Etiket arşivi: teknoloji

ELİNDE 1 CM İMKAN OLAN

ELİNDE 1 CM İMKAN OLAN

 

bebeklerde-güvenli-baglanma

Bu yazımızda islami tabirlerin içinin boşaltılıp, dar ve indi anlayışlara indirilmesi ve kaybolan/kaybedilen değerlerimize değinmek istiyorum.

Dünya genelinde dinlere mesafeli ve seküler, narsist ve sosyopat .. kişilikler karşımıza çıkıyor. Üçüncü sanayi devri olan bilgisayarlı dönemde, teknolojinin çocukların ve gençlerin eğlence aracı olarak kullanılmaya başlamasıyla hedonizm zirveye tırmanmaktadır.

Teknolojinin neredeyse gençlik tarafından eğlence aracı olarak kullanılmasıyla farkında olmadan kendi beynini tüketmektedir. Çünkü sadece oyun ve eğlence için kullanılan teknoloji gelecek neslimizi köreltmekten başka bir şey değildir. İşin üzücü tarafı ise dünya genelinde fotokopi insanlar karşımıza çıkıyor. Ortak anlayışı hedonizmden başka bir şey değildir. Milli ve manevi değerlerin yeni nesillere aktarılmaması neticesinde manevi ve milli kimliklerinden yoksun mutant ve mahrem gayr-ı mahremi olmayan nesil karşımıza çıkıyor dünyadaki tüm toplumlarda. İşin üzücü tarafı ise, bir zenginlik ve birikim olan kültürlerin adeta köküne kibrit suyu dökülerek kurutulmak ve yok edilip ne olduğu belirsiz/hibrit bir nesilin eliyle kendi kültürü imha edilmektedir.

Bir tarafta besinlerin bozulması ve bu bozulmayla besinlerin bir terör aleti halini almış durumdadır. Nesillerin bu şekilde elden avuçtan çıkması ise toplumsal bir buhran ve tıkanıklığın selektör yapmasıdır.

Toplumların buhrandan kurtulması ve dünyanın yaşanılırlığının sürdürülebilmesi için çareler, yöntemler araştırılması gerekmektedir. En azından tohum ıslahı kadar önemli bir mevzudur.

Dünyanın değerlerinde görülen değişimleri sadece eski anlayışla yorumlamak mümkün değildir. Çünkü yeni gelişen hadiseler daha öncekilere benzemiyorsa eski yöntemlerle yeni hadiselere tam çözüm üretilememektedir. Yanlış sorunun doğru cevabı da yanlış olacaktır.

Milli Eğitim kanalıyla okullarımızda ve her millet kendi maarifinde milli ve manevi değerlerine  sahip çıkacak tarzda politikalar izleyerek toplumsal asimilasyondan kendisini koruyabilir. Aksi halde toplumlar iflasın eşiğine ister istemez sürüklenecektir.

Hem akademik kariyer hem de kültürel değerler eş zamanı olarak verilebilir. Bunun misalleri dünya genelinde mevcuttur. Öncelik akademik kariyere verilirse bu gelişme toplumların nasist, seküler yapıya bürünerek akademik olarak gelişmiş; ama milli ve manevi olarak gerilemiş bir zemin olacaktır. Ve menfaatperest insanlardan oluşan toplumlar için kültürel miras bir şey ifade etmediği açıktır.

Eğitimine başlayan yeni dimağlar, dijital oyun, eğlencelerle de köreltilmesi yanlış bir şeydir. Tıpkı sadece akademik kariyere yönlendirilmesi gibi . .

Yeni dimağlar, ilk zamanlarında aileler tarafından bilinçlendirilerek hayata hazırlanmalıdır. İlk eğitimini ailede alamayan yeni nesiller zaten hayata geriden başlamış oluyorlar.

İlk eğitimini aileden alanlar ise, hayatta daha başarılı oldukları görünüyor. Her şeyin ilk adımı ailedir. Bu sebeple aile hayatı ne kadar sağlam olursa yeni dimağlar da daha sağlam olarak yetişecek olup ilk eğitimlerini daha sağlam alması sebebiyle hayatının temelleri muhkem olacaktır. Temelleri ailede alınamamış bir hayat hayatta pek çok keşmekeşe maruz kalacaktır.

