Etiket arşivi: şükür

Allah’ın İnayeti Şükürle Devam Eder

Bu yazıda iki hususun altını çizmek istiyoruz. Bunlardan biri memleketimizi boydan boya kucaklayan Allah’ın sonsuz rahmet ve inayeti; diğeri ise, milletimizin iman şuurundan kaynaklanan feraset ve şecaati..

Bilindiği üzere, milletimizin her iki dünyasının tamiriyle samimi olarak meşgul olan Cumhurbaşkanı ve diğer yöneticileriyle İslam âleminin teveccühünü kazanan ülkemiz, uzun süredir devam eden PKK, PYD, DAEŞ terörü yanında bir de dindarlık kisvesine bürünmüş, akademik unvanlara sarınmış, asker kılığına girmiş, suret-i haktan görünüp haçlı zihniyetin sinsi planlarının maşası olmuş Gülencilerin oluşturduğu ikiyüzlü bir (FETÖ) terör örgütü kumpaslarına ve darbelerine maruz kalmıştır. Bu konu milletimizce çok iyi bilindiği için fazla söz söylemeye gerek olmadığını düşünüyoruz. Bir Arap şairinin dediği gibi,

Eğer gündüz de bir delile ihtiyaç duyarsa / Artık zihinlerde hiçbir değer ölçüsü yok demektir.

Evet, Türkiye’yi bölüp parçalamak ve küçük lokmalar haline getirip kolayca yutmak isteyen dış güçlerin maşası olan “Fetö” terör örgütünün 15 Temmuzda kalkıştığı darbenin hezimete uğratılmasının arkasında Allah’ın inayeti olduğunda şüphe yoktur;

َمَنْ لَا يَشْكُرِ النَّاسَ لَا يَشْكُرُ الله

İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez” (Tirmizî, Birr 35, 1955); Ebu Dâvud, Edeb 12) hadis-i şerifinin verdiği ders uyarınca, elbette o gecenin kahramanlarına şükranlarımızı sunmanın bir borç olduğunu unutmuyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızı, değerli başbakanımızı, saygıdeğer meclisimizi ve özellikle kahraman halkımızı asla unutmayacağız.

مَنْ قُتِلَ دُونَ مَالِهِ، فَهُوَ شَهِيدٌ

Malını savunurken öldürülen kimse şehittir” (Buhari, Mezalim, 33; Müslim, İman, 326) manasındaki hadis-i şerifin hükmü uyarınca, bu vatanın ahalisi olarak yurdunu savunurken öldürülenlerin şehitlik payelerini kutluyoruz.

Allah’ın, şehitlerimizi sonsuz rahmetiyle kucaklamasını, gazilerimize de acil şifalar lütfetmesini dileriz. O gece, Çanakkale’deki iman coşkusunu, mümin şuurunun yankılarını ve kahramanlık öykülerini müşahede ederken hissettiğimiz hayranlık duygusunun boyutunu sözlerle ifade etmenin imkânsız olduğunu da belirtmek isteriz.

Bütün bu insani cenahta sergilenen bu fevkalade kahramanlıkları seslendirirken; herşeyin dizgini elinde, herşeyin anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitabın sayfaları gibi kolayca çeviren, dünya ve âhireti iki oda gibi bunu kapatıp, onu açabilen bir Kadîr-i Zülcelal olan Rabbimizin himayesini yansıtan o karşı konulmaz rabbani kudretini, bütün yurdumuzu kucaklayan o rahmani imdat ve inayetini de asla unutmamak gerekir.

Yazımızın başlığından da anlaşıldığı gibi, şükür ile Allah’ın nimetleri arasında doğru orantılı bir ilişki vardır. Şükrün artması inayet gibi nimetlerin de artmasına, şükrün zıddı olan nankörlük ise nimetin kesilmesine ve sıkıntıların çökmesine sebep olur.

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ

Hani Rabbiniz size şunu da bildirmişti: Şükrederseniz size daha çok veririm. Nankörlük ederseniz, o zaman da azabım çok çetindir” (İbrahim, 14/7) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir. En büyük şükür, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmektir.

Bu konuda “İlgililerin, insanları derdest etmek için yarışmamaları, suçsuz olanları mümkün olduğunca suçlulardan ayırmaları, adaletle hareket etmelerine” dair Sayın Cumhurbaşkanının ve Başbakanın talimatlarını biliyoruz.

Keza, bu konuyla ilgili kaleme alınan değişik yazılardan da haberimiz vardır.. Bununla beraber, Meşru iktidarı devirmek, birçok masumun mal ve can güvenliğini ortadan kaldırmak, yüzlerce masum insanın kanına girmek, hadsiz hesapsız zulümler icra etmek üzere 15 Temmuz darbe teşebbüsüne katılan veya katılanlara destek verenlerin hukuk önünde hak ettikleri cezayı görmelerini sağlamak, millet ve memleketin hak ve hukukunu korumakla yükümlü olan devletin öncelikli görevi olduğunu da biliyoruz. Ancak, ceza verirken, hâkimlerimizin yanlış yapmamaya, masumları yakmamaya azami gayret göstermeleri de gerekiyor. Zaten devletin başındaki reislerimiz bunu defalarca seslendirmiş ve gereken uyarıları yapmışlardır. Bununla beraber,

وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنفَعُ الْمُؤْمِنِينَ

Resulüm! (insanlara gerçekleri) hatırlatmaya devam et. Şüphesiz hatırlatmak müminlere fayda sağlar” (Zariyat, 51/55) mealindeki ayette yer alan ilahi emir gereğince bunu –tekrar da olsa- yazmakta fayda olacağını düşünüyoruz. Her yönüyle çok iyi bilinen bu konunun detaylarına girmeden, bazı ayet ve hadislerin ilgili uyarılarını hatırlatmakla yetineceğiniz.

