimya profesörü Nobel ödülü almıştı. Ödül töreninden sonraki ilk dersinde, öğrencilerinden biri kendisine şöyle bir soru sordu:

“Efendim! Amerika’da üç binin üzerinde kimya profesörü var. Ancak bu kadar bilim adamı arasında, ödülü size lâyık gördüler. Sizi diğerlerinden ayıran özellik neydi?”

Profesör, bu farklı soruya önce bir tebessümle cevap verdi. Ardından da, kendisinden merakla cevap bekleyen öğrencisine şunları söyledi:

Doğrusunu söylemek gerekirse, hepsini anneme borçluyum! Çünkü ben küçük bir öğrenciyken, diğer çocukların anneleri, onlar okuldan evlerine döndüklerinde kendilerine:

‘Söyle bakalım, öğretmeninin sorduğu sorulara iyi cevaplar verebildin mi?’ diye sorarlardı.

Benim annem ise bana:

‘Söyle bakalım’ derdi. ‘Bugün öğretmenine iyi bir soru sordun mu?’

İşte beni farklı yapan bu oldu. Her zaman diğerlerinin sormadığı soruları sordum ve hayatım boyunca da, sormaya devam ettim!”

Değerli anne babalar, çocuğunuz eve gelir gelmez, sınavı soruyorsanız, dersleri soruyorsanız çocuğunuza ciddi ciddi kötülük yapıyorsunuz demektir. Eğer böyle bir anne-babaysanız hemen başınızı iki elinizin arasına alıp düşünmeye başlayabilirsiniz. Çünkü çocuğunuz yetişkin olduğunda ruhsal bakımdan çok ciddi sıkıntılar yaşayacaktır.

Kötü ve bunalımlı insan yetiştirmenin yollarını iyi bildiğiniz için sizi tebrik edebilirim(!)

Bilmez misiniz; sevgisiz beyin çalışmaz, en azından verimli çalışmaz. Bilmez misiniz kalbine hitap etmediğin, ruhunu okşamadığın, gönlüne selam vermediğin, yüreğine seslenmediğin insanın beynine hitap edemezsin.

Elbette ki çocuklarımızı akademik başarıları, ders durumları çok önemlidir. Bunu uzun uzun anlatmama gerek yok. Sınav konusu hoşumuza gitmese de bu bir Türkiye gerçeğidir. Bu saatten sonra “sınav olmasa keşke” demenin kimseye yararı olmayacaktır.

Evet, burası Türkiye ve burada sınav var. Sınav okul hayatının da hayat okulunun da bir gerçeğidir. Bu gerçeğe göz kapayamayız.

Çocuklarımızın sınavlarda başarılı olmalarını elbette isteyeceğiz. Bu konuda yanlış anlaşılmak istemiyorum. Sınavın karşısındayım ancak bu şu anda bir realite olarak önümüzde duruyor ve uzun yıllar belki de çok uzun yıllar bu böyle devam edecektir. Sınava karşı olduğum, sınavları önemsemeyelim anlamına gelmiyor. Sınav kişiliğimizi, yeteneklerimizi ve daha birçok özelliğimizi test edemez. Ama ülke gerçeğinde bazı şeyleri elde etmemiz için gereklidir.

Fakat tüm ülke çocuklarının, tüm ülke gençliğinin sınavlara girmesi, sınavlar için ter dökmesi kesinlikle gerekmiyor. Buna hiç gerek yok. Amaç bir iş sahibi olmaksa bu illa da sınavla kazanılmaz ki. Bu illa da okullar bitirmekle elde edilmez ki… Hiçbir şey sadece okula bağlı değildir.

Okul hayatındaki başarının da hayat okulunda devam edeceği anlamına kesinlikle gelmez. Nice insan tanırsınız ki okul hayatı başarısızdır, akademik anlamda başarısızdır ama hayat okulunda çok ama çok başarılıdır. Başarılı olmak için okul değil çalışmak şarttır.

