Etiket arşivi: sohbet

Sungur Abi’nin Ders Okuma Metotları!

Şuayip Aktaş kendisinin gözlemlediği Mustafa Sungur ağabeyin, Risale-i Nur dersleri ve hayata bakışı ve ders metotlarından bazı bilgiler aktardı.

RİSALE-İ NUR, RİSALE-İ NUR’UN “ÜSTADI”DIR

Onun ders prensibine göre anlaşılması müşkül görünen bir risaleyi okurken, onu açacak inkişaf ettirecek başka bir cümle belki bir kelime muhakkak vardır. Ona göre Risale-i Nur mümbit bir bahçedir, hem nasıl ki kainat bahçe-i kübrasında binlerce ecza bulunur ki birbirleriyle belli oranlarda ilhak olununca ilgili derde şifa tecelli eder.

İşte aynen bunun gibi bir manevi yaranıza veya dert edindiğiniz bir hakikata veya ızdırar derecesinde ihtiyaç hissettiğiniz bir marifetullah hakikatına bir risalede okurken müşkilimizde hemen intikal edecek başka bir risale o hakikat deryasında vardır, muhakkak mevcuttur.

MADDELEŞTİREREK OKUMAK

Bu, Risale-i Münacat, hem vücub-u vücud, hem vahdet, hem ehadiyet, hem haşmet-i rububiyet, hem azamet-i kudret, hem vüs’at-i rahmet, hem umumiyet-i hakimiyet, hem ihata-i ilim, hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı imaniyeyi harika bir icaz içinde fevkalade bir kat’iyet ve halisiyet ve yakiniyet ile ispat eder.”

Yukarıdaki vecize ders yapılıyor olsun. Bunu şu şekilde okumak onun metodudur;

1-vücub-u vücud

2-vahdet

3-ehadiyet

4-haşmet-i rububiyet

5,6,7… ila ahir sıralamak. (Eliyle tek tek sayar biiir,ikii,üçç ….)

Koskoca Risale-i münacat bize bunları ders veriyormuş” der. Bu tıpkı bir profesörün seminerinde ilk özet geçip ana mevzuyu aktarıp saatlerce detaya girmesi gibidir.

Tüm Risale-i Nur imani bahislerinde bunu yapar.

HER HATIRA BİR HAKİKATIN İNKİŞAFI İÇİNDİR

Ona göre Üstadımız Bediüzzaman’ın tüm dakikaları, her bir harekatı Risale-i Nur hesabına geçmiştir. Onun bir derste dakikalarca hatıra anlattığına şahit olmamışsınızdır. Eğer Üstadımızdan ders arasında bir hatıra nakletmişse muhakkak o hatıra veya latifede bir hakikatın ucu görünüyor, belki o hakikati açıyordur. Mesela kendisinden duyduğumuz bir hatıradan bahsedelim;

“Birgün Üstadımız bizi çağırdı: “Ayet-ül Kübrada asırlarda gezen, semavatta gezen her şeyden Halık’ı arayan o seyyahı tanıyor musunuz” diye sordu. Biz de kalbimizden evet Üstadımız tanıyoruz sizsiniz dedik. Tamam gidin dedi.” Hemen bu hatırayı o bahis okunurken hakikate intikal ettirerek aktarır; “Yaa kardaşlar meğer biz de Ayetül Kübra’yı okurken aynen Üstadımızın hissiyatına binip biz de geziyormuşuz oralarda” der ve eklerdi: “Maaşallah bu ne büyük saadet!

GAYET AZ İZAHAT YAPARDI

Dersinde bulunanlar onun gayet az izahat yaptıklarını görmüşlerdir. Nurlardan kopup dakikalarca izahat yapanları “Nurlara gölge oluyor” diye tekdir ederlerdi. Onun izahları ise çoğu zaman birkaç kelimeyi geçmezdi. Dili zor anlaşılıyordu. Ancak onun gibi Risale-i Nura gönül verenlerde bir kelimesine şahit olmak aleminde o hakikatın açılmasına vaki olduğu çok görülmüştür.

KAST VE İRADEYİ NAZARA VEREREK OKUMAK

Kainatta fennin şehadet ettiği çok müspet kanunlar vardır. Bir hakikati okurken falanca fende bunu söylemiyor mu? Tabi söylüyor amaaa o fenni aktaranlar ordaki kastı iradeyi kudreti nazara vermiyor. İşte verilse hakiki hikmet orda tevessü ediyor. İşte Risale-i Nur bunu yapmış.” Kendisinden derslerde defaatle duyulmuş ifadelerdir bunlar.

