Etiket arşivi: selam

Bir Selam Ver Ama Selam Olsun

Bir mekâna giriyoruz veya bir tanıdığa rastlıyoruz ve ilk kelamımız ne oluyor genelde? Muhtemelen su kelimeler dökülür dilimizden: “Selaaam, günaydın, hayırlı sabahlar, iyi günler, iyi akşamlar veya selam aleykum”. İşte en geç bundan sonra bir klasik selamlaşmanın getirdiği samimiyetsiz konuşma geçer tanıdıklarımızla: “Nasılsın? —İyiyim, sen nasılsın? Bende iyiyim!

İster iyi olun ister kötü, cevabımız hep aynı olmuyor mu? Belki de dertleşmeye ihtiyacımız var ama çoğunlukla klasikleşmiş bir selamlaşma ve konuşma yapıyoruz ki, bu samimiyeti ve güveni sarsıyor ve açık konuşamıyoruz. Bu konu her ne kadar önemli ise de başka bir bahis olduğundan girmeyip “selamlaşma” konusunu ele almak istiyorum.

Dinimizde selamlaşmanın hükmü

Selam vermek sünnet, selamı almak ise farzdır. Selam veren sünnet sevabı aldığı gibi, karşısındakine de farz işlettiği için onun kadar sevap alıyor. Selam veren kişinin unutmayacağı şey selam vermenin sünnet olması ve o kimseye duada bulunduğudur. Bu niyet ile verilen selam o kişiye sevap kazandırır. Sünnet olduğu unutulup, alışkanlık haline gelmişse ve şuursuzca selam verilirse, sevap olmaz. Yaşadığımız ahir zaman olması hasebiyle sünnetlere daha da sık sarılmamız gerekir. Hadisi Serifte Resulullah efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Ümmetimin fesada düştüğü bir zamanda, sünnetime sımsıkı sarılan şehit sevabı kazanır.” (Taberani)

Ayrıca unutmamak lazım ki, müslümanın müslüman üzerinde olan hakları vardır. Buharide geçen bir rivayette efendimiz, “müslümanın müslüman üzerindeki beş haktan biri de selam vermektir” dediğini unutmamalıyız.

Selam’ın anlamı nedir?

Selam, emniyet, huzur, selamet, sağlık, barış, rahatlık, iyi netice, kurtuluş gibi manalara gelir. Selam vermek, bir kimseye yapılacak en güzel duadır. Selam, (Ben müslümanım, benden sana zarar gelmez, selamettesin) manasına, selamet üzere ol, müslüman olarak öl manalarına da gelir. Bu sebeple dinimizde selamlaşmanın önemi büyüktür. Müslümanların yanına girerken, çıkarken, karşılaşınca, ayrılırken mutlaka selam verilmelidir! Bu husus müslümanlar arasındaki sevgiyi pekiştirmeye vesile olur.

Selamlaşmanın önemi

Selam vermek o kadar önemlidir ki, biriyle karşılaştığınızda veya telefonda konuşmak istediğinizde, kelam etmeden yani konuşmaya başlamadan önce selam vermek lazım gelir. Bunu bize Resulullah’ın şu hadisi şerifi bildiriyor: “Selam vermeden söze başlamayın. Selam vermeden konuşana cevap vermeyin.” (Hakim)

Mümin evine girdiğinde ev halkına selam vermeli. Eğer evde kimse yoksa “Esselamü aleynâ ve alâ ibadillahissalihin (Allah’ın selamı bizim ve Salih kulların üzerine olsun)” demelidir. Unutmamak lazım ki müslümanın evinde rahmet melekleri bulunur. Böylece hepsine selam vermiş oluruz. Bu durumun bize nice faydaları vardır ki şöyle: “Evine girerken selam veren, Allah’ın himayesinin garantisi altındadır.” (Ebu Davud)

Özet

Son olarak bir konuya daha değinelim. Selam’ı yaymak ve selamlaşmanın önemin sebeplerinden biri de “Selam “ Allah’ın (c.c.) güzel isimlerinden biri olduğudur. Kuranı Kerimin on iki yerinde Allahu Teâlâ mümine selam verdiğini tespit edebiliriz. Selam’ı yaymak Allah’ı razı eden bir amel olduğunu Peygamberimiz bize bildirmektedir. Daha önce belirttiğimiz gibi selamlaşmak müminler arasındaki muhabbeti arttırdığı gibi selam vermeyenler cimri olduğunu belirten bir sürü hadisi şerif vardır.

