Etiket arşivi: Sevim Şentürk

Sıratı, kuşlar gibi geçmek için, bol bol salavat çekin

Salavât-ı şerife nedir, neden okunur, ne zaman okunması gerekir, okumak farz mıdır, dünya ve ahiretimize ne gibi katkıları vardır? Kutlu Doğum’la birlikte başlayan salâvat-ı şerife kampanyaları pek çoğumuzun aklına bu soruları getiriyor. Bu nedenle, Efendimiz (sas)’e armağan edeceğimiz salavatların hükmünü öğrenmek için bu soruları ilahiyatçılara yönelttik.

Peygamber Efendimiz (sas)’in doğumunun kutlandığı mübarek zaman dilimine girdik. Mü’minler bu yıl da, ‘Kutlu Doğum Haftası’nı, en iyi şekilde nasıl geçirebileceklerinin telaşında. Kimi, O’nu anlatan program düzenliyor, kimi de O’nun hayatını öğrenebileceği kitaplar okuyor. Kimi Süleyman Çelebi’nin o güzel şiiri Mevlid-i Şerîf’i okutturuyor, camilerde ikramlarda bulunuyor; kimileri de sokak sokak gezip gül dağıtıyor. Bütün bu etkinlikler, Efendimiz’e hediye edilen ‘Salât ve Selam’ların yanında teferruat kalıyor. Mü’minler, bu kutlu hafta geldiğinde en çok Efendimiz’e ‘Salât ve Selam’ yollamak için yarışıyor, haftalar öncesinden salâvat kampanyaları başlatıyor.

Salâvat neden Efendimiz’i (sas) anmak için bir yol olarak seçilmiştir? Bu sorunun cevabını, İlahiyatçı Mehmet Y. Şeker ve Prof. Dr. Faruk Beşer’den aldık. Onlardan, Peygamber Efendimiz’e (sas) neden salat ve selam göndermemiz gerektiğini, hayatımıza ne gibi katkıları olduğunu, bunun Yüce Allah ve Hz. Peygamber nazarında neden önemli olduğunu öğrendik.

Salâvat getirmek Allah’ın emri

Salavât, salât’ın kelimesinin çoğulu ve tebrik, dua, istiğfar, rahmet gibi anlamlara geliyor. Kur’ân-ı Kerîm’de, Ahzâb Sûresi 56. ayette de Efendiler Efendisine (sas) salâvat getirmek açıkça emrediliyor. Yüce Allah bu âyet-i kerime de şöyle buyuruyor: “Allah ve melekleri, peygambere salâvat getirirler. Ey mü’minler! Siz de ona salât edin ve samimiyetle selam verin.

Prof. Dr. Faruk Beşer’e göre, salavât Efendimiz’e olan saygının bir ifadesi. Ve Allah bu ayet-i kerime ile bize bu saygı ifadesini her zaman söylememizi açık açık emrediyor. Beşer, bu nedenle Hazreti Peygamber’e salât getirmeyi mü’minlerin bir vazife addetmesi gerektiğini söylüyor. Mehmet Y. Şeker ise neden salâvat getirmemiz gerektiğinin izahını farklı bir pencereden yapıyor. Şeker, “Cenab-ı Allah bize, orucu, namazı ve pek çok ibadeti Kur’ân-ı Kerîm’de emreder ama bu ibadetlerin hiç birini kendisi yapmaz. Ancak, Ahzâb Sûresi 56. ayette Peygamber’e melekleriyle birlikte salât ve selamda bulunduğunu söyler sonra da kendi yaptığı bir şeyi kullarına da emreder. Bu yüzden Hazreti Peygamber’e (sas) salât edip selam vermeyi Yüce Allah’ın da yaptığını görüp hayatımızın merkezine koymalıyız.” diyor.

