Etiket arşivi: terör

Bu Asil Milletin Evlatları “Anarşi Çukuru”na Yuvarlanmasın!

Değerli mütefekkir, şair ve gönül adamı Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi:

“1946da Medinede bir gün Arif Hikmet Kütüphanesine Eğinli Hacı Hafız Efendiyi ziyarete gittiğimde kütüphaneye Sirac-ün Nur isminde, Osmanlıca taş baskısı bir kitap gelmişti. Kütüphane listesine kaydettikten sonra, kitabı kuşbakışı denecek kadar kısa bir tetkikim oldu. Kitabın müstesna fikirlerle dolu, imana ve İslami anlayışa yepyeni bir canlılık katan bir eser olduğunu anladım. Bu eserleri yazan insan mutlaka ilahi teyide mazhar oluyordu ki, yazdıkları, yanan bir gönülden çıktığı için okuyan insanların da gönlünü yakıyordu.”

Önsöz ulaşınca Üstadın davranışını şöyle anlatmışlardı:

Kendi yazılarını bile bir defa okutur, dinler, bazı kelimelerini değiştirirdi. Yazdığınız önsözü üç defa okuttu, hiçbir kelimesine dokunmadan şöyle dedi; Bu bir iltifat-ı Muhammediyedir, aynen basılsın.

Artık o günden beri Üstad benim için yılmayan bir iman, sönmeyen bir ışık, kararmayan bir tarih ve kısılmayan bir ses idi. Bir de Risale-i Nurların hayretimi mucip olan, ruhumu yakan, beni kendisine âşık eden bir tarafı vardı ki, Üstad bu eserleri hapiste irka suretiyle yani dikte ettirerek yazdırıyordu. Ben ise kütüphanelerde bulunuyorum. Önümde binler kitap var, eser yazamıyorum. O, hapiste bunları yazıyor.

Bilindiği gibi Üstad, uzun ve bereketli ömrünün bütün mesasini imanı kurtarmak gayesine teksif etmiştir. Risale-i Nur Külliyatının her satırında, dünya ve ahiret saadetinin imanda ve her türlü felaketin de inkârda olduğunu haykırmaları, basiret erbabı ariflerin, Allah tarafından dinin ihyasına memur edilen mücahidlerin, kalp gözleriyle sır perdelerinin arkasını görme halleridir.

Risalelerin yazıldığı günlerde, anarşinin mevcut olmadığı zamanlarda “korkarım bu asil milletin evladları bir gün gelir anarşi çukuruna yuvarlanırlar” diyerek daha sonraki yıllarda hızla gelişen anarşinin ruhlarda bırakacağı tahribatı ta o günlerde işaret buyurmuşlardı. (Ali Ulvi Kurucu / Son Şahitler’den)

“Mürşidlik taslamamış tek mürşid”

“Hayatında şeyhlik, mürşidlik taslamamış gerçek mürşiddi. Peygamberin ve sahabelerin ölçülerine sık sık bağlıydı. Büyüklük taslamayı büyüklükle bağdaştıramıyordu. Böyleleri, sabiyy-i müteşeyyih (şeyhlik taslayan bebeler) diye tavsif etmişti.

“Gerçekçiydi, acı da olsa gerçek dışı konuşmazdı. Acı da bazen şifalıydı. Dağ meyveleri bazan acı idi, ama elbet şifalı da. Dalkavuk ruhluların onu anlaması mümkün değildi elbette. O, elli  sene önceden bugünkü anarşi ve fitneleri görmüş ve ikaz etmişti. Ama zavallı beyinler bunu idrak edemediler.

Ayrıca fitnekâr cereyanları kökünden reddediyordu. Bin sene aynı sancak ve bayrak altında dövüşen, imanı, kitabı, kıblesi, vatanı, peygamberi, mukaddesleri bir olanlar içinde ayrılığın yeri olamazdı. Din ve milliyet, bizde tenden bir zırh gibiydi;  ayrılamazdı, biri birine karşı olsa olamazdı.