Günaydın, iyi günler, hayırlı sabahlar, iyi aksamlar gibi kelimelerin hiç biri, müminler arasındaki selamlaşma ameliyle denk değildir. Bu kelimelerin bir mahsuru yoksa bile, “Es selamu Aleykum” ve “Ve aleykum selam” demenin yerini almaz ve sünnet olan selamlaşmayla alakası yoktur.

Selam vermek ve yaymak niyetiyle, şuurlu bir şekilde bu amele devam etmeyi Allah (c.c.) bizlere nasip etsin. AMIN!

“Selam, Allah-ü Teala’nın isimlerinden bir isimdir ki, onu Allah (c.c.) selamlaşmak için yeryüzüne koymuştur; o halde aranızda selamı yayınız.” (İmam Ahmed)

Arif Ağırbaş

https://twitter.com/Arif_Agirbas

arif.agirbas@hotmail.de

Müminin sevgi ve barış dokunuşu: Selâm

Her yıl Ramazan ayında bir konu belirleyerek kaybolmaya yüz tutan değerleri yeniden toplumun gündemine taşımayı hedefleyen Diyanet İşleri Başkanlığı, 2012 yılının Ramazan ayı temasını, “İnsan İlişkilerinin En Önemli Unsuru, Medenî İletişimin Sembolü: Selâm ve Selâmlaşma” olarak belirledi.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından aylık olarak yayımlanan Diyanet Aylık Dergi de Temmuz sayısını selâm ve selâmlaşmaya ayırdı.

Dergide bir başyazı kaleme alan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, selâmın, dilden kalbe, kalpten organlara; bireyden topluma ve tüm insanlığa yansıyan barış dili olduğunu ifade etti. Başkan Görmez yazısında, İslâm’da insan ilişkilerinin hak, hukuk, adalet, doğruluk, eşitlik, merhamet, şefkat, sevgi, saygı, dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi yüksek fazilet ve erdemler üzerine inşa edildiğini belirterek, bu erdemlere ulaşmanın en güzel yollarından birinin de selâm ve barış dilini ilişkilere hâkim kılmak olduğunu ifade etti.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in başyazısından öne çıkan başlıklar şöyle:

İlişkilerimizde selâm ve barış dilini hâkim kılalım…

“İslâm’da insan ilişkileri hak, hukuk, adalet, doğruluk, eşitlik, merhamet, şefkat, sevgi, saygı, dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi yüksek fazilet ve erdemler üzerine inşa edilmiştir. Söz konusu fazilet ve erdemlere ulaşmanın en güzel yollarından biri, hiç şüphesiz selâm ve barış dilini ilişkilerde egemen kılmaktır. Selâm, her şeyden önce insanların birbirleriyle sağlıklı iletişim kurmalarının temelidir. Dilden kalbe, kalpten organlara; bireyden topluma ve tüm insanlığa yansıyan barış dilidir. Sosyal ilişkileri barış üzerine kurmanın, güven ve huzuru gerçekleştirmenin, dostluk ve kardeşliği geliştirmenin yoludur. Sinelerdeki ağır yükleri atmanın, küskünlük ve dargınlıkları gidermenin adresidir. Müslümanın kimliğini inşa eden temel bir şiar ve semboldür. Fert ve toplum hayatında barış ve güvenin sembolü, huzur ve mutluluğun kaynağı, müminlerin birbirlerine karşı iyi niyetlerinin bir göstergesidir. Daha da önemlisi kardeşlik hukukunun bir gereğidir.

Ne yazık ki bu yüksek değer, modern zamanlarda önem ve değerini yitirmeye başladı. Toplum hayatından fert ve aileye, kitle iletişim araçlarından sanal ortamlara kadar pek çok alanda selâm ve barış dili yerine çatışma ve kavga dili egemen olmaya başladı. Tanışma ve bilişmenin en güzel yolu olan selâm ve barış dili, ötekileştirme, ayrıştırma ve farklılıkları tek tipleştirme ya da yok etme girişimlerinin etkisiyle büyük yara aldı. İnsanlık selâm ve barış dilinden gün geçtikçe uzaklaşmaya, esenliğe sırt çevirmeye başladı.