Mehmet Y. Şeker, Allah’ın emrettiği bu ibadetin farz olup olmadığı konusuna da açıklık getiriyor: “Her mü’minin ömründe bir kez Peygamber’e salât ve selamda bulunması farzdır.” Şeker, daha sonra şunları ilave ediyor: “O’nun adı anıldığında salât göndermek vacip olduğu, namazda salât okumanın Efendimiz’in (sas) sünneti olduğu konusunda âlimler ittifak etmiştir. Konuya dair çeşitli ihtilaflarda söz konusudur. Bazı âlimler, Allah Resulünün adının her anıldığında salâvat getirmenin vacip olduğunu, bazıları da Hz. Peygamber’in (sas) adının kaç defa anılırsa anılsın bir kez salâvat getirmenin vacip olduğunu söyler.

Prof. Dr. Faruk Beşer ve Mehmet Y. Şeker’e göre inananlar, nefsin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine karşı koyabilmek, Cenâb-ı Allah ile olan irtibatını sağlamlaştırabilmek için salâvatı dilden düşürmemeli. Kutlu Doğum bu alışkanlığı kazanmak için bir fırsat ama salâvat-ı şerîfeyi sadece bu kutlu zaman diliminde okumamalı, yılın her gününe yaymalıyız. Çünkü dünyamıza ve ahiretimize katkıları saymakla bitmiyor.

Salâvat getiren, lütuflandırılır

Faruk Beşer’e göre, Efendimiz’e salât ve selam getirdiğimizde, Yüce Allah kullarına, Resul’ü için istenen merhametin on katıyla mukabelede bulunuyor: “Ey Peygamber! Ümmetinden sana salât getirenin on günahını affedeceğim, on hasene vereceğim ve onun makamını on derece yükselteceğim.” Efendimiz’in hadisi de yine Beşer’in bahsettiği lütufların birebir kaynağı. Salât getirmenin dünya ve ahiretimize katkılarını Efendimiz bizzat bildirmiş. Bu hadislerden en önemlisi “Ümmetimden bana salât gönderene şefaatim vacip olur.” hadisiyle kendisine okunan salâtların bizlere şefaatçi olacağını bildirmesidir. Beşer, salavâtların Efendimiz ile aramızda bir bağ oluşturduğunu da söylüyor. “Salâvat çekerek, Efendimiz’e ‘Seni tanıyor, Seni seviyor, Sana inanıyor, Seninle yaşıyoruz’ demiş oluyoruz.” diyor.

Mehmet Şeker salâvatların dünya ve ahretimize neler sağladığını öğrenmek için inananların konuya dair hadislere bakmasını tavsiye ediyor. “Efendimiz’in, ‘Bana salâvat okuyan bir mü’min yoktur ki ona melekler rahmet duası etmemiş olsun. Bu, bana salâvat okuduğu müddetçe devam eder. Kul bunu, ister az ister çok yapsın.‘, ‘Kim bana bir defa salât getirirse, Allah Teâlâ da ona on misli merhamet eder.‘, ‘Kim herhangi bir kitapta benim üzerime salavat getirirse, isimim orada kaldığı müddetçe, melekler o adam için istiğfar eder.‘ gibi hadisleri salâvatın önemini izah ediyor.” diyor.

Salavat-ı şerifelerden bazıları

Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn, vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Allâhümme salli alâ Muhammedin ve enzilhü’l- münzele’l-mukarrebe ındeke yevme’l- kıyâmeti.

Allâhümme salli alâ Muhammedin abdike ve rasûlike’n- nebiyyil ümmiyyi.

Allâhümme salli alâ Muhammedin kemâ hüve ehlühû, Allâhümme salli alâ Muhammedin kemâ tuhibbü ve terdâ lehû.

Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve ala âli seyyidinâ Muhammedin vesellim.

Sallallâhü alâ seyyidinâ Muhammedin ve cezâhü annâ mâ hüve ehlühû.

Salavâtullâhi ve melâiketihî ve enbiyâihî ve rusülihi ve cemîi halkıhî alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve aleyhisselâmü ve rahmetullâhi ve berekâtühû.

Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sellim ve eczihî annâ hayre’l-cezâi.

Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin min’es- semâvâti vel arzı ve min’el-arşil azîm.

Sevim Şentürk / Zaman Gazetesi

Allah rızası için attım bir Tweet!

Sosyal medyada dinî konularda açılan sayfalar, gruplar ve hesaplar gün geçtikçe çoğalıyor. Bu sayfalar kim tarafından neden açılıyor? Paylaşımlar hangi konular üzerinde şekilleniyor? Uzmanlar, bunu nasıl değerlendiriyor? cevaplar, ‘din sörfü‘nde saklı!

