Etiket arşivi: Semerkand Aile Dergisi

Mutlu Olmak İçin Daha Ne Lazım Ki?

Daha birkaç yıl önce evlenen kızının sızlanmaları son günlerde iyiden iyiye artmıştı. Görünürde bir sıkıntıları yoktu halbuki. Kocasının iyi bir işi vardı. Evini, ailesini ihmal etmezdi. Biraz huysuzluğu vardı ama olurdu o kadar. Kızı da yıllardır hayal ettiği mesleği yapıyordu. Sağlıkları, sıhhatleri yerindeydi. Birkaç kez torun beklediğini çıtlatacak olmuştu, ama daha zamanı değil deyip susturmuşlardı. Anlayacağınız her şey istedikleri gibiydi. O zaman neden her geldiklerinde suratları bir karış oluyordu bu çocukların… Geçenlerde kardeşine “Çok mutsuzum” demiş. Sebep? İstedikleri eve paraları yetmiyormuş, daha çok çalışmaları gerekiyormuş. Tanıdık geldi değil mi bu hikaye? Pek çok anne baba son zamanlarda sıkça karşılaşıyor böylesi durumlarla.

TEK GAYEMİZ MUTLULUK OLUNCA

Geçenlerde bir televizyon dizisinde birbirini seven bir adam ve kadın evlilik konusunda konuşuyorlardı. Adam “Ama ben seni mutsuz ederim” dedi. Kadın hiç oralı olmadı, “Ben seninle mutsuz olmaya da razıyım” diye cevapladı sevdiği adamı. Doğrusu hiç de alışık olmadığımız türden bir diyalogtu bu. Çünkü artık bütün evlilikler, birliktelikler, aile ve arkadaşlık ilişkileri ‘mutluluk’ şartıyla kuruluyor. Tersi olduğu anda ipler kopuveriyor. Mutsuz olmayı bile göze alarak, birini yaşatabileceği sıkıntılara, zorluklara rağmen sevebilmek dünyanın en zor işi. “Mutsuzluk korkusu, bu kuşağın hastalıklardan biri. Reklamlar, diziler, filmler, çevremizde öyle bir mutluluk balonu şişirdi ki, uçup gidişini hayranlıkla izlediğimiz bu balon, bir türlü binemediğimiz, umutla beklediğimiz bir hasrete dönüştü. İdealize ettikçe şişen talepler, çekingenliği de büyüttü. Mutluluk beklentisini abarttıkça mutsuz olduk.” diyor Can Dündar bir yazısında. Haklı da…

Bu dünyanın büyük bir imtihan salonu olduğunu çok sık unutmaya başladık. En ufak bir kedere, en küçük bir sıkıntıya tahammülümüz yok. Sabrı, tevekkülü aklımızın ucundan geçirmiyoruz. Hastalandığımızda dünya başımıza yıkılıyor, işten atılıyoruz; acep nedendir diye sormayıp suçlu arıyoruz. Ailemizde bir sıkıntı baş gösteriyor, “Bu imtihanın hikmeti nedir?” diye düşünmek yerine “Eyvah mutluluğumuz alt üst oldu” diye karalar bağlıyoruz.

“MUTSUZ” OLMAKTAN AKLIMIZ ÇIKIYOR

Başına bir musibet gelen pek çok kişinin ilk söylediği söz artık “Neden ben?” oluyor. “Mutsuz” olmaktan aklımız çıkıyor. Ömrümüzün her anını güllük gülistanlık geçirmek istiyoruz. Hiç üzülmeyelim, gözyaşı dökmeyelim, gülelim, eğlenelim. İyi hoş da o zaman imtihan sırrı nerede kalacak? Izdıraptan, sıkıntılardan arınmış bir hayat süreceksek neden cennette değiliz de dünyada sürdürüyoruz fani ömrümüzü? Böyle düşünmemizin en temel sebebi dünya hayatına bakışımızın değişmesi. Bizden önceki kuşaklar ‘dünya imtihanı’nın daha çok bilincindeydi. Bu yüzden onlar savaşları, yokluğu, yoksulluğu büyük bir tevekkülle karşıladılar. Her durumda kulluk bilinciyle davranıp şükürden geri durmadılar. Dünya hayatında sevinçler kadar acıların, ızdırapların da olacağı bilgisine sahip olduklarından “mutlu olmak” onlar için hiçbir zaman hayatın tek ve biricik hedefi olmadı. Allah’ın razı olduğu bir kul olmak bizden önceki nesiller için çok daha hayati bir meseleydi.

Bizler ise ne yazık ki yaşadıklarımıza “tevekkül” penceresinden bakmaktan gitgide uzaklaşıyoruz.

