Etiket arşivi: selimiye camii

Mimar Sinan Kimdir (1490-1588)?

Mimar Sinan (1490-1588)

Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğdu. Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul’a getirildi. Zeki, genç ve dinamik olduğu için seçilenler arasındaydı. Sinan, At Meydanı’ndaki saraya verilen çocuklar içinde mimarlığa özendi, vatanın bağlarında ve bahçelerinde su yolları yapmak, kemerler meydana getirmek istedi. Devrinin mahir ustaları mahiyetinde han, çeşme ve türbe inşaatında çalıştı. 1514’te Çaldıran, 1517’de Mısır seferlerine katıldı. Kanunî Sultan Süleyman zamanında yeniçeri oldu ve 1521’de Belgrad, 1522’de Rodos seferinde bulunarak atlı sekban oldu. 1526’da katıldığı Mohaç Meydan Muharebesinden sonra sırası ile acemi oğlanlar yayabaşılığı, kapı yayabaşılığı ve zenberekçibaşılığa yükseldi.

1532’de Alman, 1534’de Tebriz ve Bağdat seferlerinden dönüşte “Haseki” rütbesi aldı. Bağdat seferinde Van Kalesi Muhasarasında, göl üzerinde nakliyat yapan kalyonlara top yerleştirdi.

Korfu, Pulya (1537) ve Moldovya (1538) seferlerine katılan Mimar Sinan, Moldovya (Kara Buğdan) seferinde Prut nehri üzerine onüç günde kurduğu köprü ile Kanunî Sultan Süleyman’ın takdirini kazandı. Aynı sene başmimarlığa yükseldi.

Mimar Sinan, katıldığı seferlerde Suriye, Mısır, Irak, İran, Balkanlar, Viyana’ya kadar Güney Avrupa’yı görüp mimari eserleri inceledi ve kendisi de birçok eser verdi. İstanbul’da devrin en meşhur mimarları ile Bayezid Camii’nin ustası Mimar Hayreddin ile tanıştı.

BAZI ESERLERİ

Sinan’ın mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar Halep’de Hüsreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Paşa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesi’dir.

Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, O’nun sanatının gelişmesini gösteren basamaklar gibidir. Bunların ilki, Şehzadebaşı Camii ve Külliyesidir. Külliyede ayrıca imaret, tabhane (mutfak), kervansaray ve bir sokak ile ayrılmış medrese bulunmaktadır.

Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Yirmiyedi metre çapındaki büyük kubbe, zeminden itibaren tedricen yükselen binanın üzerine gayet nisbetli ve ahenkli bir şekilde oturtulmuştur. Sükûnet ve asaleti ifade eden bu sade ve ahenkli görünüşü ile Süleymaniye Camii, olgunlaşmış bir mimariyi temsil etmektedir. Sekiz ayrı binadan meydana gelen Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Fatih’ten sonra şehrin ikinci üniversitesi olmuştur.

Mimar Sinan’ın en güzel eseri, seksen yaşında yaptığı Edirne Selimiye Camii’dir. Selimiye’nin kubbesi, Ayasofya kubbesinden daha yüksek ve derindir. 31,50 metre çapındaki kubbe, sekizgen şeklindeki gövde üzerine oturmuştur. Üç şerefeli ince minarelerine üç kişi aynı anda birbirini görmeden çıkabilmektedir. Sinan bu camiin ustalık eseri olduğunu ve bütün sanatını Selimiye’de gösterdiğini belirtmektedir.

Mimar Sinan, gördüğü bütün eserleri büyük bir dikkatle incelemiş, fakat hiçbirini aynen taklid etmeyip, sanatını devamlı geliştirmiş ve yenilemiştir. Eserlerindeki sütunlar, duvarlar ve diğer kısımlar taşıdıkları yüke mukavemet edebilecek miktardan daha kalın değildir. Kullandığı bütün mimari unsurlarda bu hesap dikkati çeker.

Mimar Sinan aynı zamanda bir şehircilik uzmanıdır. Yapacağı eserin, önce çevresini tanzim ederdi. Yer seçiminde de büyük başarı göstermiş ve eserlerini, çevresine en uygun tarzda yerleştirmiştir.

Bilinen eserleri: 84 camii, 53 mescid, 57 medrese, 7 darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 5 su yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 saray, 8 mahzen, 48 hamam olmak üzere 364 adettir.