Okul hayatında değil de hayat okulunda başarılı olmuş yerli ve yabancı birkaç örnek verelim sizlere:

  • Bill Gates: Hukuk fakültesini terk etti.
  • Steve Jobs: Apple’nin kurucusu. Üniversite terk.
  • Michael Dell: Tıp fakültesini terk etti.
  • Sakıp Sabancı: Lise terk.
  • Vehbi Koç: Lise terk.      
  • Ahmet Nazif Zorlu: İlkokul mezunu.

 

Bunu daha yakından anlamak için şu hikâyeye bir bakalım isterseniz.        

              

Thomas Edison bir gün eve geldiğinde annesine bir kâğıt verdi ve “Bu kâğıdı öğretmenim verdi ve sadece sana vermemi tembihledi.” dedi. 

 

Annesi kâğıdı gözyaşları içinde oğluna sesli olarak okudu: “Oğlunuz bir dahi. Bu okul onun için çok küçük ve onu eğitecek yeterlilikte öğretmenimiz yok. Lütfen onu kendiniz eğitin.”

 

Aradan uzun yıllar geçtikten sonra Edison’un annesi vefat ettiğinde, o artık yüzyılın en büyük bilim adamlarından biriydi ve bir gün eski aile eşyalarını karıştırırken birden bir çekmecenin köşesinde katlı halde bir kâğıt buldu ve alıp açtı.

 

Kâğıtta, “Oğlunuz ‘şaşkın’ (akıl hastası) bir çocuktur. Artık kendisinin okulumuza gelmesine izin vermiyoruz.” yazılıydı.

 

Edison saatlerce ağladıktan sonra günlüğüne şu satırları yazdı: “Thomas Alva Edison, kahraman bir anne tarafından yüzyılın dâhisi haline getirilmiş ‘şaşkın’ bir çocuktu.”

 

Ey her akşam ders çalışsın diye saatlerce çocuğunun başında bekleyen anneler! Çocuk ders çalışmayınca da sinir krizi geçiren anneler. “Aman Allah’ım bu çocuk kime çekmiş, hep mi böyle olacak!” diye kaygılanan anneler! Elbette ki çocuğunuz için böylesine kaygılanmanızı anlıyorum, duyarlı anneliğiniz için sizi tebrik ediyorum. Bununla birlikte üslubunuzu gözden geçirmeniz yararlı olacaktır sanırım. Üslubunuz sorunludur, sorumsuzca sonuç doğuruyor. Sorumluluk bilinciyle yaklaşırsanız, yukarıda iki örnek sizi kendinize getirecektir. Göreceksiniz ki annelik keyifli bir sürece girecek, yaşamdan daha çok keyif alacaksınız.

Selahattin YAYLAMAZ

Eğitim Uzmanı / Yazar

okumaokulu.com

cekmekoy2023.com

Kadın Güçlenirken Güçsüzleşiyor mu?

Bir kadını “fettan, cadı ve güçlü kadın” yapan şey, yaşadıklarıdır. Yapmasın mı? Tutulmamış sözler, yaşanmış mutsuzluklar, çaresiz hastalıklar, ayrılıklar güçlü yapar kadını. Kurulan hayaller iskambil kağıtlarından kuleler gibi yıkıldığında ezilmemek için enkaz altında güçlü kadın olur onlar. Hor görülmeler, aşağılanmalar, eksik etek tabirleri, hizmetçiymiş gibi yaklaşımlar, erkek doğurmadığında küçümsenen, doğursa da küçümsenen, ne yapsa yaranamayan kadınlar… Çocukluğunda tacizler, genç kızlığında saldırılar, kimi zaman Özgecan gibi öldürülen, evliliğinde insan yerine konulmayan kadınlar… Alın işte size Metalik Kadın!