Yetişmekte olan nesil tenoklojiyle ortak kültürle yetişmekte. tabi buna kültür denirse.

Elinde 1 cm imkanı olan yeni nesile bildiğini aktarsın ve eli altında olanları da her şerden muhafaza etmenin yolunu arasın. Yoksa ahlaksızlıkla haşr u neşr olacak ve sefih bir nesil sizi bekliyor. Va esefa . . va hasreta . .

“Acaba şimdi bir miting yapsam; sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâdlarınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem… Acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demiyecekler mi:

    “Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akîm bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız!” Hem de sol tarafında duran ve şehristan-ı istikbalden gelen evlâdlarınız, sağdaki ecdadlarınızı tasdik ederek demiyecekler mi ki:

 

“Ey tenbel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğra ve kübrası? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rabteden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhat!.. Ne kadar hakikatsız ve karıştırıcı ve müşagabeli bir kıyas oldunuz!” [1]

“Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyeye ittiba et. Çünki bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor. …

Sünnet-i Seniyeye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek ve bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.”[2]

 “O kal’a-i metin, o hısn-ı hasin ise, şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ve sünnet-i Ahmediyedir (A.S.M.).”[3]

 “Sünnet-i Seniye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemalâtın madeni ve menbaıdır.”[4]

 

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Münazarat ( 50 )

[2] Sözler ( 362 )

[3] Lem’alar ( 71 )

[4] Lem’alar ( 56 )

Dünya ve insan nereye gidiyor?

“Dünya, ekserî feylesofların ve âlimlerin dediği gibi, yepyeni bir oluşun eşiğindedir. Dünya, nurunu arıyor.”[1]

İnsan ve insanlık, ilk insanların yeryüzüne ayak basmasıyla beraber tekamül kanunun fitilini ateşlemişlerdir. İnsan ve beraberinde insanlık daima kendisini yenileyerek, bilgi, beceri, kabiliyet cihetiyle tekamülün temelini ve ana çarkını teşkil etmiştir.

İnsan(lık) tekamül ettiği ve yeryüzünde kemiyet ve keyfiyet cihetiyle daha rahat nasıl yaşanılırın formülünü aramıştır. Bu arayış bazen hüsranla neticelenmiş bazen de istediği şeye götürmüştür insanı. Lakin ne insan buna kanaat etmiş ne de insanlığın tekamülü tıkanıklığa uğramıştır.

İnsanlık sanayi devrimleriyle bu ihtiyacını izale etmeye çalıştı. Önce Buharlı, sonra Elektrikli, sonra bilgisayarlı ve şimdi dördüncü dönem olan otonom/robotik döneme doğru gidilmektedir.

Bu otonom dönemde bizi ne bekliyor?

Robotik bir dünya, yapay zeka da denilen bu otonom dönemde, bilgisayar çağı olarak addolunan ve yapay zekaya geçiş döneminin kıpırtılarını yaşadığımız bu zaman diliminde yetişen 25 – 30 yaş altı olan neslin dünya genelinde Narsist, Feminist, Deist, Ateist… fikir akımlarının ortak neticesi olan melez/hibrit bir nesil yetişerek bir köy halini alan dünyada insanların tek bir kültürle yetişmesi hedefleniyor. Tabi bu melez/hibrit olan şeye kültür denilirse!

Hibrit neslin önündeki setler nelerdir?

* Milli değerler (örf, adet, an’ane)

* Manevi değerler (Din ve dini semboller/şeair)

* Aile hayatı

* Milli ve Manevi değerlerle yoğrulmuş olan toplumsal kültür

* Ahlak olmak üzere bunları temelde sayabiliriz. Bu kadarla sınırlı değil tabiki.

Çin, AB üyesi ve ABD topraklarında toplum tamamen pragman haline gelmiştir. Yani faydacılık, menfaatçilik üzerine bir hayat haline gelmiştir.