1..Suç ve cezanın şahsiliği esastır:

İslam hukukunda yaklaşık 1500 yıldan beri var olan bu prensip, nihayet modern hukuk sistemlerinde de yerini almıştır. Artık çağdaş ceza hukukunda da en önemli ilkelerinden biri suç ve cezanın şahsiliği ilkesidir. Bu kural gereğince, kişi ancak kendisinin işlediği fiiller nedeniyle sorumlu tutulabilir, başkasının işlediği fillere iştirak etmedikçe sorumlu tutulamaz.

Peygamberimiz veda hutbesinde bu konuyu şöyle ifade etmiştir: “Ey İnsanlar! Sizi uyarıyorum, herkes yal­nızca kendi işlediği suçtan sorumludur. Suçlu evlattan dolayı baba sorumlu tutula­maz, suçlu babadan dolayı evlat da sorum­lu tutulamaz” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an,10)

Kur’an-ı Kerim’de meal olarak;

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى

Hiçbir suçlu, başkasının suçunun yükünü yüklenmez” (Enam, 6/164; Fatır, 35/18) ifadesiyle ortaya konulan bu prensip yüksek bir adalet ölçüsüdür. Adalet ölçüsü ise, fiili şükrün bir mikyasıdır. Fiili şükür ise ilahi inayetin bir miyarıdır. İlahi inayet ise, kurtuluşun anahtarıdır.

Bu konun izahını –özetle-Bediüzzaman hazretlerinden dinleyebiliriz:

”  وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى  ”

Yani; “Birisinin hatâsıyla, başkası veya akrabası suçlu sayılmaz, cezaya müstehak olmaz” manasındaki ilahî düstura rağmen, bu zamanda,   اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ 
(“Şüphesiz o/İnsan, çok zalim ve çok cahildir- Ahzab, 33/72) mealindeki ayette işaret edildiği üzere, fertler ve kurumlar olarak karşı tarafaşedit bir zulüm ile mukabele eder; tarafgirlik hissiyle, bir caninin hatasıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adavet eder, elinden gelse zulmeder; elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla, bir köye bomba atar. Hâlbuki bir masumun hakkı, yüz cani için de feda edilmez; onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz masumu birkaç cani için zararlara sokar. Hâlbuki hatalı bir adama müteallik, bîçare ihtiyar valide ve pederi ve masum çoluk-çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirlikle adavet etmek, şefkatin esasına zıttır.”(Emirdağ Lahikası-I, 39).

2.İntikam duygusu adaleti zedeler:

وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

( Ey iman edenler…) Sizi Mescid-i Haramın ziyaretinden alıkoydukları için bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. İyilik ve takvada yardımlaşın; günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın cezası pek çetindir.” (Maide, 5/2) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

3.Zann gerçeğin görülmesini engeller:

Kuvvetli bir suç karinesi olmadan masumiyet karinesi esastır. “Yakin/kesin bilgi şüphe ile ortadan kalkmaz” prensibi, İslam hukukunda önemli bir düsturdur. Bunun anlamı şudur: kuvvetli bir suç delili olmadan herkes masum kabul edilir. Çünkü insanda asıl olan masumiyettir ve delile de muhtaç değildir. Suçlu olmak ise, arızidir ve ancak bir delille ispat edilebilir.

وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلاَّ ظَنّاً إَنَّ الظَّنَّ لاَ يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئاً إِنَّ اللّهَ عَلَيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ

 “Onların çoğu sadece zanna uyarlar. Hâlbuki zan asla gerçeğin yerini tutamaz. Allah onların bütün yaptıklarını hakkıyla bilir” (Yunus, 10/36) mealindeki ayette bu hakikate işaret edilmiş ve konuyla ilgili güçlü bir uyarı yapılmıştır.

4. Yanlışlıkla affetmek, yanlışlıkla ceza vermekten iyidir:

İslam ceza hukukunda şu iki prensip her konuda geçerlidir:

Birincisi: Suçun sübutunda var olan şüphe sanığın lehine yorumlanır.

İkincisi: Yanlışlıkla affetmek, yanlışlıkla ceza vermekten daha iyidir.

Bu iki prensibin kaynağı şu hadis-i şeriftir:

ادْرَءُوا الحُدودَ عن المسلمين ما استطعتم، فإن كان له مخرج، فخلوا سبيله فإن الإمام أن يخطئ في العفو، خير من أن يخطئ في العقوبة

Hadleri/cezaları imkân bulduğunuz nispette şüphelerle kaldırın; bir çıkış yolunu bulduğunuzda sanığın lehine karar verin. Çünkü İmamın (hâkimin-yetkili kimsenin) hata ile bir suçluyu affetmesi, yanlışlıkla bir masuma ceza vermesinden daha iyidir” (Tirmizi, Hudud,2). Şüphelerle cezaların kaldırılmasını ön gören daha birçok –merfu ve mevkuf- hadis rivayetleri vardır.(bk. Tuhfetu’l-Ahvezi, 4/572-574)

Medeni kanunda bu prensip: “Suçun sübutuyla ilgili her şüphe sanığın lehine yorumlanır” şeklinde ifade edilmiştir.