DEPREME DAYANIKLI

Mimarın çok sayıdaki eserini inceleyenler, Sinan’ın depreme karşı bilinen ve gereken tüm tedbirleri aldığını söylemekteler. Bu tedbirlerden biri, temelde kullanılan taban harcıdır. Sadece Sinan’ın eserlerinde gördüğümüz bu harç sayesinde, deprem dalgaları emilir, etkisiz hale gelir. Yine yapıların yer seçimi de ilginç. Zeminin sağlamlaşması için kazıklarla toprağı sıkıştırmış dayanak duvarları inşa ettirmiş. Mesela Süleymaniye’nin temelini 6 yıl bekletmesi, temelin zemine tam olarak oturmasını sağlamak içindir.

Mimar Sinan, yapılarında ayrıca drenaj adı verilen bir kanalizasyon sistemi de kurmuştur. Drenaj sistemiyle yapının temellerinin sulardan ve nemden korunarak dayanıklı kalması öngörülmüştür. Ayrıca yapının içindeki rutubet ve nemi dışarı atarak soğuk ve sıcak hava dengelerini sağlayan hava kanalları kullanmış. Bunların dışında yazın suyun ve toprağın ısınmasından dolayı oluşan buharın, yapının temellerine ve içine girmemesi için tahliye kanalları kullanmıştır. Buhar tahliye ve rutubet kanalları drenaj kanallarına bağlı olarak uygulamaya konulmuştur.

İşte Sinan’ın eserlerini inceleyen ve birçoğunu da restore eden Mimar Abdülkadir Akpınar’ın söyledikleri:

“Karşılaştığım bir özellikten dolayı gözlerime inanamadım. Sinan’ın eserlerinde en ufak bir çıktı ve desen dahi tesadüf değil. Renklere bile bir fonksiyon yüklenmiş. Çünkü yapıyı herşeyi ile bir bütün olarak ele almış. Bütün ölçülerini ebced hesabına göre yapmış ve bir ana temayı temel almış.

Ölçülerini asal sayıya göre yapmış ve onun katlarını baz almış. İlmini din ile bütünleştirip mükemmel eserler ortaya koymuş.

Örneğin Sinan, Kur’an-ı Kerim’de geçen “Biz dağları yeryüzüne çivi gibi gömdük…” ayetinden etkilenerek yapılarının yer altındaki kısmını ona göre inşa etmiş. Yapıları hislerine göre değil, matematiksel olarak oluşturmuş. Bugünün teknolojisi bile Sinan’ın yapmış olduğu bazı uygulamaları çözemiyor. Küresel ve piramidal uygulamalarının bir başka benzeri daha yok. Ama bunların hepsi estetik sağladığı gibi yapının sağlamlığını da pekiştirmiştir.

MİMAR SİNAN TÜRBESİ

Süleymaniye Camii ‘nin eski ağalar kapısının karşı köşesinde, yol ayrımında üçgen bir alandadır. Önde som mermerden yapılmış bir sebil görülmektedir. Sebilin arkasındaki ufak mezerlıkta 6 sütunlu, üstü örtülü ve etrafı açık türbede Mimar Sinan’ın mezarı bulunmaktadır. Türbesini ölümünden az önce kendisi yapmıştır. 1933 yılında Mimar Vasfi Egeli tarafından restore edilmiştir. Sandukanın uçları ile üzerindeki burma kavuk, mermerdendir. Sokağa bakan demir parmaklıklı bir pencereden türbe görünür.

Doç. Dr. Sefa SAYGILI

Mimar Sinan’ın Akıl Almaz Sırları “Selimiye Camii”

Selimiye’nin uzun yıllar boyunca süregelen, kulaktan kulağa, nesilden nesile aktarılan hikayeleri günümüze kadar söylene geliyor.

