Etiket arşivi: sinema

Her Kitap Okunmaz, Her Film Seyredilmez

Nasıl ki kişi yediği yemekten giydiği kıyafete, oturduğu evden, okuduğu okula, hatta sohbet ettiği kişilere kadar seçici oluyorsa, aynı şekilde okuduğu kitaplarda, seyrettiği film ve tiyatro gibi edebi eserlerde de seçici olmak zorundadır.

Zararlı gıdaların midemize zarar verdiği hakikati kadar, zararlı yayınlarında fikrimize zararı olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz.

Kâmil insanlar çocukça heveslerden ve sefih şeylerden hoşlanmadıkları gibi, aynı şekilde süfli, sefih, nefsi, şeytani ve şehvani şeylerle beslenenlerde ruhun zevk aldığı gıdaları bilmezler ve onlardan sıkılırlar. Namaz kılmak onlara çok sıkıcı gelir, oruca sabretmeleri çok zordur, saatlerce tv seyreder bir sayfa Kur’an oku desen okumaz.

Avrupa’dan ülkemize sokulmuş bazı roman ve sair edebiyat eserleri ülkemiz insanına, gençliğine, Müslüman neslimize zarar vermiş onları Kur’an dan ve ibadetten alıkoymuştur.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri edebiyatta üç hareket alanı olduğunu söyler.

Bunlar ya aşkla hüsündür (güzellik), ya hamaset (kahramanlık) ve şehamet (cesurluk), ya tasviri hakikat (gerçeği anlatmak).

İslami tanımayan edebiyatçı hangi kahramanlığı anlatacak, ondan Çanakkale’de ecdadımızın kahramanlığını anlatmasını bekleyemeyiz. 

Yıkılmış yığınlar yer yer tüten dumanlar arasındaki kulübeciğinden çıkan ninenin, kurtuluş savaşında Dumlupınar’da Conk bayırında babaları şehit olmuş torunlarına

– Gazanfer, Muzaffer, Mücahit, hadi çorba hazır, diye seslenişini anlatmasını bekleyemeyiz.

Ondan kurtuluş savaşında askerimizin ve ecdadımızın nasıl kahramanca savaştığını, bir karış toprak vermemek için nasıl mücadele ettiğini, istiklali için istikbalinden vazgeçen üniversite talebelerini anlatmasını bekleyemeyiz.

On beş yaşındaki evlatlarını kınalayıp cepheye gönderen anaları, Seyit onbaşıyı, Nine hatun’u, Kara Fatma’yı, nice kahramanı bilemez onlar.

Onlar He-man, örümcek adam, Noel baba gibi sahte, tamamen hayal ürünü olarak ortaya attıkları kahramanları anlatmaya çalışırlar kitaplarında, filmlerinde.

Gölgelerin gücü adına derler, Allah’ın adına diyemez onlar.

Herkesin uykuya çekildiği gece vakitlerinde fakir fukaranın evlerini gezen ve kapılarına çuvalla yiyecek bırakan Zeynel Abidin Hazretleri ‘ni yazamaz onlar. Onlar zenginden çalıp fakire dağıtan Robin Hood u yazarlar.

Hakiki aşk Allah aşkını bilemedikleri için aşkı sadece karşı cinse olan ilgi ile anlatmaya çalışırlar.

Leyla ile Mecnun, Mark Antony ile Cleopatra, Ferhat ile Şirin Napolyon ile Josephine, Kerem ile Aslı’nın aşkını anlatırlar.

Oysa bu güne kadar verdiğimiz milyonlarca şehidimizden, Allah için Allah aşkı, vatan aşkı için canını hiçe sayanlardan bahs etmezler.

Hatta satır aralarında şehvet uyandıran kelimelerle, sahnelerle pis duygu ve düşüncelerini nefislere zerk etmeye çalışırlar.