EN KÜÇÜK DAİREDE MARİFETULLAH VARDIR

Üstadımızın Meyve Risalesinde bahsettiği hayatın daireleri gibi İslami hizmetlerde de geniş daireler bulunabilir. Ona göre en has en ehem, en yüce daire; en küçük ve en içteki vicdan dairesindeki marifetullah hakikatlardır. Bir keresinde kendisiyle röportaj yapmak için gelen sunucuların Üstadımızın siyaset, askeri vb. tutumu gibi sual sorduklarında onlara “şimdi bizi kaç milyon kişi izleyecek” gibi latifede bulunduktan sonra hemen lafı oraya getirip “şimdi kardaşş asıl mühim olan imana hizmet. O varsa gerisi teferrutttır. Risale-i Nurlarla biz her vakit imanımızı tazelendiriyor, güçlendiriyoruz.” Daima hep bu noktayı nazara vermiştir.

Fenafinnur Sungur Ağabeyimizin Risale-i Nur yaklaşımını ve hizmet tarzını birkaç sayfada toplamak ne mümkündür. En bariz göze çarpan birkaç nükteyi anlatmaya çalıştık. Yoksa o Nur ummanını tanıtmak için ciltlerce kitap yazılsa yetersiz kalır.

Foto: Risaleajans

Risale-i Nur okurken en iyi şekilde nasıl istifade edebiliriz?

Risale-i Nur okurken en iyi şekilde nasıl istifade edebiliriz? Sesli okumak mı, sessiz okumak mı? Veya çok okumak mı, düşünerek az okumak mı? Ayrıca cevşen ve sair evradları okumanın Risale-i Nur’dan istifadeye faydası var mı?

Risale-i Nur, Kur’an-ı Kerim’in harika bir tefsiridir. Böyle kıymetli bir eserden istifade etmek büyük bir nimettir, bir ayrıcalıktır. Okurken şu gibi esaslara dikkat edilse, istifade çok daha fazla olur diye düşünmekteyiz:

• Başkalarına anlatmak için değil, kendi nefsimize hitap ederek okumak.

• Az da olsa her gün okumak.

• Küçük Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Haşir Risalesi gibi daha kolay anlaşılabilen risalelere öncelik vermek.

• Bilinmeyen kelimelerle ilgili lügat çalışması yapmak. Bir insan her ay bir risalenin kelimelerini çıkararak okusa, bir yıl gibi bir sürede çok mesafe alabilir.

• Çevremizde Nur dersleri yapılıyorsa düzenli olarak takip etmek, yapılmıyorsa da başlatmak.

• Seviyesi iyi kimselerle ön çalışmalı dersler yapmak. Mesela, bir hafta önceden belirlenen bir derse hazırlanıp gelmek, başkalarıyla bu konuyu enine boyuna müzakere etmek son derece faydalı olacaktır.

• “Ya Rabbi, bu eserleri anlamayı ve yaşamayı nasip eyle” şeklinde dualar etmek.

• Her gün hiç olmazsa on beş dakika sesli okumak, hem okuyuşu düzgünleştirir, hem telaffuzu güzelleştirir.

• Ayrıca sessiz olarak da yoğun bir şekilde okumak gerekir. Külliyetle dalmak mühimdir.

• Okuduğumuzu başkalarıyla paylaşmak önemlidir. İlim, paylaşıldıkça artar ve bereketlenir.

• Başlangıçta anlamasak da çok okumak, sonraki okuyuşlarda ise anlama ağırlıklı okumak daha faydalı olacaktır.

• Cevşen ve sair evradları okumanın Risale-i Nurdan istifadeye ve feyz almaya büyük faydası vardır. Bunlar insanın ulvi latifelerini geliştirir, ona kıvam ve kalite kazandırır.

Kaynak: Sorularla Risale-i Nur

Ders, İstanbul’da mı, Siirt’te mi ?

Günlerden Cumartesi.

O akşam Kurtköy Nur hizmetleri ile alakadar olan Kadir ağabey, beni aradı ve “Abi Siirt’e derse gideceğim, bana eşlik eder misin. Merak etme fazla durmayacağız, dersten sonra hemen döneceğiz” dedi.

