Etiket arşivi: Sözler

Sözler Risalesi

Birinci Söz

Besmelenin anlam ve önemi. Çeşitli varlıkların dilinde besmele. Allah’ın adını anmak ve Onun adıyla hareket etmek neler kazandırır?

On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamı
Bismillâhirrahmânirrâhîm’in binler esrarından altı sırrına dairdir.
Birinci Sır:
 Kâinat, yer ve insan simasında üç rububiyet sikkesi vardır.
İkinci Sır:
 Vahidiyet içinde ehadiyet cilvesini izah eder.
Üçüncü Sır:
 Kâinatı şenlendiren rahmettir.
Dördüncü Sır:
 Rahmaniyet içinde ehadiyet sikkesini gösteriyor.

Beşinci Sır: “Allah insanı Rahman sûretinde yaratmıştır” hadisinin izahı.
Altıncı Sır: Rahmetin kıymetini anlatır.


İkinci Söz

İnananların ve inkâr edenlerin bakış açıları arasında bir karşılaştırma. Cennet hayatını insan bu dünyada yaşamaya başlayabilir mi?


Üçüncü Söz

Allah’a kulluk görevlerini yerine getiren ve getirmeyenler arasında bir karşılaştırma. Tevekkülün tanımı ve kazandırdıkları.


Dördüncü Söz

Namaz kılan ve kılmayanların kazanç ve kayıpları arasında bir karşılaştırma. Bir saatlik ibadetle günün yirmi dört saatini ibadet haline getirmenin yolu.


Beşinci Söz

Dünya işleri namaza engel olabilir mi? Rızk için çalışmak ne zaman ibadet olur, ne zaman ibadete engel teşkil eder?


Altıncı Söz

“Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır.” (Tevbe, 9/111) mealindeki âyetin bir açıklaması. Yetenek ve organlarımızın Allah için nasıl kullanılabileceğine dair pratik örnekler.


Yedinci Söz

Namaz kılmaya ve büyük günahlardan kaçınmaya dair. Sabır, tevekkül, şükür, kanaat nedir? Allah’tan korkmak nasıl olur?


Sekizinci Söz

“Fenalığı kendinden, iyiliği Allah’tan bil.”(Nisa, 4/79) mealindeki âyetin bir açıklaması. İnananların ve inanmayanların dünya hayatındaki kazanç ve kayıplarına dair bir karşılaştırma.


Dokuzuncu Söz

Namaz niçin günde beş vakit kılınır? Her vaktin ayrı ayrı açıklaması.

Birinci Nükte: Namazın anlamı. Namaz tesbihatındaki sözlerin namazla ilişkisi.

İkinci Nükte: İbadetin anlamı. Namaz içindeki sözlerin ve hareketlerin dile getirdiği mânâlar

Üçüncü Nükte: Bütün ibadetlerin özeti olarak namaz

Dördüncü Nükte: İnsanın, dünyanın ve kâinatın ömründe, beş namaz vaktinin karşılıkları ve bu vakitler arasındaki ilişkiler

Beşinci Nükte: Herbiri insan ve kâinat ömründe belirli devrelere işaret eden vakitlerde namaz kılan bir kul, bu hareketiyle hangi mânâları dile getirir?


Onuncu Söz

Öldükten sonra dirilme, âhiret âlemi, Cennet ve Cehennem. İçinde yaşadığımız dünyada, âhiretin varlığını gösteren deliller. Giriş Bölümünde temsilî bir hikâye yer alır ve bunu izleyen “Suret”ler ile bir sonraki bölümün “Hakikat”leri, bu temsildeki önemli unsurları açıklar.

Birinci Suret: Dünyada eseri görünen bir egemenliğin, başka bir dünyadaki ödül ve cezaya işareti.

İkinci Suret: Egemenlik sahibinin ikram arzusunun ödüllendirmeye, adaletinin ise zalimleri cezalandırmaya işareti ve “Mahkeme-i Kübrâ”ya delil teşkil edişi.

Üçüncü Suret: Varlıklarda görünen hikmet ve düzenin adalete, adaletin ise “Mahkeme-i Kübrâ”ya işareti.

Dördüncü Suret: Dünyada sergilenen eserlerin ortaya koyduğu cömertlik ve güzelliğin, daha geniş ve devamlı bir sergiye işareti.

Beşinci Suret: Her yerde eseri görünen bir şefkatin başka bir âleme işareti. Özellikle, Âhirzaman Peygamberinin bu konudaki duaları ve Allah’ın ona karşı olan şefkat ve sevgisi.

Altıncı Suret: Dünyanın her yanında görülen sürekli faaliyet ve değişikliklerin bir başka âleme işareti.

Yedinci Suret: İnsan hafızası ile Levh-i Mahfuz arasındaki ilişki. Dünyada olup bitenlerin kayda geçirilişi ve “Mahkeme-i Kübrâ”ya işareti.

Sekizinci Suret: Temsildeki Padişahtan gelen mesajda bir ödül ve ceza yerine dair vaadler ve bu vaadlere inanmayı gerektiren nedenler.

Dokuzuncu Suret: Temsildeki Padişahla teması bulunan bazı önemli kişilerin, Sekizinci Surette geçen vaadleri doğrulayan haberleri.

Onuncu Suret: Temsildeki ülkede herşeyin sürekli olarak yıkılıp yerine yenisinin yapılmakta oluşunun, bâki bir âleme işareti.

On Birinci Suret: Ortalıktaki faaliyetlerde eseri görünen hikmet, merhamet ve adaletin başka bir âleme işareti.

On İkinci Suret: Temsildeki Padişahın ordusundaki en yüksek rütbeli subaylara verilen görev ve donanımların ebedî bir âleme işareti. Padişahın en yüksek rütbeli yaverinin ondan getirdiği mesaj.

Mukaddime:

Birinci İşaret: Birinci bölümdeki hikâyede yer alan kahramanların açıklaması. Kâinatın, mutlak egemenlik sahibi bir Yaratıcıya işareti

İkinci İşaret: Temsilde en yüksek rütbeli yaver olarak işaret edilen Âhirzaman Peygamberinin görevleri ve doğruluğunun delilleri.

Üçüncü İşaret: Temsilde yüksek rütbeli subaylar olarak işaret edilen; insanların önemi ve âhiretin varlığına işareti.

Dördüncü İşaret: Temsildeki padişahın şu geçici memleketi çok özenle icad etmesi, ama bunun yerine daimi bir memleket icad etmemesinin o padişahın şanına yakışmayacağının izahı

Birinci Hakikat: Malikiyet ve egemenlik hakikatlerinin ve İlâhî isimlerden Rab isminin âhirete işareti.

İkinci Hakikat: Kerem, rahmet, izzet ve celâl hakikatleri ile Kerîm ve Rahîm isimlerinin âhirete işareti.

Üçüncü Hakikat: Hikmet ve adaletin dünyadaki delilleri ve Hakîm ve Âdil isimlerinin âhirete işareti.

Dördüncü Hakikat: Dünyada eserleri görünen cömertlik ve güzellik hakikatleri ile Cevad ve Cemîl isimlerinin âhirete işareti.

Beşinci Hakikat: Canlılar dünyasında eserlerini gösteren şefkat hakikatinin, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) ve Mücîb ve Rahîm isimlerinin âhirete işareti.

Altıncı Hakikat: Dünyada sürüp giden ve sürekli olarak değişen faaliyetlerin ortaya koyduğu haşmet ve sürekliliğin ve Celîl ve Bâkî isimlerinin âhirete işareti.

Yedinci Hakikat: Tohum, çekirdek ve hafıza gibi varlıkların ortaya koyduğu bir “saklama ve koruma” fiilinin ve Hafîz ve Rakîb isimlerinin âhirete işareti.

Sekizinci Hakikat: Bir büyük ödül ve ceza gününe dair Kâinat Yaratıcısının peygamberlerle bildirdiği vaadlerin ve Cemîl ve Celîl isimlerinin âhirete işareti.

Dokuzuncu Hakikat: Canlılar dünyasında, özellikle kış ve bahar mevsimlerinde görünen “öldürme” ve “diriltme” fiillerinin ve Muhyî ve Mümît isimlerinin âhirete işareti.

Onuncu Hakikat: Varlıkların ve olayların, herşeyi kuşatan bir hikmet, inayet, rahmet ve adalete; bu hakikatlerin ve Hakîm, Kerîm, Âdil ve Rahîm isimlerinin âhirete işareti.

On Birinci Hakikat: İnsanın yaratılış, yetenek ve görevlerinin ve Hak isminin âhirete işareti.

On İkinci Hakikat: Peygamberimizin, Kur’ân’ın ve Bismillâhirrahmânirrahîm’in âhirete işareti.

Hatime: “Hepinizin yaratılması ve diriltilmesi, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir” meâlindeki âyetin açıklaması.

Onuncu Sözün Mühim Bir Zeyli ve Lâhikasının Birinci Parçası

Öldükten sonra dirilmeye ve âhirete îman, insanın hem şahsî, hem de cemiyet hayatının huzuru için ne kadar gereklidir? Bu hususu, öldükten sonra dirilmenin delilleriyle beraber açıklayan ve ispat eden önemli bir tefsirdir.

Mukaddime:

Birinci Nokta: Ahiret inancı, toplumsal ve ferdî hayatın saadetinin esasıdır.

Birincisi: İnsanlığın yarısını teşkil eden çocuklar için ahiret inancının faydası.

İkinci Delil: İhtiyarlar için ahiret inancının dünyevi faydalarını izah eder.

Üçüncü Delil: Gençler için faydasını izah eder.

Dördüncü Delil: Aile hayatı için faydasını izah eder.

İkinci Nokta: Haşre imanı, diğer iman hakikatlerinin ispatı ele alınıyor.

Zeylin İkinci Parçası

Hayat, imanın altı erkânına bakıp ispat ediyor.

Zeylin Üçüncü Parçası

“Korkunç bir ses onlara yetti” (Yâsin Sûresi, 36:29); “Kıyametin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadar” (Nahl Sûresi, 16:77) âyetleri kıyametin kopmasının zamansız olacağını haber veriyor. Aklı bu hususta ikna etmek için örnekler veriliyor.

Birinci Mesele: Ruhların cesetlerine gelmesinin örneği dağılmış ordunun düdük sesiyle toplanması misaliyle ispatlanır.

İkinci Mesele: Cesetlerin yeniden diriltilmesinin örneği büyük bir şehrin karanlık bir gecede bir merkezden bir anda aydınlatılması ile ispatlanır.

Üçüncü Mesele: Cesetlerin yeniden diriltilmesiyle ilgili örneği baharda birden sayısız çiçek ve bitkilerin açılıp gelişmesiyle ispatlanır.

Dördüncü Mes’ele: Dünyanın ölümü ve Kıyamet kopması bir anda bir gezegen ve kuyruklu yıldızın çarpmasıyla izah edilir.

Zeylin Dördüncü Parçası

Kur’ân’ın, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada gözlenen fiillerle kalb ve zihinleri ikna etmesi.

Zeylin Beşinci Parçası

Ahirete imanda kuvvetli bir ümit ve teselli vardır.


On Birinci Söz

Namazın dile getirdiği anlamlar. Duygu ve yeteneklerin yaratılış amaçları. İnsan hayatının dokuz gayesi.


On İkinci Söz

Kur’ân ile din dışı felsefe arasında bir karşılaştırma ve Kur’ân’ın bütün kelâmlar üzerindeki yeri.

Birinci Esas: Kur’ân ve felsefenin evrene bakış açıları. “Mânâ-yı ismî” ve “mânâ-yı harfî” kavramlarının açıklaması.

İkinci Esas: Kur’ân ve felsefenin, bireylerin hayatı üzerindeki etkileri.