Aranızda selâmı yayınız…

Diğer taraftan dünyevileşme ve bireysellik giderek ön plâna çıkmaya başladı. İnsanlar, kalabalıklar içinde yalnızlaştı. Mahallelerin, sokak ve caddelerin aile sıcaklığını aratmayan o dostane ilişkileri kaybolmaya yüz tuttu. İnsanlar birbirine yabancılaştı. İlişkilerde samimiyetsizlik ve güvensizlik yaygınlaştı. Selâm ve selâmlaşma kültürünün toplumsal hayattaki varlığı ve görünürlüğü azaldı. Artık insanlar bırakın tanımadığı insanlara selâm vermeyi tanıdıklarını bile görmezden gelmeye başladı.

Oysa selâm; barış, esenlik, güven, emniyet, huzur ve mutluluk temelleri üzerine bina edilen İslâm’ın rahmet yüklü evrensel mesajlarıyla hayat bulmaktır. Nihayetinde barış ve esenlik yurdu olan “dâru’s-selâm”a, cennet ve cemâlullaha ulaşmaktır. Bu da ancak bu dünyayı selâm ve selâmet yurduna dönüştürmek için çaba harcamakla mümkündür.

Selâm, kardeşine dost olduğunun, kendisinden ona asla bir zarar gelmeyeceğinin, elinden ve dilinden herkesin güvende olduğunun sözlü teminatıdır. Ancak salt bir söz değil, kardeşinin hâlini sormanın, problemini çözmenin, yarasına merhem olmanın; dolayısıyla insana verilen değerin adıdır.

Selâm, kadın-erkek, genç-yaşlı, çocuk-olgun demeden tanıdığına, tanımadığına, toplumun tüm kesimlerine her daim esenlik sunmaktır, dua etmektir. Hatta esenlikte yarışarak barış ve huzurun anahtarı olabilmektir.

Selâm, Yüce Rabbimizin, “Bir mümin tarafından bir selâmla selâmlandığınız zaman siz ondan daha güzel bir karşılık verin veya aynı ile mukabele edin.” (Nisâ, 4/86) fermanını yerine getirmektir.

Selâm, Sevgili Peygamberimizin (sas), “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda selâmı yayın.” (Müslim, Îmân, 93) tavsiyesi gereğince müminlerin arasında sevgi ve muhabbete dayalı bir gönül bağı oluşturmaktır.

Selâm, Allah Teâlâ’nın, “Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selâm verin.” (Nûr, 24/61) emri uyarınca, müminlerin evlerine duayla girerek ailelerini ve evlerini bereketlendirmelerinin güzel bir vesilesidir. Selâm, sadakadır. Öte dünyaya göçmüş kardeşlerimize de rahmet dilemektir.”

Diyanet

 

Toplumsal barışın harcı selam

Hemen hepimiz selamlaşmanın öneminden, birbirini görünce kafasını çevirip yoluna devam eden insanların duyarsızlığından dem vursak da bu konuda pek de başarılı olduğumuz söylenemez.

Geçtiğimiz günlerde sanatçı Gülben Ergen ile bir izleyicisi arasında yaşanan ‘selam polemiği‘ konuyu bir kez daha gündeme taşıdı. Zira Ergen yaptığı televizyon programına telefon bağlantısıyla katılan konuğunun ‘Selamün aleyküm‘ diyerek verdiği selama ‘Merhaba‘ ile karşılık verdi. Bunu diğer konuklarına da tekrarlayan Ergen’in bu hareketi izleyicilerin gözünden kaçmadı. Twitter’da kendisine yağan tepkilere cevaben “Sizden mi öğreneceğim selamlaşmayı? Selamını alıyorum, kendi üslubumca selam veriyorum.” diye çıkışan Gülben Ergen’le birlikte selamda üslup konusu da gündeme gelmiş oldu. Ergen’in yaptığı bilinçli bir tercih olsa da işin en trajikomik tarafı bu polemiği gündeme getiren gazetecilerin kurduğu “Gülben kendisine ‘Selamın aleyküm’ diyen izleyicisine…” şeklinde başlayan cümleleriydi. Allah’ın selamının yazılışından bihaber olmalarını bir kenara bırakırsak, selamın kimlere nasıl verilmesi gerektiği önemli bir husus. Müminin parolası selamın detaylarını Marmara Üniversitesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Prof. Dr. Ali Coşkun, Prof. Dr. Nihat Temel ve ilahiyatçı Doç. Dr. Selahattin Yıldırım’dan dinledik.