BİZ MUHABBET FEDAİLERİYİZ

“Anadolu’da Yunus Emrelerin, Mevlânâ Celâleddinlerin, Hacı Bektaşların, Hacı Bayramların, Mevlânâ Halidlerin ve Anadolu’da İslâm harcını yoğuran nice veli, âlim, fazıl, hakimlerin varisleri, devamları, emanetçileridirler. O emanetlerin büyük muakkibi büyük ve muhteşem Üstad Said Nur Hazretlerinin vasiyeti ile, vatanlarını ve İslâm dünyasını içten ve dıştan kundaklayanların ateşlerine bağırlarını siper etmiş gerçek kahramanlardır.

Meslek hayatımın başında, kendi matbaacılığımda, kendi ellerimle bir tebrik basıp göndermiştim..

“O tebrikte Üstadın şu altın sözleri vardı: ‘Biz muhabbet fedaileriyiz, mesleğimiz muhabbettir. Husumete vaktimiz yoktur.

Evet, ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür seda İslâmın sedası olacaktır.

“İşte bu iki söz, hakkımızda, adlî bir takibata müncer olmuştu. Bir millet kendi temellerini nasıl tahrib eder, düşündükçe içim hüzünle dolar.

“O zaman beni celbeden, gencecik savcı ile bir tartışmamız olmuştu. Benim hukuk talebesi olmamı, gülünç telakkilerle şartlanmış savcı, bir türlü aklına sığıştıramamıştı. Neden hukuk okuduğumu istihza ile sormuştu. O zaman, her türlü köpekleri serbest bırakıp, taşları bağlayan, hak ve hukukla   hiçbir surette bağdaşmayan icraatlarını yüzlerine vurmuş, işte demiştim, bunlar hukuk diye ne okuyorlar onu merak ettim, onun için şu okula yazıldım.

“Bu şamar gibi patlayan cevabıma çok kızmıştı. Fakat gerçekler açıktı ve acıklıydı. Bu iç ve dış bazı çevrelerin anud ve azad kabul etmez zalim köleleri, hakikatleri haykıran ifadelerimiz karşısında mağlûp olup susuyorlardı. Soruşturma sonunda adem-i takip kararı almıştım.

Heyhat, günü birlik hırslarının kurbanı olanlar, bu hayat verici sözleri anlamaktan acizdiler. Şimdi husumetin yurt sathını yangın gibi sardığı şu zamanda, büyük ve küçük baş, kafasında iz’an bulunan herkese o büyük vatan evlâdının şu muhteşem sözünü vird-i zeban etmesini tavsiye etsek acaba duyarlar mı?

“Evet, eğer zerre kadar insaf ve iz’anınız varsa. Anadolu’nun yetiştirdiği o en büyük evlâdın sözlerini ve nasihatlarını bütün yurt sathına; köy kahvelerinden, üniversite anfilerine, ordu karargâhlarına, meclislere, başbakanlığa, bütün hukuk mercilerine, Riyaset-i Cumhur şeref gönderine çekiniz. Korkmayın, o size yalnız şeref ve kurtuluş yolu gösteriyor. ‘Biz muhabbet fedaileriyiz. Mesleğimiz muhabbettir, husumete vaktimiz yoktur.

(Galip Gigin / Son Şahitler’den)

Günün Dersi…

Sosyal ve Siyasi Hayatımız Terörden Nasıl Kurtulur?

Risâle-i Nur ve ondan tam ders alan biz şakirtleri, değil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karşı da Risâle-i Nur’u âlet edemeyiz ve şimdiye kadar da etmemişiz.

Biz ehl-i dünyanın dünyalarına karışmıyoruz. Bizden zarar tevehhüm etmek divaneliktir.