Üçüncü Esas: Kur’ân ve felsefenin toplum hayatı üzerindeki etkileri.

Dördüncü Esas: Vahiy ve ilhamın tanım ve karşılaştırması. “Ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa, Rabbinin kelimelerini yazmakla bitiremezdi” meâlindeki âyetin bir açıklaması


On Üçüncü Söz

Kur’ân, alışılagelmiş olaylardaki olağanüstülüğü nasıl ortaya çıkarıyor? Kur’ân’ın üslûbundan zevk almanın yolları.

İkinci Makam

Kabir, gençlik, tutuklulular ve kan dâvâsı ile ilgili bazı parçalar.

Meyve Risalesinden Altıncı Mesele: İlimlerin diliyle Allah’ı tanıma.

Hüve Nüktesi: Hava zerrelerindeki İlâhî ilim, irade ve kudret tecellîsi.


On Dördüncü Söz

Anlaşılmasında güçlük çekilen bazı âyet ve hadisler: Yer ve göklerin altı günde yaratılışı; yaş ve kuru herşeyin bir kitapta yazılmış olması; kırk bin başlı melek; Allah’ın birtek emirle herşeyi yaratması.

Hatime

Dünya hayatı ve ölüm.

On Dördüncü Sözün Zeyli

Deprem; İlâhî bir takdir olarak sebep ve sonuçları. Felâketlerdeki hikmetler. Tabiat kanunları ve İlâhî irade.


On Beşinci Söz

Uzaydaki canlılar, melekler, cin ve şeytanlar. “Dünya semâsını kandillerle süsledik ve onları şeytanlar için taş yaptık” meâlindeki âyetin açıklaması.

Birinci Basamak: Meleklerin varlığı ve yaratılış sebebi.

İkinci Basamak: Gökten yere inenler ve yerden göğe çıkanlar.

Üçüncü Basamak: İnsanın önemi ve yeryüzünün gökler kadar değer kazanmasının nedeni.

Dördüncü Basamak: Melekler ve şeytanlar arasındaki çarpışmalar.

Beşinci Basamak: Şeytanların melekler tarafından taşlanması.

Altıncı Basamak: Şeytanların taşlanmasında İlâhî egemenliğin haşmetine işaret eden yönler.

Yedinci Basamak: Şeytanların taşlanmasındaki üç mânâ.

On Beşinci Sözün Zeyli

Şeytan ve ona tabi olanların Kur’ân’a yönelik vesvesesine karşı verilmiş bir cevaptır.

Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı

Şeytanın bir itirazı üzerine, Kur’ân’ın mu’cizelik esasının en mühimlerinden biri olan îcâz yönünü açıklar.


On Altıncı Söz

“Birşeyin olmasını dilediği zaman, Onun işi sadece ‘Ol!’ demektir; o da oluverir” meâlindeki âyetin açıklaması.

Birinci Şua: Allah’ın her yerde birden hazır bulunması ve herşeye herşeyden yakın bulunması; vahidiyet ve ehadiyet.

İkinci Şua: Varlıkların yaratılışındaki san’at, kudret ve kolaylık.

Üçüncü Şua: Herşey Ondan sonsuz derecede uzak iken, Allah’ın herşeye sonsuz derecede yakın olması.

Dördüncü Şua: Namazda ve hacda Allah’ın huzuruna çıkmak.

Küçük Bir Zeyl

Tabiat kanunlarının işleyişinde İlâhî iradenin tecellîsi. Yağmur ve rızık.


On Yedinci Söz

Dünyadaki ölüm ve ayrılıklar, herşeyi kuşatan bir rahmetle nasıl açıklanabilir?

On Yedinci Sözün İkinci Makamı

Tevekküle dair bir nazım.

Siyah Dutun Bir Meyvesi: Ölüm ve âhirete Kur’ân’ın ışığında bakış.

Kalbe Farisî olarak tahattur eden bir münacat: Dünyanın faniliğine dair bir nazım: önce gafletle bakış ve yakınma, sonra tevekkülle sükûna eriş.

Birinci Levha: Gaflet ehlinin dünyaya bakışı.

İkinci Levha: Hidayet ehlinin dünyaya bakışı.

Barla Yaylası, çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesi: Farsça bir tefekkürname ve açıklaması.

Yıldızları konuşturan bir yıldızname: Göklerin ve yıldızların tasvirini şiirsel bir tarzda dile getirir.


On Sekizinci Söz

Birinci Nokta: Başarılarda insan nefsinin payı; gurur ve şükür.

İkinci Nokta: Çirkin görünen varlık ve olaylardaki güzellikler.

Üçüncü Nokta: Kâinattaki san’at eserlerinin seyircisi olarak insan; ve insanlık içinde Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yeri

Firkatli Ve Gurbetli Bir Esarette, Fecir Vaktinde Ağlayan Bir Kalbin Ağlayan Ağlamalarıdır: Seher vaktinde tevbeye dair bir manzume.


On Dokuzuncu Söz

Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği.

Birinci Reşha: Rabbimizi bize anlatan üç büyük tanıtıcıdan biri olarak Hz. Muhammed (a.s.m.).

İkinci Reşha: Semavî kitapların verdiği haberler, irhasat ve mucizeler, ahlâk ve takvâsının ışığı altında Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği.

Üçüncü Reşha: Bütün varlıklara hitap eden ve kâinatın yaratılış sırrını açıklayan bir hatip olarak Hz. Muhammed (a.s.m.).

Dördüncü Reşha: Onun yaydığı ışıkla evrenin aldığı yeni şekil.

Beşinci Reşha: Onun yaydığı ışıkla varlıkların kazandığı değer.

Altıncı Reşha: Kulluk ve elçilik yönleriyle Hz. Muhammed (a.s.m.).

Yedinci Reşha: Onun akıl, kalb, ruh ve nefisler üzerindeki etkisi.

Sekizinci Reşha: Onun kötü âdet ve gelenekleri kaldırıp güzel ahlâkı yerleştirmekteki benzersiz başarısı.

Dokuzuncu Reşha: Onun görev başındaki cesareti.

Onuncu Reşha: Kıyamet ve âhiret gibi, gelecekteki çok önemli olaylara dair verdiği haberler.

On Birinci Reşha: Onun Kâinat Yaratıcısından getirdiği haberlerin doğruluğu ve önemi.

On İkinci Reşha: Onun, insanlığın en önemli ihtiyacı için ettiği dualar.

On Üçüncü Reşha: Onun, ebedî bir mutluluk ve Cennet için ettiği duaların kabulündeki kesinlik.

On Dördüncü Reşha: Kur’ân’ın tanımı; Kur’ân’daki tekrarların hikmeti; Kur’ân ile felsefenin varlıklara bakışındaki fark.


Yirminci Söz

Kur’ân ile ilgili bazı sorulara cevaplar ve Kur’ân’ın mucizelerinden bazı örnekler.

Birinci Makam

Kur’ân ile ilgili bazı itiraz ve vesveselere cevaplar.

Birinci Nükte: Küçük ve önemsiz görünen olaylarda büyük ve kapsamlı yasalara Kur’ân nasıl işaret ediyor? Meleklerin Âdem’e secdesi.

İkinci Nükte: İsrailoğullarının ineği kesmesine dair kıssadaki dersler.

Üçüncü Nükte: Taşlar hakkındaki âyetin verdiği dersler.

İkinci Makam

Peygamber mucizeleri hakkındaki âyetlerde geleceğe ve teknolojik gelişmelere dair işaretler.

Mukaddime: Tabiat kanunlarına uymak suretiyle, peygamber mucizelerine teknoloji yoluyla yaklaşabileceğine dair örnekler.

Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehem: Bilim branşları ile İlâhî isimler arasındaki ilişki.

İki mühim suale karşı iki mühim cevap: Teknolojik gelişmelerin haberleri Kur’ân’da niçin açık bir şekilde yer almıyor? Kur’ân niçin kâfirleri de tasdike mecbur bırakacak bir şekilde bu haberleri vermiyor?


Yirmi Birinci Söz

Birinci Makam

“Hergün beş vakit namaz usanç veriyor” şeklindeki bir itiraza cevap.

Birinci İkaz: Usançlığa yol açan bir aldanma: “tevehhüm-ü ebediyet.”

İkinci İkaz: Kalbin günlük ihtiyaçlarını karşılamakta namazın rolü.

Üçüncü İkaz: Sabır nereye ve nasıl harcanmalı? Üç çeşit sabır.

Dördüncü İkaz: Kulluk görevlerine verilen ücretle dünyaya ait işlerin ücreti arasında bir karşılaştırma.

Beşinci İkaz: İnsanı oyalayarak kulluk görevlerinden uzaklaştıran nedenler. Dünya işleri nasıl ibadete çevrilir?

İkinci Makam

Vesvese; tanımı ve kurtuluş çareleri.

Birinci Vecih: Vesvesenin yol açtığı telâş ve ümitsizlikten korunmanın çaresi.

İkinci Vecih: Mânâların insan hayalinde aldığı şekiller ve bunların vesvese ile ilişkisi.

Üçüncü Vecih: Kavramlar arasındaki çağrışımlar ve vesvese ile ilişkisi.

Dördüncü Vecih: Dindeki aşırılığın yol açtığı vesvese.

Beşinci Vecih: İman ile ilgili konularda vesvese.


Yirmi İkinci Söz

Evrende Allah’ı tanıtan san’at eserleri; bunlardaki birlik tecellîlerini ve san’at inceliklerini çözmenin ve tahkikî bir imanı kazanmanın yolları.

Birinci Makam

Dünyada olup biten sıradan olayların ardındaki olağanüstülüklere dikkati çeken bir temsil.

Birinci Burhan: Ağaçların yaratılış ve yaşayışındaki olağanüstülük ve birlik tecellîsi.

İkinci Burhan: Tohumlardaki ve canlıların yaratılışındaki olağanüstülük ve birlik tecellîsi

Üçüncü Burhan: İnsan ve hayvanların yaratılış ve yaşayışındaki olağanüstülük ve birlik tecellîsi.

Dördüncü Burhan: Ağaçların çevre ile ilişkilerindeki olağanüstülük ve birlik tecellîsi.

Beşinci Burhan: Ağacın sonucu olan meyve ile evrenin sonucu olan insanın, üzerlerindeki san’atla bir San’atkâra işareti.

Altıncı Burhan: Bahar ve yaz mevsimindeki değişikliklerde görünen olağanüstülük ve birlik ve kudret tecellîsi.

Yedinci Burhan: Varlıklar arasındaki yardımlaşma ve dayanışmada görünen olağanüstülük ve birlik tecellîsi.

Sekizinci Burhan: Bütün varlıkların yaratılış ve işleyişinde rol alan hava, su, ışık, toprak gibi unsurların yerine getirdiği görevlerdeki olağanüstülük ve birlik tecellîsi.

Dokuzuncu Burhan: Bütün eserlerin sahibi ve san’atkârı olarak birtek zatı tanımanın kolaylığı.

Onuncu Burhan: Varlıkların gelip geçmesinde, onları değiştirenin değişmezliğini gösteren işaretler.

On Birinci Burhan: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği haberlerin, evrendeki varlıklar tarafından doğrulanması.

On İkinci Burhan: Kâinat Yaratıcısı hakkında Kur’ân’ın verdiği haberler.

İkinci Makam

Evrendeki varlıkların, Allah’ın varlık ve birliğine işaretleri.

Birinci Lem’a: Allah’ı bir olarak tanımakta hakikî ve zahirî tevhidin farkları. Evrendeki olayların sebeplere bağlanmasındaki hikmetler.

İkinci Lem’a: Hayat üzerinde, Allah’ın varlık ve birliğini gösteren damga. Birşeyden herşeyin, herşeyden birşeyin yapılması.