Şaşırdım tabi. Şaka yapıyor olmalı diye geçirdim içimden ve gülerek, “tabi tabi neden olmasın. Hatta istersen ordan da Amerika’ya gidelim, oradan döneriz” deyince “şaka yapmıyorum, bana eşlik et, kendi gözlerinle gör” dedi.

Fesubhanallah. Var bunda bir iş” deyip kabul ettim.Ve birlikte yola koyulduk. Geldiğimiz yer Kartal’ın Yakacık bölgesinde bir mahallenin camiisi.

Durum böyle olunca dayanamayıp “hani siirte gidecektik.” deyince, o da “hele sabret abi” diye cevap verdi.   İçimden “galiba bu camiden oraya ışınlanacağız” diye geçirdim.

Akşam ezanı okunmaya başladı. Biz de o arada cami cemaatinden birkaç kişi ile tanışmak istedik. Konuşmalarından doğulu oldukları anlaşılınca memleketlerini sorduğum herkes ağız birliği yapmış gibi “Siirt” diyorlardı. Şaşırdım. Kime sorsam aynı cevabı alıyorum.

Namazı kıldık. Ve caminin çayhanesine geçtik. Bir de baktım sandalyelere oturmuş 20 civarında çocuk. Hepsi güzelce oturmuşlar bizi bekliyorlar (onların bir kısmını camide görmüştüm zaten). Biz de onların karşısına oturduk ve Kadir ağabeyin onlara ilk sorusu şu oldu. “Siirtli olanlar parmak kaldırsın”. İnanmayacaksınız ama 17 çocuktan biri hariç hepsi el kaldırdı. Meğersem burası Siirt’lilerin mahallesiymiş. O zaman jetonum düştü tabi.

İstanbul’u İstanbul olarak kabul etmek doğru değil aslında. Çünkü orası Türkiye’nin takendisi. Her şehirden gelenler koloni halinde bir arada oturuyorlar. O nedenle her il için bir iki mahalle mutlaka var İstanbul’da. Karadeniz mahallelerini bilmeyen yoktur.

İşte Kartal’a bağlı Siirt mahallesi de bunlardan biriydi. Akşam namazını kılmak için camisine girdiğimizde, hepsi kürtçe konuşan, kıyafetleri tamamen doğuya uygun olarak giyinmiş, “aranızda kimler Siirtli” diye soracak olursanız hepsin el kaldırdığını görebileceğiniz ilginç bir tablo ile karşılaşırsınız. Şâfi mezhebine göre namaz ve tesbihat yapılıyor. Kendinizi Adeta doğuda bir kenar mahalle camiinde zannedersiniz.

Caminin çayhanesindeyiz. Saat akşam 21.10 ve ders başlatalı iki hafta olmasına rağmen, derste  tam 17 çocuk var.  Kurtköy hizmetleri ile alakadar olan Kadir ağabey her hafta aynı gün Kurtköy’den Siirt mahallesine gelerek, bu çocuklara nurları ulaştırmaya başlamış. O akşam  Asây-ı  Mûsa’dan bir ders yapılıyor.  Çocuklar da pür dikkat dinliyorlar ağabeylerini.

Hatta geçen hafta yapılan ders ile ilgili sorulan sorulara, okullardaki gibi parmak kaldırarak cevap veriyorlar. Kadir abi de Çikolata ile onları ödüllendiriyor. Maşallah daha ilk haftadan itibaren 15-20 çocuk toplanmaya başlamış. Dua edin. Bu bir çekirdek olsun ve Siirt mahallesinde de çocuklarla başlayarak babalarına da ulaşmayı nasip etsin.

www.NurNet.org

 

Kırklarelinde Nur Derslerine Olan Sadakat ve Sebat Örneği

Bir süredir hastanede tedavi gören Bekir amcamız hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenab-ı Hak gani gani rahmet etsin. Bu münasebetle daha önce 3 şubat’ta sitemizde yayınlanan haberini tekrar anasayfamıza taşıyoruz. Cenazesi yarın öğle namazını müteakip Kırklareli’nde kılınacak namazdan sonra defnedilecektir.

Büyük ağabeylerimizle, hocalarımızla, sohbetlerimiz de onlardan dinlediğimiz hatıralar ve anılar bizleri şevke ve gayrete getiriyor. Özellikle hizmetin zor zamanlarını görmüş ve sıkıntılarını yaşamış olan ağabeylerimiz bizim gayrete gelmemize vesile oluyor.