İnsani erdemler ise yok olmuş, menkıbe gibisinden bile esamesi silinmiş halde. Bu durumda bulunan toplumlar insanlık olarak iflas etmiş. Bunun eksikliğini ise iflas etmiş olan toplumlar hissetmemekte. Çünkü kaybetmiş olduğu şeyin farkında bile değiller. O derece seküler, narsist olunmuş ki adeta dünya ve metaı putlaştırılmış…

Dördüncü nesil olan otonom dünyada melez/hibrit neslin önü ancak milli ve manevi değerlerin ön planda tutulmasıyla ve yeni nesle bu değerlerin daha kuvvetli aktarılmasıyla mümkün olacaktır. Yoksa kuşak çatışması denen hadise daha da şiddetlenecektir.

Milli ve manevi değerlerini yeni nesle aktaramayan toplumlar melez/hibrit nesillerle adeta köleleştirilecekler. Gerek internet ile gerekse başka yollarla bundan kaçışı olmayacak. Hibrit nesiller yeri aldığında artık ileri toplum, geri kalmış toplum olmayacak. Bir mason sloganı olan dünya kardeşliğine geçilmiş olacak. Bu ise Yahudiliğin bir projesidir.

Komünizmin icadçıları yalnız Yahudilerdir.”[2] Dünya milletlerini dinsizleştirerek ebedi bir intikam peşinde koşan Yahudilerdir. Otonom döneminde azami dikkat edilmeli. Yapay zeka ile belki insanlar cep telefonu gibi uydudan bir şekilde kontrol edilebilecek bir hale bile gelebilir.

Dünya sanal bir market haline getirilerek hemen her şey yapay/sanal hale de getirilmek istenmektedir. Beynelmilel komiteler de bunu istemekteler.

Tabi bunlar birer varsayımdır. Zaman ne gösterecek bekleyip göreceğiz.

Allah ilerleyen zamanı hakkımızda envara, esrara mazhariyete vesile ve hayırlı eylesin.

Selam ve dua ile.

[1] Tarihçe-i Hayat ( 625 )

[2] Tarihçe-i Hayat ( 719 )

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Teknoloji Babalara “Babalığı” Unutturdu

Ruhen Evde Olmayan Babalar!

Eskiden anneler çocuklara “Dinimizin direği namaz, evimizin direği babanız!” derlerdi. Oysa günümüzde babaların yükleri ağırlaşıp evlerde fazla duramayınca ailenin direkleri de zayıflamaya başladı. Babaların yükleri ağırlaşınca çocuklara gereken zamanı ayırıp onlarla ilgilen(e)memektedirler.

Eskiden evlerde televizyon, telefon, buzdolabı, bilgisayar, araba tekti. Bunlar, tüm ailenin ihtiyaçlarını karşılıyordu. Bunlar ortak paylaşım olunca hem aile bireyleri birlikteliklerini sağlıyor hem de ailenin ekonomik gücünü fazla zorlamıyordu.

Oysa günümüzde her odada bir televizyon ve salon içinde dev ekranlı plazma, herkesin elinde birer dokunmatik telefon ve internetiyle beraber, buzdolapları yetmez oldu derin dondurucular, araba eşlerin yanında çocuklara da alınmaya başlandı. Aile bireylerinin teknolojik ihtiyaçlarının yanı sıra eğitim ihtiyaçları da aile bütçesini zorlamaya başladı.

Hayat teknolojiye bağlı kalınca babalarda daha fazla kazanmak için daha fazla çalışmaya başladılar. Eve geç saatlerde gelen babalar, çocuklarına gereken ilgi ve alaka gösteremeyeceklerinden aile bağlarını ayakta tutan direklerde zayıflamaya başlayacaktır.

Daha düne kadar sabah kahvaltıları ailecek birlikte yapılır, işine giden işine okuluna giden okuluna giderdi. Günümüzde sabah kahvaltıları kalktı. Babalar işyerlerinde, çocuklar okulda kahvaltı yapmaktadır.

Akşam yemekleri ise çocuklar, okuldan gelince yiyor ve odalarına çekilmektedirler. Baba işten ne zaman gelirse o zaman yiyor. Baba çocukların çocuklarda babaların yüzünü görmemektedirler.