Facebook, Twitter hayatımıza girdiğinden bu yana, tartışacağımız konulara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Bunlardan biri de sosyal medya ve din ilişkisi… Birkaç yıl önce tanışmamıza rağmen, insanî pek çok ihtiyaçta olduğu gibi dini anlatma ve öğrenme vazifeleri sosyal medyaya da kaydı. Bayramlar da, kutsal gün ve geceler de insanların kendi sayfaları üzerinden o günlere özel din içerikli video, fotoğraf, ayet, dua, hadis-i şerif gibi kısa vadeli paylaşımlarının alaka görmesi; sadece bu yönde paylaşımların yapıldığı sayfalar oluşturulmasına, hesaplar açılmasına ortam hazırladı sosyal medyada… Dinin internette görünmesi yeni değil elbette. İnternetin kitleler tarafından kabul görmesiyle yaşıt!

Ancak iki hafta önce, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, ‘DIB Mehmet Görmez‘ adlı Twitter hesabından hadis hocası olarak her cuma, hadisler paylaşacağını duyurması ve ardından sadaka üzerine birkaç hadis-i şerîf paylaşması, sosyal paylaşım sitelerinden bağımsız düşünemediğimiz modern toplumun dinî ihtiyaçlarını ne ile sağladığı sorusunu düşürdü aklımıza. Görmez, Diyanet’in aylık dergisinde kaleme aldığı başyazısında da aslında bizim aklımıza gelen sorunun cevabını veriyor yetkili bir mercî olarak. Her şeyin internetten yürüdüğü bir devirde, dinin de internet ve sosyal medyadan geri olmaması kanaatinde olduğunu söylüyor. Ve sosyal medyadan din içerikli paylaşımlar yapılmasının kaçınılmaz olduğunu belirtiyor.

Peki, sosyal medyada din, Diyanet İşleri Başkanı’nı bile içine sürükleyecek kadar etkili mi?

Daha çok insana ulaşmamızı sağlıyor!

Soruların cevabını, sosyal paylaşım sitelerinde dinî içerikli paylaşımlar yapan hesaplar ve sayfalar üzerinden almak mümkün. O yüzden; sosyologların ‘din sörfçüleri‘ adını verdiği ekibe kısa süreli de olsa biz de katıldık. Ayetlerden hadîslere pek çok konunun yer aldığı sayısız hesap çıktı karşımıza. Sayfaların takipçileri ise oldukça çok… Bir milyon üyesi olan çok dini sayfa var. Mesela Twitter ve Facebook olmak üzere her iki paylaşım sitesinde bulunan ‘Namaz‘ sayfasının 1 milyon 800 bin üyesi var. Burada namazla ilgili ayetler, hadisler ve gerekli diğer bilgiler paylaşılıyor. Üyelerle konular üzerine tartışmalar gerçekleştiriliyor. Sayfanın kurucusu Kafkas Üniversitesi’nde okuyan Selahattin Günay, hesabı, 2 yıl önce namaz ibadetini sevdirmek, bilmeyenlere anlatmak, insanlara neden farz olduğunu göstermek için açtığını söylüyor ve ekliyor: “Böylece, normalde ulaşamayacağımız insanlara ulaşıyoruz.

Facebook’ta açılan ‘5 Vakit Namaz‘ sayfası ise şimdilik yeni olduğu için üye sayısı 15 bin civarında. Ancak sayfa kurucusu Ahmet Yasin Karakaplan’a göre bu sayı, gün geçtikçe artacak. Çünkü insanlar dinî konuları öğrenmeye meyilli.

‘Risale-i Nur Şakirdleri‘ sayfasında da Risale-i Nurlardan paylaşımlar yapılıyor, dinî konular Risale-i Nur referansıyla anlatılıyor. Site yöneticisi, neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduğunu, “Sosyal medyadan güzel şeyler yapılabileceğini göstermek istedim.” cümlesiyle ifade ediyor. “Benim için tebliğ yapmaya, dinimizi anlatmaya aracı oldu.” diyor.