Selamın şekilleri ve kimlere nasıl verildiğine geçmeden önce ne anlama geldiğine değinmekte fayda var. Doç. Dr. Selahattin Yıldırım, ‘Selam’ın, Allah’ın isimlerinden biri olduğuna dikkat çekiyor. Cenab-ı Hakk’ın her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olduğu ve üstün sıfatlarla muttasıf olduğu anlamına geliyor. ‘Selamün aleyküm’ ise çoğumuzun bildiği üzere, ‘Allah’ın selamı sizin üzerinize olsun.” anlamına geliyor. Girilen ortamda selam vermek sünnet, verilen selamı “Ve aleyküm selam (Allah’ın selamı bizim üzerimize olduğu gibi, sizin de üzerinize olsun!)” diyerek almak ise farz. Selamın dinimizdeki yeri ayet ve hadislerle sabit. Yani selamlaşmak dinî bir vecibe. Selam vermek sünnet, almak farz olduğu için Müslüman olduğunu tahmin ettiği veya tanıdığı bir Müslüman’la karşılaşan kişinin selam vermemesi sünneti terk etmek, verilen selamı almamaksa farzı terk etmek olacağı gibi, aynı zamanda edep ve nezaket kurallarına da riayetsizlik. Ebû Hureyre Radiyallahu Anh’ın rivayet ettiğine göre, Resul-i Ekrem bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz; Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” İlahiyatçı Prof. Dr. Nihat Temel de Kur’an-ı Kerim’de müminlerin kendi kendilerini selamlamalarının tavsiye edildiğini şu ayetle anlatıyor: “Ey müminler evlere girdiğimiz zaman kendinize Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selam verin.” (Nur, 61)

Selama misliyle karşılık verin

İlahiyatçılar Prof. Dr. Nihat Temel ve Prof. Dr. Ali Coşkun ve Doç. Dr. Selahattin Yıldırım, selamın misliyle alınması konusunda hemfikir. Yüce Allah, bu husustaki emirlerinden birisinde şöyle buyurmuştur: “Bir selam ile selamlandığınız zaman, ondan daha güzeli ile selam verin veya verilen selamı aynen iade edin.” (Nisa, 86) Bu ayetten anlaşıldığına göre selam veren kişi, “Es-selamü aleyküm.” veya “Selamün aleyküm” dediğinde, ona karşılık olarak bir cümle ilavesiyle “ve aleykumu’s-selam ve rahmetullah” demek sünnet. Eğer selam veren kişi, “Es-selamü aleyküm ve rahmetullah.” derse, buna ilaveten “ve aleykum selam ve rahmetullahi ve berakatühü” cümlelerini kullanıp, bir fazlasıyla karşılık vermek daha sevap.

Kimlere selam verilmez?

Her amelin olduğu gibi, selamın da adabı var. Bunları, Ebû Hüreyre radiyallahu anh’ın rivayet ettiği hadisten öğreniyoruz: Resulullah (sas) buyurmuştur ki, “Binekli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana selam verir. Buharî’nin rivayetinde ise, “küçük büyüğe selam verir” ilavesi vardır. Yemek yiyene selam verilmez, “Bereketli olsun.” denilir. Namaz kılana, Kur’an-ı Kerim okuyana ve dinleyene selam verilmez. Uyuyana, tuvalette olan kişiye ve savaşta düşmana selam vermek de uygun değil.