Üçüncü Lem’a: Canlılar üzerinde Allah’ın varlık ve birliğine işaret eden damgalar.

Dördüncü Lem’a: “Hayat verme” fiili üzerinde, Allah’ın varlık ve birliğini gösteren damgalar. Herbir zerrede Allah’ın varlık ve birliğine açılan üç pencere. Zerrelerdeki “ehadiyet” ve “samediyet” damgaları.

Beşinci Lem’a: Allah’ın birliğine inanmanın kolaylığı.

Altıncı Lem’a: Bahar mevsiminde Allah’ın varlık, birlik ve kudretini gösteren damgalar ve âhirete işaretler.

Yedinci Lem’a: Varlıklar arasındaki yardımlaşmalarda Allah’ın varlık ve birliğini, hikmet ve rahmetini gösteren işaretler.

Sekizinci Lem’a: Varlıkların yaratılışında kullanılan temel unsurların birliğinde ve bir varlıkla bütün varlıklar arasındaki ilişkilerde Allah’ın varlık ve birliğine işaret eden deliller.

Dokuzuncu Lem’a: Türlerin yaratılışındaki benzerlik ve kolaylığın, Allah’ın varlık ve birliğine işareti.

Onuncu Lem’a: Ölüm üzerindeki birlik ve devamlılık damgası. Eserden fiile, fiilden isim, sıfat ve zâta geçiş.

On Birinci Lem’a: Allah’ın varlığının ve birliğinin şâhidi olarak Seyyidimiz Muhammedü’l-Emîn (a.s.m.).

On İkinci Lem’a: Allah’ın varlık ve birliğinin şahidi olarak Kur’ân.

Hâtime: Marifetullahın arşına çıkmak ve tevhidi ilan etmek.


Yirmi Üçüncü Söz

İnsan ve iman ilişkileri; insanın kuvvetli ve zayıf yönleri ve tekâmül yolları.

Birinci Mebhas

İmanın güzellikleri ve insana kazandırdıkları.

Birinci Nokta: İnsanın, Yaratıcısına mensup olmakla kazandığı değer. İnsanın yaratılışında, iman ışığında okunan mânâlar.

İkinci Nokta: İman ışığı altında geçmiş ve geleceğe bakış.

Üçüncü Nokta: İman ve tevekkülün verdiği kuvvet. Tevekkülün tanımı.

Dördüncü Nokta: İnsanın yaratılışındaki tekâmül amacı; âcizlik ve güçsüzlüğünden aldığı kuvvet.

Beşinci Nokta: Duanın gücü, anlamı, çeşitleri, cevaplandırılması ve kabulü.

İkinci Mebhas

İnsanın sonsuz yükseliş ve sonsuz alçalış sırları. “Ahsen-i takvim,” “âlâ-yı illiyyîn,” “esfel-i sâfilîn” kavramlarının açıklanması.

Birinci Nükte: İnsanın evrensel ihtiyaçları; iyilik ve kötülük yönündeki yeteneği; Allah’a kul olmakla kazandığı güç. “Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir” meâlindeki âyetin bir açıklaması.

İkinci Nükte: İnsanın dünyaya ve âhirete bakan yönleri; duygu ve yeteneklerinin ayrı ayrı kulluk görevleri.

Üçüncü Nükte: İnsan duygu ve yeteneklerini sadece dünya hayatına yöneltmekle ne kazanır, ne kaybeder? Dünya hayatından alınan lezzetlerin bir kulluk görevine dönüştürülmesi.

Dördüncü Nükte: İnsanın âcizliğiyle kazandığı güç; bütün varlıkların insana hizmetkâr olmasındaki sır.

Beşinci Nükte: İnsanı, yaratılmışların en üst mertebesine çıkaran tefekkür ve kulluk görevlerinin iki yönü.


Yirmi Dördüncü Söz

“En güzel isimler (Esmâ-i Hüsnâ) Allah’ındır” meâlindeki âyetin hakikatlerine dair bazı açıklamalar.

Birinci Dal: Farklı varlıklarda ve varlık âleminin değişik mertebelerinde, farklı isimlerin tecellîsi.

İkinci Dal: İlâhî isimlerin tecellîsinde mertebeler: herşeyi kapsayan umumî tecellî; topluluklara yönelik tecellî; fertlere yönelik tecellî.

Üçüncü Dal: Kıyamet alâmetleri gibi bazı konularda yanlış anlaşılan hadislerin doğru bir şekilde anlaşılabilmesini sağlayan On İki Asıl.

Birinci Asıl: Kıyamet alâmetlerinin üstü kapalı bir şekilde bildirilmesinin nedeni.

İkinci Asıl: Dinî meselelerde delil gerektiren ve gerektirmeyen konular.

Üçüncü Asıl: Bazı hurafelerin İslâma girişi.

Dördüncü Asıl: Hadise dair yorumların hadisle karıştırılmasından doğan sonuçlar.

Beşinci Asıl: Evliya ilhamının hadisle karıştırılmasından doğan sonuçlar.

Altıncı Asıl: Hadisteki temsil ve kinayelerin, kelimelerin gerçek anlamlarıyla karıştırılmasından doğan sonuçlar.

Yedinci Asıl: Hadisteki teşbih ve temsillerin, cahillerin eline düşmesiyle gerçek sanılması. “Yetmiş yılda Cehennemin dibine düşen taş” ve “öküz ile balık” hadisinin açıklaması.

Sekizinci Asıl: Kıyamet vaktinin ve bazı önemli kişilerin gizli bırakılmasının sebepleri. Mehdî, Süfyan, Deccal, Ye’cüc ve Me’cüce dair bazı açıklamalar.

Dokuzuncu Asıl: Dünyanın önemsizliğine ve bazı sûrelerin fazilet ve sevabına dair rivayetlerde mübalâğa olarak görülen hususların açıklaması.

Onuncu Asıl: Bazı işlerin fazilet ve sevabına, yahut kötülüğüne dair rivayetlerde mübalâğa olarak görülen hususların açıklaması.

On Birinci Asıl: Hadislerde, yorumlanmayı ve tabir edilmeyi gerektiren benzetmeler.

On İkinci Asıl: Kur’ân ve felsefenin bakış açılarındaki farklılık ve bu farklılığın doğurduğu sonuçlar.

Dördüncü Dal: Bütün varlıkların Allah’a secde ettiğine dair âyetin açıklaması. Varlıkların kendilerine özgü ibadetleri.

Beşinci Dal:

Birinci Meyve: Sevginin varlık âlemindeki yeri; sevgi ve korkunun yöneltilmesi gereken hedefler. Allah korkusu nedir, nasıl olur?

İkinci Meyve: İbadetin sebebi; niyetin önemi; bütün varlıkların ibadetini kendi ibadeti olarak Allah’a sunmanın yolu.

Üçüncü Meyve: Sünnetin önemi ve Sünnete uymanın sonuçları.

Dördüncü Meyve: Dinden uzaklaşma konusunda Müslümanlar ile ecnebîler arasındaki fark.

Beşinci Meyve: İnsanın çokluk ve birlik âlemlerine bakan yönleri.


Yirmi Beşinci Söz

Kur’ân’ın mucizeliğine dair.

Mukaddime

Kur’ân’ın üç ayrı tanımı.

Birinci Şule

Birinci Şua: Kur’ân’ın mucize derecesindeki ifade üstünlüğü.

Birinci Suret: Kur’ân’ın meydan okuyuşuna karşılık, onun benzerini kimsenin getirememesi.

İkinci Suret:

Birinci Nokta: Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki düzen ve birbiriyle ilişkileri.

İkinci Nokta: Kur’ân’ın mânâsındaki üstünlük.

Üçüncü Nokta: Kur’ân’ın üslûbundaki benzersizlik ve olağanüstülük.

Dördüncü Nokta: Kur’ân’ın lâfzındaki olağanüstülük; tekrar tekrar okunmasına rağmen usandırmaması.

Beşinci Nokta: Kur’ân’ın, konuları açıklamasındaki olağanüstülük.

İkinci Şua: Kur’ân’ın kapsamlılığındaki olağanüstülük.

Birinci Lem’a: Kur’ân’ın lâfzındaki kapsamlılık; bir sözün pek çok anlamı içine alışı.

İkinci Lem’a: Kur’ân’ın mânâsındaki kapsamlılıkla birbirinden farklı pek çok topluluklara rehber oluşu.

Üçüncü Lem’a: Kur’ân’ın içerdiği bilimlerin kapsamlılığı.

Dördüncü Lem’a: Kur’ân’ın konuları ele alışındaki kapsamlılık.

Beşinci Lem’a: Kur’ân’ın üslûp ve özlü ifadesindeki kapsamlılık.

Birinci Işık: Bir âyette bir sûreyi, bir sûrede Kur’ân’ı ve kâinatı toplayan kapsamlılık.

İkinci Işık: Herkesin her ihtiyacına cevap veren kapsamlılık.

Üçüncü Işık: Kur’ân’ın mucize derecesindeki özlülüğü.

Dördüncü Işık: Kur’ân’ın, cüz’î olaylarda kapsamlı kanunları dile getiren özlülüğü.

Beşinci Işık: Kur’ân’ın gerek içerik, gerekse üslûp itibarıyla bütün üstünlükleri, hiçbir karışıklığa yol açmadan kendisinde toplayan kapsamlılığı.

Üçüncü Şua: Kur’ân’ın gaybdan verdiği haberler; her zaman gençliğini koruması ve herkese birden hitap etmesi.

Birinci Cilve: Kur’ân’ın gayba dair haberleri.

Birinci Şavk: Kur’ân’ın geçmişe dair haberleri.

İkinci Şavk: Kur’ân’ın geleceğe dair haberleri.

Üçüncü Şavk: Kur’ân’ın İlâhî hakikatlere, yaratılışa ve âhiret âlemine dair haberleri.

İkinci Cilve: Kur’ân’ın her çağda süregelen gençliği; hakikatlerinin ve kanunlarının eskimeyişi; Kur’ân medeniyeti ile beşer medeniyeti arasında bir karşılaştırma.

Üçüncü Cilve: Kur’ân’ın, her çağdaki insan tabakalarından herbirine aynı dersi ayrı ayrı vermesindeki olağanüstülük.

İkinci Şule

Birinci Nur: Kur’ân’ın bütünlüğü.

İkinci Nur: Kur’ân’ın, âyetleri özetlerken ve İlâhî isimlere dikkat çekerken ortaya koyduğu olağanüstülük.

Birinci Meziyet-i Cezalet: Kur’ân’ın, dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri gösterişi.

İkinci Nükte-i Belâgat: Kur’ân’ın İlâhî san’at eserlerini tasvir ederek İlâhî isimlerle özetlemesi.

Üçüncü Meziyet-i Cezalet: Kur’ân’ın İlâhî fiilleri ayrıntılandırması ve özetlemesi.

Dördüncü Meziyet-i Cezalet: Kur’ân’ın, yaratılmışlardaki düzeni, ardında İlâhî isimleri gösterecek bir şeffaflıkla ortaya koyması.

Beşinci Meziyet-i Cezalet: Kur’ân’ın, cüz’î veya sıradan olaylardaki İlâhî hakikatleri göstermesi ve tefekküre ufuk açması.

Altıncı Nükte-i Belâgat: Kur’ân’ın, varlık âleminde, çok geniş bir alanda cereyan eden olayları birlik içinde yahut kapsamlı bir kanun altında göstermesi.

Yedinci Sırr-ı Belâgat: Kur’ân’ın, sebeplerin arkasında İlâhî tasarrufları ve İlâhî isimlerin tecellîlerini göstermesi.

Sekizinci Meziyet-i Cezalet: Kur’ân’ın, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada gözlenen fiillerle kalb ve zihinleri ikna etmesi.