5. Başkasını hesaba çekerken, bizim de hesaba çekileceğimizi unutmayalım:

Hz. Ömer’in “Hesaba çekilmezden evvel, kendinizi hesaba çekin” (Gazali, İhya, 4/396) manasındaki meşhur tavsiyesini zihnimizden çıkarmayalım.

Karar merciinde olan kimselerin şu hadis-i şerifi bir levha halinde işyerlerine asmaları, hiç olmazsa kalbin “unutmaz” köşesine yazmaları, hem dünya hem ahiret hayatı bakımından son derece faydalı olacaktır:

القضاة ثلاثة: اثنان في النار وواحد في الجنة، رجل عرف الحق فقضى به فهو في الجنة، ورجل عرف الحق فلم يقض به وجار في الحكم فهو في النار، ورجل لم يعرف الحق فقضى للناس على جهل فهو في النار

Kadılar(karar merciinde olan kimseler) üç kısımdır. Bunlardan bir gurup cennete, iki grup ise cehenneme gider. Cennete gidenler: Hakkı bilen ve ona göre hüküm veren kimselerdir. Cehenneme gidenler ise iki kısımdır: Birincisi, hakkı bildiği halde, haksız karara imza atanlardır. İkincisi ise, hakkı/doğruyu bilmediği halde, hüküm veren cahillerdir (bk. Ebu Davud, Akdıye,2; Tirmizi, Ahkâm,1; İbn Mace, Ahkâm, 3)

Not: Bu hadisteki “cahiller” den maksat, konuya hâkim olmayan, ehliyetsiz kimselerle, genel olarak ehliyetli olmakla beraber, gereken araştırmayı yapmadığından yanlış hüküm veren kimselerdir. Yoksa gereken bütün şartlara haiz olan ve gerekli çalışmayı yapmakla beraber, bir içtihat hatası yapan kimse buna dâhil değildir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bari 13/319).

6. İdareciler de ikaza muhtaçtır:

Hz. Ebu Bekir halife seçildiği zaman, halka yaptığı konuşmasında bu hususu şöyle dile getirmiştir: “Ey insanlar, sizin en iyiniz olmadığım halde, başınıza idareci seçildim. Vazifemi İslam’a uygun şekilde yaparsam, bana itaat edin. Doğru yoldan saparsam beni ikaz edin.”

Hz. Ömer de halifeliği sırasında bir gün Muhammed b. Mesleme’ye: “Beni nasıl görüyorsun?” diye sormuştu. O da: “Seni arzu ettiğim gibi görüyorum. Eğer sen eğri yola meyil edersen, mızrağın ucu mengenede doğrultulduğu gibi seni doğrulturuz” cevabını vermişti. Hz. Ömer bundan son derece memnun kalmış ve “Haktan ayrılıp eğrilik gösterdiğim takdirde beni doğrultan insanların bulunduğu bir toplumda yaşatan Allah’a hamdolsun” demişti. (bk. Zehebi, Siyeru’Alemin-Nubela, 4/34).

Allah’ım! Bize hakkı hak olarak göster ve ona uymaya muvaffak eyle;

Bâtılı da bâtıl olarak göster ve ondan uzak kalmayı bize nasip eyle! ÂMİN!

Niyazi Beki (Doç. Dr.) – Nurdan Haber

Şükür Makamı

Hayatı kucaklayabildiğin kadar yaşayabilir, anlamlandırabilirsin!.. Peki ama bunun sırrına erecek reçete nerede gizli sence?

İnsan olarak her birimiz farklı farklı dünyaları barındırır, farklı rüyalara demir atarız yüreklerimizin sahillerinde. Bazen de hep ‘keşkelerin’ ardı sıra gelen pişmanlıkların derin dehlizlerinin çukurlarına salıveririz ruhumuzun ahengine inat, çocuk sevinçlerimizi… Yüreklerimizin bizi ulaştıracağı, yakınları uzak edecek ‘iman’ ve irade varken, ruhlarımızı, nedenler ve niçinlerle ve hep uzakları istemeklerle, ‘anı’ ‘anı yakalamayı’ hep unutur, şükrün derin hafifliği varken yanıbaşımızda, heybemizin en nadide hazinesi iken imanımızın ganimetlerinden olan şükrümüz, biz onu tulî emellere boğar ve kaybederiz.

Yitik hazinesinin bile farkında olmadan, neyi istediğini ve aradığını bilmeden sorarız, ararız ve okuruz.

Hayatın farklı yol güzergahlarında kimi zaman farklı farklı imtihanlarla yön bulan gönül pusulamızı, şükrün o huzur veren iklimine emanet ettiğimizde, açılmaz dediğimiz kapılar da açılır belkide.

Şükür, nimetin nereden geldiğini, nimetin kıymetini bildiğine dair bir ahitnamesidir kulun aslında.. Sana verilen herbir nefesin, sıhhatin, afiyetin ve huzurun aslında herbiri kendi cinsine göre şükür ister kaidesinde, sen aslında sana verilen bunca nimete şüküründen gafil iken, daha fazlasını isteyerek, anı kaybetmekle kalmaz, yaradılış gayenin de çok uzaklarına düşmüş olursun.

Hal böyle iken sen, sen de varolan nimetlere çevir yüzünü ve hep olmayanlara değil, olanların şükrüne dön yüzünü. Şükürle kavuşursun aradığın ve uzaklarda olduğunu sandığın hayallerinin ülkesine.