Evvelâ: Kur’ân bizi siyasetten men etmiş, tâ ki elmas gibi hakikatleri, ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin.

Saniyen: Şefkat, vicdan, hakikat bizi siyasetten men ediyor. Çünkü tokata müstehak dinsiz münafıklar onda iki ise, onlarla müteallik yedi sekiz masum biçare, çoluk çocuk, zayıf, hasta, ihtiyarlar var. Belâ ve musibet gelse, o sekiz masumlar o belâya düşecekler. Belki o iki münafık dinsiz, daha az zarar görecek. Onun için, siyaset yoluyla, idare ve âsâyişi ihlâl tarzında, neticenin husûlü de meşkûk olduğu halde girmek, Risâle-i Nur’un mahiyetindeki şefkat, merhamet, hak, hakikat şakirtlerini men etmiş.

Salisen: Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükümet, ne şekilde olursa olsun, Risâle-i Nur’a eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar. Değil korkmak veyahut adâvet etmek, en dinsizleri de, onun dindârâne, hakperestane düsturlarına taraftar olmak gerektir. Meğer ki, bütün bütün millete, vatana, hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ola.

Çünkü bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halâs olmak için, beş esas lâzım ve zarurîdir.

Birincisi: Merhamet.
İkincisi: Hürmet.
Üçüncüsü: Emniyet.
Dördüncüsü: Haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek.
Beşincisi: Serseriliği bırakıp itaat etmelidir.

İşte Risâle-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit bu beş esası temin edip, hem âsâyişin temel taşını tesbit ve temin eder.

Risâle-i Nur’a ilişenler kat’iyen bilsinler ki, onların ilişmesi, anarşilik hesabına, vatan ve millete ve asâyişe düşmanlıktır.
Kastamonu Lahikası

Teröre Bediüzzaman Seferberliği

Zulümle emniyet sağlanmaz, güç kazanılmaz, iktidar olunmaz. Huzur, refah, ekonomi ve adalet gelmez.

Zalimlikle hak elde edilmez. İnsanlık tarihinde zalimlerin zalimlikler yaparak elde ettikleri bir hak görülmemiştir.

İster insanlık tarihine, ister İslam tarihine bakılsın, her iki halde de mazlumlar kazanmış, zalimler kaybetmiştir.

Bugün terörle adı hiç gündemden düşmeyen Doğu ve Güneydoğu’muzda da insanlık ve İslam tarihi boyunca zalimler gelmiş gitmiş ama hep mazlumlar kazanmıştır.

Peygamberlerin, Sahabelerin, Tabiinlerin, Evliyaların, Âlimlerin, Bilginlerin pek çoğu, bu bölgemizde kısa ya da uzun süreli bulunmuş veya vefat etmiştir.

Onlar da yaşadıkları dönemlerde zalimlerin zulmüne uğramışlar ama her şeye rağmen içinde yaşadıkları topluma huzur aşılarken, gelecek nesillere de mesajlarını bırakmışlardır.

¥

Bediüzzaman gibi asrın imamı da bu bölgenin insanıdır ve Kürt’tür. Yalnız ömrünün bir saniyesinde dahi ırkçılık yapmamıştır.

Bütün ömrünü insanlığın selameti için harcamış, bunu yaparken de zalimlerin zulmünden bir nefeslik de olsa kurtulamamıştır.

Hayatının her safhasında kendisinden ve talebelerinden eksilmeyen takibatlara, işkencelere, tehditlere, baskılara rağmen, o hep iyiden ve iyilikten yana olmuştur.

Hakkını helal “etmemesi” gereken kişilere bile hakkını helal eden Bediüzzaman, bugün milyonların kalbinde ve dilinde yaşıyor. Ona zulmü reva görenlerin ise arkasından bir tek Fatiha okuyanları olmadığı gibi adlarını sanlarını bilen de yok.