Oysa eskiden aile bireyleri akşamları yemekte birlikte olunur ve günü değerlendirirlerdi.  Aile değerlerinden tutunda toplumsal kurallara kadar her şeyi çocuklar burada öğrenirlerdi. Harçlıklar babadan alınır ve babalarında evde bir ağırlığı vardı.

Çocuklar eskiden babalarında çekinirdi, annelerde bunun için söz dinlemeyen çocukları babalarıyla korkuturdu. Günümüzde ise çocuklar iş yoğunluğunun içinde babalarını gör(e)memektedir. Görenlerde geç saatlerde görmekte ve“Aaa, babam gelmiş!” “Meraba baba!” diyerek odalarını çekilmektedir.

Ailede babanın ağırlığına dikkat çeken İmam Gazali Hazretleri, baba ve çocuk terbiyesi hakkında şöyle demektedir:

“Baba, baba olduğunu, büyüklüğünü hissettirmelidir. Anne de çocuğunu baba ile korkutmalıdır. Gündüz uyutmamalıdır, zira gevşek olur. Yumuşak yatakta yatırmak doğru değildir. Hafif sert yatakta yatırılırsa bedeni kuvvetli olur. Çocuğa fazla baskı yapmamalıdır. Sıkılmaktan ve üzülmekten dolayı kötü huy peyda eder ve kalbi katılaşır.

Herkese karşı alçakgönüllü olmanın faziletini tekrar tekrar anlatmalıdır. Çocuğun kimseden para almamasını, bilakis daima para vermesini teşvik etmelidir. Fazla konuşmamasını, katiyen yemin etmemesini, sorulmadan cevap vermeye kalkmamasını, kendinden büyüğüne karşı saygı göstermesini ve onun önünden yürümemesini, dilini kötü söz söylemekten, sövmekten ve lânetten korumasını öğretmelidir.”

Sonuç olarak babalar, ruhen evde olamayınca vicdanen de rahat olmayacaklardı. Günümüz babaları çocuklarına yeterli zaman ayır(a)mayıp onlarla ilgilen(e)medikleri için kendilerini suçlu hissedeceklerdir. Buda babaların çocukların her istediklerini almalarına neden olacaktır. Başka bir ifadeyle babalar, kişilikleriyle değil aldıklarıyla çocuklarının yanlarında olduklarını hissettirmeye çalışacaklardır. Bunu sonucunda da günümüz çocuklarının tüm ihtiyaçları karşılanmamış fakat baba ihtiyaçları karşılanmamış çocukların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Babaların tekrar eve dönmeleri içinde aile ihtiyaçları tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Çünkü çocukların babalara, babalarında çocuklarına ihtiyaçları vardı.

Kuma’sız Babalara İhtiyaç Var…

Bazı babalar işe, evden erken çıkıp geç gelirken bazı babalarda eve bedenen gelirken ruhen gel(e)memektedirler. Sadece bedenen eve gelen babalar, evi de sadece karnının doyurmak ve yatmak için kullanmaktadırlar. Bu babalar, eve geldikleri zaman soracakları ilk şeyde; “Televizyonun kumandası nerdedir?”olacaktır. Kumanda sormayan babalar da internette sanal alemde gezintiye çıktıkları için yine ruhen evde olmayacaktır.

Bu babalar internete ya da televizyona ayırdığı zamanın üçte birini çocuklarına ayır(a)mazlar. Ya da internette cetleştiği insanlara verdiği değeri çocuklarından esirgerler. Yani başkalarına gösterdikleri ilgi ve alakayı çocuklarına çok görürler. Bankamatik görevinden başka görevi olduğunu düşünmeyen babalara bir şey sorduğunu zamanda verecekleri tepkilerde bellidir.

Babamla bir konuda konuşmak istediğimde; “Seni dinliyorum.” der. Bunun üzerine ben de başlarım anlatmaya. Fakat babam bir taraftan beni dinlerken bir taraftan da elinde televizyon kumandasıyla kanal kanal gezer. Konuşmamın sonunda baba bu konuda ne diyorsun dediğimde:

“Hangi konuda?” der. Ben de istemeyerek tepki verdiğimde ise: 

“Öf ya, ağız tadıyla bir haber dahi seyrettirmiyorsunuz!” diyerek tepki gösterir.