166 bin üyesi olan bir başka sayfa ‘Son Peygamber Hz. Muhammed’in yöneticisi Alparslan Aksu ise diğer iki kullanıcıyla hemfikir. “Peygamberimiz’in nasıl biri olduğunu herkese anlatabiliyorum Facebook’ta kurduğum grupla.” diyor. Açılan diğer gruplara baktığımızda ise aktif ve üye sayısı çok olanlar günlük hadis, ayet ve dua paylaşımı için açılmış hesaplar. Bunlardan ‘Günün Hadisi‘ sayfasının 37 bin takipçisi var ve hadislere yapılan yorumlara bakılırsa üyeler, her gün hangi hadisin paylaşılacağını merakla bekliyor. Bu siteler içinde güvenilir olmayanlara da rastlamak mümkün… Din adı altında propagandalar yapıldığını gözlemlemek zor değil.

Twitter, günlük dinî paylaşımında aktif!

Twitter’da dinî paylaşımlar ise Facebook’a göre daha anlık ilerliyor. Daha çok günün ayetini, hadisini, sünnetini, günün duasını paylaşmak üzerine açılmış sayfalar. Hesapları açanlar ise kendini tanımlama kısmında muhakkak, hangi doğrultuda hesap açtıklarını ve neler yapacaklarını paylaşmış. Bunlardan ‘@hadis_i_şerif‘ hesabının 18 bin takipçisi var. Her gün saat 19’da bir hadis paylaşılacağı belirtilmiş. Ayrıca hesap sahibi, kendisi gibi dinî paylaşımları olan hesapları takip ediyor ve onlarla fikir alışverişinde bulunuyor. Bu durumu, Twitter’daki din sörfçüleri için kurulmuş diğer hesaplarda da görmek mümkün. 26 bin 218 takipçisi bulunan @hadis-i şerif sayfası, @islamisorularRT ile daima paylaşımlar hakkında twitleşiyor! Takipçilerse hesap sahipleri kadar aktif. İçlerinde @hergunhadis, @sünnet-iseniyye, @duahayattır sayfalarının da bulunduğu pek çok hesap, Twitter kullanan herkese o gün dini hatırlatmak için açıldıklarını ifade ediyor profillerinde. Takipçileri ise hemen hemen hepsinde bu durumdan memnun. Hatta onlar da zaman zaman bu sayfalara ayet ve hadis twitleri atıyor!

Peki, Haşmet Babaoğlu’nun 3 Şubat Cuma günü çıkan yazısının başlığında sorduğu gibi “Facebook ve Twitter tünelinin ucunda bir ışık var mı?” Sosyal medya dini, insanlara anlatmada ne kadar aracı olur? Orada yapılan paylaşımlar tebliğ olarak algılanabilir mi? Yoksa tebliğ düşüncesiyle yapılanlar sadece, insanların paylaşım ağında geçirdikleri vakte karşılık, ‘güzel işlerde bulunuyoruz‘ demek için vicdanî bir rahatlama şekli mi? Bundan sonra, sosyal medya kullanıcılarının hayatının içinde hep olacak din için, bakalım ilahiyatçılar ne diyor?

Din, sosyal medyanın tutsağı haline gelmemeli!

Prof. Dr. Talip Küçükcan (Marmara Üniversitesi-Din Sosyoloğu): Dini tebliğ açısından bakıldığında sosyal medya iyi bir imkân gibi. Bu açıdan sosyal medya, dinî bilgilendirme konjonktürel olarak yararlı bir enstrüman olarak görülebilir. Ancak geleneksel dinî bilgi üretimi, paylaşımı, dinî eğitim ve yayın faaliyetlerinin yerini alacak şekilde planlanamaz. Eğer böyle bir misyon yüklenirse ilk planda yenilik olarak görülen bu girişim, bir süre sonra modaya ayak uydurmaya dönüşür. İslamî eğitim ve tebliğ söz konusu olduğunda ‘insan’ unsurunun her şeyin temeli olduğunu hatırlamakta yarar var. Âlim-talebe ve mürşit-mürit ilişkilerini sanal ortama taşıdığınız andan itibaren popüler kültürün tutsağı olursunuz. Eğer yenilik ve sanal âlemde var olma adına sosyal medyayı kullanıyorsanız bilin ki o sizden çok daha güçlüdür. Sosyal medyanın etkisi göz ardı edilmemeli; ancak geleneksel din tebliğ yöntemleri onun tutsağı haline gelmemeli.