Şükür, nimetin devamına vesiledir.

İnsan, yaratılış itibariyle en güzel istidad ve meziyetlerle yaratıldığı için dünya ve ukba yolculuğunda imtihan sırrınca da şükrün ve  kendi içindeki makam ve muhtevasında her çeşit nimetlerin ve zenginliklerin güzelliklerini keşfedebilme kabiliyetine erişebilmelidir. Ki bu güzelliklerin yaratılış mesajını, doğru algılayıp, Halik-i Zülcelal olan Rabbimiz’in esmalarındaki hikmetli güzelliklerine mazhar olabilsin.

Zira ancak insanın hayat yolculuğunda havf ve reca dengesini doğru algılayıp, o istikamette yaradılışın güzelliklerine vâkıf olabilmesi böylece mümkün olabilir.

Ancak kemale ermiş bir iman ve insan sorumluluğuyla ve buna bağlı olarak mevcut olan güzelliklerin şükrüyle, olmayanların ise sabır ile hikmetlendirilmesi mümkün olabilir.

Ve böylelikle o tefekkürsel tevekkül penceresi ile doğru tekamülü yakalayıp, kâinattaki bütün güzellikleri o pencereden temâşâ ederek, büyük fotoğrafı keşfedebiliriz.Böylece o ahengin ritminde, Halik-i Zülcelal olan Rabbimiz’in adil kudretini insanın ruhunda hissetmesi mümkün olacaktır . Bu da ancak imanî bir derinlikle ve şükrün o ziyadeleşen bereketinin hadsiz güzellikleriyle vuku bulacaktır.

Ruhun o metafizik seyri süluğunda, sırlara vararak, esmalardaki o sonsuz güzelliklerin ve nimetlerin karşısında zikir, fikir ve şükür makamında temâşa etmek ise en büyük ubudiyet şuuru ve duasıdır.

Selva Nur Sönmez – cocukaile.net

Evlilik Okulu: Kaç Şikayet Kaç Teşekkür?

“Hani Rabbiniz, (size) şöyle bildirmişti: “Andolsun ki eğer şükrü yerine getirirseniz, elbette size (nimetimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.” (İbrahim suresi 7)

Bu âyet-i kerime ne büyük bir müjde ve ne büyük bir uyarıdır. Hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken bir âyet. Günümüzün en temel problemi şükürsüzlük. Kapitalist sistem içerisinde hep eksikliklere odaklanıyoruz, sahip olduklarımızı görmüyoruz. Oysa eksiğe odaklanmak şeytandandır. Cennette Allah (c.c) Hz. Adem ve Hz.Havva ‘ ya pek çok nimet vermiş fakat az bir de eksik bırakmıştı. Şeytan gitti ve onları eksik olanı almaya ikna etti. Her şey tam olsun derken sahip oldukları nimetleri de kaybettiler.

O günden bu güne şeytan aynı oyuna devam ediyor. Para, mal, mülk kalite, marka, yüksek beklentiler…Şunum da olsun bunum da olsun..Herkeste olan bende de olsun, mümkünse ben de olan da herkeste olmasın…

sukurDinin aslı şükürdür. Kur’ an-ı Kerimin ilk âyeti Fatiha hamd ile şükür ile başlar. İbadetler de bir şükürdür. Namaz ve oruç bedenin şükrü, zekat ve sadaka malın şükrüdür. Ne kadar severek ve istekle yaparsak o kadar makbuldür.

Nimete şükür ise elimizde olanın kıymetini bilmek, israf etmemek yani dilimizle ve halimizle Allah’ a şükretmek ve nimete sebep olana teşekkür etmek. Göndereni ve getireni unutmamak.

Sevgili Peygamberimiz: “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmemiş olur.” buyuruyor.

Evlilik problemlerimizin temelinde de şükürsüzlük var. Eşler birbirleri pek çok şeye mecbur olarak görüyor. Evet karı kocanın mecbur olarak yaptıkları vazifeleri var fakat bu teşekkür etmemeyi ve nankörlük yapmayı gerektirmiyor.

Kadın erkeği para kazanmaya, evin bütün ihtiyaçlarını karşılamaya; kendinin ve çocuklarının isteklerine yapmaya mecbur görüyor. Bunun için erkek çoğu zaman bir takdir ve teşekkür göremiyor tam aksi varsa bir eksiği onlar görülüp söyleniyor. Bu da erkeğin ailesi için harcama yapma hevesini kırıyor.

Mesela kadın; erkekten elli lira ister, erkek otuz lira verir, kadın söylenerek alır, teşekkür etmez; erkek otuz lirayı verdiğine de pişman olur. Oysa kadın eşinin verdiğini teşekkür edip alsa erkeğin ailesi için harcama yapma isteği artar.

Koca açısından bakınca aynı şekilde erkek de çoğu zaman karısının yaptıkları için ona teşekkür etmez. Erkek; yemeğini yer teşekkür etmez, çayını içer teşekkür etmez, ütülü gömleğini giyer teşekkür etmez…Fakat eksikleri hemen görür.

Mesela; erkek mavi gömleğini giymek ister; mavi gömlek ütülü değilse söylenir, sanki karısı gömleklerini hiç ütülemiyormuş gibi.

Bu kez hanım eşinin söylenmeleri karşısında incinir. Kadın yaptığı işler konusunda takdir görmeyip bir de eleştirilince ev işi yapma hevesini kaybeder.