Gerçeği, hakikati anlatma noktasında da kâinata ilahi bir sanat, Allah’ın yarattığı bir eser olarak bakamadıkları için, bu konuda da yanlış ve zararlı tasvirlerle insanımızı Müslümanları iman ve itikattan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar.

Doğa ve tabiat gibi tabirleri akıllara sokarak, hatta telkin ederek maddeperestlik hissi uyandırarak kalplerden Allah’ın Halık ismini, Rezzak ismini, Rahman ismini dahası bütün o güzelim Esma-i Hüsna’sını unutturmaya çalışmaktadırlar.

Allah korusun böyle eserlerle fazla meşgul olmuş kimselerin dalalete kapılmış ruhlarının ızdırabına sakinleştiriciler ve uyuşturucular bile fayda vermez oluyor.

Bediüzzaman Hazretleri bu içerikli kitaplara hayyı meyyit(yaşayan ölü) sinemalara da müteharrik emvat(hareket eden ölü) demiştir.

Ölü hayat veremez.

Bir tehlike daha var!

Tiyatrolarda sahnelenen reenkarnasyon fikirli gösterimler. 

Hiç utanmadan, sıkılmadan ruhların beden değiştirdiklerini anlatır dururlar, böyle yapmakla haşri, ahreti, öldükten sonra dirilmeyi, cenneti, cehennemi inkâr ederler ve Müslüman neslimize bunları inandırmaya çalışırlar.

Onlar güneşi Allah’ın emrinde olan bir vazifeli olduğundan çok öte, tapılması gerekecek bir tanrı addederler, nitekim halen yeryüzünde güneşe, ateşe, puta hatta binlerce nesneye tapan onları tanrı bilen milyonlar yaşamaktadır. Tahribat büyük.

Yine dikkat edilmesi gerekir ki; Size sefahatı anlatırken zaralıdır, fenadır, insanlık dışıdır derler, fakat kitaplarında yazarken, film sahnelerinde oynarken, tiyatro gösterimlerinde sahnelerken, ağzının suyunu akıtır derecede teşvik edercesine, istek uyandırırcasına, coştururcasına tasvir eder. İştahı kabartır hevesi heyacana getirir, hisleri, nefsi, aklı söz dinlemez hale sokar.

Oysa Kuran-ı Kerim edebi, boş isteklere, geçici heveslere, zararlı ve günaha iten istek ve özentilere asla müsaade etmez, cezası vardır der cehennem var der. Daha dünyada iken bu yola tevessü edenlerin ne hale geldiklerini gösterir ve vaz geçirir.

Allah’ı tanıtır, yaratıcının ikramlarını gösterir, hakkı öğretir, manevi güzelliğin üstünlüğünü öğretir, fakire yardım etmenin, ihtiyara, hastaya bakmanın zevkini anlatır, başa gelen her türlü musibete sabretmeyi ve ardından gelecek güzel şeyleri Allah’ın ona bahşedeceği mükâfatlardan söz ederek hem dünyada hem ahrette mesut ve bahtiyar yaşamasını sağlar.

Tabiyattan değil Allah’dan bahsederek Allah’ın sanatını tanıtır, eserlerinin mükemmelliğini anlatır. İkramlardan, vücudumuzdan, hücrelerimizden an ve an vakti vaktine bahşedilen rızıklarımızdan bahs eder, yeryüzünden, bitkilerden buluttan, yağmurdan, nasıl zamanında ihtiyacı olanlara yeteri kadar verildiğinden, hayvanlardan bahseder, insan yavrularından bahseder, şefkatten, rahmetten anlatır akıllara, ruhlara ferahlık verir.

Allah’ın nurunu gösterir ayetlerini okutur, zaman zaman hüzünlendirir ama bir tabiatçı, felsefeci, Avrupa edibi gibi değil. 

Ölümü bile kısa bir ayrılık diye söyler, bir yok oluş olmadığını, terhis teskeresidir der, tebdili mekândır der, ölümü sevdirir.