Hz. Muhammed’i (S.A.V) rüyasında gören padişah II. Selim, Peygamberin emri üzerine onun rüyada işaret ettiği, bugünkü cami alanının bulunduğu yere bir cami yaptırmaya karar vermiştir. Selimiye’nin Temel Taşları Hakkında Koca Sinan, ustalık eserimdir, dediği bu yapının inşaatına başlamadan önce, inşaatta kullanacağı bütün taş malzemeyi araziye yerleştirmiş. İki yıl süresince tonlarca taş zeminin üzerinde beklemiş. İnşaatçıların kullandığı “zeminin oturması” denen bir olay vardır. Sinan da Selimiye’nin zeminini önceden sıkıştırarak,bu şekilde zeminin oturmasını sağlamıştır. Böylece iş bittikten sonra oluşacak olan çatlama ve kaymaların önüne geçmiştir. Temellerinin atılmasının uzun sürmesi hakkında İnşaat hızla ilerlemekte iken, Mimar Sinan bir gün ortadan kaybolmuş. Her yeri aramışlar, ama Mimar Sinan’ı kimse bulamamış. Tam 8 yıl sonra, Mimar Sinan çıkagelmiş. Caminin kaldığı yerden devam etmesini buyurmuş. Sultan Selim, inşaatın 8 yıl beklemesine çok sinirlenmiş: “Tez getirin Sinan’ı” diye buyruk çıkartmış.

Sultan Selim bu; tüm saray eşrafı korkudan tir tir titriyor, Selim’in gazabından korkuyorlarmış. Mimar Sinan gayet sakin huzura çıkmış. Selim “anlat” demiş sadece, gözlerinden şimşekler çakıyormuş. Hazır olmasını buyurduğu celladın eli kılıcının kabzasına gitmiş. Sinan kendinden emin, temelin sağlam olması için zaman gerektiğini söylemiş ve eklemiş: “Hesaplarıma göre 8 yıl gerekiyordu” demiş. Sultan Selim, eliyle cellada dur işareti vermiş ve Mimar Sinan’ın dehası karşısında diyecek bir şey bulamamış. Selimiye ve Çağrışımlar Selimiye Camii’nin 31.25 m çapındaki tek kubbesi Allah’ın tek olduğuna işaret eder. Benzer şekilde, Selimiye Camii’nin pencerelerinin 5 kademeli oluşu İslam’ın 5 şartını, 4 vaaz kürsüsü 4 hak mezhebini, Selimiye Külliyesi’ndeki toplam 32 kapı islamiyetin 32 farzını, arka minarelerde 6 yolun olması imanın 6 şartını, 12 şerefesi ise onikinci padişah tarafından yaptırıldığını ifade etmektedir.

Koca Sinan, ustalık eserimdir, dediği bu yapının inşaatına başlamadan önce, inşaatta kullanacağı bütün taş malzemeyi araziye yerleştirmiş. İki yıl süresince tonlarca taş zeminin üzerinde beklemiş.

İnşaatçıların kullandığı “zeminin oturması” denen bir olay vardır. Sinan da Selimiye’nin zeminini önceden sıkıştırarak, bu şekilde zeminin oturmasını sağlamıştır. Böylece iş bittikten sonra oluşacak olan çatlama ve kaymaların önüne geçmiştir.

1950-60 arası bir tarihte inşaat mühendisi, mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir Japon heyeti Türkiye’ye geliyor. Heyet İmar ve İskan Bakanlığı’ndan izin alarak ülkemizdeki tarihi yapıları incelemeye başlamış. Ayasofya’yı, Yerebatan Sarnıcını filan gezdikten sonra sıra Sinan’ın kalfalık eseri Süleymaniye Camisi’yle Sinan’ın öğrencisi Mimar Davut Ağa’nın eseri Sultanahmet Camisi’ne gelmiş. Japonlar bu camiler üzerinde günlerce inceleme yapmışlar.

Bunun üzerine Türkiye programının gerisini tamamen iptal edip, bu iki cami üzerine yoğunlaşmışlar. Araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı sırasında bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yıkılmaktan kurtulabildiği ortaya çıkmış. Minareleri incelediklerinde ise şaşkınlıkları ikiye katlanmış.

JAPON MÜHENDİSLERİN ŞAŞKINLIKTAN KALDIĞI AN

Her geçen gün şaşkınlıkları daha da artıyormuş. Çünkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevşek bir zemin üzerine inşa edildiğini anlamışlar. Ama bunca yıl, bu camilerde bir çatlak dahi olmamasına akıl sır erdirememişler

MİNARELERDEKİ RAYLI SİSTEM

Minarelerin çok daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne yaklaşık 5 derece yatabildiğini görmüşler.

Daha derin araştırma yapmak için Edirne’ye, Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camisi’ne gitmişler. Selimiye’nin tüm sırlarını aylarını harcayarak çözmüşler.