“Olur mu öyle şey ben eşime muhakkak teşekkür ederim.” diyenler de vardır muhakkak yazıyı okurken. İşte o zaman da teşekkürün ne kadar candan yapıldığına bakılmalı. Usulen kuru kuru yapılan bir teşekkür kimseyi mutlu etmez.

Ya da iki şeye teşekkür edip beş şeyden şikayet ediliyorsa o yapılan teşekkürün bir anlamı olmaz. İyi bir teşekkür önce Yaradan’a şükredip sonra sebep olana candan, samimiyetle teşekkür etmekle olur.

Sadece dilden çıkan teşekkür kalbe ulaşmaz. Teşekkür; içinde duygu olan bir ses tonu ile güzel sözcükler ve hoş bir tebessüm  ile daha anlamlıdır.

Eksiğe, kusura odaklananlar samimi olarak takdir ve teşekkür edemez. Sanki kendilerde her şey tammış gibi karşıdaki tam olsun isterler. Sanki insanda mükemmellik mümkünmüş gibi mükemmeli ararlar. Mükemmeli göremeyince şükür ve teşekkür yapılmaz.

Eksiğe ve kusura odaklanmanın ana sebebi kişinin kendi kusurlarını görmemesidir. Kendi kusurunu gören kişi eşinin kusurlarına karşı daha anlayışlı olur. Kendi kusurunu görmeyen kişi eşinin hatalarına kafayı takar ve onu değiştirmeye çalışır; eşiyle arası bozulur. Oysa kişi kendi kusurunu görüp onu düzeltmeye çalışsa evliliği için çok daha doğru bir şey yapmış olur.

Eşin eksiğine odaklanıldığında iyi özellikleri görülmez olur, bir de ona karşı kızgınlık duymaya başlanır. Şeytan zaten kızgınlığı sever; verir ateşi verir ateşi. Yanar ve yakarsın. Sonra gelsin pişmanlıklar…

Yaradan’ın vaadi var; nimetin kıymetini bildik bildik, bilmezsek gider elden. Karşıdaki istemese de Allah onu kişinin elinden alır; ölür gider, aldatır gider, boşanır gider. Hatta bazen kıymet bilmeyen kişi kendi ister ayrılmayı. Kendini eşinden mahrum edip onu cezalandırdığını zannedenken kendi kaybettiğini fark etmez o anda. Aklı başına geldiğinde de çoğu zaman geç olur.

Eşin eksiğine kusuruna rağmen sizin için yaptıklarından dolayı samimiyetle teşekkür ederseniz, onda kusur aramazsanız evlilikte muhabbeti yakalamanız kolay olur. Şükür nasıl Rabbimizin nimetlerini artırıyorsa teşekkür ve takdir de eşin iyiliklerini artırır.

Teşekkür etmek için büyük iyilikler bekliyoruz oysa küçücük iyiliklere teşekkür etmeye kendimizi alıştırsak büyük iyilikler de peşinden gelecektir. Bereket şükürde, muhabbet teşekkürdedir.

Kadın-erkek her insanın değerli olma isteği vardır. Teşekkür de değer vermenin ve değer bilmenin göstergesidir. Siz teşekkür ederken bir bakmışsınız eşiniz o sevmediğiniz huyundan kurtulmuş.

Nefsimiz şikayete, gönlümüz şükre meyillidir.

Eşini nefsi için bencilce seven; az kusuru çok görür. Eşinin yaptığı her hatayı kendi nefsine saldırı olarak görür. Şikayeti çoktur.

Eşini gönülden, samimi seven; hataları büyütmez. Eşinin gönlünü incitmekten korkar. Teşekkürü çoktur.

Rabbim sevgilerimizi rızasına uygun gönülden sevgiler eylesin.

Ödev: Herkes nefsini bir muhasebeye çeksin. Bu güne kadar eşinize karşı suçlamanız ve şikayetiniz mi çok oldu yoksa takdir ve teşekkürünüz mü?

Sema Maraşlı

www.cocukaile.net

‘Var’sın Yok Desinler

VAR’A ‘yok’ demekle, nesi değişir ki ‘var’ın? Varsın Allah’ım varsın! Diller yok diyorsa yalan, kalplerde senin adın yazılı… Canlar Seninle yaşıyor… Eller, sen istersen tutabilir, dizler de öyle… Alâim-i Semâ senin. Gökkuşağında renkler Seni gösteriyor, ‘ressam’ yok dese dert midir? Şarkılarda ismin geçmese ne gam? Sesler seni söylüyor. Senin besteni şakıyor bülbüller! Gül gülümsüyorsa senin güzelliğinden… Rahmetinin katresidir yağmur, bahçeler hep senin.

En şefkatli sensin Allah’ım. Çünki sensin anneleri yaratan… En kudretli sensin Allah’ım Çünki sensin dağları dik tutan… Çocukların pamukçacık ellerinde, çimenlerin yeşermelerinde, sevdâlıların sıcacık yüreklerinde ‘apaçık’ sen ‘saklısın’… Sana ‘yok’ diyeni ‘yok’tan ‘var’ eden de sensin. Bolluklar mükâfatın, kıtlıklar ikazın… Ferahlıklar, sıkıntılarımıza teselli, üzüntüler seni hatırlamamız için… O kadar varsın ki… Varlığının heybeti karşısında başımız dönüyor, tıpkı dünya gibi… Sensiz yaşanmıyor…

Milyonlarca yıldır, milyarlarca hayat ve her hayat sahibine her an taptaze nefesler veren nasıl ‘yok’ olur, nasıl ‘yaşamaz’? Hayatı veren sensin. Hayat da, hayatım da senin. Kendini bilmeyen seni tanımamış; kim neylesin? Anlamayı, bir adıma karşılık bin adımla koşuşturan sensin. ‘İnanılan’ da sensin ‘inandıran’ da… ‘Var’ daha ‘yok’ iken ‘var’ olan da sensin. Her zaman her yerde ‘var’ olan da!