¥

Bunları niçin hatırlattım. Doğu ve Güneydoğu halkı, risaleleri okusalar da okumasalar da her halükârda Bediüzzaman’a karşı bir hürmet hissi beslerler.

Hükümet başta olmak üzere, terörü bitirmek isteyen çevreler, Doğu ve Güneydoğu’da bir Bediüzzaman seferberliği başlatmalıdırlar.

Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı başta olmak üzere, memleketin ve milletin selameti için neler söylediği, yaptığı, gönüllü alaylarla Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği yararlılıklar; sokak sokak, cadde cadde, köy köy, belde belde, ilçe ilçe, il il, anlatılmalıdır.

Bakın Bediüzzaman memleketin terör belasından kurtuluşu için neler söylüyor:

Bu milletin ve bu vatanın hayatı içtimaiyesini anarşilikten kurtarmak ve büyük tehlikelerden halas etmek için, beş esas lazımdır ve zaruridir.
Birincisi; “Merhamet.”
İkincisi; “Hürmet.”
Üçüncüsü; “Emniyet.”
Dördüncüsü; “Haramı helali bilip haramdan çekinmek.”
Beşincisi; “Serseriliği bırakıp itaat etmektir.

Yine Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin sık sık sesini ve sözünü duyurabildiği herkese ısrarla söylediği şu ikazı da çok önemlidir:

Sakın sakın birbirinizin kusuruna bakmayın. Hiddet yerine hürmet ediniz. İtiraz yerine yardım ediniz.

Evet, cahil cühela takımı ne demek istediğimi anlamayacaktır ama bu memleketi ve milleti seven; huzur, güven ve emniyet isteyen “namuslu” her vatandaşımız, Doğu ve Güneydoğu’da Bediüzzaman’ın düşünceleriyle halkın irşad edilmesini benimseyecektir.

İslam’da can ve mal emniyeti esastır. Müslümanlar böyle inanır ve iman ederler.

Hüseyin Öztürk / Yeni Akit

Bediüzzaman’ın reçetesi terörü de önleyecek.

Risale Akademi’nin, Akademik Araştırmalar Vakfı (AKAV) ile birlikte düzenlediği “Münazarat Ekseninde Milliyet Fikri ve Demokrasi” konulu konferans 1 Ekim 2011 tarihinde yapılacak.

 Akademisyenler, yazarlar ve gazeteciler Münazarat sorularını cevapladılar:

İşte 4. soru ve özetlenen cevaplar:

 4-Münazarat bağlamında sarfettiği: “Şu eserin nağamâtını dinlemek için, bir Kürt cesedini giymek, bir vahşi hayâlini başına takmak gerektir. Yoksa ne istimâ helâl, ne semâ tatlı olur.

 Bugün Kürtlerle empati kurabilmenin vesileleri neler olabilir?

Doç. Dr. Kenan Ören:

 Bediüzzaman Hazretleri burada Kürtleri anlamak ve onların duygularını kavrayabilmek için kendimizi onların yerine koymamız gerektiğini vurguluyor.

Kürtlerin hayat tarzları, hayal dünyaları, yaşadıkları coğrafik alanların üzerlerindeki etkileri, geçmişte kendilerine reva görülen aşağılama, sürgün gibi işlemlerin dünyalarında oluşturan yıkımları iyi anlamak gerekiyor.

Ancak burada şunu vurgulamakta da fayda vardır. Türkiye tarihinde sadece Kürtler mağdur duruma düşmemişlerdir. Dersim hadisesi, Kubilay hadisesi gibi vakalar, Bediüzzaman’a reva görülen zulümler, Necip Fazıl, Osman Yüksel gibi inançlı insanlara “İrtica” adıyla uygulanan haksızlıklar ve işkenceler ve hatta bütün bunların dışında sağ-sol ayrımı yapmadan 12 Eylül hadisesinde uygulanan yargısız infazlar ve bunların taraflarında meydana getirdiği yıkımlar gösteriyor ki, geçmişte her kesim bu zulümlerden payını almıştır. Ancak bu kesimlerin içinde en sert tepkiyi PKK gibi oluşumlarla yansıtan Kürtler olmuştur.