Japonya’ya döndüklerinde ise Sinan’ın sırlarını uygulamaya sokarak şehirlerini Sinan’ın kullandığı sistemlerle kurup muazzam gökdelenler dikmişler.

Selimiye ile ilgili bir başka hikaye ise şöyle: “Bir gün Selimiye Camii’ne girenler, kubbenin altında bir Japon’un ayaklarını kıbleye doğru uzatmış sırtüstü yattığını görmüşler.Tabii hemen Japon’u, “Burası kutsal bir yer. Bu şekilde yatmak bizim inançlarımıza göre saygısızlıktır. Lütfen oturun veya ayakta durun” diyerek uyarmışlar. Ancak, Japon gözlerini kubbeden ayırmadan söyle sayıklıyormuş; “Bu imkansız. Ben yılların mühendisiyim. Bu kubbe var olamaz. Hayal görüyorum. Bu kubbenin orada o şekilde durması fizik ve matematik kurallarına aykırı. Bu imkansız, orada hiçbir şey yok, orada hiçbir şey yok.”

SELİMİYE CAMİİ’NİN KUBBESİ

Mimar Sinan’ın Selimiye Camii’nin kubbesini o genişliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi matematiğin bilinen 4 ana işleminden farklı beşinci bir işlem oluşturarak çözdüğü söylenir. Ayrıca minarelerin şerefelerine çıkanların yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir bir dehanın ürünüdür. Almanlar aynı sistemi meclislerinin önündeki dev kürede kullanmışlar.

Yazan:Said

Mimarlık Sanatının Doruğu “Koca Sinan”

Mimar Sinan’ı elbette en iyi anlatacak olan onun şu günümüze kadar ulaşan eşsiz eserleridir şüphesiz. Biz de merhum Ziya Paşa’nın dediği gibi; “Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz, / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” diyoruz ve yazımıza başlıyoruz.

Sinan’ın bütün eserleri adeta bir sanat harikası… Ama bu eserler arasında bir eser var ki Mimar Sinan ‘375 sanat ve marifet üzerine yapılmıştır’ dediği Selimiye Camisi’dir. Aynı zamanda “Şehzadebaşı çıraklık, Süleymaniye kalfalık, Selimiye ise ustalık eserimdir.” der ve ekler “Süleymaniye’de yakalayamadığım sesin akustik sistemini Selimiye’de yakaladım.” Bu konuya aşağıda değineceğiz.

Dünyanın yedi harikası oylamaya sunulduğu zaman nedense hep Ayasofya’dan bahsedilir ülkemizin sınırları içerisinde. Mimar Sinan’ın “Ustalık eserim” dediği Selimiye Camisi oylamaya bile dâhil edilmez. Seçimler biter ve yedi harika açıklandıktan birkaç gün sonra bazı gazetelerde “Yedi harikadan biri Edirne Selimiye Camii olması lazımdı” yazılarına rastlarız çoğu zaman. Bu da gösteriyor ki sadece yazarlarımız kendi imkânları ile tanımış bu harikulade eseri, hala vatandaşlarımıza tanıtamamışız.

Aslında Ayasofya’nın da hakkını yememek lazım. Çünkü Mimar Sinan’ı ateşleyen, bu eser için söylenen sözler olmuştur şüphesiz. “Ben Mimar Sinan” isimli yazısında Turgut Özakman şu ifadeleri kullanır:

“Tarih diyor ki: Doğu Roma İmparatoru Justinyanos, Ayasofya kilisesinin, eski İsrail Kralı Süleyman’ın Kudüs’te yaptırdığı ünlü tapınaktan daha büyük olmasını istemiş. Rivayet edilir ki bina bitince İmparator Justinyanos, kubbenin altında durmuş ve şöyle bağırmış: “Ey Süleyman! Seni yendim!

Mimar Sinan’ın zamanında ve öncesinde söylenen bazı sözlerse Sinan’ın dilinden şöyle yansır: Avrupa’nın mimar geçinenleri “Ayasofya kubbesi gibi büyük bir kubbe İslam Âleminde yapılmamıştır. Müslümanlara karşı galebemiz vardır” derlerdi. Yanlış görüşlerince o kadar büyük bir kubbeyi durdurmak son derece zordur. “Benzerini yapmak mümkün olsa yaparlardı” dedikleri bu zavallının yüreğinde bir ukde olup kalmıştı.