Sahipsiz olmadığımızı, her an ve her zaman bizi düşünen, bütün ihtiyaçlarımızı temin eden, rızkımıza kefil olan, bizi cennetine alacak olan Rabbimizden söz eder.

Hayatı bir mücadele değil yardımlaşma olarak tanıtır, annenin yavrusuna şevkati, tavuğun yavrusunu koruma hissini, en canavar hayvanların bile yavruları için yaptığı fedakârlıları anlatır.

Ümit var olunuz der en yüksek seda İslam’ın olacak diyerek gayret ve çalışmamız gerektiğini telkin eder.

Ruhlara heyecan verir, şeref verir şevk ve coşku verir.

Her türlü günahlardan da uzak durmamızı ister.

Çetin KILIÇ

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Lemaat adlı eserinden ilham alınarak yazılmıştır.
Kusur bizimdir.

Bu Acip Asrın Hastalığı

gozleri bagli takim elbiseli adam..bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor. Kastamonu Lahikası ( 104 – 105 )

Hayat-ı içtimaiye öyle bir hale geldi ki cazibeli, elim, meraklı bir vaziyete insanın alemi hayali, ruhu, kalbi..fitne ateşleri içinde yanıyor. Hayatı sadece batın ve ferce hizmete münhasır zanneden kimselerin yapmış olduğu kimselerin film/dizi/sinema/müzik gibi şeyleri takib eden ehl-i iman kademeli olarak şuursuzlaştırılarak ahlaksızlaştırılmaktadır.

Film/dizi/sinema/müzik gibi şeylerde kullanılan 25. Kare denilen direk şuur altına giden bir işlem ile ruhumuzu yakıyorlar. Göz saniyede 24 kareyi görmektedir. 25 kareden oluşmaktadır bir görüntü. İnsan film/dizi/sinema/müzik gibi şeylerle meşgul olurken 24 kareyi izlemekte ; ama 25. Kareye müstehçenlik, aileyi yakan yıkan telkinler koyularak onu izleyene servis etmekte vede buna film/dizi/sinema/müzik gibi şeylerle bir ehl-i imanın hassaten nur talebesinin meşgul olması acınacak elim bir hadisedir. Nitekim bizim vazifemiz ulviyedir biz bunun farkında olursak anı-ı seyyalemizi de boşa geçirtmeyiz.

Nitekim bizlerin boş zamanları yok sadece kıymetini bilmeden hoyratça israf edilen zamanlarımız var. Mesela: takip edilen film/dizi/sinema/müzik 2 saat vaktimizi bunlara veririz; ama 2 saat aralıksız ders dinlemeye tahammül edemeyiz. Sabredemeyiz bir meseleyi tetkik edemeyiz müteala edemeyiz bizim vaktimizi film/dizi/sinema/müzik gibi şeyler rahatça işgal eder ve biz bunların farkına varamayız saate bakarız ilerlemiş artık yatmak vakti. Belki kitap bile okumadan yatarız. 25. Karenin şuur altına verdiği tesirle maneviyatımız tarumar olmuştur.

Bir ehl-i kalbe sadece bir filmi cd’ye ses kaydını koyup dinleten kardeşlerimiz 3 dk olmadan kapat şunu kapat! Diye tepkiyle karşılaştı ne oldu diye sorulunca görmüyormusun livata var kapat diyor. Ama bunu kalp gözü körelmeyen görüyor anlıyor. Şuursuzluk insanların belini bükmüş. Ve sihir yapılmaktadır film/dizi/sinema/müzik gibi şeylerle; ama insan farkında değildir.

film/dizi/sinema/müzik okumanın yeri alması ise acınacak bir haldir.

– Derseniz “Pekala madem öyle ne yapalım sen söyle?”

– Derim ki sözü Üstadıma verelim o nediyecek bize!