Bir yanlış başka bir yanlışla düzeltilmeye çalışılamaz. Önceki haksızlıklar bu haksızlıka düzeltilemez. Bu yüzden, Bediüzzaman’ın reçeteleriyle bu haksızlıkların giderilmesine çalışılmalıdır.

Erkan Okur:

Çalışmalarınızda başarılar dilerim. Gündemi yakalayıp bizim Münazarat’ı baştan sona okumamıza güzel bir teşvik edici oldunuz. Bu gerçekten güzel bir akademi okulu maşallah, elhamdulillah.

Eski hal yerine yeni hal ile bakıp empati kurulduğu zaman hasenatı seyyiatına, sevabı hayrına galebe eden kazanıyor diye düşünüyorum.

Prof. Dr. Ahmet Battal:

Sizin, sorunuzda Kürt sorununda çözümün taraflarından biri olarak Kürtler diye tarif ettiğiniz ve bugün derdi gücü Kürt hakları olan -bir kısım- Kürtlerin empatiye değil ıslaha ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Sadece ıslahlarına katkı için “ne oldu da böyle oldular” sorusunu sormak lazım ki buna empati denebilir mi? Sanmam. Elbette sorunun Türk milliyetçilerinden kaynaklanan boyutu ayrı mesele. Orada da ıslahtan başka çare yok. Bize dua düşer, fiilî ve kavlî.

Yazının tamamı için tıklayınız

www.RisaleAkademi.com

Terör, Ezber Bozan Açılım ve Bir Manifesto!

Yıllardır verdiğimiz kayıplardan anlaşılıyor ki terörü yenmek için tutarlı bir siyasetimiz ve çözümümüz yok. Olsaydı şimdiye kadar çoktan bu bela ile başa çıkardık. Çıkamadık, çıkamıyoruz. Öyleyse ezberimizi bozmalıyız. Ezber bozan bir açılım bulmalıyız. Bana göre ezber bozan bir açılım, daha önce tekrar tekrar söyledim yine söylüyorum:

Dipçik ve kılıcı bırakıp, Kur’an’ın ve kalemin atmosferine girmektir. Zaten en büyük demokratik açılım, Türküyle, Kürdüyle top yekün bir millet olarak Kur’an’a açılmak, Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmak, Onun hakemliğine müracaat etmek ve Onun hükmüne razı olmaktır. Lütfen gelin, bir de bu yolu deneyelim.

Çünkü Kur’an, Allah’ın indirdiği son kitap. Bizse Türk olsun, Kürt olsun hepimiz Allah’ın kullarıyız. Ne kimseden hak alma ve ne de kimseye hak verme haddinde ve salahiyetindeyiz. Hakları yaratıcımız vermiş. Herkese bir bölge, bir ana, bir baba, bir millet, bir dil, bir renk, bir biçim, bir karakter tespit etmiş, dünyaya göndermiş. İnsanlığını kaybetmesin ve huzurla yaşasın diye de, Kur’an gibi çağların eskitemediği bir kitabı eline tutuşturmuş, onu iyi okusun, iyi anlasın, iyi uygulasın diye de Hz. Muhammed (s.a.v) gibi emsalsiz bir peygamberi de öğretmen olarak tayin etmiştir. Müslüman Türkler ve Kürtler olarak neden Allah’ın bu takdirine razı olmuyoruz?

