Etiket arşivi: Tanıttırmak

Tanıttırmak ve Sevdirmek

Bediüzzaman  Allah ile insan arasındaki iletişimin sağlanması konusuna özel bir önem verir. Bu karşılıklı ilişki  t a n ı m a k,  t a n ı t t ı r m a k, s e v m e k  ve  s e v d i r m e k  şeklinde yorumlanır.

      Allah varlığı yaratandır, mahlûkatın sahibidir. Bununla kalmaz, kendini insanlara tanıttırmak için bir dizi eylem sunar onlara. Bediüzzaman bu eylemleri eserlerinde yer yer sıralar:

    “Hem, bütün mahlûkatın yüzüne tebessüm eden bütün zînetli nebatat ve hayvanattaki tezyinat ve gösterişler, Bilbedahe, perde-i gayp arkasında bu süslü ve güzel san’atlar ile kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bildirmek isteyen bir Zât-ı Zülcelâlin vücûb-u vücuduna ve vahdetine delâlet ederler. Demek eşyadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler, tanıttırmak ve sevdirmek sıfatlarına katiyen delâlet eder.” (Sözler 621)

                        KAİNAT ÜNİVERSİTESİ  VE KUR’AN FAKÜLTESİ

   Şu ifadeyi bir sahnelemeye  kalkalım. Bediüzzaman dünyanın en büyük sanat fakültesinde

 görmek ve

bakmak ve

yorumlamak,

 seyretmek ve

 anlam çıkarmak için okumuş.

  Nerede bu fakülte, Kur’an fakültesi ve kâinat üniversitesi. Ziynetli nebatat ve hayvanattaki tezyinat ve gösterişler. Bir üzüm bağı ve dallardan asılan üzümler, bütün meyveler ve ağaçlardaki vaziyetleri  insanlara tebessüm ediyorlar. Ziynet, tezyinat ve gösteriş, canlılara tebessüm manasına geliyor.

   Bütün güzelliklerin arkasında bize gülen bir yüz, bütün gösterişlerin arkasında bize kendini gösteren bir yüz. Cemal-i İlahi, Kemal-i Rabbani.

   Yunus Emre Hazretleri bunu nasıl yürekten hissetmiş.

    Her nereye baksam dopdolusun. Seni nere koyam benden içeri.

   O kadar manen ezici bir anlam ağırlığı var ki Yunus ve Üstad’ın, omuzlarımın üstüne çöküyor, şaşkın ve hayret içinde yüreğim mana ordularının işgaline uğruyor.

Deli Çocuk Orhan Veli!

“Deli eder insanı bu dünya

Tepeden tırnağa çiçek açmış şu ağaç”

 diyor, ağaçtan öteye gidememiş ama, güzelliklere de duyarsız kalmamış.

    Bu güzellikleri olağanüstü hisseden bir yürek Allah’ı bulamazsa “rakı şişesinde balık olmak” ister ve belediye çukurunda ölür, Orhan Veli gibi.

                              İNSAN  VE  GÜZELLİKLER  PANAYIRI

Bediüzzaman’ın keşfettiği anlama göre insan tabiat içinde bir güzellikler panayırında gezer, ona bakan bütün güzellikler ona tebessüm ederler, gülerler, o da onlara gülerek cevap verir, evet  anlam içinde insanı deli eden bir incelik var. Bediüzzaman bu gülüşlerin manasını anlatır:

   “Demek eşyadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler, tanıttırmak ve sevdirmek sıfatlarına katiyen delalet eder.” Amentü tiyatrosudur, Bediüzzaman’ın gözünde âlem, her şeye bak, Allah’ım de, çünkü kâinat kitabı sana gülüyor, O’nun adına.

Görüntü ile görüntünün arkasındaki, güzellik ile O’nun arkasındaki ilişkiler mutasavvıfları çok meşgul etmiş, ikisin arasındaki dengeyi sağlayamadıklarından dolayı canlarından olmuş bazıları.

  Nesimi: “Sırr-ı ezel oldu aşikâra

   Âşık neylesin müdara”

    Yani güzeli görmüş ama kendini idare edemiyor, bu yüzden derisi yüzülerek idam edilmiş. Sadece güzel ile meşgul olup öteyi düşünmeyen güzelin girdabında boğulmuş, arkaya geçmeye çalışan boğulmuş, geçemeyen de boğulmuş.