Kaynaşmayı sağlıyor

Bir topluluğa girildiğinde selam vermek, kişinin iletişime açık olduğunun göstergesi. Dolayısıyla sosyal kaynaşmayı sağlayan etkenlerden. Dinimizce makbul şekli “Selamün aleyküm” olsa da, günlük hayatta kullanılan başka biçimleri var. Örneğin asansör kabininin boyasını incelemek yerine, komşunuza “günaydın” diyebilir, iş çıkışı çantanızı alıp kapkaççı gibi olay yerinden uzaklaşmak yerine arkadaşlarınıza “İyi akşamlar” dileyebilirsiniz. Yabancı ülkelerde yaşayanlar cadde ve sokaklarda tanımadığı insanlara dahi selam vermeyi ihmal etmiyor. İtalya’da yaşayan gazeteci Hasan Fatih Türk İtalyanların selam verip almayı çok önemseyen bir millet olduğunu söylüyor. Neredeyse günün her saatine uyacak ayrı bir selamları var zira. Türk’e göre İtalya’da bir yere girerken ya da bir yerden çıkarken selam vermeyene iyi gözle bakılmıyor. Amerika’da yaşayan gazeteci Sezai Kalaycı ise burada selamlaşmanın kültürel bir alışkanlıktan öte, insanlar arasında sulhun, ortak yaşamın akidesi gibi olduğu görüşünde. “Tanıdık, tanımadık, sokakta ya da işyerinde veya herhangi bir ortak yaşam alanında selam vermeden geçen insan yok gibidir. Selamlaşma kültürünün en fazla yaygın olduğu bölgeler genelde ya taşra ya da üniversitenin çok olduğu, daha nitelikli, eğitimli insanların yaşadığı semtlerdir.” diyor, Kalaycı.

“Selama mukabele haktır”

Marmara Üniversitesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Prof. Dr. Ali Coşkun: Selamlaşma dinimizde ayet ve hadislerle sabit. Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarından birinin de verilen selama mukabele etmek olduğunu da Peygamber Efendimiz’den öğreniyoruz. Dinimizde ‘merhaba’ selam yerine geçmez, ancak selamdan sonra söylenebilir. Birine selam verdiğinizde duymamış ya da almamışsa, o selamı kendinizin alması gerekir. Allah’ın isimlerinden olan Selam esenlik, huzur, barış ve sevgi göstergesi, “Seni tanıyorum, benden sana zarar gelmez.” mesajı. Selam vermemek de bunun aksini gösterir. Selam, Müslüman’ın kültürel kodlarından biri.

“Selam dil ve söz ile alınır verilir”

Marmara Üniversitesi İlahiyat Prof. Dr. Nihat Temel: Selamlaşmamüminin kardeşine vazifelerinden biri. Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde müminin mümin üzerindeki haklarından bahsederken selamlaşmaya özellikle işaret buyurmuştur. Selam müminin mümine hediyesidir. Selam barıştır. El ile baş ile değil, dil ile söz ile alınır verilir. Dinimizce en güzel selam verme ‘es selamu aleyküm’dür karşılık olarak da “ve aleykümüsselam”dır. Selamlaşmayı ihmal edenleri Peygamber Efendimiz, kınamıştır. Kıyamet gününde Rabb’imizin selamına muhatap olabilmemiz için bu güzel duayı birbirimizden esirgemeyelim.

“Müslümanların parolası gibi”

İlahiyatçı Doç. Dr. Selahattin Yıldırım: Selam, es-selamü aleyküm veya selamün aleyküm şeklinde icra edilen dinî bir sorumluluk. Merhaba ise, selam veren kişiye dostane bir karşılama anlamını ifade eden bir kelimedir. Selamlaşmak, Müslümanlar arasında kaynaşmaya ve sevişmeye vesile olan bir ibadet olduğu için bir Müslüman’ın selamlaşma adabını öğrenmesi ve bunlara riayet etmesi gerekir. Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur: “İnsanların Allah katında en makbul olanları, selama ilk başlayanlardır.

Merve Tunçel / Zaman Gazetesi

Resulullah’a Salât ve Selâmın Manası ve Hakikati

اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّهِ

cümlesi, namaz tesbihatında okunurken inkişaf eden latif bir nükteyi uzaktan uzağa gördüm. Tamamını tutamadım, fakat işaret nev’inden bir iki cümlesini söyleyeceğim.