Sevgin zerre eksilse üzerimizden ve bir an çevrilse bakışların, tutuşur yanarız… Asırlar bir ince perde, mekân bildiğimiz, ayak bastığımız, paylaşamadığımız dünya bir durak… Bir hak verdin… Akıl, duygu, dudak verdin, söyleyeceğiz… Kaderimizi kendimize ‘yazdıran’ da sensin. Yarattın, yaşatıyorsun, dirilişimiz vaadin… Sen vaadinden dönmeyensin, senindir sonsuzluk! ‘Küçükler’ Senden uzaklaştıkça küçüldüler, ‘büyükler’ sana yaklaştıkça büyüdüler.

Yunus balığın karnında, Yusuf zindanda senin kölendi. Hürriyet sendeydi, sen Rabbimizsin… Serinlik Sendendi, İbrahim’i ateşin yakışından kurtaran… Musa’yı Firavun’un sarayında büyüten sendin. Sendin hem yetim, hem öksüz Muhammed’i (asm) Mirâc’a çıkaran… Yusuf Züleyha’yı senin için reddetti…

O, her şeyi! Allahım: Rüzgârdan, ışıktan, lisandan, insandan deliller gönderdin.. Her oluş, her tükeniş işâretindi! Peygamberlerin, nizâmını anlatan yazının satırbaşlarıydı, kelimelerindi velilerin: dostların, senin imla işaretlerin…

Geylânî seni söyledi, Rabbanî seni, Mevlânâ sana çağırdı, Gazâlî sana. Bediüzzaman’ın “çağına ve sonrasına” seni anlatan sözü binlerce sayfa sürdü… “Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur” dedi Necip Fazıl, Sen çileyi mutluluk yapansın. Varsın Allah’ım varsın…

Hilekârsa bilim, edepsizse edebiyat, sahteyse san’at,gerçeğini; amacını kaybetmişse ‘yok’ diyorsa desin! Küçük kitaplar ‘yok’ yazsa? Kâinat ‘var’ yazan koca kitap! Yazan sensin, okutan sensin. Selâm sana sevgili. “Bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş…” Atomundan galaksisine, zerresinden küresine, yarattığın ne varsa, hepsi içimde dönüyor… Dalgalanıyor denizlerin damarlarımda, buğulanıyor gökyüzü gözlerimde, rüyalar içindeyim, çiçekler içinde, güneşler açıyorum… Bir küçük kâinatım! İnsanım ve inanıyorum sana.

Kundaktan kefene, beşikten musallaya ve oradan ‘asıl hayata’ uzanan rahmetine… Şelâlelerde çağıldayan, mercanlarda parıldayan güzelliğine… Toprak kokan mahsuller, kovanlar, peteklerce ikram ikram üstüne bereketine… Kan kırmızı karanfillerden, gözbebeklerine kadar, binbir çeşit ve rengârenk sanatına inanıyorum… ‘Yok’a inanmak ‘yok!’ Şüphesiz inanılacak yalnız sensin.

Sebepler! Size söylüyorum, sizi sebep gösterenlerde suç, Sevgilim ‘ol’der ve ‘olur’… Allahım… Bir sevdâdır sana inanmak… Gurbette âniden kavuşmaktır! Her şeyimi sen verdin, her şeyim senin. Seni sana lâyık anlatamadım affet! Kelimem yetmedi! İşte Allah’ım bu kulunun bütün söyleyebildiği bu kadar. Ben bu kadarım… Şükür ki sen bu kadar değilsin!