Bu kadar baskı, yıldırma, aşağılama sonucunda ne olmasını bekliyordunuz? Acısını içine gömen, sesini çıkarmayan, ağzı var dili yok, suskun kadın yok artık beyler. Kadınlar yeryüzünde binlerce yıldır ötelendi, dövüldü, sövüldü ve sonra işte Metalik Kadın ayaklanması ile karşı karşıyasınız.

Aslında “Huysuz kadın yoktur, huysuzlaştırılan kadın vardır” gerçeği ile karşı karşıyayız.

Tüm bunlarla beraber kadın güçlendi, Metalik Kadın oldu. Evde, iş yerinde, yaşamın her kademesinde söz sahibi oldu. Ezilmemek için okudu. Kariyer üstüne kariyer yaptı. Erkeklerin yaptığı çoğu işi yapar oldular. Erkek egemen toplumu evirmeye, çevirmeye, dönüştürmeye çalıştı. Hanım Kadın gitti, Metalik Kadın geldi. Ne var ki bu sonuç kadınları mutlu etmedi. Metalik Kadın bu savaşta kendi ayağına sıktı. Sıktığı kurşun döndü geldi kendisini vurdu. Hanım Kadın artık yok. Erkekler içten içe Metalik Kadından kaçınıyor, Hanım Kadını arıyor. Erkek doğası Hanım Kadına meyilliydi, onun şefkatini arıyordu, sevgisine derin ihtiyacı vardı. Güler yüzüyle gülmek, saçlarının arasında kaybolmak istiyordu. Aşkına muhtaçtı, ona şiirler yazmak, şarkılar yapmak istiyordu.

Yaratılışındaki yazılım gereği Hanım Kadına meyilli olan erkek, Metalik Kadının kolları arasında mutluluk yerine derin acılar yaşamaya başladı. Sosyal sorunlar böyle çoğaldı. Bunun üzerine erkekler, kadınlardan ümidini kesti ve ne yazık ki yerkürede başka bir dönüşüm başladı. Kabuğuna çekilen, sessiz, mıymıntı bir erkek tipi türedi; Kadife Erkekler!

Sonra kadınlar kendi doğası gereği bu erkekleri beğenmedikleri için onları dönüştürmek istediler. Çünkü kadın mıymıntı değil maço, üzülen değil sorun çözen, aşırı kibar değil taş fırın, lak lak konuşan değil cool erkeği seviyordu. Kadife erkeği dönüştürmek isterken kırdı, döktü, parçaladı ve sonunda işler iyice sarpa sarmaya başladı.

Kadının Gerçek ve Sarsılmaz Gücü Kadınlıkta ve Dişiliktedir

Kadınlar erkekleşti, bunun modern tanımlaması Metalik Kadındır. Bir erkek Hanım Kadını sever. Hanım Kadından kastımız, Metalik Kadının tersi şeklinde algılansın diye metafor olarak kullanılmıştır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde Hanım Kadın (Hanım Kız); “Kadınlığın bütün iyi niteliklerini taşıyan.” şeklinde tarif edilmiştir.

Sonuç olarak; kadın, Hanım Kadın olduğunda, erkek de Erkek Adam olduğunda diğer cinsleri tarafından çekici gelecektir. Zaten ilişkide heyecanı canlı tutacak olan da heyecan ve tutkudur. Elbette evlilikte ya da kadın-erkek ilişkisinde heyecanı canlı tutacak tek unsur bu ya da bunlar değildir.

 

Yapılan bir araştırmaya göre;  

Erkekler her şeyden önce erkekleşmiş kadınlardan kesinlikle hoşlanmıyorlar.

Çelişkili gibi görünse de erkekler ezik, fedakâr kadınlardan hoşlanmıyorlar.

Otoriter kadın da erkekler dünyasında prim yapmıyor.

Aşırı sinirlenip bağıran, çağıran kadınlar da ilgi görmüyor.