Dokuzuncu Nükte-i Belâgat: Kur’ân’ın, cüz’î olaylarda, İlâhî isimler vasıtasıyla, kapsamlı hakikatleri göstermesi.

Onuncu Nükte-i Belâgat: Kur’ân’ın, ümit ve korku arasındaki dengeyi korumasındaki olağanüstülük.

Üçüncü Nur: Kelâmın sahibi, muhatabı, amacı ve içeriği yönünde Kur’ân’ın üstünlüğü.

Üçüncü Şule

Birinci Ziya: Kur’ân’ın, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerindeki düzen, âhenk ve olağanüstülük.

İkinci Ziya: Kur’ân ile felsefenin dünyaya bakış açısı.

Üçüncü Ziya: Kur’ân’dan ders alan ilim ve kalem sahiplerinin eserleriyle Kur’ân’ın karşılaştırması

Hatime: Kur’ân’ın ve Hz. Muhammed’in (a.s.m.) birbirlerine karşı mucize oluşları.

Birinci Zeyl

Kur’ân’ın vech-i i’câzı ve Allah kelamı olduğunun delilleri.

Emirdağ Çiçeği

Kur’ân’daki tekrarlara edilen itirazlara cevap.

Bu Onuncu Meseleye Bir Hatime Olarak İki Haşiye

Birincisi: Kur’ânın hakikî tercümesi mümkün değil.

İkinci Haşiye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği nur, kâinatın, yokluk, vazifesizlik, anlamsızlık perdesini kaldırır.


Yirmi Altıncı Söz

Kader Risalesi

Birinci Mebhas: Kader; cüz’î irade; hayır ve şerrin yaratılması; insanın sorumluluğu.

İkinci Mebhas: Kader ve cüz’î iradenin birbirine uyumuna dair Yedi Vecih.

Birincisi: Hikmet ve adalet açısından cüz’î irade.

İkincisi: Cüz’î iradenin varlığı.

Üçüncüsü: İlâhî ilim, kader ve cüz’î irade.

Dördüncüsü: İlim ve malûm (bilgi ve bilinen); ezeliyetin tanımı.

Beşincisi: Kader, sebep ve müsebbep konusunda Cebriye, Mutezile ve Ehl-i Sünnet anlayışının farkları.

Altıncısı: Fiillerin yaratılışı ve kulun sorumluluğu.

Yedincisi: Kulun iradesi ile İlâhî irade arasındaki ilişki ve kulun sorumluluğu.

Üçüncü Mebhas: Varlık âleminde kader; Kitab-ı Mübîn ve İmam-ı Mübîn; bedihî kader ve nazarî kader; hürriyet ve kader.

Dördüncü Mebhas: Sıkıntı ve musibetlerin hayırlı yönleri ve İlâhî rahmetle uyumluluğu.

Hatime: Nefsin gururuna karşı Allah’ın birlik ve mutlak egemenliğini dile getiren ve mutluluğu Ona teslim olmakta gösteren Beş Fıkra.

Zeyl

Rahmân, Rahîm ve Hakîm isimlerine ulaştıran, Kur’ân’dan alınma “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” yolu; bu yolun şartları ve tarikatten farkları.

Birinci Hatve: Nefsi temize çıkarmamak.

İkinci Hatve: Ölüm ve hizmette nefsi düşünmek, zevk ve arzularda unutmak.

Üçüncü Hatve: Kusuru kendinde görüp, eriştiği iyilikleri, kudret ve zenginliği Allah’tan bilmek.

Dördüncü Hatve: Benliği unutup, kendi varlığını, Allah’ın tecellîsine bir ayna olarak bilmek.

Hatime: “Acz, fakr, şefkat ve tefekkür” yolunun vahdet-i vücut ve vahdet-i şuhuddan farkı; herşeyde Allah’a bir yol bulmanın ve huzur-u daimîyi kazanmanın çaresi.


Yirmi Yedinci Söz

İçtihad (dinî konularda Kur’ân âyetlerinden ve Peygamberimizin hadislerinden hüküm çıkarmak) ile ilgili olarak tartışılan bazı meseleler. İçtihadın önündeki altı engel.

Birincisi: Bu zamanın şartları karşısında yeni içtihadların sakıncaları.

İkincisi: İçtihada konu teşkil eden nazariyattan önce, içtihad gerektirmeyen ve kesinlik ifade eden dinin temel konuları üzerinde yoğunlaşmanın gerekliliği.

Üçüncüsü: İçtihad yeteneğini geliştiren koşullar açısından, Peygamberimizin zamanı ile günümüz arasında bir karşılaştırma.

Dördüncüsü: İçtihadda hakim olması gereken bakış açısı: dünya mı, âhiret mi?

Beşincisi: “Arzî” ve “semavî” içtihad nedir? Bu zamanın içtihadını “arzî” yapan üç sebep.

Birincisi: Hükümlerde illet ve hikmetin farkı.

İkincisi: Bakış açısında âhiret mutluluğu yerine dünya mutluluğunun öncelik kazanmış olması.

Üçüncüsü: Zamanımızda bağımlılık derecesine varan bazı kötü alışkanlıkların, dinin bazı kesin yasaklarına yaklaşma tarzını etkilemesi.

Altıncısı: Doğruluk ve yalan açısından Peygamberimizin zamanı ile günümüzün karşılaştırması.

Hatime: Farklı mezheplerin varoluşundaki nedenler. Hakikat birden fazla olabilir mi?

Yirmi Yedinci Sözün Zeyli

Sahabenin (Peygamberimizle beraber bulunan ve bizzat ondan ders alan Müslümanlar) derecesine diğer insanlar niçin yetişemez?

Birinci hikmet: Peygamber sohbetinin etkisi.

İkinci sebep: Sahabe zamanında doğru ile yalanın birbirinden uzaklığı ve Sahabenin doğruluğu. İslâmın meydana getirdiği inkılâbın Sahabe zamanındaki tazeliği ve etkisi.

Üçüncü sebep: Nübüvvet ile velâyet, evliya makamı ile Sahabenin makamı arasındaki fark.

Birinci vecih: Sahabe zamanındaki sosyal çevrenin yetenekler üzerindeki etkisi.

İkinci vecih: Allah’a yakınlık ve “zahirden hakikate geçme” konusunda Sahabenin yolu ile tasavvuf arasındaki fark.

Üçüncü vecih: İslâmın başlangıcındaki hizmetleri yönünden Sahabenin üstünlüğü.

Sual: Peygamberimizi görmeden ona inananların imanı, onu görerek inanan Sahabenin imanından üstün olmaz mı?

İkinci sual: Dünya hayatının içinde bulunan Sahabe, dünyayı terk eden evliyadan nasıl üstün olabilir?

Üçüncü sual: Allah’tan başka herşeyi terk edenler, niçin Sahabeye yetişemiyor? Nefis ve diğer duyguların, insanı Allah’a yaklaştırmadaki rolü ve önemi.

Dördüncü sual: Sahabeye üstünlük iddiasının çıkış nedenleri.


Yirmi Sekizinci Söz

Cennet ile ilgili bazı soruların cevapları. Cennette maddî lezzetler ve nikâh lezzeti var mı? Yetenek ve düzeyleri çok farklı insanlar, Cennette nasıl bir arada bulunarak aynı lezzetlerden yararlanacak? Cennette bir kişiye dünya kadar yer verilecek mi?

Cennet Sözüne küçük bir zeyl

Cehennemin varlık sebebi.


Yirmi Dokuzuncu Söz

Ruhlar, melekler ve ölümden sonra dirilişe dair.

Mukaddime

Melekler ve ruhanî varlıkların kulluk görevleri ve çeşitleri hakkında genel açıklamalar.

Birinci maksat

Melekler hakkında.

Birinci esas: Varlık âleminde hayatın önemi. Madde dışı hayatın varlık âlemindeki yaygınlığı.

İkinci esas: Tabiat kanunları ile melekler arasındaki ilişkiler.

Üçüncü esas: Kur’ân’ın, Peygamberimizin ve daha önceki peygamberlerin, meleklerin varlığı hakkındaki ittifakı.

Dördüncü esas: Varlıkların zikir ve tesbihleriyle ilgili olarak meleklerin görevleri. “Kırk bin başından herbirinin kırk bin ağzında kırk bin tesbihat yapan melek” ile ilgili açıklama.

İkinci maksat

Kıyamet ve âhiret hakkında.

Mukaddime: Kıyamet ve âhiretin kanıtlanmasıyla ilgili üç soru: Kâinat tahrip edilecek mi? Tahripten sonra yeniden kurulacak mı? Bunları yapacak olanın, kâinatı yıkıp yapmaya gücü yeter mi?

Birinci esas: Ruhun ölümsüzlüğü hakkında.

Mukaddime: Ruhun ölümsüzlük için yaratılmış olduğuna ve ölülerin ruhlarının yok olmayıp korunduğuna dair deliller.

Birinci menba: Ruhun cesetten bağımsızlığı.

İkinci menba: Ruhun varlık ve ölümsüzlüğüne dair dış dünyadaki deliller.

Üçüncü menba: Bir kanun ve bir hakikat olarak ruhun varlığı ve ölümsüzlüğü.

Dördüncü menba: Varlıklardaki sürekli değişime rağmen kanunların değişmezliği; tabiat kanunlarından daha güçlü bir kanun olarak ruhun ölümsüzlüğü.

İkinci esas: Âhiretteki sonsuz mutluluğun delilleri.

Birinci medar: Kâinattaki düzenin sonsuz mutluluğa tanıklığı.

İkinci medar: Varlıkların yaratılışında gözlenen hikmet ve faydaların sonsuz mutluluğa tanıklığı.

Üçüncü medar: İnsanın yetenek ve duygularının sonsuz mutluluğa tanıklığı.

Dördüncü medar: Kâinattaki ölüm ve dirilişlerin kıyamet ve yeniden dirilişe tanıklığı.

Beşinci medar: İnsanın yaratılışındaki sonsuz mutluluk isteğinin, sonsuz mutluluğa tanıklığı.

Altıncı medar: Varlıklarda eserleri gözlenen rahmetin sonsuz mutluluğa tanıklığı.

Yedinci medar: Kâinatta görünen lütuf ve merhamet eserlerinin sonsuz mutluluğa tanıklığı

Sekizinci medar: Vicdanın sonsuz mutluluğa tanıklığı.

Dokuzuncu medar: Peygamberimizin sonsuz mutluluğa tanıklığı.

Onuncu medar: Kur’ân’ın sonsuz mutluluğa tanıklığı ve buna dair âyetlerden örnekler.

Üçüncü esas: Kıyamet ve âhireti vaad eden Kâinat Yaratıcısının kudret sıfatıyla ilgili üç özelliğin ve “Sizin yaratılışınız da, diriltilişiniz de tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir” (Lokman Sûresi, 31:28) meâlindeki âyetin açıklaması.

Birinci mesele: İlâhî kudretin zatî ve sınırsız oluşu.

İkinci mesele: Varlıkların içyüzünde büyük-küçük, az-çok gibi farkların olmayışı nedeniyle kudretin sınırsızlığı.

Üçüncü mesele: İlâhî kudret ile ilgili altı kanun: şeffafiyet, mukabele, muvazene, intizam, tecerrüt ve itaat.

Dördüncü esas: Kâinatın ölüm ve dirilişinin sebep ve delilleri.

Birinci mesele: Varlıklarda hükmeden tekâmül kanununun bir gereği olarak evrenin ölümü ve daha güzel bir şekilde tazelenmesi.