İşte bu sözler Sinan’ın içindeki kıvılcımı ateşler, yine kendi ifadesiyle “Ayasofya kubbesinden altı zira daha yüksek ve çevresini dört zira daha geniş” olan kubbeli eseri Selimiye Camisi’ni yapar.

Cami yapıldıktan sonra ne yaptıran 2. Selim ne de Mimar Sinan cami içerisinde “Ey Justinyanos! Seni yendim!” diye bağırmamışlardır. Ve yine latif bir hatıradır ki 2. Selim Mimar Sinan’ı Ayasofya’nın tadilatı için görevlendirir. Sinan önce kubbede tadilat yapar ve daha sonra Ayasofya’ya minare yaptırır ve der ki “Ayasofya elbette ki çok ihtiyarlamıştı, yaptırdığım minareler ile kollarının arasına iki baston koymuş oldum, böylelikle Ayasofya da kıyamete kadar baki kalacaktır.

Bir Japon mimarı Edirne’ye geldiği zaman Selimiye Camisi’nde kubbenin altına uzanır, bunu gören görevliler Japon’un yanına gelir ve “Ne için burada uzanıyorsunuz” diye sorar. Japon ‘Kubbenin düşmesini bekliyorum’ der. Görevliler, yüzyıllardır kubbenin bu şekilde durduğunu anlattıkları zaman Japon mimar çok şaşıracaktır.

Caminin sanatını anlamak için mimar olmaya gerek yok. İsterseniz avam gözüyle camiye biraz bakalım. İstanbul istikametinden Edirne’ye girdiğimiz zaman Edirne semalarında iki minarenin yükseldiği görünür. Selimiye ise dört minarelidir. İki minare görünmesinin sebebi ise minarelerdeki simetridir. Dayezade Mustafa Efendi, Risale-i Selimiye‘sinde bu durumu “Seferlerde farzlar kısaltılır, bu da Cenab-ı Hakkın insanlara sunmuş olduğu kolaylıktır. Farzları dört değil iki kılabilirsiniz” diyerek bu dört minarenin iki görünmesinin hikmetini anlatır. Dört minare Edirne’nin çevresinden iki ve üç olarak simetrik bir şekilde görüldüğü ortaya çıkar, sanki bir kare çizilmiş dört köşesine aynı boyutta dört minare.

Şimdi caminin tam karşısındayız. Selimiye adeta maketten yapılmış büyük bir mimariyi andırıyor. İnsanın aklı almıyor böyle bir mimari sanat olabilir mi diye? Hatta Selimiye’yi gören bir kısım insanlar “Bu eser bir insan yapısı değildir, gökten inme bir mabettir” demişlerdir. Caminin bazı kapılarında zincirlerin olduğunu görürüz. Başını eğmeden geçemezsin o zincirlerden. Bu zincirlere bazıları “Enaniyet Zinciri” der. Eskiden padişahlar bile bu zincirlerden başını eğip geçerlermiş. Bu zincirler huzur makamına girişteki ilk adım olarak ifade edilir ayrıca padişahım sen büyüksün ama unutma ki senden büyük Allah var sözünün sembolik hali olmuştur. Bazı zamanlar bu sözleri padişah camiye girerken kenara dizilmiş küçük talebelerden işitirlerdi “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var.”

Şimdi içerdeyiz. İlk dikkatimizi çeken camideki ses sistemi oluyor. Küçük çocuklar sesten memnun kalmışlar ki içeride annelerin sinirlenmesine inat, bir köşeden bir köşeye bağıra çağıra koşuşturuyorlar. Sinan’ın “Sesin netliğini Selimiye’de yakaladım” dediği akustik harika. Süleymaniye Camisi inşa edilirken Sinan’ın mihrapta nargile içtiği söylentisi yayılır. Bu söylenti, Kanuni’ye kadar varır. Kanuni, söylentiyi duyunca pek ihtimal vermez. Sinan gibi muhterem bir insanın camimin inşaatı sırasında mihrapta nargile içmesi hürmetsizliktir, o bu hürmetsizliği yapmaz der, fakat buna rağmen bir gün ansızın inşaata baskın yapar. Bakar ki, Sinan gerçekten de mihrapta nargile tokurdatıyor.