Bir şeyler öğrenmeye vesile olabilir

Prof. Dr. Muhit Mert (Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı): Eskiden telefon mesajlarıyla ayet, hadis gönderirdi insanlar… Bu da çok memnun ederdi gönderilen kişiyi. Facebook ve Twitter’dan dinî paylaşımlar bu mesajların mecra değiştirmiş hali. O yüzden; sosyal paylaşım sitelerinden dinî konular anlatılabilir. Hatta bu, birçok insana güzel şeyler öğretmeye vesile olabilir. Çünkü artık çoğu kişi vaktini buralarda geçiriyor. Onlara boşa vakit harcıyorsun diyemezsiniz ama o harcadıkları vakti hayra çevirmelerini sağlayabilirsiniz. Buna da tebliğ denebilir.

Dengeyi kaçırmamalı!

Prof. Dr. Abdullah Kahraman (Cumhuriyet Üniversitesi): İslamiyet, tebliğle gelişen bir din. Tebliğin üslubu doğru olduktan sonra yeri ve zamanı yoktur… Sadece, üslubu doğru tutturmak gerekir. Şunu unutmamak lazım; İslam bizimle çirkinleşiyor. İslam’la aramızdaki çirkinlikleri kaldırdığımız her hareket tebliğdir. İlla bunun sözlü olması gerekmiyor. Sosyal medya da bu anlamda bir fırsat. Eğer içinde bulunuyorsak gereksiz şeylerle oyalanmak ve vakit kaybetmek yerine Allah kelâmı paylaşabiliriz. Bu da tebliğ olur. Tabii bütün bunları yaparken dengeyi elde tutmak gerekir… Abartıya kaçarsak insanlar nefret eder.

Yanlış bilgiler de paylaşılabilir

Prof. Dr. Suat Cebeci (Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi): Sosyal medyadaki dinî paylaşımları tebliğ yapmak olarak görmemeli. Bu, tebliğ değil dinin öğretimidir. Dine davet de denebilir belki. Ya da insanları günlük uyarmak anlamına da gelebilir. Dinî bilgilendirmedir. Ama tebliğ değildir. Sosyal medyada dinin anlatılmasında ise mahsur yoktur. Dinin öğretilmesi, anlatılması için bir araç vazifesi taşıyabiliyorsa, bu aracı kullanabilir meraklılar. Yanlış fikirler paylaşılması dinî bilgilerin paylaşılmasına mani değildir. Ayet ve hadisler sahihse paylaşılabilir. Ancak dinî konular işin erbabına bırakılmalı. Bu konuda herkes bir söz söylememeli.

Yaygınlaştırma ve dönüştürme iç içe

Prof. Dr. Celaleddin Çelik (Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi-Din Sosyolojisi: Sosyal ağlar artık sadece boş zamanları geçirmek amacına matuf kalmayacak gibi. Elbette internetin mahremiyet temelinde geleneksel anlayış, tasavvur ve inanç dünyamıza etkilerinin bir dinî otorite tarafından değerlendirilmesi lazım. Sosyal ağlar, modern dünyada giderek bireycileşen ve yalnızlaşan insanların iletişim ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bir elektronik muhit. Mahremiyetin ifşa edilmesi yönündeki geleneksel itirazlara rağmen dinî gruplar, hareketler ve eğilimler de bundan kendini uzak tutamayacaktır. Modern hayatı dönüştürmek üzere istifade edilen medya gibi kitle iletişim araçlarının, dinî anlayış, tasavvur ve faaliyetleri yaygınlaştırmakta büyük etkisi olduğu açıktır; ancak bu araçlar aynı zamanda onlardaki geleneksel kodları, algı ve yorumları da modernleştirme yönünde dönüştürmektedir.