İkinci mesele: Semâvî dinlerin ve varlık âlemindeki değişimin, evrenin ölümüne tanıklığı

Üçüncü mesele: Âlemin yeniden dirilişi ve bu dünyada karışık halde bulunan iyilik ve kötülüklerin yeni âlemde birbirinden ayrılışı.

Dördüncü mesele: Evreni yeniden diriltmeye gücü yeten Yaratıcının, bunu yapacağına dair vaadleri ve bu vaadlerin doğruluğu.


Otuzuncu Söz

İnsandaki “Ene”nin (benlik) mahiyeti. Tahavvülât-ı zerrat olarak tabîr edilen atomların ve moleküllerin çeşitli maddelerin oluşumundaki görevleri.

Birinci Maksat

Ene’nin (benlik) mahiyeti

İkinci Maksat

Atomların ve moleküllerin çeşitli maddelerin oluşumundaki görevleri.


Otuz Birinci Söz

Peygamber Efendimizin Mi’rac mu’cizesinin hakikati, lüzumu ve tahakkuku.

Birinci Esas: Mi’racın sırr-ı lüzûmu

İkinci Esas: Mi’rac hakikatı.

Üçüncü Esas: Mi’racın hikmeti.

Dördüncü Esas: Mi’racın faydaları

On Dokuzuncu ve Otuz Birinci Sözlerin Zeyli

Şakk-ı Kamer Mu’cizesine dairdir.


Otuz İkinci Söz

Cenâb-ı Hakkın Vahdâniyetinin ispatı. Vahdet ve Ehâdiyet-i İlâhiyeye dâir gelen şüphe ve îtirazlara cevap. Ehl-î dalâlet ve ehl-i hidayetin dünya hayatına bakış açıları.

Birinci Mevkıf

Cenâb-ı Hakkın Vahdâniyetinin ispatı.

Birinci Mevkıfın küçük bir zeyli: “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik…” (Kaf Sûresi, 50:6) âyetinin tefsiri.

İkinci Mevkıf

Vahdet ve Ehâdiyet-i İlâhiyeye dâir gelen şüphe ve îtirazlara cevap.

Birinci Maksat: Tevhidin ispatı

İkinci Maksat: Bir tek zat sonsuz sayıdaki işleri nasıl yapabilir?

Hatime ve iki sorunun cevabı

Üçüncü Maksat: Ahsenü’l Hâlikîn ve Erhâmü’r-Rahimîn gibi ayetlerin açıklanması ve İlahî kemal hakkındaki bir soruya cevap.

Üçüncü Mevkıf

Ehl-î dalâlet ve ehl-i hidayetin dünya hayatına bakış açıları.


Otuz Üçüncü Söz

Herşeyde Cenâb-ı Hakka açılan bir pencere bulunduğunu otuz üç örnekle açıklar.


Lemeât

Nazma benzer şekilde kaleme alınmış, Risâle-i Nur Külliyatının çekirdeği hükmünde olan bir risale.


Konferans

1950’de Ankara Üniversitesinde profesörler, millet vekilleri, Pakistanlı misafirler ve muhtelif fakülte talebelerinin huzurunda, Fakülte Mescidinde gece yarısına kadar devam eden bir mecliste verilen ve büyük bir alâka ve ehemmiyetle dinlenmiş olan bir konferanstır.

 

Kaynak:SorularlaRisale

www.NurNet.org

MUHAKEMAT, iNGİLİZCE OLARAK NEŞREDİLDİ

Risale-i Nur’un sesi gürleşmeye devam ediyor. Sözler Neşriyat tarafından tab’ı yapılan MUHAKEMAT TERCÜMESİ OKURLARIYLA BULUŞTU.
RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN – A PRESCRIPTION FOR THE ULEMA – MUHAKEMAT – İNGİLİZCE
CİLT      : SIVAMA CİLT
EBAT    : ÇANTA BOY (14 x 20 cm)
KAĞIT  : 1. HAMUR

BASKI  : TEK RENK

SAYFA  : 168 SAYFA

 

KİTAP TEMİNİ: www.sozler.com.tr

Muhakemat niçin yazıldı?

Müslümanları dünyada rahatlıktan, diğer dinlere mensup olanları da ahiret saadetinden mahrum eden ve İslâmiyet güneşinin insanlığı aydınlatmasını engelleyen sebepler çoktur.
Bunlar, kötü zan ve kötü zannın sebep olduğu çarpışma, münakaşa ve münâzaralardır.

Sırf kötü zan ve onun sonucu oluşan ön yargı sebebiyle çalışanlar amirleriyle, amirler çalışanlarla, eşler birbirleriyle, anne-baba çocuklarıyla, öğrenciler – öğretenleriyle düşman olabilmektedir. Bazı konularda ters düşüp hem kendilerini hem de etrafındakileri huzursuz edebiliyorlar. Hâlbuki İslâmiyet’in koymuş olduğu kurallar her ferdin dayanak noktası olsa fikren ve davranış olarak yaşanan farklılıklar yaşanmaz ve huzursuzluklar en düşük seviyede kalırdı.

İslâmiyet’in esaslarını, okuduğumuz ilimlerin ve uygulamalarımızın dayanak noktası ve ölçüsü yaptığımız takdirde her olay, her konu rahatlıkla halledilebilecek ve kişiler arasındaki ilişkiler, sosyal davranışlarımız bir düzene girecektir.

Böylece, dünya, Müslümanlar için rahat yeri olacak, aynı özellikleri diğer din mensupları uyguladığı takdirde, onların da ahiretleri aydınlanacaktı.

Fakat insanlık tarihinin gelişimine bir göz gezdirdiğimizde; insanların kendilerinden başkaları hakkındaki suizanları, ön yargıları daima ön planda olmuş, insanlarda ötekine karşı duydukları ön yargı, vesvese şeklinde kendini göstermiş ve bu da ümitsizliği netice vermiştir. Bu durum, özellikle vatanımızda doğu bölgelerimize medeniyetin ve eğitimin geç gitmesini veya çok az girmesini netice vermiştir.

Bu şekilde davrananların dayandıkları nokta; İslâmiyet’in görünüşte bazı kurallarının modern ilimlere uygun olmadığını vehmetmeleri, düşünmeleridir.

Kendi fikirlerine/vehimlerine göre, ilimlerin bu kadar ilerlediği zamanımızda, 1400 sene önce getirilen kuralların geçerli olamayacağına hükmetmeleridir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursî, bu şekilde düşünenlere karşı İslâmiyet’in doğruluğunu Muhakemat adlı eserinde imanlı insanların görüşüne sunmuştur. Söz konusu kitabın başlangıcında kitabın yazılmasının amacından bahsederek bu konuyu açıklığa kavuşturmuştur.

“Ey benim şu kitabıma im’ân-ı nazarla nazar eden zat! Malûmun olsun, bu kitapla istediğim hizmet budur: İslâmiyette olan tarik-i müstakîmi göstermekle ehl-i tefrit olan a’dâ-yı dinin teşkîkâtını red ve yüzlerine vurmakla beraber; tarik-i müstakîmin öteki canibini ve sadîk-ı ahmak ünvanına lâyık olan ehl-i ifrat ve zahirperestlerin tevehhümlerini tard ve asılsızlığını göstermek ve asıl rehber-i hakikat ve âlem-i İslâmiyetin ikbal ve istikbaline yol açan ve sırat-ı müstakîmde kemâl-i ümid-i zaferle çalışan muhakkikîn-i İslâm ve âkıl sıddıklara yardım etmek ve kuvvet vermektir. Elhasıl, maksadım, ol elmas kılınca saykal vurmaktır.”

Bilindiği gibi Muhakemat adlı bu eserini Üstad Said Nursî Eski Said devrinde 1910’lu yılların başlarında yazmıştır. Kitabı yazmaktaki amacının; İslâmiyet’in doğru yolunu, sırat-ı müstakimini, işleri aşırıya götüren din düşmanlarına göstermek olduğunu belirtiyor. Böylece onlardaki kuşkucu, şüphelendirici davranışları red etmek ve hatalarını yüzlerine vurmak onlara hakikati göstermektir.

Ayrıca diğer yönden bir amacı da, İslâmiyet’in doğruluğuna inanan, fakat hareketleri, davranışları ve sözleri ile birçok hatalar yapan, İslâmiyet’e lâyık olmayacak şekilde davrananların da akıllarını başlarına getirmek olmalıdır.

Muhakemat Hakkında

Birinci Makale (Unsur’u-l Hakikat)

Birinci Mukaddeme: Kur’ân’ın esas maksatları sayılmakta ve bu maksatlardan ayrı olan ay, güneş, yıldızlar gibi kâinatla alâkalı bahislerin, Kur’ân’da ne gibi gayelerle zikredildiği anlatılmaktadır.
 

İkinci Mukaddeme: İnsanların maddî bilgilerinde telâhuk-u efkâr ve tedricî tecrübe­ler sayesinde bir meylü’t-terakki olduğu izah edilmekte; aynca maddî ilimlerle manevî ilimler arasındaki fark ortaya konmaktadır.


Üçüncü Mukaddeme: 
İsrailiyat ve Yunan felsefesinin bir kısmının, bazı İslâmî ilim­lerin içine nasıl girdiği ve din süsüyle görünerek fikirleri nasıl ihtilale verdiği gayet ma­nidar bir şekilde tahlil edilmiştir.


D
ördüncü Mukaddeme: Şöhretin insanın malı olmayan şeyi insana nasıl mal ettiği; bu yüzden de ne gibi hurâfât kapıları açıldığı etraflıca izah edilmektedir.


Be
şinci Mukaddeme: Mecaz ve teşbihlerin zamanla hakikate inkılap edip hurâfâta nasıl kapı açtığı ve bunun sebepleri beyan edilmektedir.


Alt
ıncı Mukaddeme: Tefsirde zikredilen her bir meselenin ve malûmatın tefsirden ol­ması lâzım gelmediği; bir tefsir kitabında tefsir veya âyetin asıl mânâsından başka, sair fenlere ait bazı meselelerin de olabileceği, o fenlere ait malûmatın yanlış olmasının, âyetin veya tefsirin yanlışlığına delil sayılamayacağı izah edilmektedir.


Yedinci Mukaddeme: 
İnsanların muzır seciyelerinden olan tezayüd, mücazefe ve mü­balağa meyilleri ve bu meyillerin ne gibi zararlara sebep olduğu beyan edilmektedir.


Sekizinci Mukaddeme: 
Müellifin ifadesiyle “Her kemâli mahveden ye’si Öldürmek ve her saadetin mâyesi olan ümidi canlandırmak” için yazılmıştır. Mazinin insanları ile hâl ve istikbalin insanlarının mukayesesi yapılmaktadır.


Dokuzuncu Mukaddeme: 
Hilkat-ı âlemde maksud-u bizzat ve galib-i mutlak yalnız hüsün, hayır, hak ve kemâl olduğu; şer ve kubh ve batılın ise tebeiyye ve mağlube oldukları, hakka galip gelseler bile muvakkat olduğu anlatılmaktadır.


Onuncu Mukaddeme: 
Mütekellimin, söylediği sözünde muaheze edilip edilemeyece­ği noktaların neler olduğu anlatılmaktadır.


On Birinci Mukaddeme: 
Tek bir kelâmda ve sözde birden fazla hükümler olabileceği misallerle anlatılmaktadır.


On 
İkinci Mukaddeme: Zahirperestleri aldatan noktalarla mübalağalı netice veren sebepler üzerinde durulmuş; aynca mübalağa meylinin ne gibi gariplikleri netice verdiği izah edilmiştir.


B
İRİNCİ MESELE: Küre-i arzın yuvarlak olduğunu ispata dairdir. Bu meselede sü­kuti icma olduğu bildirilmekte ve bazı muhakkikinin eser ve sözlerine havaleler yapıl­maktadır.