Erkekleri dedektif gibi takip eden kadınlar da erkekleri çıldırtıyor.

Aşırı kıskanç kadınlar da erkeklerin tüylerini diken diken ediyor.

Paralarının hesabının sorulması yine erkeklerin dayanamadıkları bir konudur.

Kaynak: http://www.cekmekoy2023.com

Selahattin Yaylamaz

Tarihin Eskitemediği Hürrem Mektupları

Evlilik ilişkisinde erkek sorgulanamaz ama kadın da sorgulanamaz. Bakın; sormak başkadır, sorgulamak başkadır. Fikrini söylemek başkadır, yargılamak başkadır.

Yargılama ve sorgulama içeren sözlerden seçmeler sunuyorum size: (tavırlı ve buyurgan ses tonuyla) “Saat kaç oldu, nerede kaldın bu saate kadar?” “Telefonla o kadar kiminle görüşüyorsun sen bakayım?” “Bu kadar parayı kime harcadın?” vs.

Bu cümleleri erkek nasıl algılıyor diye hiç düşündünüz mü? Erkeğin bir sözünü kadın nasıl algılıyor diye tüm bunları açıklarken, bir de kadının sözleri erkek tarafından nasıl algılanıyor, buna bakalım şimdi.

Kadın erkeğe bağırıp kızdığında, kadın erkeği yargılayıp suçladığında erkek bilinçaltı sistemi yerle bir oluyor. Ana Yazılım sistemi çöküyor. Erkek ne yapacağını şaşırıyor. Çünkü yukarıdaki ve benzeri kadın sözleri erkek tarafından; “Sen güvenilmez, geri zekâlının birisin”, “Sana güvenmiyorum, her türlü kötülüğü yapacak alçağın tekisin!”, “Senden adam olmaz, zaten adam değilsin”, “Sen kadın düşkünü, sapığın tekisin!”, “Sende aile sorumluluğu diye bir şey yok!” şeklinde algılanıyor ne yazık ki.

Böylesine yargılanan, suçlanan, ötelenen erkekten artık hayır gelmeyecektir. Çünkü müdahale doğrudan Erkeklik Ana Yazılımını hedef almıştır. Ve saldırı başarıyla sonuçlanır: Erkeğin sistemi çöker.

İşte eşlerimizi bu şekilde biz kendi ellerimizle, kendi dillerimizle patolojik yapıyoruz. Hasta ediyoruz. Oysa şifa veren sözleri söylemek de elimizdeyken…

Tüm bunların aksine, erkek özerktir dedik. Özerklik duygusunu erkeğe yaşatacak olan yeryüzündeki tek varlık sadece ve sadece kadındır, kadınıdır, eşidir, sevdiği kadınıdır. Evlilik bu yüzden vardır. Yukarıda örneklerini verdiğim olumsuz kadın sözleri, erkeğin özerklik duygusunu çok zedeler. Hatta erkek, özerkliğinin tehlikeye düştüğü algısıyla evden uzaklaşmak ister. Al sana evden soğutulan erkek modeli. Hayırlı olsun…

Özerklik duygusu onaylanan erkek, evini çok sevecektir. Çünkü iş yerinde ve sosyal yaşamda ne kadar sorun yaşarsa yaşasın, evinde bir nevi yarı imparatordur. Her imparator da en çok sarayında mutludur. Kadın okurlarım özellikle buraya çok dikkat etsinler ki; evini seven erkek karısını da seviyor demektir. Tersini de siz düşünün, olmaz mı?

Kadınların Ana Yazılımında var olan “oyun kabiliyeti” bu maslahat için verilmiştir. Bu ne demek şimdi?