Bediüzzaman güzellik ile arkasındaki Güzel arasındaki bağı iyi ayarlamış, her halükarda uyanık ve mantıklı olabilmiş. Güzellikler ve gösterişli durumlar kendini göstermek  suretiyle tanıttırmak isteyen ve sevdirmek isteyen birine delil olur. Başka bir cümlesinde şöyle der:

                                       UMUMİ  ERZAK  SOFRASI

   “Evet, kasd ve şuur ve irâdeyi gösteren bir perde-i hikmet, umum kâinatı kaplamış. Ve o perde-i hikmet üstünde lütuf ve tezyin ve tahsin ve ihsanı gösteren bir perde-i inâyet serilmiştir. Ve o müzeyyen perde-i inâyet üstünde kendini sevdirmek ve tanıttırmak, in’âm ve ikram etmek lem’alarını gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatı içine almıştır. Ve o münevver perde-i rahmet-i âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramı ve kemâl-i şefkat ve hüsn-ü terbiyeyi ve lütf-u Rubûbiyeti gösteren bir sofra-i erzak-ı umumiye dizilmiştir.”(Sözler 272)

   Allah’ın lütfu, süslemesi, güzelleştirmesi  ve ihsan etmesi bir inayet perdesidir. Bütün bunlara varlığın ve insanların ihtiyacı vardır. Bu inayet perdesinin üstünde bütün yukarıda sayılanlarla lütufla, süsleme ile güzelleştirme ve ihsan ile kendini tanıttırmak ve sevdirmek isteyen biri görülür.

Daha geniş bir tanıttırmak ve sevdirmek keyfiyeti de izah edilir:

   “Madem bu sanatlı ve hikmetli masnuatıyla Kendi hünerlerini ve sanatkarlığının kemalatını teşhir etmek ve şu süslü, zinetli nihayetsiz mahlukatıyla Kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle Kendine teşekkür ve hamd ettirmek ve bu şefkatli ve himayetli umumi terbiye ve iaşe ile hatta ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her nevini tatmin edecek bir surette izhar edilen Rabbani it’amlar ve ziyafetlerle Kendi rububiyetine karşı minnettarane ve müteşekkirane ve perestişkarane ibadet ettirmek ve mevsimlerin tebdili ve gece gündüzün tahvili ve ihtilafı gibi, azametli ve haşmetli tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallakıyet ile Kendi uluhiyetini izhar ederek, o uluhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale ve semavi tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var” (Mektubat 275)

    Tanıttırmak fiilinin içi gösterilir, doldurulur.

    Sanatlı ve hikmetli sanat eserleriyle kendi hünerlerini ve sanatkârlığının kemalatını teşhis ediyor, gösteriyor.

   Süslü ziynetli mahlûkatı ile kendini tanıttırıyor ve sevdiriyor.

   Lezzetli nimetleri ile kendine teşekkür ve hamd ettiriyor.

   Terbiye ve iaşe, ağızların zevklerine göre nimetleri hazırlama, minnettarane, teşekkür edercesine ve taparcasına ibadet ettirmek istiyor.

   Mevsimlerin, gece ve gündüzün değişimi gibi azametli hareketlerle ilah olduğunu ulûhiyetini  gösteriyor.

    İyilere mükâfat kötülere ceza vermesiyle hakkaniyet ve adaletini gösteriyor.

   Bütün bunlar tanıttırmak fiilinin içindeki ayrıntıdır.

   Bediüzzaman bütün bunları tevhid okumaları suretinde izah ediyor.  Yanıtla Yönlendir.

 Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer

Gazab ile Tanıttırmak

Bediüzzaman Allah’ın kendini tanıttırmak için âlemin inşası ve güzelleştirilmesi, insana hizmet eden şeylerin gösterişli ve cazip olması, insanın kendinin de en güzel surette olmasını değişik yerlerde anlatır. İnsanın gözlerine ve onun arkasında aklına bu tanıtıcı ve sevdirici fiiller imanı ve ibadeti ona zorunlu hale getirir. İnsan iman ile tanımalı ibadet ile de sevmeli. Şayet bu tanımamak ve sevmemek umumi bir hal alırsa o zaman Allah sevdirmenin aksine kendini tanıttırmak için felaketler ve zelzeleler verir. Bediüzzaman’ın zelzele konusunda yaptığı açıklamalar Allah ‘ın bu felaket dili ile kendini insanlara tanıttırmak istediğini gösterir. Bediüzzaman ulûhiyet canibinden bakar olaylara, beşer canibinden değil.

Meselâ, bu âhirde, beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümâtlı isyanından, kâinat ve anâsır-ı külliye kızdıklarından ve Hàlık-ı Arz ve Semâvât dahi, değil hususi bir Rubûbiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecellî ile kâinatın heyet-i mecmûasında ve Rubûbiyetin daire-i külliyesinde nev-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyânından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri Kâinat Sultanını tanıttırmak için emsâlsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten zelzeleyi, fırtınayı ve Harb-i Umumi gibi umumi ve dehşetli âfâtı, nev-i insanın yüzüne çarparak onunla Hikmetini, Kudretini, Adâletini, Kayyûmiyetini, İrâdesini ve Hâkimiyetini pek zâhir bir sûrette gösterdiği halde; “(Sözler 160)

Beşerin isyanına karşı Allah daima insana dost yüzünü gösteren silahlarının düşman yüzlerine kullanır. Su, hava, elektrik, zelzele, fırtına, umumi harp onun insanlığa kendini tanıttırmak için yaptığı zorunlu tanıtma tavırları ve fiilleridir. Allah’ı tanıttırma işinden bir sürelik vazgeçen Hz. Yunus’a nasıl hava, deniz, gökyüzü ve balık düşmanken birden dost yüzlerini gösterir onu kurtarırlar.