Görevinin sadece bankamatik görevi olduğunu düşünen babalara da eğitimciler, çocuklarınızla arkadaş olun diyorlar. Bu, babaların ruhen eve dönmediği sürece sıkıntıların devam edeceği gösteriyor. Onun için babalar ruhen eve dönünce çocuklarda odalarında çıkacaktır. Odalarından ve sanal alemde çıkan çocuklarda aile hayatının bireyi olduğunu fark edeceklerdir.

Çocuklara aile olduğunu hissettirebilmek içinde onlarla nitelikli zaman geçirmek gerekir. Bunun içinde çocuklarla sabahtan akşama kadar beraber olmak gerekmiyor. Paylaşımların olabileceği ortamlar oluşturarak değerlendirmek gerekir.

 Mehmet Emin Karabacak

 cocukaile.net

Kapı gibi “Babalar” Aranıyor!

Teknolojinin baş döndürdüğü bir çağda yaşıyoruz. Teknolojik gelişmeler o kadar hızlı ki takip etmekte zorlanmaktayız. Daha yenisine alışmadan yeni modeli çıkmaktadır. Gelişmelerden en çok nasibini alanda da cep telefonlarıdır. Yüzyılımızın en büyük icadı olarak görülen internet, cep telefonlarına gelip cebe girince sosyal ilişkilerde cepten yürütülmeye başlandı.

Dünya küçülüp internet, cep telefonu sayesinde parmak ucuna kadar inince aile bireyleri de bu nimetten(!) fazlasıyla faydalandı. İnternet hayatımıza bir taraftan kolaylıklar sağlarken bir taraftan da bize ait birçok değerleri alıp götürmektedir.

İletişim için kurulan cep telefonları ve internet, aile içinde iletişimsizliğe neden olmaktadır. Aynı evde ayrı dünyaların insanları gibi yaşayan aile bireyleri iletişimi internet üzerinden kurar hale gelmişlerdir.

Anne babalar iş güç derken sanal âlemde yaşayan çocuklarla birlikteliği azaltınca herkes farklı dünyanın insanı gibi hareket etmeye başladı. Çocuklar sanal âlemde yaşarken anne babalarda iş güç derdine düşünce, çocuklara karşı da sosyal anlamda anne babalık görevlerini yapamaz oldular.

Aile bireyleri arasında birliktelik azalınca aile bağlılıkları azaldı. Birliktelik ve bağlık azalınca da çocukları kontrol etmek zorlaştı. Gidişatın iyi olmadığını gören anne babalar, uzmanlarda yardım istedikleri zamanda; “Çocuklarla arkadaş olmaya çalışın!” tavsiyesi ile karşılaşmaktadırlar.

Oysa sanal âlemde yaşayan bu çocukların arkadaşa değil, anne baba otoritesine ihtiyaçları vardır. Çünkü bu çocukların zaten sanal âlemde yeterince bir arkadaş çevresi var. Araştırmalarda 9 yaşındaki bir çocuğun sanal âlemde en az 80-90 tane arkadaşı olduğu ortaya çıkmıştır. Birde bu çocuklara okul arkadaşları, mahalle arkadaşlarını da eklersek bu çocukların arkadaşa değil anne babaya ihtiyaç vardı. Başka bir ifadeyle bu çocukları denetleyebilecek bir anne baba otoritesine ihtiyaçları vardır.

Bu otoritede çocukları korkutacak şekilde değil de ağırlığını hissettirecek şekilde olmalıdır. Başka bir ifadeyle çocukların sıkıntıları aşarken arkalarında“Kapı gibi bir baba, gül gibi bir annesi” olduğu hissettirilmelidir. Arkasında bu gücü hisseden çocuklar kendilerini güvende hissedecektir. Zaten çocuklarında bir arkadaştan istedikleri bu değil midir?