Gördüm ki: Gece âlemi, dünyanın yeni açılmış bir menzili gibidir. Yatsı namazında o âleme girdim. Hayalin fevkalâde inbisatından ve mahiyet-i insaniyenin bütün dünya ile alâkadarlığından, koca dünyayı o gecede bir menzil gibi gördüm. Zîhayatlar ve insanlar o derece küçüldüler, görünmeyecek derecede küçüldüler. Yalnız o menzili şenlendiren ve ünsiyetlendiren ve nurlandıran tek şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) hayalen müşahede ettim. Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman, menzildeki zâtlara selâm ettiği gibi, “BİNLER SELÂM (*) SANA YA RESULALLAH!” demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ü cinnin adedince SELÂM ediyorum, yani sana tecdid-i biat, memuriyetini kabul ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evamirine teslim ve taarruzumuzdan selâmet bulacağını SELÂM ile ifade edip; benim dünyamın eczaları, zîşuur mahlukları olan umum cinn ve insi konuşturup, herbirerlerinin namına bir SELÂMI, mezkûr manalarla takdim ettim. Hem o getirdiği nur ve hediye ile, benim bu dünyamı tenvir ettiği gibi, herkesin bu dünyadaki dünyalarını tenvir ediyor, nimetlendiriyor diye, o hediyesine şâkirane bir mukabele nev’inden “BİNLER SALAVAT SANA İNSİN!” dedim. Yani senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz, belki Hâlık’ımızın hazine-i rahmetinden gelen ve semavat ehlinin adedince rahmetler sana gelmesini niyaz ile şükranımızı izhar ediyoruz, manasını hayalen hissettim.

O Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) UBUDİYETİ cihetiyle -halktan Hakk’a teveccühü hasebiyle- rahmet manasındaki SALÂTI ister. RİSALETİ cihetiyle -Hak’tan halka elçiliği haysiyetiyle- SELÂM ister. Nasılki cinn ve ins adedince SELÂMA lâyık ve cinn ve ins adedince umumî tecdid-i biatı takdim ediyoruz. Öyle de, semavat ehli adedince, hazine-i rahmetten herbirinin namına bir SALÂT’A lâyıktır. Çünkü getirdiği NUR ile herbir şeyin kemali görünür ve herbir mevcudun kıymeti tezahür eder ve herbir mahlukun vazife-i Rabbaniyesi müşahede olunur ve herbir masnu’daki makasıd-ı İlahiye tecelli eder. Onun için herbir şey, lisan-ı hal ile olduğu gibi, lisan-ı kali de olsaydı, “ESALÂTÜ VESSELÂMÜ ALEYKE YÂ RESULALLAH” diyecekleri kat’î olduğundan biz umum onların namına “Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyke yâ Resulallahi biaded-il cinni ve-l insi ve biadedi-l meleki vennücum” manen deriz.

فَيَكْفِيكَ اَنَّ اللّهَ صَلَّى بِنَفْسِهِ وَ اَمْلاَكَهُ صَلَّتْ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَتْ


(*) Zât-ı Ahmediyeye (A.S.M.) gelen rahmet, umum ümmetin ebedî zamandaki ihtiyacatına bakıyor. Onun için gayr-ı mütenahî SALÂT yerindedir. Acaba, dünya gibi koca, büyük ve gafletle karanlıklı, vahşetli ve hâlî bir haneye birisi girse; ne kadar tedehhüş, tevahhuş, telaş eder; ve birden o haneyi tenvir ederek enis, munis, habib, mahbub bir Yaver-i Ekrem sadırda görünüp, o hanenin Mâlik-i Rahîm-i Kerim’ini o hanenin her eşyasıyla tarif edip tanıttırsa ne kadar sevinç, ünsiyet, sürur, ışık, ferah verdiğini kıyas ediniz. Zât-ı Risaletteki salavatın kıymetini ve lezzetini takdir ediniz!}

Said Nursî

Neden Peygamberimize (A.S.M.) salat ve selam ederiz?

O, kâinatı okur, bir elindeki kitabıyla. Tesbihatıyla âlemleri çınlatır. Ve açar ellerini, Rabbinden sonsuzluk ister, kurtuluş ister, kavuşma ister, mutluluk ister.

Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin. (Ahzâb Sûresi, 33:56) “

Bu ayetin tasvir ettiği kâinat, Âlemlerin Rabbinden inen rahmetlere gark olmuş, gökleri ve yeri rahmet dualarıyla çınlayan bir kâinat idi. Ayet, o duaların ve rahmetlerin odak noktasında ise Ahirzaman Peygamberi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı gösteriyordu.