 “Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tiryakmisal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadakatla, tam metanet ve ciddî ihlas ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.” Kastamonu Lahikası ( 105 )

Bu acib asrın bu acib hastalığının Tedavisi (Şema Olarak)

 

 

 

selam ve dua ile

Muhammed Numan Yozgâti

www.NurNet.org

Allah’ın Sadık Kulu: Barla (Fon Müziği)

An itibariyle sinemalardaki 5. Haftası olan Allah’ın Sadık Kulu filminin hem istatistiklerini, kaç kişinin izlediğini, en azından seyrettiğini ki üçü de aynı şey oluyor, sizlere bildirelim dedik ve Allah’ın Sadık Kulu: Barla filminin sonunda ki müziği ya da türküyü de diyebiliriz sizlerle paylaşmak istedik.

İzlenme İstatistikleri:

04 – 10 Kas. 2011: 286.038
11 – 17 Kas. 2011: 328.738
18 – 24 Kas. 2011: 554.088
25 Kas. – 01 Ara. 2011: 452.220
02 – 04 Ara. 2011: 157.811

Toplam: 1.779.351 kişi tarafından seyredildi.

Bu istatistikler sadece bir aylık istatistikler olup, film gösterimde devam ettiği sürece rakamlar elbette artacaktır.

Türkiye’de sinemalarda en çok izlenen çizgi film unvanını şimdiden eline alan filmin kısa zamanda Türkiye’de en çok izlenen filmler listesinin tepelerinde görmeyi hayal etmekteyiz ki an itibariyle Türkiye’de en çok izlenen ilk on film arasına da girmiş bulunmakta.

İşte filmin sonundaki müzik:

Ahmet Can / NurNet.org

Hür Adam Halkla Ücretsiz Buluşuyor

Üsküdar Belediyesi Nisan ayında “Hür Adam”ı yayınlayacak

Türkiye’den başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını anlatan “Hür Adam” filmi ücretsiz olarak izleyiciyle buluşacak. Said Nursi’nin hayatının ilk kez sinemaya uyarlandığı film Nisan ayı boyunca gösterimde olacak.

Daha önce New York’ta 5 Minare, Kurtlar Vadisi Filistin gibi filmleri ücretsiz olarak halkla buluşturan Üsküdar Belediyesi, filmlerin gördüğü yoğun ilginin ardından Hür Adam filmiyle sinemaya ve sinema izleyicisine hizmet etmeye devam ediyor.

Küçük yaşta medrese eğitimiyle kendini geliştirdikten sonra savaşlar ve işgaller yaşayan bir millete İslam’ı asrın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde anlatan Bediüzzaman’ın hayatı günümüzde de tüm yönleriyle örneklik ve ibretlik olabilecek kesitler taşıyor.

Yavuztürk Niyazi Sayın Kültür ve Eğitim Merkezi’nde gösterilecek olan “Hür Adam” ın gösterim günleri ve seansları ise şöyle;

9 Nisan Cumartesi – Saat: 14.00

10 Nisan Pazar – Saat: 14.00

11 Nisan Pazartesi – Saat: 11.00, 14.00, 17.00

16 Nisan Cumartesi– Saat: 14.00

17 Nisan Pazar– Saat: 14.00

18 Nisan Pazartesi– Saat: 11.00, 14.00, 17.00

20 Nisan Çarşamba – Saat: 11.00

dünyabizim.com

Hür Adam Said Nursi hakkında yazılası 11. Yazı

Eğip bükmeden söyleyeceğim. Senaryosunun son halini filmden önce okuduğum için Hür Adam hakkında kaygılıydım. Bu kaygımı dostlarımla da paylaştım zaman zaman. Çok şükür, uyarılar dikkate alınmış ki, kaygılandığım detaylar büyük oranda kaldırılmış. Ancak Üstadın ağzına konulan aşırı Türklük vurgusu rahatsız edici. Ayrıca, Risale okumamışların yazdığı diyaloglarda “Allah her şeyi yapar” gibi tuhaf sözleri de şık durmamış. M. Kemal’in ölmeden önce söylediği rivayet edilen beyanatının filmde hiç yeri yok. Hele de zındıka komitesi merkezli ilerleyen bir senaryo da bana göre öncelikli değil. Filmin güzelliği eksiklerinden çok çok fazla…

Şüphesiz ki, eksiksiz ve kusursuz bir film olmayacak Üstad hakkında. Üstad’ın gerçek performansına bir filmin erişmesini beklemek hakkımız değil. Bir filmin Üstad’ın gerçek kişiliğini temsil etmesi de haddi değil.