Mimarbaşı ne yapıyorsun burada?” der Kanuni.

Sultanım, görüyorsunuz ya, nargilemi tokurdatıyorum” diye cevap verir Sinan.

Mimarbaşı, camide nargile içilir mi, sen bu işi yapmazdın?” diye Kanuni sinirli bir şekilde sorar.

Sultanım dikkat edin, nargilemde tömbeki, tütün yoktur. Sadece suyun kaynamasından meydana gelen sesin camii içerisindeki sesin dağılımını kontrol ediyorum. Bu sayede hoca mihrapta namaz kıldırırken sesi camii içerisinde her bir yandan rahatlıkla duyulabilecek.” der Sinan. Süleymaniye’de başladığı bu akustik sistemi Selimiye Camisi’nde tam manasıyla ve daha az küp kullanarak elde etmiştir. Yerden yükselen ses aşağıya doğru sekiz kat daha artarak iniyor. Ama ne yazık ki tadilatlar Sinan’ın ses sistemini hırpalamaya yetmiş artmış bile. Ama hala akustik sistem kendini hissettirmekte.

Kışın gittiyseniz caminin içi ve yerlerin soğuk olduğunu göreceksiniz. Hâlbuki Sinan camiyi yaptığı zaman yanına inşa ettiği hamamın sularını caminin altından borular vasıtasıyla geçirip camiyi ısıtıyordu. E cami kadar ömrü yokmuş hamamın, Balkan Savaşları, Dünya Savaşları derken hamam sizlere ömür. Şu sıralar hamamı tadil ediyorlar, ama eski sistem geri gelir mi, meçhul. Unutmadan bu borular ile caminin depreme karşı tedbiri de alınmış oluyor. Mihrabın yanında bulunan iki silindir ile caminin dengede olup olmadığını yani depremden sonra yerinden oynayıp oynamadığını tahmin edebilmek için yerleştirilmiş bir sistemde mevcut. Bu arada silindirler dönmüyor şimdi. Korkmayın cami yerinden oynamadı. Bizim meraklı milletimizin silindirle oynamasına dayanamayan görevlilerimiz silindirin arkasını harçla kapamışlar. Hem merakta etmeyin “Kıyamet kopsa bile cami çökmeyecek” diyor Sinan. Rivayetlere göre Selimiye kare gibi yana yatıp yıkılacak, şayia manasındaki rivayetlerden bu.

Tek parçadan olan 25 basamaklı şahane bir minber karşımıza çıkar. 2. Selim, Sinan’dan minberin altın yapmasını ister. Sinan ise “Padişahım! Bu devirde altının alıcısı çoktur. Bir bıçak tedarik edip az zamanda bu minberi harap eder çalarlar. Ben öyle bir minber yapayım ki altından kıymetli olsun.” der.

Caminin arka iki minaresinde üç değişik yol vardır. Birinci yol bir ve üçüncü şerefeye, ikinci yol iki ve üçüncü şerefeye, üçüncü yol direkt üçüncü şerefeye gider ve gidenler birbirlerini görmeden üçüncü şerefede buluşurlar. Bu sistemi Sinan yine Edirne’de bulunan Üç Şerefeli Camisi’nin minaresinden örnek almış. Ama o minareye göre daha narin bir yapıyla ve ince bir kavisle iki minare göklere yükselir.

Minareler ilk yapıldığı zaman bir çocuk minarelerden birinin eğik olduğunu söyler. Mimar Sinan’ın kulağına eğik sözü gelince çocuğu çağırtır. Çocuğa hangi minarenin eğik olduğunu sorar ve daha sonra o minareyi iple bağlattırır. Ustalara minareyi çekin diye bağırırken bir yandan da çocuğa sorar “Evlat, minare düzeldi mi?” Çocuk bir noktadan sonra “Evet, düzeldi” der ve bu hadise de burada kapanır. Sinan’a “Niçin böyle yaptın, iple minare mi düzelir” diye sordukları zaman “Yalan da olsa insanların aklında şüphe bırakmamak lazım, şüphenin küçüğü büyüğü olmaz.” der.