Çocuklara arkadaş olmayı ancak ilgisiz ya da katı olan anne babalara tavsiye edilmektedir. Görevi sadece bankamatik olup anne babalık görevlerini unutan,“Yediğin önünde, yemediğin arkanda!” deyip görevlerinin sadece çocukların karnını doyurup, üst başını giydirip okul ihtiyaçlarını karşılayarak görevlerinin bittiğini düşünenlere tavsiye edilmektedir. Yine “Dediğim dedik, öttürdüğüm düdük!” diyerek bırakın çocukların duygu ve düşüncelerini ifade etmelerini, söz hakkı dahi vermeyen anne babalara çocuklarınızla arkadaş olunuz denilmektedir. Yoksa yerine göre arkadaş yerine göre anne baba olmayı becermiş anne babalar bu tavsiye edilmemektedir.

Çocukların duygu ve düşüncelerine değer verilmeyip sıkıntılı zamanlarda da yanlarında olunmadığı zaman çocuklar, arkadaş gibi bir baba-baba gibi arkadaş arayacaklardır.

Çocuklarla konuşurken onları aşağılamayan, duygu ve düşüncelerine saygı duyan, problemleri çözmede gereken desteği veren anne babaların çocuklarla arkadaş olmalarına gerek yok, zaten bu ortam arkadaşlığı sağlayacaktır.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Teknolojinin Sinir Ettiği Ebeveynler

Teknolojinin zirve yaptığı çağımızda günümüz insanları, birçok iş ve işlemlerini teknolojiden faydalanarak yapmaktadırlar. Buna rağmen iş ve işlerini yetiştiremeyen bu insanlar, günün yoğunluğunu ve işleri bitirememenin stresini akşamları evinde yaşamaktadırlar. Akşamları eve gelen bu insanlar; “Öf, bittim, ölüyorum!..” gibi  sözlerle duygu yoğunluklarını ifade etmektedirler. Zihinsel olarak yorgun olan bu insanlar, ister istemez duygu yoğunluğu da fazla yaşayacaklarından en küçük olumsuzluklarda sinir patlaması yaşayacaklardır.

Günümüz insanları eskisi gibi bağ bahçede kazma kürekle çalışmadıkları için, bedenen yorgun olmasalar da zihnen yorgun oldukları gerçek. İnsanlar zihinsel yorgunluklarında duygu yoğunluklarını fazla yaşadıkları da bir gerçek. Ancak şu da bir gerçek ki;  evlerde aile bireylerinin deşarj olma ya da tepki verme adına birbirlerine bağırabilecekleri haklılığını da ortaya koymamaktadır.

Evlerde aile bireyleri birbirlerine karşı en küçük şeylere tahammülleri yok. Özellikle anne babalar, çocukların en küçük yaramazlıklarına karşı tahammülün te’si kalmıyor. Evler sanki sükûnet yeri değil de birbirlerine bağırma yeri olmuş, herkes yorgunluktan birbirine bağırmaktadır.

Akşamları işten eve gelen babalar; çocukların en küçük seslerine ya da annenin azıcık çocuklarla ilgilen sözüne, kıyameti koparmaktadırlar. Anneler de sinirli bir şekilde babalara, çocuklarla iki dakika ilgilen dedik kıyameti koparıyorsun; akşama kadar ben nasıl tahammül ediyorum diyebilmektedirler. Doğru, anneler çocuklarına tahammül ediyorlar; ancak onlarında çocukların en küçük yaramazlıklarına karşı sinirlenmektedirler.

Anne babalar sanki sinir küpü olmuş patlamaya hazır birer bomba gibidirler. Aile bireyleri birbirlerine karşı en küçük anlayış ve sabır göster(e)memektedirler. Evde herkes birbirine bağırmakta ve en küçük bir olumsuzluklarda herkes birbirine patlamaktadır.

“Üzüm üzüme baka baka kararır.” atasözünde olduğu gibi anne babalar sinir küpü olunca çocuklarda ister istemez sinir küpü olacaktır. Babasına bir şey anlatmaya çalışan kardeşine ablası: “Kulağımın dibinde bağırıp durma ya!” diye tepki veriyor. Kardeşine tepkisini nedenini soran babaya abla:  “Okulda zaten kafam şişiyor. Sınıflar olmuş kırkar kişi, sınıf susmuyor hoca susturmak için bağırıyor…”

Anne babalar gerçektende sinirliler mi?