Haddi zatında bizim “Kürt Sorunu” diye bir sorunumuz yok; hepimizin mukaddes değerlerden ve ahlâktan uzaklaşmak gibi bir sorunumuz var. Biz uzaklaştığımız değerlere dönersek hiçbir sorun kalmayacaktır. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Çünkü dindar ve ahlaklı bir insan, sadece kendisine değil, haksızlığa uğrayan Kürde de, Türke de, Alevîye de, Sünniye de, İngiliz’e de, Alman’a da hak isteyecektir. Haksızlığa uğramış herkesin hakkını savunacak ve her mazlumun yanında yer alacaktır. Bu mazlum, ister Müslüman olsun, ister Yahudi, ister Sırp olsun, fark etmez.

Unutmayalım ki, Bir(’i) bizi gözetliyor. O da bizi yaratan Allah’tır. Bir gün bize yaptığımız yanlışları teker teker söyleyecek,(1) döktüğümüz kanların hesabını çok acı bir şekilde soracaktır. O, adil-i mutlaktır; hiçbir haksızlığı kimsenin yanına bırakmayacağını çok net bir şekilde ortaya koymuş ve şöyle buyurmuştur: “Zalimlerin yaptıklarını Allah’ın görmediğini, bilmediğini sanma. Allah, onlara vereceği cezayı, gözlerin kamaşacağı bir güne bırakmaktadır.”(2)

Müslüman milletimin Türk-Kürt bütün fertlerine sesleniyorum! Ortak paydalarda buluşalım, herkes tarafından doğru kabul edilen esasın etrafında toplanalım. O esas Kur’an’dır. Bu Kur’an’ın sahibi ise Allah’tır. Allah’ın son Peygamberi hepimizi uyarıyor, tam da problemimize çare sunuyor ve buyuruyor ki:

Muhakkak ki ileride karanlık gece parçaları gibi fitneler (anarşi) olacak.” “Ey Allah’ın Resûlü ondan kurtuluş nasıl olur?” denildi. Buyurdu ki: “Kurtuluş Yüce Allah’ın kitabıyla (Kur’an) olacak… Onda sizden öncekilerin ve sonrakilerin haberleri ve sizinle ilgili hükümler vardır. O bir eğlence aracı değildir. Hak ile bâtılı ayıran bir kelâmdır. Onu kibirlenerek terk edenin Allah belini kırar. Kim doğru yolu ondan başkasından ararsa Allah onu sapıklığa düşürür. O Allah’ın sağlam ipidir. Ve apaçık nurudur. O hikmet dolu Kur’an’dır. Doğru yoldur. Nefsânî arzuların sapıtmamasına, görüşlerin dağılmamasına yegâne sebep odur. Âlimler ona doymaz, Allah’tan korkarak günah işlemekten çekinenler, ondan usanmazlar. Onun ilmini bilen ileri gider, onunla amel eden sevap kazanır. Onunla hükmeden adil olur. Ona sımsıkı sarılan doğru yolu bulur.” (3)

Türklerin ve Kürtlerin kahir ekseriyeti Allah’a hamdolsun, mü’mindir ve Müslüman’dır. Kur’an, hem Türklerin hem de Kürtlerin kitabıdır. Peygamberimiz, hem Kürt’lerin hem de Türklerin hatta bütün insanlığın Peygamberidir. Öyleyse bu kavga niye?

ORTAK MANİFESTOMUZ

Şimdi sizlere inandığımız bu iki değerden yani Kur’an ve Hadis’den mülhem bir manifesto, bir reçete arz edeceğim. Ellerimizi şakaklarımızın üstüne koyalım, lütfen biraz düşünelim, düşünmekle de kalmayalım lütfen hemen harekete geçelim ve uygulayalım, yanlış ezberlerimizden vazgeçelim, böylece, yıllardır üstesinden gelemediğimiz terörün belini kırmış olacağız, sefaletten, geri kalmışlıktan, maddî ve manevî travmalardan kurtulmuş olacağız! İşte Kur’an kaynaklı manifestomuz:

Yüce Allah buyuruyor ki:

1-Eğer Allah ve Rasûlü bir konuda açıklama yapmışlarsa, hangi ırka mensup olursa olsun, hiçbir mü’min erkek ve kadına o konu da hüküm koyma, fikir yürütme hakkı yoktur. (4) Öyleyse ey mü’minler! Allah ve Rasûlünün önüne geçmeyiniz. (5) Onun Kitab-ı Kerimine müracaat ediniz. Terörü ve kavgayı bitirmede Allah’ın yardım ve desteğini arkanıza, Hz. Peygamber’in uygulamalarını da önünüze koyunuz.