İKİNCİ MESELE: 
“Arz, öküz ile balık üzerindedir” şeklinde rivayet edilen hadisin tahkiki yapılmakta ve tazammun ettiği mânâlar manidar bir şekilde anlatılmaktadır.


ÜÇÜNCÜ 
MESELE: Kaf Dağı hakkındadır. Bu güne kadar bu hususta ileri sürülen görüşlerin tenkit ve tahkiki yapılmaktadır.


D
ÖRDÜNCÜ MESELE: Zülkarneyn ve Seddi, Ye’cüc-Mecüc ve Seddin harabiyeti hususları üzerinde durulmaktadır.


BE
ŞİNCİ MESELE: Cehennemin yerinin nerede olduğuna dairdir.

ALTINCI MESELE: Kur’ân’ın irşad mesleğinin ne gibi hususiyetler taşıdığı, ehl-i tefsire bu bakımdan düşen vazifelerin neler olduğu beyan edilmektedir.

YEDİNCİ MESELE: Sadece âyeti kerimelerin zahirine bakarak menfî şekilde hüküm veren inkarcıların iddialarının doğru olmadığına dair izahlar vardır.

SEKİZİNCİ MESELE: Ehl-i zahiri, ulûm-u âdiyede bile tereddüde sevkeden husus­lar anlatılmaktadır.

 

İkinci Makale (Unsur’u-l Belagat)


B
İRİNCİ MESELE: Arap olmayanların, Arapçanın belâgatıyla meşgul olmaya başlamalarıyla zevk-i belagatı, fikrin mecra-yı tabiîsi olan nazm-ı maânîden nazm-ı lâfza na­sıl çevirdikleri anlatılıyor.


Tenbih: 
Lâfız, üslûp, teşbih, hayal ve kafiye gibi unsurların kelâm içinde ne kadar yer alması lâzım geldiği anlatılıyor.


İKİNCİ MESELE: 
Kelâmın canlılık ve hareket kazanmasının nasıl mümkün olacağı anlatılıyor.


ÜÇÜNCÜ
 MESELE: Bir mânâyı herkesin kendi sanat ve mesleğine uygun üslûplarla ifade etmesinin sırrı izah ediliyor.


D
ÖRDÜNCÜ MESELE: Bir kelâmı meydana getiren harf ve kelimelerin, o kelâmın umumî maksadına müteveccih olup yardım etmesi için nasıl tanzim edilmesi gerektiği anlatılıyor.


BE
ŞİNCİ MESELE: Kelâmın müstetbeatındaki telmihlerin ve üslûbundaki işaretlerin insanın duygularını nasıl ihtizaza getirip coşturduğu anlatılıyor.


ALTINCI MESELE: 
Bu meselede, bir memurun hükümet işinde kendi kabiliyetine göre bir vazife alması gibi kelâmın meyvedar olması için kelâm içinde manâların nasıl tanzim edilmesi gerektiği anlatılıyor.


YED
İNCİ MESELE: Bu meselede, Beyan’ın felsefesinin ne olduğu ve bunun belaga­ta olan büyük tesiri anlatılıyor.


SEK
İZİNCİ MESELE: Bu meselede, Beyan ilmindeki manâların tesiriyle bir tek kelimenin nasıl müteaddid mânâlar ifade ettiği anlatılıyor.


DOKUZUNCU MESELE: 
Bu meselede, kelâmı en yüksek derece-i belagata çıkaran dört husus gayet ilmî ve yüksek bir ifade ile izah ediliyor.


ONUNCU MESELE: 
Bu meselede, bir kelâmın selîs ve akıcı olması için hangi husu­siyetlere sahip olması lâzım geldiği anlatılıyor.


ON B
İRİNCİ MESELE: Bu meselede, kelâmın dörtbaşı mâmur ve hiçbir itiraza mahal kalmayacak şekilde selâmetli ve sıhhatli olması için dikkat edilmesi icab eden hususlar anlatılıyor.


ON 
İKİNCİ MESELE: Kelâmın tam kıvamında ve mutedil olması için, kelâmın ka­yıtlarına nasıl bir nizam vermek icap ettiği anlatılıyor. Sonra, üslûpların çeşitleri, husu­siyetleri ve kullanılacağı yerler izah ediliyor. Bir Hatime ve İşaret’le belagatın çok mü­him iki noktasına işaret ediliyor. Tenbih’te de bir şeyin âlimi olmakla, sanatkarı olmak arasındaki ince fark anlatılıyor.

 

Üçüncü Makale (Unsur’u-l Akide)


İşaret: 
Kelime-i şehadetin iki kelâmının birbirinin doğruluğuna nasıl şehadet ettiği an­latılıyor.


Mukaddeme: 
Kur’ân’ın esas maksadı dörttür: Sâni-i vahidin ispatı, nübüvvet, haşr-i cismânî ve adalet.


B
İRİNCİ MAKSAT (Eşhedü En Lâilâhe İllallah): Delâil-i Sâni beyanındadır.


MUKADDEME 
(İkinci Maksat: Ve Eşhedü Enne Muhammeden Resûlüllah)

Birinci Maksat: Cenâb-ı Hakkın vücud ve vahdetini ispat eden delillerin kâinattaki zerrelerden kat kat fazla olduğu halde neden herkesin aklıyla göremediği hususu izah ediliyor.


İ
şaret: Nokta-i istinat ve nokta-i istimdadın Sâniin vücud ve vahdetini ispat vecihleri beyan ediliyor.


Tenbih: 
Mârifetullaha ulaşmanın yolları sayılıyor. Bilhassa mirac-ı Kur’ânî yolu üze­rinde durulup bunun iki nevi olan delil-i inayet ve delil-i ihtira’ anlatılıyor.


Vehim ve Tenbih: 
Tabiat, kavanin ve kuvanın mahiyetleri anlatılıyor.


Vehim ve Tenbih: 
Burada, tabîiyyûnun, Mu’tezile’nin, felsefecilerin ve Mecûsîler’in Cenâb-ı Hak hakkında İslâm akaidine muhalif olan batıl itikatlara niçin saptıkları bildi­riliyor.


İşaret: 
Delil-i ihtira’ hakkında akla gelebilecek bazı vehimleri izale edici izahlar yapı­lıyor ve cevaplar veriliyor.


İşaret: 
Mutasavvifîn’in mesleğiyle Maddiyûn’un mesleğinin mukayesesi yapılıyor.


İKİNCİ MAKSAT


Mukaddeme: 
Kelime-i şahadetin iki rüknünden biri olan Hazret-i Muhammed’in (a.s.m) Cenâb-ı Hakkın vücud ve vahdetine delil oluşu anlatılıyor. Bunun için evvelâ Resûl-i Ekremin (a.s.m.) doğruluğu, nübüvvet-i mutlakanın zarureti ispat ediliyor.


İşaret: 
Burada, burhanın suğrası olan nübüvvet-i mutlakanın insanlık için neden zarurî olduğu izah ve isbat ediliyor.


İşaret ve İrşad: 
Burada da, burhanın kübrası olan nübüvvet-i Muhammed’in (s.a.v.) sıdkının isbatı yapılıyor.


MUKADDEME: 
Resûl-i Ekremin (s.a.v.) doğruluğuna ve Peygamber oluşuna delil olan bazı hususların beş “meslek” halinde ispat olunacağı beyan edilmektedir.


Birinci Meslek: 
Resûl-i Ekremin (a.s.m.) güzel ahlâk ve seciyelerinin Onun nübüvve­tine nasıl delil olduğu izah ediliyor.


İkinci Meslek: 
Mazinin, yani Asr-ı Saadetten evvelki zamanın Resûl-i Ekremin (a.s.m.) sıdk-ı nübüvvetine nasıl delil olduğu anlatılmaktadır.


Üçüncü Meslek: 
Hâlin, yani Asr-ı Saadetteki icraatının nübüvvetinin hakkaniyetine nasıl delil olduğu anlatılmaktadır.


D
ördüncü Meslek: Burada da, istikbalin Resûl-i Ekremin (a.s.m.) doğruluk ve hak­lılığına nasıl delil olduğu izah edilmektedir.


Hatime: 
İslâm düşmanlarının Kur’ân-ı Kerim hakkında yaydıkları üç itiraza fevkalâde muknî cevaplar verilmektedir.


Be
şinci Meslek: Resûlullahın (a.s.m.) mu’cizeleri hakkında mühim bir ölçü zikredi­lerek bu ölçü dahilinde altı nevi mu’cize sıralanmaktadır.


Tenbih: 
Şakk-ı Kamer mu’cizesine yöneltilen bir itiraza cevap verilmektedir.


ÜÇÜNCÜ MAKSAT: 
Kur’ân’ın dört maksadından haşr-i cismaniye dairdir.


Mukaddeme: 
Haşr-i cismanî hakkındaki deliller on bir madde halinde hülâsa edil­mektedir.

Muhakemat Hakkında ki, bilgi www.nuriklimi.com sitesinden alınmıştır.

www.NurNet.org

‘Öteki’ yanımıza ayna tutan adam: Said Nursî

İmam Şibli’ye soruldu: “Bu yolda size kim kılavuzluk etti?” “Bir köpek!” dedi. “Nasıl?” dediler. “Köpek bir dere kenarında duruyordu fakat neredeyse susuzluktan ölmek üzereydi. Su içmek için dereye eğildiğinde, sudaki aksini başka bir köpek sanıp korkuyla geri çekildi. Bir kaç kez gidip geldi böylece. Susadı, suya koştu. Korktu, kaçtı, yine susadı. Sonunda susuzluğu öyle bir noktaya geldi ki, korkusunu unutup suya daldı. Suya kafasını daldırır daldırmaz diğer köpek kayboldu.”

Köpekle arzusu arasındaki engel yine kendisiydi. Kendisini kendi yolundan çekmesi gerekti. Göze aldığında, engel aradan kalkmış ve arzusuna ulaşmıştı. Ben de önümdeki engelin yine kendi nefsim olduğunu öğrenince ondan kurtuldum. İşte böylece yolumu bana bir köpek gösterdi.”

İmam Şiblî’nin bu güzel meseli, Risale-i Nur’un özellikle Sözler’de belirginleşen öğretim usulünün ipuçlarını veriyor. Birinci Söz’den başlayarak ‘iki adam’ üzerine kurgulanmış hikâyeler okuyucuyu her defasında “sudaki sûreti” ile yüzleştirir. “Bil ey nefsim,” hitabı ise, hikayenin çözümlenmesi aşamasında, Onuncu Söz’de ima edildiği gibi, ‘sûret’ten ‘hakikat’e geçişte, insanı ‘kendilik engeli’ ile, yani nefsi ile karşı karşıya getirir.

Birinci Söz’de, sudaki aksimizin ilk simasıyla tanışırız. “Mağrur”uzdur; ‘kendimizi kendimize malik’ bilerek, ‘kendi başımızaymışız’ zannederek aldanmışızdır. Elimizin asla erişemeyeceği sınırsız ihtiyaçlar içindeki, elimizle karşı koyamayacağımız nihayetsiz düşmanlar ortasındaki sûretimizi görünce, gurur ayinesinden yansıyan ‘ene’miz dağılır. Benliğin kabukları kırılır. Kaybedecek bir şeyimiz olmadığını anladığımızda, aldatıcı sûretimizi yeneriz. ‘Hakikat’e giden yolda ‘sûret’ten kurtuluruz. Sûreti hakikate engel değil araç eyleriz.