Gelin şimdi burada bir şeyi normalleştirelim. Filmler bir sanat eseridir. Bir insandan çıkan her eser tartışılabilir. Nihai tahlilde, konusu Üstad da olsa, ter dökülmüş bir film var orta yerde. Birkaç dakikalık çekime günlerini ayırmış bir adam olarak bu konudaki emeğe saygısızlık edecek son adamım ben. Ama orta yerde tartışılacak bir film de var. Hakkında ileri geri konuşulabilir bir ürün bu. Eleştirenler kadar eleştirilenler de edep dairesinde kalmalı.

Bu filmi nurcular yapmadı. Nurcular yapsa bile Nurculuk adına yapılmadı. Ağabeylerden onay almış diye filmler kutsanmaz. Ağabeylere sorulmadı diye de aşağılanmaz. Bir sinema filmini ve inşaallah bundan sonra yapılacakları da nurculuğun fonksiyonu olarak görmemeyi öğrenmemiz gerek. Bu bakış hem nurculuğu üzerine düşecek haksız gölgelerden kurtarır hem de yeni yapımcıların işini kolaylaştırır.

Öncelikli derdimiz Üstad’ın incelikli söylemini ortaya koymaktır. Varlığa bakışını dik tutmak olmalıdır. Hapishanede ne kadar üşüdüğü kadar, o hapishanelerden ebedi müjdeler sunan Meyve Risalesi’ni, Otuzuncu Lem’â’yı nasıl da sımsıcak çıkarabildiği üzerinde düşünmemiz gerek.

Üstad’ın kişisel ve siyasal portresi Üstad’ın da öncelediği bir konu değil… Ancak gereksiz de değil. Bu açıdan bakıldığında Üstad bir senaryonun konusu değil, binlerce senaryonun konusudur. Üstad’ı bir “kul adam” olarak düşündüğümüzde, Üstad senaryo konusu değil, senaryo yazarıdır. Bir geçmiş dönem kahramanı hiç değil; aksine şimdiye ve geleceğe dair bakışları inşa eden senaryoların yazıcısıdır.  Hatırlayacağımız adam değil, geleceği inşa eden, önümüz sıra yürüyen adamdır. Sadece Haşir Risalesi’nden onlarca gelecek senaryosu çıkar. Sadece Hastalar Risalesi ve İhtiyarlar Risalesi’nden yüzlerce dramaya ateşli diyaloglar devşirilir. Daha neler neler!

Bir kişiliği somutlaştırmanın en az iki sonucu vardır. Birincisi ve tehlikelisi, onu taşıyamayacak bir figüre oturtursunuz ki, onun itibarını kredi olarak kullanır ve tüketirsiniz. (Bir zamanlar TGRT’nin acemice yaptığı evliya filmleri gibi) İkincisi ve güzeli ise, unutulmuş  ve susturulmuş iç acılarını ve mesajlarını günün ortasına taşı(r)mış olursunuz. Bu ikincisini yapabilmek için her zaman birinci tehlikeyi göze almak gerekmiştir. Üstad’ın kişiliği için böyle bir tehlike apaçık ortadadır. Ellerine sağlık ki Tanrısever ve ekibi bu tehlikeyi olabildiğince savuşturmaya çalışmışlar.