‘Manevî Beslenme’ Yolları

Manevî hayat akan bir su gibidir. Akan su ise hayattır. Dağların ve ormanların içinden doğan su, tazelik ve sağlık getirir; çünkü akmaktadır. Bunun tam aksine, bataklık durgundur ve hastalık üretir; üstelik kendisine akan suyu tutar ve onu da bozar. Öyleyse, tutup biriktirmeye çalışan biri olmak yerine, kendi dışına akmaya ve vermeye çalışan biri olmak gerekir. Eğer içimizdeki iyilik potansiyelini saklı tutar ve onun dışarıya akmasına izin vermezsek, manevî dünyamız çürümeye yüz tutar, duygularımız cılızlaşır. İşte bu nedenle iyi yanlarımıza çektiğimiz setleri paramparça etmeli ve güzel niyetlerimizin bir nehir gibi akmasına izin vermeliyiz. Çünkü, tazelik ve hayat akmaktadır.
Evet, günümüzün artan tüketiciliği, materyalist ve dünyevî atmosferi, bu akışın önünde set olmaya çalışıyor. Ama her set, önündeki suyu bir süre tutabilirse de, ilânihaye tutmaya muktedir değildir. Su, ya seti aşar ya da deler geçer. İşte, insanın manevî dünyası da böyledir. İçindeki iyilik potansiyelini dışarıya akıtmak isteyen bir manevî gücün karşısında hiçbir set duramaz ve tutunamaz. Buna insanı ‘dünya‘ya çağıran ve onda boğmak isteyen her türlü set dahildir. Ancak bunun için gündelik hayat içinde insanın manevî beslenme yollarının farkında olması ve bunları elden geldiğince yerine getirmesi gerekmektedir. Bunlar bir dizi meleke hâline getirilmiş düşünce, tutum ve tavır ile alışkanlık hâline getirilmiş davranışı içerir.
Size yapılan iyiliklerin farkına varın:
İnsan unutkandır. Her an hayatımıza akıp durmakta olan iyilik ve lütufları unuturuz. Şefkatli Yaratıcımızın sonsuz iyiliklerini, başka insanların bizim için yaptığı iyilik ve yardımları unuturuz. Bu dalgınlığı aşmanın yollarından biri, son bir haftada ya da bir günde bize yapılan iyilikleri not etmek olabilir. Meselâ, bir gün aile üyelerinizin size yaptığı iyilikleri not edebilirsiniz. Başka bir gün, komşularınızın yaptığı iyilik ve yardımları; başka bir gün arkadaşlarınızın; başka bir gün ise bir düşmanınızın iyilik ve yardımlarını liste hâlinde yazabilirsiniz. Böylece bazı zamanlarda nefsinizin görmek istediğinin aksine, ne de çok iyilik ve lutfa mazhar olduğunuzu görebilirsiniz.
Sözlerinizde insanların iyiliğini isteyen dualara yer verin:
Dilinizi ‘Allah yardımcın olsun’, ‘Allah kalbini, seni ve tanıdıklarını huzurlu kılsın’, ‘Allah sana ve ailene merhamet etsin’, ‘Allah çocuğunuzu kendi istediğiniz şekilde yetiştirmenizi nasip etsin’, ‘Yeni işiniz hayırlı olsun’ gibi dua sözlerine alıştırın ve bunları arkadaşlarınız, dostlarınız ve tanıdıklarınız için söyleyin. Sizi ve çevrenizdeki insanları manevî olarak yükseltecek, cesaretlendirecek ve olumlu bir bakış açısına yöneltecek duaları taze ve yeni sözlerle gönülden dillendirin. Dilinizi duaya alıştırmanız, ruhunuzun kuvvet ve enerjiyle dolmasını sağlar.
Toplu ibadetlere iştirak ederek ruhunuzu besleyin:
Manevî yönünüzü güçlü kılmak için dua ve ibadet için harcadığınız zamanı artırmalısınız. Dua, namaz, tefekkür gibi ibadetleri mümkün olduğunca topluluk halinde yapmak, topluluğun ortak hareketinden doğan sinerjiden istifade etmenizi sağlar. Bu sinerji, Allah’ın cemaatle namaz emrini yerine getiren kulları için onlara lütfettiği bir ikramdır.
Allah’a tevekkül edin:
Manevî gelişme ya da yükselme, zaman içinde inançta ve imanda belirli sıçramalar yaşamak anlamına gelir. Bu sıçramaları belli ölçüde başarmış bir kişinin, elde ettiği başarıları sadece kendi şahsî gayretine ve ilmine bağlaması düşünülemez. Öyleyse iman etmenin ve manevî yükselmenin göstergelerinden biri de, ortaya konan gayretten sonra sonucu Allah’ın yarattığını teslim etmek ve hırçın bir şekilde sebeplere saldırmamaktır. Manevî yükselme yaşamış bir kişi, elinden gelen her şeyi yapar ama bütün bunları yaparken Allah’a ve kadere imanı onu huzurlu ve sakin hareket etmeye yönlendirir. O Allah’a güvenir, başarı için ihtiyaç duyduğu sebeplerin etrafında toplanmasına Allah’ın yardım edeceğini bilir.
Minnettar bir insan olun:
Her yeni günü Allah’ın bize gönderdiği bir hediye olarak görmeli ve güne O’na olan minnettarlığımızı ifade eden bir duayla başlamalıyız. O günün bize birtakım sıkıntılar getireceğini düşünüyorsak bile, güne bir şükür duasıyla başlamayı ihmal etmemeliyiz. Yine, gün içinde ne kadar zorlu olaylarla karşılaşırsak karşılaşalım, akşamın ilerleyen saatlerinde bir şükür ve hamd duası yapmalıyız.
Dostlarınızın manevî yolculuklarını paylaşın:
Manevî olarak yükselmek ve gelişmek isteyen birisini bulduğunuz zaman onunla dostluk edin. Belli aralıklarla dinî ve manevî konuları müzakere etmek üzere bir araya gelin. Göreceksiniz ki, bu düzenli görüşmeler manevî yükselmeniz için güzel basamaklar olacaktır.