“Mağrur” nefsimiz, şu dünya çölünde bir “seyyah”tır. Nihayetsiz aczi ve fakrı, nefsin kendini ayrık ve özgür bir birey olarak tanımlayacak sınırları ortadan kaldırır. Varoluşun dokusu içinde, kendiliğinden varolan değil, başkası tarafından nakşedilmiş, takdir edilmiş, sınırları çizilmiş bir motif olarak yer aldığını farkeder. Hadsiz aczi ve fakrına karşılık, nihayetsiz düşmanla çevrili, nihayetsiz ihtiyaç içinde oluşu, varoluş dokusu içindeki yerini iyice derinleştirir, başka herşeyle aynı zemine iner. Artık, kendini katılaştıracağı, taşlaştıracağı bir şablondan ya da kalıptan da mahrum eder. Kendini sadece, varoluş içinde bir motif olarak, yerine razı olduğunda, ötesini istemediğinde, başkası adına var olduğunu kavradığında tanımlamaya başlar. Bir anlamda yokluğunda varlıktan pay alır.

Şimdi tekrar, İmam Şiblî’nin köpeğinin ilk korkusuna dönersek, Sözler’i okurken biz de aynı korkuyla yüzümüze çarpan görüntüden kaçıyoruz. Kendimizi “iki adam”dan “iyi” olanının yanına ya da yerine koymaya hevesleniyoruz. Sözler’in ayinesinde yansıyan, “mağrur,” “hodbin,” “bedbaht,” “acemi,” “nefisperver,” “ayyaş,” “tenbel,” “ahlaksız,” “serseri,” “sersem” ve “hain” sûretli görüntümüz bizi ürkütüyor. Hemencek, “mütevazı,” “hüdabin,” “bahtiyar,” “muallem,” “vazifeperver,” “iyi huylu” ve “emin” sıfatlarının gölgesinde kendimizi avutup, suya atlamaktansa, kıyıda kalmayı yeğliyoruz. Sözler’in içine dalmak için, nefsimizin asıl sûretiyle yüzyüze gelmeye göze almak gerekiyor. Oysa, Sözler yazarı, zaten “Bil ey nefsim!” diyerek, gideceğimiz yeri baştan gösteriyor. İlk hamlede yüzyüze geldiğimiz suretlerden korkmazsak, hakikate erişebiliriz. Yoksa, Sözler’in kıyısında, susuz ve Söz’süz kala kalırız.

Sözler yazarı, yine de, bu çetin yüzleşmeye şefkatle çağırır bizi. Bunun için, benim görebildiğim en az iki metodik çözümleme sunar. Birincisi, Sözler’de hakim olan üslupta görüldüğü gibi “mesel” kullanır. Meselleme, modern psikiyatrinin de ideal bir çözümleme aracıdır. Hastanın ego direncini kırmakta zorlanan psikoterapistler, zaman zaman bir başkasının hikayesini anlatarak hastanın algılama alanı içine nüfuz ederler. Bir başkasını ilgilendiriyormuş gibi paylaşılan mesel, kişinin zihnine direnç görmeden girdikten sonra psikoterapist, kapıyı adeta “içeriden” açar. Meselin muhakemesini benimseyen hasta, bilinçli olarak karşı koysa da, bilinçaltında ikna edilmiş ya da en azından kendi algısı dışında tutarlı bir gerçekliğin varlığını kabullenmiş olur.

Sözler’deki “temsilî hikayecikler” de, kırıcı olmayan, ancak direnme fırsatı da vermeyen, derinlemesine nüfuz eden bir ikna kapısı açar okuyucuya. Artık, karşımıza aniden çıkan nefsin “sûret”ini sözle itiraf edip etmemek bize kalmıştır. İkinci şefkat yüklü yaklaşım, işte tam burada imdadımıza yetişir. Yazar, en evvel kendi nefsinin sûretini ifşa eder: “İşte, ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın.” (Sanıldığının aksine, yazar burada “tevazu yapıyor” değildir. Zaten “tevazu”nun yapısı tevazuyu bir şekilde üretmeye, inşa etmeye, planlayarak yapmaya izin vermez. Tevazu, niyetsiz gelir, o kadar.) Sözler yazarı, burada kendi nefsinin sûreti ile yüzleşir. Bunu bizim adımıza yapmaktan önce kendi adına yapar. Hatta sadece kendi adına yapar. Nefsiyle yüzleşmesi sahicidir. (Ancak, bu bize “Said Nursi mağrurmuş” gibi hükümler çıkarma hakkı vermez. Her şahıs, birinci tekil şahıs olarak, öznesi kendisi olan bu türden cümleler kurabilir, kurmalıdır. Bu hüküm, insanın içe doğru, enfüse doğru bakışıyla ilgilidir ve kendini ıslah etmeye, onarmaya yöneliktir. Oysa, başkasının “mağrur” olduğunu bilmek, hiçbir içgörü fırsatı sağlamadığı gibi, onarım/ıslah çabası başlatmaz.)

Ancak, Sözler yazarının nefsiyle yüzleşmesinin sadece kendi adına olması, bizce örnek alınmasını engellememeli de. “Tevazu yapıyor” gibi bir yaklaşım yüzünden bu örneği ıskalamazsak, bir başkasının nefsiyle yüzleşmesini izleyerek, korkmadan, ürkmeden, çekinmeden kendi nefsimizle de tanışmanın yolu kolayca açılır. Zaten, meselle duygularımızda karşılığını bulmuş olan “sûret”lere, diklemesine bakabildiğimizde, susuzluktan ve Söz’süzlükten kurtulabiliriz. Ardından itiraf gelir, onun ardından istiğfar ve onun da ardından belki “nefsin tezkiyesi” gerçekleşir.

Nefsimizi tezkiye edip temizlemek için, İmam Şiblî’nin köpeği gibi, sûretimizin yansıdığı suya dalmaktan korkmamalı. Garip ki, nefsimizi temize çıkaracak suda her zaman nefsin “kirli sûret”i görünür olacaktır. Zaten, nefsin temize çıkarılması da, nefsi “kirli” bilmekten geçmiyor mu?

Öyleyse, sudaki ve Söz’deki “sûret”lerle yüzleşmeyi göze alalım. “Diğer adam”dan böylece kurtulabiliriz.

Senai DEMİRCİ – risalehaber.com

Bizi Aldatan Bizi Kurtarır

“Bizi aldatan bizi kurtarır…” diyor Virginia Woolf, Pazartesi ya da Salı’da. Katılmamak elde değil. Benim de nicedir düşündüğüm birşeydir ‘kandırılmanın’ kanmak isteğiyle olan ilgisi. Biz bu fiili iki şekilde kullanıyoruz. Birincisi ‘suya kanmak’ta olduğu gibi: Çok ihtiyaç duyduğumuz ve büyük ihtimal vuslat için çok da bekletildiğimiz birşeye ulaşmanın sonucu olarak; hem bedenimizin hem ruhumuzun onu elde ediş, ona sahip oluştaki şiddetini vurgulamak için seçtiğimiz bir kullanım bu.

“Suyu kana kana içtim…” Normal bir içmek değil bu. Ona olan ihtiyacınızın, ‘olmasa da olur’ seviyesinden ‘olmazsa olmaz’ noktasına geldiğini ifade ediyor. “Muzaaf meyil, ihtiyaç olur. Muzaaf ihtiyaç, iştiyak olur. Muzaaf iştiyak, incizap olur.” Yahut da şunun gibi: “Muzaaf ihtiyaç, iştiyaktır. Muzaaf iştiyak, muhabbettir. Muzaaf muhabbet dahi aşktır.” Demek cezbe, cazibe, değil hüsnüne bir iltifat; belki hüsne olan ihtiyacın tezahürüdür. Âşık olurken de veren el değilsin yine. Alan elsin. Hakkın naz değil niyaz.

“Ve hem ‘Niçin duam kabul olmadı?’ diye nazlanıyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder.”

İkincisi; daha meşhur olanı, bir yalana gerçekmiş gibi inanmak anlamına gelen kanmak. “Güzel gözlerine, şirin sözlerine kandım…” derken kullandığımız şekli bu. Fakat bu kanış, daha çok kandırılmayı içerse de (yani nisbet anlamında fail, nefsini temize çıkarmak adına, fiili kendisine değil cümlenin nesnesine yüklemeyi sevse de) aslında her kandırılma bir kanıştır. İnsan ancak inanmak istediği yalanlarla kandırılabilir. Bir yönüyle düşmek istediğimiz tuzakların mağduruyuz. Tıpkı Virginia Woolf’un altını çizdiği gibi; “Bizi aldatan bizi kurtarır…” çünkü. Peki, aldatan neyden kurtarır?

Sabırlı okuyucum, seni alıp Bediüzzaman’ın İkinci Lem’a isimli eserine götüreceğim. Orada ‘günah psikolojisine’ dair çok manidar analizlerde bulunuyor çünkü, Hz. Eyyub efendimin kıssasından hareketle. Diyor ki mesela: “Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var…” Ve devam ediyor: “O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.” Peki bu ısırma, bu yolculuk nasıl yaşanıyor dersen, cevabı da şu üç örnekte gizli:

“Meselâ, utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melâike ve ruhaniyâtın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emâre ile onları inkâr etmek arzu ediyor.

Hem meselâ, Cehennem azabını intaç eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennemin tehdidâtını işittikçe istiğfarla ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennemin ademini arzu ettiğinden, küçük bir emâre ve bir şüphe, Cehennemin inkârına cesaret veriyor.

Hem meselâ, farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın, küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor. Ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve mânen diyor ki, keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasaydı! Ve bu arzudan, bir mânevî adâvet-i İlâhiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, vücud-u İlâhiyeye dair kalbe gelse, kat’î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder; büyük bir helâket kapısı ona açılır.”

Yani demem o ki; kurtulmak istiyorsun birşeylerden. Kurtulmak istiyorsun vicdanından, aklından, korkundan veya kendinden… Her aldatıcı, yani kandırıcı sendeki bu ‘kanmak’ arzusundan besleniyor.

Burada kanmayı iki türlü de anlayabilirsin. Canın o kadar çok meleklerin yokluğunu, cehennemin inkarını ve Allah’ın adem-i vücudunu istiyor ki; suya âşık olduğun gibi âşık oluyorsun bu ihtimale. Suya kanmak istediğin kadar ona da kanmak istiyorsun. Ve bu kanmak arzunu şeytan koklar koklamaz, vehmî emareler taşıyor.

“Dalâlet vehmidir…” diyor Bediüzzaman yine Sözler’de. Vehim ne demek? Olmadığı halde olmuş, oluyor, olacak gibi kabul ettiğin şeydir vehim. Tahayyül dairesinde bir vücuttur. Gerçek bir vücut değildir. Ama sen kurtulmak istiyorsun, hem o kadar istiyorsun ki, seni aldatan bile seni kurtarıyor. Şeytana kanıyorsun, günaha kanıyorsun, şüpheye kanıyorsun, fakat en nihayet kanmak istediklerine kanıyorsun.

“O bedbaht bilmiyor ki, inkâr vasıtasıyla, gayet cüz’î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlarla o sıkıntıdan daha müthiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder.”

En nihayet demem o ki: Canını yaksa da doğrudan kaçmamalısın. Yalanla kurtulmaya bakmamalısın. Gerçeğin peşin acılığı, yalanın ‘ertelenmiş sancısından’ yeğdir. Buraya kadar yolu beğendinse, iki şeyi daha bu yoldan yürüyerek tefekkür etmeni önereceğim sana. Birincisi, Tevbe sûresi 37. ayeti: “Ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir…” diye başlıyor. İkincisi, bir hadisi şerif, o da şöyle der: “Ertelemek şeytandandır.” Bitirirken yalnız birşeye dikkatini çekeyim: Takva belki de bedeli ertelememektir.