Bu tasvirleri destekleyen başka âyetler de vardır. Meselâ Enbiyâ Sûresinin bir âyeti, Peygamberimize hitaben, “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” buyurur. Bütün âlemlere bir rahmet olarak—âyetin vurgusuyla: ancak rahmet olarak—gönderilen zat için gökler ve yer dolusu rahmet dualarının edilmesinden daha doğal ne vardır?

Bediüzzaman Hazretleri, eserlerinin çeşitli yerlerinde bu manzarayı pek güzel bir şekilde yorumlar. Onun bu yorumu, geçmiş ve geleceğiyle birlikte tüm zaman ve mekânları kuşatan bir bakış açısından çekilmiş bir fotoğraf gibidir:

Orada, bütün varlık âlemini arkasına almış, Yer ve Gökler Rabbini zikreden ve Ona niyazda bulunan bir büyük zat vardır.

O, göklerde ve yerde ne varsa bir kitap gibi okur ve okutur.

Onun nuru altında hiçbir şey karanlıkta kalmaz.

Herşey canlanır, herşey Rabbini zikretmeye başlar.

Yaratılan ne varsa, onun getirdiği kitapla bir anlama kavuşur, bir değer kazanır.

O, bir kâinatı okur, bir elindeki kitabıyla.

Tesbihatıyla âlemleri çınlatır.

Ve açar ellerini, Rabbinden sonsuzluk ister, kurtuluş ister, kavuşma ister, mutluluk ister.

Bütün bunları, ardınca dizilen insan ve cin âlemleri için ister.

Gökler ve yer onu huşu içinde dinler, ona âmin’ler söyler.

İşte o âmin’ler, göklerden ve yerden ona giden salâvatlardır.

Alemlere rahmet olarak gönderilen için, her an âlemler rahmet duası eder, ona her an Alemlerin Rabbinden rahmetler iner.

Dualar gibi, her an onun arkasında dizilenler de artar.

Mahlûkat kafileleri birbiri ardınca dünyaya gelirler.

Ümmetine hergün yeni yeni fertler katılır.

Katılanlarla beraber, rahmete olan ihtiyaçlar da artar.

İhtiyaçlar arttıkça dualar ve âmin’ler de çoğalır.

Çünkü onu gönderen, onunla bütün âlemlere rahmet etmek istemiştir.

Onun için, o rahmet timsalinin mertebesi de sürekli bir yükseliştedir. Sebep olduğu hayırlar onun defterine geçer; salât ve selâmlar onun kadrini yüceltir.

Böylece, o, arkasına aldığı âmin’lerle, Rabbinin katında, niyazı reddedilmeyecek bir mertebeye erişir.

Nihayet, o içten niyazlarla, o güçlü âmin’lerle bir saadet yurdu açılır.

O gün, onun âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olduğunu herkes gözleriyle görür.

Ve inananlar, salât ve selâmlarıyla kendileri için ne büyük bir yatırım yapmış olduklarını anlarlar.

İşte, salâvatın bu anlamı ve önemi sebebiyledir ki, o Yüce Peygamber, “Kim bana bir salât ederse Allah ona on salât eder” buyurmuştur.

Duamın hepsini salâvata ayırayım mı?” diyen bir Sahâbîye onun verdiği şu cevapta da yine aynı hakikatin ifadesi vardır:

İşte o zaman Allah senin bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını da bağışlar.

Alem dolusu salavat..

Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin. (Ahzâb Sûresi, 33:56)

ALLAH Resulünün büyüklüğünü muhteşem bir tablo içinde tasvir eden bu âyet, biz mü’minlere de bu tablonun içinde yer alma çağrısı yapıyor.

Âyetin ilk olarak verdiği haber, Yüce Allah’ın ona salât ettiği şeklindedir. Allah’ın salât etmesi, rahmet anlamını taşır. Ayetin ifadesinde, bir de süreklilik vardır. Bu ise, “Âlemlerin Rabbi, sürekli olarak ona rahmet ediyor, ona rahmetini indiriyor” demek olur.

Bundan başka, Allah’ın meleklerinin de sürekli olarak Peygambere salât etmekte, yani rahmet duası etmekte oldukları haber veriliyor.