Hizmet edin:
İçinde yaşadığınız topluma hizmet etmenin yollarını araştırın. Bunlar, özellikle karşılığında bir ödül almayacağınız hizmetler olsun. Sokakta gördüğünüz bir çöpü yerden almak, yaşlı birisini karşıdan karşıya geçirmek, otobüste ihtiyacı olan birine yer vermek ya da bir yayayı gideceği yere kadar arabanızla götürmek; veya geçiminizi temin ettiğiniz işte çok küçük bir yüzdeyi parasız yapmak gibi. Hem bu, emeğiniz karşılığında aldığınız ücretin de temiz olmasını sağlar.
Biraz yalnız kalın:
Bir filozofa göre yalnızlık bizi kendimize karşı daha dayanıklı; başkalarına karşı da daha müşfik yapar. Her iki açıdan da karakterimizi geliştirir. Belli aralıklarla kalabalıktan ve hayatın gürültüsünden uzaklaşmak ruhumuza iyi gelir. Gün içinde birkaç dakika sadece kendimiz ve Allah ile beraber olmaya çalışmalıyız. Sessizlik zihnimizi hayatın getirdiği problemlerden uzaklaştırır ve Allah’ın yardımıyla sessizlikte düşüncelerimiz sıhhat bulur.
Namaz kılın ve oruç tutun:
Namaz kılmak Allah ile olan bağımızı diri tutar, dinî duyarlılığımızı kalıcılaştırır. Oruç tutmak ise bir yandan her arzunun peşinden koşmak isteyen nefsimizi terbiye etmeyi, diğer yandan yoksul kişilerin hallerine yakınlaşmayı, onlara karşı empatik olabilmeyi mümkün kılar. Dolayısıyla özellikle Ramazan ayının çok verimli bir şekilde geçirilmesi manevî hayatımızı kuvvetlendirmek için kritik bir öneme sahiptir. Kuşkusuz oruç Ramazan ayı dışında da tutulabilir. Özellikle günümüz gündelik hayatının olumsuz görüntülerine maruz kalan genç bekarların, oruçtan elde edecekleri istifade muazzamdır. Gözlerini haramdan koruyabilecekleri için akıl ve ruhlarını dengede tutabilirler.
Üzüntünüzü ve sıkıntınızı Allah’a havale edin:
Canınız bir şeye sıkıldığında ya da gündelik işlerinizde bir engellemeyle karşılaştığınızda gönlünüzün rahatlaması ve önünüzün açılması için Allah’a dua edin. O size bir kapı kapalı olsa bile, başka bir kapıyı açacaktır. Öyleyse büyük küçük demeden her sıkıntı ve üzüntünüzü Allah’a havale edin ve O’ndan yardım isteyin.
Etrafınıza sevgi yayın:
Nereye giderseniz oraya sevginizi ve müspet bakışınızı da götürün. En önce kendi evinize. Gülen yüzünüz, nezaketiniz, gülümsemeniz ve sıcak selâmınızla insanları mutlu etmeye çalışın. Size gelen kişilerin yanınızdan ayrılırken kendilerini daha mutlu hissetmelerine vesile olun.
Kur’an-ı Kerim, tefsir ve hadis kitapları okuyup tefekkürünüzü genişletin:
Kutsal kitabımız ‘yaş ve kuru her ne varsa içinde yer aldığı’ bir kitaptır. Bize yol gösteren, bizi bilgilendiren, bize kim olduğumuzu bildiren, bizi uyaran boyutlarıyla ruhumuzu çepeçevre kuşatır. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’i ve onu şerh etmek için yazılmış tefsirleri okumaya ve anlamaya zaman ayırmalı, bunu düzenli bir iş hâline getirmelisiniz. Ardından okuduklarınızı tefekkür etmelisiniz. Bu tefekkür sayesinde kalbiniz inşirah bulacak ve maddeten de vücudunuzu zinde hissedeceksiniz.
Bugünü size bol lütuflu kılması için Allah’a dua edin:
Olgun ve kâmil bir mümin olabilmek ve bu yolculuğa heyecanla devam edebilmek için, Allah’ın size bunları lütfetmesi arzusunu dualarınıza taşıyın. Bunu günlük faaliyetinize henüz başlamamışken, sabahın ilk saatlerinde yapın. Bu maksatla kısa bir dua yapmayı alışkanlık hâline getirebilirsiniz: ‘Allahım, bugünü Senin lütfuna eriştiğim bir gün kıl.’ Sonra gün içinde gözlerinizi ve kulaklarınızı dört açın. Karşılaştığınız sıradan biri, yaşadığınız basit bir olay, belki de sizin o gün elde edeceğiniz kazanımı içinde barındırıyor olabilir. Allah size olan lütfunu böyle küçük sürpriz ve ayrıntılarla gönderebilir.
Zamanınızın bir kısmını doğal ortamlarda geçirin:
Dinin tabiatını hakkıyla bilenler, tabiatın dini anlamak için ne kadar önemli olduğunu bilirler. O yüzden zamanınız elverdiğince tabiatta vakit geçirmeye çalışın. Tabiattaki her şey; Allah’ın azametinin ve hüsnünün izlerini taşır. Ağaçlar, Allah’ın kudretini ve şefkatini anlatır. Gökyüzü, Allah’ın mühendisleri kıskandıracak işçiliğinden haber verir. Geceleri gökyüzünde ayın ve yıldızların saçtığı ışık, Allah’ın dünya evini karanlıkta bırakmadığını anlatır.
Tercih hakkınızı kullanın:
Ne tür bir ortamda bulunuyor olursanız olun her zaman bir tercih hakkınız vardır. Hayal kırıklığı ve üzüntü yerine, neşe ve dinamizmi seçin. Nefret yerine, sevgiyi seçin. İntikam yerine, affetmeyi seçin. Olduğunuz yerde durmak yerine, gelişmeyi seçin. Unutmayın ki karşılaştığınız her olaya olabilecek en iyi seçenekle de karşılık verebilirsiniz, en kötü seçenekle de. Tercih sizin.
Ömer Baldık / Zafer Dergisi