Bazen küçücük evimizin, küçücük odalarında bile örümcekler ağlarından şikâyetçi oluruz. Selimiye gibi büyük bir mekânda da örümcek ağlarının olması normal karşılanacaktır elbette. Ama oda ne! Cami görevlileri çok titiz, cami içerisinde hiç örümceğin ağı yok. Şaka şaka bu kadar büyük bir yerde örümcek ağı olsa tamam olabilir ama temizlemesi en büyük işkence olurdu. İşte Sinan’ın dehası burada ortaya çıkıyor. Süleymaniye Camisi’nde asılı olan devekuşu yumurtalarını çıkarırlar. Sonra bir de bakarlar ki camide örümcek ağları ortaya çıkmaya başlar. Mesele anlaşılmıştır örümcek ağ yapmasını engelleyen devekuşu yumurtasıdır. Selimiye de ise Sinan devekuşu yumurtası asmamış ama yumurtayı harcın içerisine karıştırmıştır. Bu sayede örümceklerin önü kesilmiştir. Yüzyıllarca önce yapılan bu sistem neden evlerimizde de yapılmıyor ki? Ev hanımlarımızın birazcık işini azaltmış olurduk.

Selimiye, 2. Selim tarafından yaptırılır ama 2. Selim camisinin açılışı için yola çıktığı zaman Çorlu’da hakkın rahmetine kavuşur. Caminin içerisinde bulunan ve meşhur ters lalenin bulunduğu müezzin mahfilinin yapımı ise caminin inşaatından yaklaşık yüz sene sonra 3. Selim tarafından yapılır. Niye mi bunu anlatıyorum diye merak edenleriniz olabilir. Çünkü camiye gelen birçok insan 375 sanat harikasından birisine bile bakmadan Selimiye ve Sinan’la hiçbir alakası olmayan tamamen uydurma bir kabartma olarak yapılmış ters bir lale motifine bakıp gidiyorlar. Son yüzyılımıza kadar lale hakkında bir yazı bile kitaplarımızda bulunmazken Selimiye’deki sanatın ve Mimar Sinan’ın önüne geçirmeye çalıştıkları bu hurafe inanç yüzünden “Ters Lale yere geldiği zaman kıyamet kopacakmış!” gibi uydurmalarla tam bir sanat katliamı yapılmaktadır. Üzerine basarak tekrar etmek istiyorum. Selimiye’nin yapımında yüz yıl sonra yapılmış bir müezzin mahfilindeki ters lale ve son yüzyılımıza kadar geçen zaman dilimi içerisinde bahsedilmeyen bir lale. Yapılan bu mahfil yüzünden cami içi estetiğin zarar gördüğünü söyler Selimiye Camisi eski müezzini Nadi hoca. Söylediklerinde de haksız değildir bence.

Gel zaman, git zaman, Edirne defalarca elden düşer, Yunanlar, Bulgarlar, Ruslar Edirne’yi birkaç defa işgal ederler. Hatta Ruslar Selimiye’deki çinilerin bir kısmını söküp memleketlerine götürürler ya da kaba tabiriyle çalarlar. Hepsinin gözü Edirne üzerindedir. Ama “Selimiye gibi bir eser varken bizler nasıl hak dava edip de Edirne bizimdir, bizim elimizde kalacak, sınırlarımızın içine dâhil olacak” derler ve Selimiye sayesinde Edirne ülkemiz sınırları içerisindeki yerini muhafaza eder.

Sadece gözümüzün ucuyla seyrettiğimiz manzaradan bunlar çıktı. İşte Sinan işte Selimiye. Arif olana tek işaret yeter, devamı size ödev olsun.

Son sözü Sinan’a bırakalım, bakalım ne diyor; “Selimiye sırlardan bir sırdır, onu ancak arif olan anlar.

Kaynak: turunç kültür-sanat dergisi (4. Sayısı Sayfa:21/22)

Selimiye’de Bir Bardak Su İçebilmek

Selimiye camisine gidenler görmüştür, caminin içinde bir çeşme vardır ve çeşme adeta köy çeşmesi gibi amme hizmeti yapmaktadır. İnsanlar orada su içme veya hastasına götürme derdindedir. Selimiye gibi muhteşem bir eseri incelemek, şu anki teknolojiyle bile yapılması mümkün olmayan bu cami hakkında bilgi edinmek yerine suya haddinden fazla mana yükleyerek asıl yerinde fasılda takılmak hepimizin düşebileceği vahim bir durumdur.