Ebedi Hayatın Zelzelesi Çok Daha Ciddi

Aşağıdaki ifadede ise İkinci Dünya Savaşının insanlığa getirdiği zarardan çok Osmanlıdaki tahribatı zararlı görür. Osmanlıdaki bozulmayı baki saadetin ve ebedi hayatın zelzelesi olarak yorumlar. “İkinci Harb-i Umûmi, beşere ettiği tahribât-ı azîme, gerçi çok geniştir; fakat, hayat-ı dünyeviyeye ve bekasız medeniyete baktığı cihetinde, Osmanlıdaki tahribâta nisbeten dardır. Osmanlıdaki mânevî zelzele hayat-ı ebediye ve saadet-i bâkiyenin zararına bir tahribat ve bir zelzele-i mâneviye-i İslâmiye, mânen o İkinci Harb-i Umûmiden daha dehşetlidir.“(Münazarat 148)

Osmanlı kurumları ile dine karşı her zaman saygılı bir yapı kazanmış ve İslam dininin mekânlarına, onun temsilcilerine Peygamberimizden itibaren sahip çıkmış, onların sözlerini, mekânlarını ve davalarını devam ettirmiştir.

Onun büyük bir şer grup tarafından dejenere edilmesi ikinci harbi umumiden daha büyük bir zelzeledir. Böyle anonim bir tanıma ve sevdirme faaliyetini kendine gaye eden, ilayı kelimetullah bekçisi olan Osmanlının bu özelliğinin yıkılması da yine büyük bir tahribat ve zelzeledir. Tanıtmadan vazgeçilmesi felaketleri getirmiştir.

Kur’an’ın Çok Ciddi İkazları

Bediüzzaman tanıtma ve sevdirme fiillerini kâinat ve arz gözlemlerinden hareketle ifade eder. Haşir, Ayet ül Kübra, Münacat risalelerinde gösterme ve tanıtma konusunda yoğunlaşır. Kur’an’dan hareketle tanıtma, gösterme, sevme sevdirmenin dışına çıkan bütün bu eylemleri görmezlikten gelen serkeşlik ve inatçılık yapan insanları korkutur ve tehdid eder. Çünkü olumlu görüntüler ve nimetler karşısında tanıma ve tapınmadan kaçan insanları zelzele ve kahredici olaylarla ikaz eder.

Ya maşerelcinni vel ins inistatatüm en tenfüzü min aktarissemavatıi vel ardi fenfüzü latenfüzüne illa bi sultan. Febieyyi alai rabbiküma tükezziban . Yürselü aleyküma şuvazün minnarin ve nühasün fela tentesiran. Febieyyi alai rabbiküma tükezziban. Velekad zeyyennessemaedünya bimesabiha vecealna ha rücumen lişşeyatin.“Ayetlerine dinle bak ki, ne diyor? Diyor ki

Ey acz ve hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve zaaf ve fakrı içinde serkeş ve muannit olan ins ve cin

Emirlerime itaat etmezseniz haydi elinizden gelirse hudud-ı mülkümden çıkınız” Nasıl cesaret edersiniz ki öyle bir Sultan’ın emirlerine karşı gelirsiniz; yıldızlar, aylar, güneşler, emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler.

Hem tuğyanınızla öyle bir Hâkim-i Zülcelal’e karşı mübareze ediyorsunuz ki; öyle azametli muti askerleri var; faraza şeytanlarınız dayanabilseler, onları dağ gibi güllelerle recmedebilirler.

Hem küfranınızla öyle bir Malik-i Zülcelal’in memleketinde isyan ediyorsunuz ki cünudundan öyleleri var; değil sizin gibi küçük aciz mahlûklar, belki farz-ı muhal olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvvü kâfir olsaydınız, arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri size atabilirler, sizi dağıtırlar.

Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki onunla öyleler bağlıdır; eğer lüzum olsa arzınızı yüzünüze çarpar, gülleler gibi küreler misillü yıldızları üstünüze Allah’ın izniyle yağdırabilirler” (Sözler 405)

İşte tanıttırmaya güzelce iman etmeyip karşılık vermeyen, nimetleri ile sevdirmeye karşılık ibadetle sevip karşılık vermeyip isyan edenlere Allah zelzele ve felaketlerle ve Kur’an’ın dili ile ve nesneler ve olaylar askerleri ile cevap veriyor, tehdit ediyor. Beşer her halükarda iman ile tanımalı ve ibadetle sevmelidir, yoksa dünyada felaket ve tehditlere uğrar, olmazsa ahirette cennet ile tehiri mümkün olmayan ceza alır.

Prof. Dr. Himmet Uç