Ahmet Ay

cocukaile.net

Sözler’ini Okudum, Hayatım Değişti

Eserleri ve düşünceleriyle, milyonlarca insanın hayatına anlam katan aziz Üstad’a…

Ziyaretine beklediğiniz o bahar hediyelerinden birinin, nacizâne armağanıdır bu yazı. Binler fatihalarla…

GENÇLİĞE yeni adım attığım yıllardı. Sanırdım ki, liseyi, üniversiteyi bitirecek bir meslek sahibi olacak ve ardından sonsuz huzur ve mutluluğu yakalayacaktım. Öyle sanırdım. Çünkü hayallerim, ideâllerim buraya kadardı. Çok geçmeden bu düşünce ve bu plânda bir şeylerin eksik olduğunu fark ettim. Bir kere hayat çok kısaydı, arzu ve isteklerimin ise, sonu yoktu. Çalışıp çabalamak, sonunda bir şeyler başarmak ve kendini ispatlamak önemliydi. Ama daha da önemli şeyler olduğunu gördüm hayatta…

Hiç beklenmedik bir anda, peş peşe gelen vefatlar, kazalar, hastalıklar v.s. hayatımı alt üst etti. Uykularımı kaçırdı, ağız tadım bozuldu. İşler gönlümce yürümüyordu. Hayat istediğim gibi gitmiyordu ve gitmeyecekti de… Benim küçük plânımdan daha büyük ve ilâhi bir plân vardı. Bunu sezinleyebiliyordum. Ne olacaktı, peki ne yapacaktım? Bu işin sonu neydi? Durup, düşünmem gerekiyordu. Öyle de yaptım. Bu durulma, bu kendimi yeniden tanıma dönemi ile, yeni fırsatlar doğdu. Yaratılışımız gereği, her insan gibi benim de tutkularım, arzularım ve hayattan beklentilerim vardı. Herkes bir şeylerin peşindeydi. Bir şeyler arıyordu ve ona ulaşmak istiyordu. Ama gerçek aradığımız şey ve ortak noktamız ise, sürekli bir huzur, biteviye bir mutluluktu. Bu neredeydi, buna nasıl ulaşabilecektik?

Sadece kendimize karşı değil, bütün insanlığa karşı da görevlerimiz vardı, bu da unutulmamalıydı. Kendi imkân ve ölçülerimiz içinde kazandıkça seviniyorduk, sonra bu da bir tür alışkanlığımız oluyordu işin kötüsü. Bu defa da yenilerinin peşine düşüyorduk. İşte o zaman bir kısır döngüye dönüşüyordu hayat, ardından bir tatminsizlik başlıyordu. Şikâyetler çoğalıp, şükürler azaldığında, hayat yaşanmaz ve çekilmez bir hâl alıyordu. Elimizde bulunan ve sahip olduğumuz onca nimetin farkına varmaktı aslolan. Bu kolay yolu, biri göstermeliydi bize. Gözümüze çarpmayan nice küçük ve minik ayrıntılar, binbir sevincin ve mutluluğun kaynağı niye olmasındı ki? Bu perdeyi sıyıracak bir el gerekliydi bize.

GENÇLİĞİMİN en güzel günleriydi. Günler, geceler boyu okuyor, bu sorulara bir cevap arıyordum. Kucak dolusu kitapla yatıp kalkıyordum. Ama hiçbirinde aradığım o kabuksuz öz yoktu. ‘Neden’ ve ‘nasıl’lar ile oyalıyordu beni kitaplar. ‘Kim’ ve ‘niçin’ sorularıyla uğraşılmıyor, üzerinde bile durulmuyordu. Artık iyice bunalmaya başlamıştım. Bîtap düşmüştüm. Sığınacak bir liman ve tutunacak bir dal arıyordum. Hızır gibi yetiştin, baharla geldin, rahmeti getirdin. Dalım oldun. Çiçeğim, balım oldun. Benliğimde ne varsa aldın, hayatının içine kattın. Sadece bir ben değildim bunu yaşayan. Milyonlarca insanın yaşadığı ve tattığı bir gerçekti bu.

Bu güzelim dünyada, görmem gereken işaretler vardı. Elimden tuttun, görmem gerekenleri gösterdin. Unutulmuş eski, antik bir şehirdi ruhum. İçimde sonsuz güzellikler vardı keşfedilecek. En değerlisi, en derinde, kalpteydi. İçimdeki sevgiydi o. Şefkatli ellerin oraya da erişti. O günleri hatırlıyorum şimdi. Ashab-ı Kehf misâli uykuda olduğum o günleri. Ve o geceyi hatırlıyorum. Bir hastane odasında, bir başına acılar, sancılar içinde kıvrandığım o geceyi. Son nefesimi verir gibi inleyip, o mübarek kelimeyi şehadeti söyleyip de, gözlerimi bir daha hiç açmamak üzere kapadığımı hatırladığım o geceyi hiç unutmadım. Unutamadım. Saatler sonra uyandığımda ağır bir ameliyat geçirmiş gibi hissediyordum kendimi. Ruhumda bir rahatlık vardı. Gözlerimi açtığımda her şey yerli yerindeydi. Dünya aynı dünyaydı. Çevrem de öyle. Ama ben artık aynı ben değildim. Eşyaya ve olaylara bakışım tamamen değişmişti. Sanki üzerimde, esrarlı bir el gezinmişti. Nasıl olmuştu bütün bunlar? Rabbimden başka bilen yok. Ben bile hayretteyimdir hâlâ…

VE SONRA bir kitap. Bir kitap bir insanın hayatını sil baştan nasıl değiştirebilirdi? Yeniden yaşama azmi ve ümidiyle o insanı nasıl doldurabilirdi ki? Buna da hayret edecektim. Ama olmuştu işte. Yaşadıklarımın hepsi gerçekti. Madem yeniden doğmuştum, öyleyse yaşadığım günlerin hakkını vermeliydim. Fırsatları değerlendirmeliydim. Hayatımı anlamlı kılmalıydım. Çok çalışmam gerekiyordu çok. Benim durumumda olan binlerce, milyonlarca insan vardı bu dünyada. Onları da bu hazineden haberdar etmeliydim. Azimliydim, Rabbimin kudretine sonsuz güvenim vardı. Elveda aldanış, elveda boşa geçen yıllarım. Merhaba yeni gün, merhaba yeni hayatım. Yıllardır yardım edecek bir el bekliyordum, imdadıma koşacak birini arıyordum.

Rabbim nasip etmişti nihayet. Önce kendimden tıpkı senin yaptığın gibi, nefsimden başlayıp, yola koyulmam gerekiyordu. Erik ağaçlarının çiçek açtığı bahar sabahlarının birinde, iki eskimeyen dostum, ellerinde bir kitapla çıkageldiler. Kabul ederseniz hediyemiz olsun dediler. Seni anlatıyordu bu kitap. Çileli hayatını, o mukaddes davanı. Daha birkaç satır okur okumaz, içimin ürperdiğini hissettim. Her söz’ünü, kendim söylemiş, kendim yazmış gibi bildim. Kitabın sayfalarını karıştırınca, hiç unutmayacağım bir cümleye ve bir resme takıldı kaldı gözüm. O cümle şöyleydi:

‘Risale-i nuru anlamıyorlar, yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolâstik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim; hatta bu hususta bazı eserler telif eyledim. Fakat ben öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, manevî varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Gözümde ne cennet sevdası var, ne cehennem korkusu (…) Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım; çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.’

NE ATEŞÃŽN ifadelerdi bunlar. Bugüne kadar hiçbir yerde rastlamamıştım. Samimiydin, ihlâslıydın. Yanıyordun, yakıyordun. Yanmayan yakamaz. Göz önündeki yangını görmüş, var gücünle söndürmeye koşuyordun. Yangınlar seyredilmez diyordun. Fedakârlık dersi veriyordun. Eski Yunan ve Batı felsefesini biraz olsun okumuş olmanın da etkisiyle derinden sarsılmıştım o gün. Her şeyi anlatmaya yetiyordu bu sözler. Karşımda sıradan bir insan ve sıradan bir kitap yoktu. Karşımda bir dağ vardı. Bu dağ aşılacak değil sığınılacak bir dağdı. Uhud gibi, Hira gibi, Sevr gibi…

‘Bismillah’ dedim. Her hayrın başı olan bu mübarek sözle başladım. Önce, kendi mağaramdan çıkıp onca yılın ve köhnemiş fikirlerimin içinden sana, senin taptaze, bahar kadar güzel, cennet gibi şirin iklimine yürüdüm. Büyük müjdeler veriyordun. ‘Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir.’ diyordun. Zordu ama olsun, her zorlukta bir değil iki kolaylık vardı mutlaka. Bu uğurda sabır ve sebat gösteren için Rabbimden ayet ayet müjdeler vardı. Bir de kitabın içindeki bir resme takılıp kalmıştım. Ne kadar da güzeldi, efsunluydu gözlerin. Ruhumu okuyordun sanki. Davetkâr bakıyordun. Büyük bir heyecanla hayatını ve eserlerini öğrenmeye, okumaya koyuldum. Önümde 12 ciltlik ve 6000 sayfalık bir umman vardı. Sezai Karakoç Bey’in ifadesiyle bu kitaplar; ‘Tek başına bir İslâm kültürü külliyatıydı.’ Çok şükür yıllardır aradığımı bulmuştum. Yaralarıma merhem olmuştu.

EVET, işimiz kolay değildi. ‘Nefis cümleden edna, vazife cümleden alâydı.’ Rabbim son nefese kadar bu yoldan, bu davadan ayırmasın. Her türlü zorlukların üstesinden gelmeye yetecek bir ruh ve heyecana sahibiz. Yeter ki gerekli sabrı ve fedakârlığı gösterebilelim. İşte o zaman yarınlar çok daha güzel olacaktır. Hayatı, hayatım gibi bir söz’le değişen ve değişecek olan herkese, şimdiden merhaba. Aziz ve muhterem Üstad’a rahmet duasıyla…

Yazımızı tercümesini Bediüzzaman Hazretlerinin bizzat yaptığı Cevşen’in 57. bölümündeki duayla bitiriyoruz. ‘Ey göklerde ve ecrâm-ı ulviyede azameti görünen Zât-ı Zülcelâl, Ey zeminde ve zeminin her bir mevcudunda vahdâniyetin delilleri, âyetleri müşâhede edilen Zât-ı Zülkemâl, Ey her bir şeyde ve mahlukta vücub-u vücuduna delâlet eden burhanlar bulunan Zât-ı Celil-i Zülkemâl, Ey mahlukatı bidâyeten yaratıp sonra tekrar iâde ve ihyâ eden Zât-ı Kadîr-i Zülcelâl, Ey dağlarda zîhayatların hâcetleri için iddihâr edilen hazineleri halk eden Hallâk-ı Kerîm, Ey her bir şeyin yaratılışını güzel yapan, güzel tedbirini gören ve ona levâzımâtını güzel bir tarzda veren Zât-ı Cemîl-i Zü’l-İkrâm, Ey her şey her bir hâcetinde ve her bir emrinde Ona müracaat eden ve her bir mevcut her bir keyfiyetinde Ona dayanan ve her bir hak ve hakikat ve hüküm ve hâkimiyet Ona râci olan Zât-ı Kadîr ve Rabb-i Külli Şey, Ey her şeyde zâhir bir surette lutfunun eserleri ve inâyetinin cilveleri ve güzel san’atının lâtif nakışları ve rahmetinin letâfetli hediyeleri müşâhede edilen Zât-ı Lâtîf-i Habîr, Ey zîşuur mahlukatına kudretini göstermek için kâinatı bir meşher-i acâib yapan ve umum masnuâtını kudret ve hikmet ve rahmet gibi kemâlâtını teşhir etmek için bir dellâl, bir ilânnâme hükmüne getiren Zât-ı Kadîr-i Hakîm, Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden kurtar.!

Selim Gündüzalp / Zafer Dergisi