Şimdi, âyetin şu kısmının tasvir ettiği âlemleri bir düşünün:

Öyle bir âlem—yahut âlemler—ki, her an Rabbinden gelen bir rahmet yağmuru altındadır.

Bir yandan Âlemlerin Rabbinden rahmet inerken, bir yandan da, o yüce âlemleri dolduran, hadde hesaba gelmez, tasavvurlara sığmaz melek ordularından Ona rahmet duaları yükselmektedir.

İnen rahmet yağmurlarının, yükselen rahmet dualarının odak noktasında ise bir sevgili kul var:

Âhirzaman Peygamberi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.

Âyetin ikinci cümlesi, bizi de bu muhteşem tablonun içinde yer almaya çağırıyor:

Ey iman edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslimiyetle ona tâbi olun ve ona selâm verin” buyuruyor.

Bu İlâhî buyruğun yeryüzünde nasıl yankılandığını hep beraber görüyoruz:

Âlemlere rahmet olarak gönderilen o Peygamber yeryüzüne ineli beri, bu gezegen, hiç durmadan ona salât ediyor.

Ona teslim olmuş gönüllerden her saniye milyonlarca salât ve selâm yükseliyor.

Hiç durmuyor salât ve selâmlar.

Yeryüzü, bir nefes aralığı bile vermeksizin, geceli gündüzlü onu selâmlıyor, ona rahmet duaları ediyor.

Koca dünya, bir yandan da minarelerinin diliyle onu yad ediyor.

Henüz güneşin doğmadığı yerlerde onun adı yankılanmaya başlıyor.

Günün kapanışındaki ezanlarda yine onun yâdı var.

Gece ve gündüz birbirinin peşi sıra bu gezegeni dolaşıp dururken, ezanlar da dalga dalga birbirini izliyor. Ezansız bir an geçmiyor yeryüzünde.

Ve her ezanda onun elçiliği âlemlere bir kez daha ilân ediliyor.

Gece ve gündüz gibi, ezanlar ve salât ü selâmlar sarıp sarmalıyor bu şirin gezegeni.

Ve dünyamız, yüz binlerce minaresinden ve milyarlarca gönülden yükselen nida ve dualarla uzayın uçsuz bucaksız derinliklerinde uçup giderken, geçtiği her yerde salât ve selâmlardan yankılar bırakıyor.

Şöyle bir manzaranın bir anlık bir kesitini bile bir fotoğraf karesi halinde gözlerimizin önünde canlandırmamız, bu dünya şartlarında elbette ki mümkün değildir.

Düşünün ki, bu hadise, asırlardır gece ve gündüz demeden sürüp gidiyor.

Üstelik artarak, büyüyerek, gittikçe gürleşen sadalarla yankılanıyor bu ezanlar, bu salât ve selâmlar.

Her an, ona rahmet duası eden ve selâm gönderen dillere yenileri ekleniyor.

Yeryüzü onu böylece milyarlarca dille yad ederken, yüce âlemlerin sakinleri de yine ona rahmet duaları ediyorlar—Rablerinin onlara öğrettiği şekilde.

Yeriyle, göğüyle, âlemler rahmet duaları içinde çalkalanıp dururken, bütün âlemlere böyle bir duayı ilham edenin sonsuz rahmeti de onun üzerine inmeye devam ediyor.

Âlemleri kuşatan bütün bu duaların ve İlâhî rahmetin tam odak noktasında bulunan bir kimsenin asırlar boyunca bu salât ve selâmlarla nasıl bir mertebeye yükseleceğini düşünün, düşünebilirseniz!

Veya, bu kadar uzun bir hesaba girişmek yerine, onun herhangi bir andaki yükselişini düşünmeye çalışın:

Siz bir soluk alıncaya kadar, göklerden ve yerden ona edilen salât ve selâmlar, Âlemlerin Rabbinden ona inen rahmetler nasıl bir yekûn tutar?

Çok şükür ki, âyet, bizden böyle ağır bir hesap istemiyor.

Onun yerine, bize bir çağrı yapıyor:

Allah’ın melekleriyle ve iman eden kullarıyla beraber, o muhteşem tablo içinde yer alarak, âlemlere rahmet olan Zâta (A.S.M.) salât ve selâm gönderme çağrısı.

Ümit ŞİMŞEK