Sevim Şentürk / Zaman Gazetesi

Kadınlar Yuvalarına Dönüyorlar

Kadınlar artık çalışmak istemiyor! Sebebi ise evin onlara verdiği huzur.

İyi bir eğitimin ardından firma yöneticisi olmuş bir kadın çıkıp; “Kariyer filan gözümde değil, yeter ki evimde olayım!” dese kimse inanmaz herhalde. Ama duyduklarınız şaka değil. Kadınlar artık çalışmak istemiyor! Sebebi ise evin onlara verdiği huzur. Hatta bunun için şirket hayatından ve makamdan vazgeçip kendilerine evden yürütebilecekleri işler bulan pek çok kadın var.

Evde doyasıya vakit geçirmek ne güzel şey! Hele bir de her şey sustuğunda, semaverdeki çayın demlenmesini bekleyecek kadar vaktiniz varsa! Yahut, çalar saati kurmadan uzanıyorsanız yatağa ve bir yerlere yetişme telaşı olmadan kahvaltı yapabiliyorsanız sabah uyandığınızda aman dikkat edin de keyfinize keder gelmesin! Çünkü, ev hanımlarına sıradan hatta sıkıcı gelen bu ‘hal’ günümüzde çalışan kadınlar için sadece bir hayal.

Sabah 8’den akşam 5’e kadar işte olunca evin tadını kim çıkarabilir ki? Hiç kimse! Hele ki kadınlar… Eve gidince de mesailerinin devam ettiğini düşünürsek, bütün bunları yapmak onlar için adeta imkânsızlaşıyor ve bir özleme dönüşüyor!

Bundandır ki 19. yüzyıldan beri çalışma hayatının içinde mücadele eden kadınlar, şimdilerde hangi şirkette daha iyi mevki alırım düşüncesinden çok kendilerini ‘düşlerindeki eve’ sürükleyecek işlerin peşindeler! Henüz mevzuyu dile getiren akademik çalmalar, istatistikler yok; ama sosyal medyada açılan gruplara bakılırsa, kadınların çalışma hayatıyla ilgili yeni bir akım kapımızda!

Öyle dönüp çevrenizdeki çalışan kadınların azını yoklasanız siz de göreceksiniz. Özellikle iyi eğitim almış iyi mevkilere gelmiş olanlar; koşuşturmaca içinde geçen hayatın yoruculuğundan sıkılmış, evin getirdiği huzuru arıyor; iş hayatında olmak istemiyor. Fakat, geçim derdi, pek çoğunu radikal bir çıkıştan yani ‘işi bırakmaktan’ alıkoyuyor hatta korkutuyor.

Buna rağmen, vazgeçmiyorlar düşledikleri durumdan; ‘ev’ ve ‘çalışma’ hayatını birleştirebilecekleri alternatifler arıyorlar kendilerine. Böylece; aldıkları eğitimin hakkını verebilecekler ve evlerini otel gibi kullanmayacaklar! Anne olanlarsa bebeklerini bakıcıya vermek yerine kendileri büyütecek. Biz de, ev hayatından duydukları mutluluğu işleriyle birleştiren meslek sahibi kadınlarla görüştük…

Vildan Karaağaç onlardan biri. Uzun zaman, bir kadın dergisinde muhabirlik yapmış. Fakat, anne olduktan sonra, bebeğini bakıcıya bırakmak istemediğinden işten ayrılmış. Mesleğini ise evden dergilere hikâyeler, denemeler yazarak devam ettirmiş.

Şimdi ise yine ofise çevirdiği evinin bir köşesinde Turuncu Dergisi’nin editörlüğünü yapıyor. Annelik için işi bırakan başka bir isim Habibe Demircan. Kendisine “Çocuk da yaparım kariyer de” adında ‘kadın–aile’ konulu bir haber sitesi kurmuş. “Bir yandan çocuklarıma bakarken bir yandan kendi işimi yaptım evden. Mütevazi da olsa, aylık belli bir gelirim bile var.” diyor.

Esen Tezel ve Saadet Özen ise çalışma hayatının özgürlüklerini ellerinden aldığını düşünen iki isim. Bu yüzden şirket hayatını bırakıp yabancı dillerini fırsata dönüştürüp, evden çevirmenlik yapmaya başlamışlar.