Bir dava adamının portresini konu alan yapımın dolaylı sonucu ise,  dava adamının bu yapımı üretenlerin sosyal ve siyasal duruşlarına endekslenmesidir. Yani, Said Nursi’nin birilerinin adamı sanılacak olmasıdır. Mehmet Tanrısever’in cemaat dışı olması bu açıdan avantaj. Dediğine göre, Hocaefendi’nin kendisine dair ithafı kaldırmasını rica etmesi çok yerinde olmuş. Ancak Mehmet ağabeyimiz güncel tartışmaların içine çekildikçe bu tehlike artıyor gibi… Dikkat gerekiyor. Bence Mehmet ağabeyimizin susması gerekiyor.

Bir başka tehlike ise, saf Nur Talebelerinin Üstad’ı bir tarihsel kahraman olarak “bizimleştirmesi”. İşte bu Üstad’ı hiç istemediği bir yere oturtur. İlk olarak taraftarlıkların konusu eder Üstad’ı ki, imana dair gündemine muhtaç olan sair cemaat üyelerinin Risale’ye erişimine engel olur. İkincisi, Üstad’ı türbeleştirir ki, Risale-i Nur’un gündemini ikinci plana iter. Oysa Üstad, Kur’ân gündemi adına kendi şahsiyetini itinayla geri çekmiştir.

Filmden kim neyi anladıysa, öncelikle bilmesi gerek ki, nurculuk bir halk hareketidir. Nurculuk, bir sivil duruştur, duru bakıştır. Bir bloğa yaslanamaz. Herhangi bir siyasi duruşa kilitlenemez. Ancak siyasi tavırsız olacak kadar da tepkisiz, kimliksiz, kaygısız ve amorf değildir.Rejimle ve sistemle uzlaşı yolu aramaz; müstağnidir. Ancak anarşistlik etmeyelim diye de sistemle dans etmeye kalkmaz. Müdanaasızdır. Üstad’ın adını ve talebelerinin mesleğini, en çok sakındığı “ücret istemek”le lanse etmek de kimsenin hakkı değildir. Said Nursi, herkese aittir. Herkesin Risale-i Nur’da ve Üstad’da hakkı vardır. Nur talebelerinin herkese, her kesime, her cemaate söyleyeceği sözü vardır. Çünkü gündemleri imandır. İman ise herkesin ekmeği ve suyudur.

Film ve film etrafındaki tartışmaların Üstad’ı ve onun en çok üzerinde titrediği Risale-i Nur’u popüler ve gündemde olan “cemaat” söylemine yaslamasından kaygılıyım. Buna tepki olarak Nur Talebelerinin defilme gelen eleştirileri Üstad’a gelen eleştiriler olarak algılayıp bir filmin taraftarlığına soyunmalarını ya da teşvik edilmelerini arzu etmem. Nur talebelerinin filme olan rağbeti Üstad’a olan rağbete eşitlemeleri yanıltıcı olabilir. Dediğim gibi, ne Üstad bir filmden ibarettir ne filme dair eleştiriler Üstad’ın kendisine yöneliktir. Üstad’ı çekemeyen de laf edebilir filme, Üstad adına kaygılanan da laf edebilir. Birincisi ne kadar göze alınırsa ikincisi de o kadar göz ardı edilmemeli.

Sonuç olarak, Mehmet Tanrısever iyi bir iş yaptı. Üstad’ı herkesin gündemine taşıdı.  Şüphesiz bu sadece Tanrısever’in ve filminin başarısı değil. Bu filme konu olan Üstad’ın duru ve lekesiz hayatının armağanıdır. Bu filmde canlandırılmaya çalışılmış ama gerçekte çok daha mahzun ve yürek parçalayıcı olan Nur kahramanlarının sessiz çığlıklarının yankısıdır.

Asıl film yüreğimizde yıllardır gösterimde… Bu gösterime katkıda bulunan herkes teşekkürü hak ediyor, her emek hürmeti hak ediyor.

Yeni gösterimlerde buluşmak üzere…

Senai Demirci