 

Tarihimizden Bir Aşk Manzarası

Tarihimizde oyun, entrika, zekâ, cesaret ve ihtirasıyla nam salmış bir Hürrem Sultanımız var. Padişah Kanuni, Hürrem Sultan’dan olma oğullarından olan Beyazıt’ı bir iç karışıklık nedeniyle öldürmeye karar verir. Hürrem Sultan, oğlunu kurtarmak için Kanuni’ye “Sen ne biçim babasın, nasıl olur da oğlunu öldürmeyi düşünürsün?” demek yerine, “Yüksek ruhlarda kin barınmaz, sen yüksek ruhlu bir insansın. Affet oğlunu,” der.
Kanuni de bu sözlerden etkilenerek Beyazıt’ı affeder. Yani Hürrem Sultan, Kanuni’nin olumlu özelliklerini ön plana çıkararak, beklenmedik bir şekilde onun kararını değiştirmeyi başarır. Aslında Hürrem’in yaptığı, Kanuni’nin özerklik duygularını okşamasıydı.

Hürrem Sultan, bildiğiniz üzere, Osmanlı tarihinde inanılmaz derecede etkili bir kadındır. Bu etkisinin nedeni ise Kanuni’yi kendisine âşık etmeyi başarmasıdır. Koskoca Kanuni, Hürrem karşısında basireti bağlanmış, sıradan bir insan olmuştur bazı zamanlarda. Şehzade Mustafa ve Pargalı İbrahim Paşa’nın öldürülmesinde baş aktör kuşkusuz Hürrem’dir. Bırakın Kanuni’yi, Osmanlı İmparatorluğu’nu ve tüm siyasetini derinden etkileyen bu kadının aslında kendisi de Kanuni’ye âşıktır. Ve aslında aşkını hatta hayat-ı bekasını korumak için inanılmaz entrikaları sahneye koyan çok güçlü bir kadındır. Tarihi kaynaklarına göre güzel bir kadın dahi olmayan, hatta çirkin bir kadın olan Hürrem Sultan tüm bunları nasıl başarmıştı?

Kanuni sefere gittiğinde hâliyle birbirlerinden aylarca uzak kalırlardı. Bu uzun ayrılıklarda mektuplaşırlardı. Yine uzun bir sefer sırasında Hürrem, seferdeki Kanuni’ye mektup yazar. İşte bu mektuptan bir kesit:

“(…) Sana kavuşabilmek için sabahlara kadar dua etmekteyim. Biliyorum, şu an Allah adına seferdesin. Zafer kazanmak ve cihadı yüceltmek için yollardasın. Muvaffak olmanı dilerim. Fakat sana kavuşmak en büyük dileğimdir. Sen; gamlı, kederli yüreğimin tek ilacısın. (…)

(…) Yüzümü yere koyup kutsal ayağınızın bastığı toprağı öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve sermayesi sultanım, eğer bu ayrılığın ateşine yanmış ciğeri kebap, göğsü harap, gözü yaş dolu, gecesini gündüzünden ayırt edemeyen, özlem denizine düşmüş, çaresiz, aşkınız ile divane, Ferhat ile Mecnun’dan beter tutkun kölenizi sorarsanız, ne ki sultanımdan ayrıyım. Bülbül gibi ah ve feryadımı dinmeyip ayrılığından (öyle) bir hâlim var ki, Hak kâfir olan kullarına dahi vermesin. (…)”

Bu mektupta Hürrem, Kanuni’ye özerklik duygusunu muhteşem bir şekilde yaşatmayı başarmıştır. Oysa Kanuni, bırakın özerk olmayı, bir Cihan Padişahıydı. Ama Osmanlı padişahıydı. Osmanlı padişahı olmak başka, Hürrem’in yaşattığı padişahlık duygusu bambaşkaydı.

Kadınlara sır veriyorum, hadi toplanın, işte söylüyorum:

“Erkeklere özerklik duygusunu yaşattığınızda kendisini, yarı padişah hissedecektir. Erkekler, kendisini yarı padişah olarak gören kadına sırılsıklam âşık olurlar.”

Selahattin Yaylamaz

cocukaile.net