Bilgisayar mühendisi Yasemin Bölükbaşı da yazılım yapmak yerine evden yürütebileceği bir işi pastacılığı meslek olarak seçmiş kendine şirket hayatının ardından. “Sırf evimin tadını çıkarabilmek için pasta yapmayı öğrendim ve büro hayatını bıraktım. Şimdi mutfağımda kişiye özel tasarımlar yaparak para kazanıyorum. Oğlumu ise bu sayede kendim büyüttüm!” diyor. Daha iyi takılar tasarlayabilmek için 10 yıllık şirket tecrübesini bir kenara bırakan Yeliz Koç, şöyle bir değerlendirme yapıyor: “Mutlu ve huzurlu olmadıktan sonra kariyer de neyime…” Velhasıl, şimdilik durum böyle!

Mühendisliği bırakınca mutfak işlerinde ne kadar iyi olduğumu anladım!

Yasemin Bölükbaşı (30): “Mezun olur olmaz başladım iş hayatına. Çalıştığım şirket benden, ben halimden memnundum! Sonuçta istediğim mesleği bilgisayar mühendisliği yapıyordum. Ama bebeğim olunca işler değişti. Doğum izninde; evde oturmanın, istediğim saatte kalkmanın, evi otel gibi değil de ev gibi kullanmanın tadını aldım. Buna rağmen işe geri dönerim diyordum ama olmadı. Çünkü o hayatı sevdim! Gel gör ki evde boş boş oturmak, sadece çocuğa bakmakda mantıklı gelmiyordu. Bu yüzden; arkadaşlarımın teşvikiyle pasta yapmayı öğrendim. Ve bunu işe çevirdim. Sipariş üzerine, özel tasarım pastalar yapıyorum şimdi. www.ozelpastam.com adında bir de site kurdum ve kısa süre sonra evimin altındaki daireyi atölye olarak kiraladım. Şimdi hem evimdeyim hem de kendi işimin sahibiyim. Çocuğum da ellerimde büyüdü.”

***

Çocuğum için bıraktığım işime artık dönmek istemiyorum!

Vildan Karaağaç (30): “Üniversitede radyo televizyon ve sinema okudum. En büyük hayalim yönetmen olmaktı. Ama sektörde tutunmak zor! Bu yüzden bir kadın dergisinde muhabirliğe başladım. Fakat, bu hareketli hayatı kızımın doğumuyla bıraktım. Evden dergilere hikâyeler, denemeler; medya ajanslarına projeler yazmaya başladım. Kızım büyüyene kadar, böyle idare ederim diyordum derken kızım okula başladı. Ama ben bu işten vazgeçemedim. Çünkü saatlerini, kendime göre ayarlayabildiğim, “home-office” denilen çalışma hayatının tadını bir kez aldım. Hâlâ bir gün, yönetmen olacağıma inansam da sanırım ilk adım, bunun için bir kadın ve bir anne olarak evinden, ailesinden feragat etmekten geçiyor. Bunu göze alamamak eski kafalılıksa evet ben eski kafalıyım.”

Başarı kariyerse ben kariyer yapıyorum

Habibe Demircan (28 ): “Lisede belliydi hedefim: ‘Gazeteci olacaktım’ Oldu da! İletişim Fakültesi’nden diplomamı alır almaz, stajyerlik yaptığım gazetede işe alındım. 4 yıl çalıştım. Bizim meslek zordur. Öyle sabah 9 akşam 5 diye bir şey yok. Eve gitsen de mesain bitmez. Benim de öyleydi. Ne zaman evlendim, hamile kaldım bunun böyle gitmeyeceğini anladım. Ya kariyeri seçecektim ya da çocuğumu istediğim gibi büyütmeyi… Annelik duygusu ağır bastı tabii. İşi bıraktım. Sadece çocukla ilgilenmek de mantıksız geliyordu. Bu yüzden, bir yandan bebeğime bakabileceğim bir yandan mesleğimi devam ettireceğim işler aradım kendime. Ve aylık 75 bin kişinin ziyaret ettiği ‘kadın-aile’ konulu bir haber sitesi kurdum: “Çocuk da yaparım kariyer de”. Kısacası başarı kariyerse, ben kariyer yapıyorum!”