Gözümüzü diktiğimiz televizyon ekranında bütün reklamlar neye sahip olursak daha mutlu olacağımızı söylüyor. Falan marka arabamız olursa dünyada bizden iyisi olmaz, filan konutlarından ev alırsak yüzümüz hep güler, şu marka buzdolabı mutluluğumuzu tamamlar, bu cep telefonuyla her sıkıntımız hallolur. Televizyon dizilerinde hikayeler hep mutlu sona ulaşmak içindir; sevdiğine kavuşmak isteyen bir aşık kendi mutluluğu uğruna sayısız insanın hayatını alt üst etmeyi göze alır. Nefes alıp vermemizin tek gayesi, bütün istek ve arzularımızın gerçekleştiği problemsiz bir hayata sahip olmaktır sanki. Çocukluktan itibaren girilen bütün sınavlar, kazanılan başarılar, ailemizi bile ikinci plana atmamıza yol açan kariyer planları hep kusursuz bir ömür geçirelim diyedir. Zaten bütün kişisel gelişim kitapları da bu düşünceyi hakim kılma anlayışıyla yazılır. “Kendinizi önemseyin, siz önemlisiniz” mesajı verilirken hayatın gerçekleri ve “mutluluk”un nerede aranması gerektiğinden ise bahsedilmez çoğu zaman. Mutluluk hiç de uzakta değil halbuki; sahip olduklarımıza şöyle bir baksak göreceğiz.

Hilal Arslan / Semerkand Aile Dergisi

Çocuklarımızın Kuran Eğitimi

Aile içinde ister büyük ister ufak olsun her bireyin mükellef olduğu bir vazife vardır. Ancak en büyük vazife anne babaya düşmektedir. Çocukların tahsili ve onlara dinlerini güzelce öğretmek, meslek sahibi yapmak, güzel ad takmak, sünnet etmek, evlenme çağına geldiğinde salih/saliha biriyle evlendirmek ve evlilik hakkında bilgilendirmek gibi mesuliyetler anne babanın çocuklarına karşı görevleri arasındadır.

Anne babanın çocuklarına karşı sorumlu oldukları en önemli görevlerinden birisi de; onlara iyi bir eğitim verebilmektir. Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde, “Evladın ana-babası üzerinde üç hakkı vardır: Doğduklarında güzel bir isim vermek, eğitim öğretimlerini yaptırmak, evlenme çağına gelince de evlendirmektir” buyurmaktadır.

Çocuğun gelişmesi ve yetişmesinde anne-babanın rolü çok önemlidir. Bir anne-baba çocuklarının sadece dünyevi ihtiyaçlarını değil uhrevi kazançlarını temin yolunda da gayret göstermelidir. Kuran-ı Kerim’de, “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” (Tahrim, 6) buyrularak kişinin ailesinden sorumlu olduğuna işaret edilmiştir.

Ancak ne yazık ki çağımızın insanı, kendi öz evladını bile sudan sebeplerle ihmal eder duruma gelmiştir. Geleceğimizin teminatı, dünya hayatının ziyneti ve Allah’ın emaneti olan çocuklarımızı ruhen ve bedenen sağlıklı bir şekilde yetiştirmek hepimizin görevidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz” (Tirmizi) buyurur. En güzel terbiye elbetteki İslam ahlakı, onun da anahtarı Kur’an-ı Kerim’dir. Bu açıdan, yetişen nesillerimizi Kur’an-ı Kerim ile tanıştırmak büyük önem arz eder. Çünkü Kur’an, insanlar için bir hidayet kaynağı, gönüllere şifa ve Allah’tan bir rahmettir.

KUR’AN ÖĞRENMEYE NE ZAMAN BAŞLAMALI?

Eğitimcilerin bildirdiklerine göre, çocukluğun 3 ila 6 yaş arası Kur’an harfleriyle tanışma çağıdır. Çünkü bu çağda çocuk 1,5 ila 2 yaşında başladığı konuşmayı, kelime hazinesini ve telaffuz yeteneğini geliştirmektedir. Ayrıca bu çağda çok soru sorması, öğrenmeye ne kadar elverişli ve hazır olduğunu göstermektedir. Bu yaşlar öğrenmeye adeta aç olan çocuğa Kur’an öğretmeye başlamak için güzel bir zamandır. En önemlisi bu yaşlarda çocuklarda görsellik daha ön planda olduğu için Kur’an harflerini çok daha çabuk öğrenip hafızasına yerleştirebilmektedir. Zaten şu anda dil bilimciler çocukların birden fazla dil öğrenebilmesi için 3 ila 6 yaş arasının iyi değerlendirilmesi gerektiğini bildirmektedirler.