Evet su mübarektir ama çeşmedeki su, şehir şebeke hattından gelen içme suyudur. Halbuki etrafımıza bir baksak; süslemeler, akustik, aydınlatma, havalandırma, alttan sıcak suyla ısıtma, kandil islerinden mürekkep eldesi, mimari, kubbe büyüklüğü, malzeme ve işçilik kalitesi bakımından  cami, lisan-ı haliyle beni tefekkür et diyor. Halbuki biz “kuyumcu dükkanında balon isteyen bebek gibi” ille de su peşindeyiz.
 
 
Biz demiri de indirdik ki, onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır…” Hadîd, 57/25.
 
 
Fakat nisan ayında iş değişir, suda farklı  bir zenginlik olur demirin eklenmesiyle. Kuran’da belirtildiği gibi demir gökten indiriliyor ama nasıl? Eskiden bazı müfessirler bunu, çok eskilerde, demirin indirildiği ve sonra depolanarak  kullanılmaya başladığı şeklinde yorumlamıştır. Fakat zaman yaşlandıkça gençleşen Kuran’ın bir mucizevi yönü daha, bilim ışığında ispatlandı.
Âyet-i kerîmedeki ‘demirin indirilmesi’ bahsinden, demirin belli dönemlerde yağmurla birlikte bir ölçü dâhilinde indirilmekte ve bu şekilde hayatın akışının kontrol edilmekte olduğu ispatlanmıştır.

Büyük çöllerden rüzgar fırtınaları ile havalanan kumlar günlerce havada kalır, içerisinde demir barındıran kumlar bulutla  gündüz vaktinde buluşmuş ise, adeta, bulutlardaki hususi hazırlanmış kazanlarda nemle karıştırılıp, güneş fırınında pişirilmeye başlanır. Ardından yağmurla beraber zeminimize yumuşak iniş yapar. Bilimsel olarak, nisan yağmurlarının yıl içinde en çok minerali içeren yağmur olduğu kanıtlanmıştır.

Her sene rumi nisan ayında gerçekleşen  eden bu olay Trakya ve Anadolu’da çeşitli müspet  davranışların   oluşmasına sebep olmuştur. Nisan yağmuru suyu ile yoğurt mayalanır, yıl boyunca saklanarak bebeklere bu sudan içirilir, hatta kelliğe bile iyi geldiği için şemsiyesiz gezilir bu ayda.
Son olarak edebiyatımızda nisan yağmurlarından bir örnek sunarak ilk yazımıza böyle veda edelim;
 
 
Cevahirname isimli kitapta şöyle yazıyor:
….güneş burc-i hamele gelüp (nisan ayı) yağmur vakti ola. deryanın yüzüne çıkarlar (balıklar) , ağızların açup yağmurların katresini yudup deryanın dibine inerler….(böylece) karınlarında inci hasıl olur.
Yani inci, yağmur damlasından meydana gelir imiş. Ayrıca yine nisan yağmurunda yılanın ağzına düşen damlalardan zehir hasıl olur.
 
 
Düşsek dehen-i yâre sadeften hele geçtik
Tek katre-i nisan gibi ummana dökülsek
 
 
Sevgilinin ağzındaki bir inci olamadık (dişi). Bundan geçiyoruz, bari onun yerine nisan yağmuru gibi denize düşseydik de, bizi bir balık yutsaydı. Böylece -sevgilinin ağzında olmasak da- bir inci tanesi olurduk. Belki böylece o inciden yapılan mücevherle yare yine ulaşırdık. Veya, yarin dişindeki incinin misli olan bir inci olabilirdik.
Burhan Ağaoğlu

 

Hizmet Takviminde Tanıdık Bir Fotoğraf

Bu sene hizmet takviminde tanıdık bir fotoğraf var. Aslında tanıdıktan maksat bizim çektiğimiz bir fotoğraf.

Edirne Selimiye Camisi fotoğrafı. HDR tekniği kullanılarak çekilmiş fotoğrafımız aslında aynı anda farklı pozlarda ayarlanmış 3 değişik fotoğrafın birleşimden oluşuyor. Amiyane tabiri ile normal, ışık ayarı arttırılmış ve azaltılmış çekimlerin birleşimi oluyor.

Teknik kısmını bırakalımda bu sene alacağınız takvimleri seçerek alın demekten başka bir kelime kullanmak istemiyorum.

İşte orijinal fotomuz ve Takvimin görünümü.