***

Daha verimli ve mutluyum

Esen Tezel (32 ): “Okul bitince,’bir yerde düzenli çalışmak gerekiyor!’ hissine kapılıyor insan. Bende de öyle oldu. Marie Claire Dergisi’nde çalışmaya başladım. Ardından Can Yayınları’na geçtim. Orada 3 yıl halkla ilişkiler yaptım. Ama baktım böyle bir hayat bana uymuyor; bu yüzden bıraktım. Çalıştığım yerlerde problemler yaşadığım için değil; aksine çok iyiydi her şey. Fakat saatleri belli bir hayat beni kısıtlıyor. Özgür olduğumu hissedemiyorum. Şimdi tam tersi, piyano dersleri veriyorum çocuklara. Çeviriler yapıyorum yayınevlerine. Her halde Kafka’nın ‘Milena’ya Mektuplar’ kitabını Türkçeye çevirmek başka türlü yapılmazdı. Picus Dergisi’nin editörlüğü de bende. Ama hepsini evden yapıyorum. Üstelik çalışma saatleri bana kalmış. Bu daha verimli ve mutlu olmamı sağlıyor.

***
Hayatımı yaşayamadıktan sonra koordinatör olsam ne olur

Yeliz Koç (33 ): “Üniversitede okurken, hayalim çok konuşulacak takı tasarımları yapmaktı. Rotam dahi belliydi: İstanbul’a gidecek, çizimlerimi işe girdiğim şirketlerde konuşturacaktım. Dile kolay, 10 yıl çalıştım bunun için. Ama geriye tasarımlarım değil, iş dünyasının bana kattığı yorgunluk kaldı. Elde edeceğim kariyer de en fazla ‘koordinatörlüktü’ hâlbuki. Hayatımı yaşayamadıktan sonra koordinatör olsam ne işe yarayacak? Sadece koca bir ‘hiç’. Bu yüzden, 2 yıl önce şirket hayatına veda ettim. Şimdi evden çizimler yapıyorum. Hem de 10 yıllık tasarım hayatımda çizdiklerimden, çok daha iyileri çıkıyor ortaya. Çünkü çizmek istediğim vakitte oturuyorum masama. İşe gitme, gelme stresi taşımıyorum. Geziyorum, okuyorum ve daha güzel şeyler çıkıyor böylece. Kısacası, huzuru, mutluluğu hatta işimdeki başarıyı evimde buldum!”

***

Bir daha büro insanı olmam!

Saadet Özen (39): “Can Yayınları’nda 8 sene tam zamanlı olarak çalıştım. Fransızca editörü olarak… Fakat saatlere bağlı çalışmak bana göre değil. Pek çok işi bir arada yapmayı seviyorum ben. O yüzden bıraktım işi. Bir daha da, büro insanı olmadım, olmam da. Peki ne yapacaktım? Tabiî ki çevirmenlik! Hem de istediğim yerde, canımın istediği saatte! ‘Huzursuzluğun Kitabı’ mesela benimle Liverpool- Galatasaray maçına bile gitti. Bir yere bağlı olmadığımdan turist rehberliği de yapabilirdim. Ko-kartlı rehberdim sonuçta. Onu da yaptım, yapıyorum da hâlâ. Ve belgeseller… Şimdi de evden belgesel hazırlıyorum. 2 arkadaşımla birlikte bir yapım şirketi kurduk: ‘Niva Yapım’ Ben araştırma-metin yazma safhasıyla ilgileniyorum. Bütün bunların yanında Boğaziçi Üniversitesi Osmanlı Tarihi’nde yüksek lisansımı tamamladım. Dışarıdan dergilere editörlük yaptım. Bunların hepsini, bir yere bağlı olmadan evimden çalıştığım için yapabildim ama!

Bediüzzaman Said Nursi diyor ki…

“Mim”siz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları
Rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede. Temizlik zînetleri;
Haşmetleri hüsn-ü hulk, lûtuf ve cemâli ismet, hüsn-ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. (Sözler, Lemaat)

Sevim Şentürk