Bu ağabeylerimizden biri olan kıymetli değerli büyüğümüz  Bekir ağabeyin hatıralarını dinlerken sanki o zamanları yaşıyormuş gibi içimizde derin duygular oluştu. Kendisini bu örnek yaşantısından ve davranışlarından dolayı takdir ediyor ve kendimize onu örnek alıyoruz. Ona hayır dualar ediyoruz.

Kendisiyle sohbet esnasında 60 yıllık nur hizmetindeki hatıralarını anlatmaya başladı. 1960 yıllarında Risale-i Nur hizmetini tanıdığını ve bu hizmeti tanımasına vesile olan değerli  Abdülhamit Hocamızın olduğunu söylüyor.

Abdülhamit hocamız 1959 yılında Kırklareli Merkez Hızır Bey camisine atandıktan sonra Risale-i Nur hizmetinin Kırklareli’nde öncüsü olmuştur. Bu sırada  Bekir ağabeyin terzi dükkânı varmış, her fırsatta Bekir ağabeyin dükkânında Risale-i Nur dersleri yapıyorlarmış. Ayrıca Helvacı Salih ağabeyin evinde  30 kişinin iştirakiyle Nur Dersleri yapılırmış.

Bu süre zarfında Risale-i nur hizmeti inkişaf etmiş. Evlerde dükkânlarda Risale-i Nur dersleri okunmuş. 1965 yılında Demirköy müftüsünün müdafaası için Bekir Berk ağabey Kırklareli’ne gelmiş. Bu esnada Bekir ağabey ile de tanışmış ve sohbet etmiş. Bekir Berk ağabey dua temennisiyle ahirette üstadımızla ve kardeşlerimizle beraber olacağını ifade ettiğini söyledi.

Bekir Ağabeyimizin sadıkane, sebatkarane ve fedakarane sohbetlere iştiraki bütün talebelere çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Yaşı 89 olmasına rağmen 5 vakit namazını cemaatle cami de kılması Risale-i Nurların feyz ve bereketinden kaynaklandığını söyledi. Kırklareli’nde pazartesi ve cuma günü yapılan derslere herkesten önce hava şartları ne olursa olsun hiç aksatmadan gelmektedir.

Bir defasında kışın derse gelirken yolda düşüp ayağını kırdı yinede kırık ayağıyla derslere iştirak etmeye çalıştı. Bekir ağabeyimizin bu gayretini Risale-i Nur’lardan aldığını dile getirdi. Allah Bekir ağabeyimizden razı olsun. Allah onun gayretini cümlemize nasip etsin.

www.nurnet.org

Cenazeden kesitler:


2. ve 3. Kelime – Hutbe-i Şamiye

 

Bu Hutbe-i Şâmiye eseri, Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin otuz beş yaşında iken, Şam’da, Şam ulemasının ısrarı üzerine Câmi-i Emevîde irad ettiği bir hutbedir. Çok büyük bir ehemmiyeti haiz olması hasebiyle, o zaman Şam’da bir hafta içinde iki defa tab edilmiştir. Bilâhare müellif Bediüzzaman Said Nursî tarafından tercümesi neşredilmiştir.

İşte o risaleden 2. ve 3. kelimeler, sohbeti yapan Doç.Dr. Şadi Eren… Aşağıya ilk paragrafları aldık.

İKİNCİ KELİME: Ki, müddet-i hayatımda tecrübelerimle fikrimde tevellüd eden şudur:

Yeis en dehşetli bir hastalıktır ki, âlem-i İslâmın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi, garpta bir-iki milyonluk küçük bir devlet, şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş. Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-i umumiyeyi bırakıp menfaat-ı şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeistir ki, kuvve-i mâneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i mâneviye ile şarktan garba kadar istilâ ettiği halde, o kuvve-i mâneviye-i harika meyusiyetle kırıldığı için, zâlim ecnebîler dört yüz seneden beri üç yüz milyon Müslümanı kendilerine esir etmiş. Hatta bu yeisle, başkasının lâkaytlığını ve füturunu kendi tembelliğine özür zannedip neme lâzım der, “Herkes benim gibi berbattır” diye şehamet-i imaniyeyi terk edip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor…

ÜÇÜNCÜ KELİME: Ki, bütün hayatımdaki tahkikatımla ve hayat-ı içtimaiyenin çalkamasıyla, hülâsa ve zübdesi bana kat’î bildirmiş ki: Sıdk, İslâmiyet’in üssü’l-esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyleyse, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihyâ edip onunla mânevî hastalıklarımızı tedâvi etmeliyiz…