Kuran eğitimi, üzerinde hassasiyetle durulması gereken önemli bir konudur. Kur’an’ı öğrenmek, okumak, onunla amel etmek ve gelecek nesillere aktarmak Müslümanlığımızın temeli ve en güzel göstergesidir. Bu sebepledir ki Peygamber efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde bizleri Kur’an okumaya ve onu öğrenmeye teşvik ederek şöyle buyurmuşlardır: “Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim)
Yine Peygamberimiz (s.av), “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir” (Buhari) buyurarak, Kur’an öğrenmenin ve öğretmenin de faziletine dikkat çekmiştir. Şu gerçektir ki, bu gün gençliğin Kur’an okuyamayışının temel sebeplerinden biri de anne ve babaların, vaktinde çocuklarına bu eğitimi vermeyişleri veya Kur’an öğrenmeleri için çaba göstermemeleridir. Bakıldığında gençler, yaşları ilerlemiş olmasına rağmen Kur’an okuyamayışlarını üzüntüyle ifade ettikten sonra bu durumda olmalarının sebebinin, vaktinde anne ve babalarının kendilerini yönlendiremeyişi olduğunu belirtmektedirler. Çocuklarının Kur’an’ı öğrenmesine vesile olan anne babalar için şu hadis-i şerif yeterlidir aslında: “Kendisine dua eden hayırlı bir evlat sahibi anne–babanın amel defteri kapanmaz.” (Müslim)

TATİL FIRSATI İYİ DEĞERLENDİRİLMELİ

Tatilin yan gelip yatmak olmadığını, “Boş kaldığın zaman hemen (başka) işe koyul” (İnşirah, 7) ayetinde anlıyoruz. Çocuklarımız için; Kur’an-ı Kerim gibi dinlendirici ve ferahlatıcı bir kitaba yönelmek tatillerinde en hayırlı iş olacaktır. Kur’an’ı öğretmek için tertiplenmiş olan yaz kurslarını, kendimiz ve çocuklarımız için fırsat bilmeliyiz. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, Kur’an okumak için bir araya gelen topluluk hakkında şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın evlerinden bir evde (cami ve mescidlerde) Allah’ın kitabını okumak ve aralarında müzakere etmek için bir araya gelen topluluk üzerine huzur iner, onları rahmet kaplar, melekler onları kuşatır ve Allah Teala, onları kendi katındakilerle birlikte anar.” (Müslim)

Rabbimizin kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i ve dini bilgileri öğrenmek için, yaz tatili güzel bir fırsattır. Yaz kursları, cami-çocuk buluşmasını sağlayarak bazı dini görevlerin manevi bir hava içerisinde uygulandığı zamanlardır. Çocuklarımız, ailelerinde ve okullarında öğrendikleri dini bilgilerini, bu kurslarda uygulayarak pekiştirirler. Yaşayarak öğrenirler. Dini uygulamalarda önemli bir yeri olan dua ve namaz sureleri de daha çok bu kurslarda ezberlenmektedir. Kur’an-ı Kerim okumayı bilenlerin çoğunluğu, Kur’an okumayı ilk defa yaz Kur’an kurslarında öğrenirler. Temel dini bilgilerini de genellikle burada alırlar.

EVLADINA KURAN ÖĞRETEN ANNE BABANIN MÜKAFATI

Gözlerimizin aydınlığı olan yavrularımız, Rabbimizin bizlere birer lütfu ve emaneti olarak, tertemiz bir yaratılışla dünyaya gelmişlerdir. Yüce Allah’ın ilk emri: “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku…” (Alak, 1) olduğuna göre çocuklarımıza, kitapların en yücesi Kur’an’ı öğretmek bizlere yüce Rabbimiz’in hoşnutluğunu kazandıracaktır. Sevgili Peygamberimiz: “Kim Kur’an okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü anne ve babasına, ışığı güneş aydınlığından daha parlak bir taç takılır ve yine onun anne ve babasına değeri dünyalara değişilmez iki elbise giydirilir. Onlar: ‘Bize niçin giydirildi?’ diye sorduklarında; kendilerine: ‘Çocuğunuzun Kur’an öğrenmesinden dolayı diye cevap verilir” (Ebu Davud) buyurmaktadır.

Unutmayalım! Ağaç yaş iken eğilir. Çocuklarımızın Kitap’ını, dinini öğrenmeye vesile olmak, her anne-babanın görevidir. Anne-baba Çocuklarına Kur’an öğretmekle yavrularının dünya ve ahiret saadetine nail olmalarına ve huzurlu bir ömür sürmelerine yardımcı olmuş olur.

Hüseyin Okur / Semerkand Aile Dergisi