Anne babalar, duygu yoğunluklarında çocuklarına karşı göstermedikleri anlayış ve sabrı, eş, dost ve arkadaş çevresine fazlasıyla gösterebilmektedirler. Anne babalar, çocukların en küçük olumsuzluklarına karşı bayramlık ağızlarına açarlarken; dost ve arkadaşlarına karşı daha anlayışlı ve daha sabırlıdırlar.

Arkadaş çevresine; “Estağfirullah, önemli değil, ne demek, hay hay!” diye karşılık verilirken; çocuklardan gelen sıkıntılara karşı; “Ben sana kaç defa söyledim, ne anlamaz çocuksun!” gibi ifadelerle karşılık verilmektedir.

İş yerinde alçak gönüllü ve mütevazı olan bir baba, akşam eve gelince aynı anlayışı ve mütevazılığı eş ve çocuklarına karşı göster(e)mez. Telefonda arkadaşlarına kurduğu o güzel cümleleri eş ve çocuklarına karşı kur(a)maz.  Başka bir ifadeyle babalar, eşi ve çocuklarına gösterdiği sinirlilik ve umursamazlığı arkadaş çevresine göster(e)mez. Çünkü eşine ve çocuklarına davrandığı gibi davrandığı takdirde sonucun ne olacağını çok iyi bilmektedirler.

Annelerde iş güç, ev işi, mutfak derken yoğun bir koşturmanın ardından onlarda yorgun düşmektedirler. Yorgunluğa okuldan dönen çocukların dertleriyle ilgilenmek ve onların arkalarını toplamak da eklenince anneler iyiden iyiye çileden çıkmaktadırlar. Çocukların ilgi ve isteklerine karşı kimseyi çekemeyecek kadar yorgun olan bu anneler, aynı geribildirimleri konu komşu ve arkadaş çevresine ver(e)memektedirler.

Anneler yorgunda olsalar konu komşu ya da arkadaş çevresiyle konuşurken “Bacım, abla, ablam…” diye konuşurlarken, çocuklarına karşı en küçük sevgi ifade eden yumuşak cümle kur(a)mazlar.

Akşama kadar en güzel kelimeleri yumuşak bir şekilde arkadaşlarını kurmakta cömert davranan anne babalar; akşam evde çocuklarına bir o kadar cimrilik yaparlar. Akşama kadar yumuşak söz söylemekten yorulan birçok anne baba, çocukların ilgi ve alaka isteğine karşı verdikleri olumsuz geribildirimlerle çocukların isteklerine pişman ederler.

Yorgunluktan elini kaldıracak hali olmayan bu anneler, kapısını çalan arkadaşını en güzel şekilde karşılamakta ve “Ay ne iyi etinde de geldin, gel biraz laflayalım!” diyebilmektedirler. Ya da arkadaşının bir yere gitme davetini geri çevirmek şöyle dursun seve seve gidebileceği en güzel şekilde ifade etmektedirler. Aynı durumda bir bardak su isteyen çocuklara aynı güzel ifadeler verilir mi onun yorumunu da size bırakıyorum.

Hz. Musa (a.s)’a yumuşak söz söylemesini (“Ey Musa! Firavun’a karşı yumuşak söz söyle, ona yumuşaklık göster!” (Tâhâ,44) isteyen Rabbimiz,  eğitimleri konusunda anne babanın elinde birer emanet olan çocuklarla konuşurken ve onları eğitirken de yumuşak söz söylenmesi gerekmez mi?

Sonuç olarak Müslüman’a; güler yüz göstermek (Müslim, Birr,144) tebessümetmek (Tirmizi; Birr,36) ve yumuşak ve güzel söz söylemek (Buhârî, Edeb,34)sadakadır. Güler yüz, tebessüm ve yumuşak sözden eş dost ve arkadaş kadar, çocuklarında fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum. Bu sadakadan çocukları da mahrum bırakmak gerekir

Mehmet Emin Karabacak / cocukaile.net