2-Aranızı bozmak isteyen iç ve dış fasıklar, muhbirler olabilir, onların getirdiği ve yazdığı aslı astarı olmayan haberleri araştırmadan karar vermeyin, eyleme geçmeyin, birbirinize düşmeyin. Araştırın, sonra karar verin. Yoksa pişman olursunuz, ama pişmanlık fayda vermez. (6)

3-Mü’minlerden iki gurup birbirine girerse, aralarını bulun, biri diğerine zulm etmeye kalkarsa, gerekirse zalim tarafla, o taraf kendi ırkınızdan da olsa -Allah’ın hükmüne boyun eğinceye kadar-savaşın. (7)

4-Hepinizin tek yaratıcısı Allah’tır. O Allah, “Türkler birbirinin kardeşidir.” veya “Kürtler birbirinin kardeşidir” dememiş, “Ancak inananlar birbirinin kardeşidir” (8) demiş. İster Türk ve İsterse Kürt olun, inanıyorsanız siz kardeşsiniz. Bu kardeşlik size yetmez mi? Hepinizin Allah’ı bir, Peygamberi bir, kitabı bir, kıblesi bir, vatanı birse bu birler sizi birleştirmeye, dostça ve kardeşçe barış içinde yaşatmaya kâfi gelmez mi?

5-Hiçbir ırk ve toplum, başka bir ırkı ve toplumu küçük ve değersiz görmesin, kimse kimseyi alaya almasın. Küçük ve değersiz görenler Allah katında değersiz olurlar (9) ve belalarını bulurlar. Birbirinizi ırkından ve bölgesinden dolayı ayıplamayın, birbirinizi hoşlanılmayan lakaplarla çağırmayın. Mümin olduktan sonra fasık olmak, bu yanlışları yapmak ne kötüdür. (10)

6-Birbiriniz hakkında kötü düşünmeyin. Birbirinizi arkadan çekiştirmeyin. (11)

7-Allah bizi çeşitli toplum ve milletler şeklinde yaratmış ki tanışıp, yardımlaşalım; düşman olalım, birbirimizi öldürelim, diye değil. Allah’a göre insanların en iyi ve en şereflileri, Allah’ı en çok sayan ve sevenler, onun emirlerine uyan ve yasaklarından kaçınanlardır. (12) Bunun ötesinde üstünlük arayan, alçalır, tepetaklak cehenneme düşer.

8-En büyük yasak ve günahlardan biri de haksız yere adam öldürmektir. (13) Haksız yere adam öldürmek, bütün insanlığı öldürmek kadar büyük bir cinayettir. (14) Peygamberimiz (s.a.v) “İki müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir“. buyurmuş, öldürülen neden cehennemdedir, sorusu gelince de:”Çünkü o da, arkadaşını öldürmek istiyordu” (15) şeklinde cevap vermiştir. Yüce Rabbimiz de bir mümini kasden öldürme hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir.” (16)

Hakikatler bu iken nasıl oluyor da Müslümanlar birbirlerini öldürerek hem bu hayatlarını, hem de ebedî hayatlarını cehennemleştirebiliyorlar?

9-Hiç kimse, bir başkasının günahından dolayı ayıplanamaz, kınanamaz, suçlu tutulamaz. (17)

10-Adaletin gerçekleşmesine yardımcı olun, yapacağınız şahitlik kendinizin, en yakınlarınızın, ana-babanızın aleyhine de olsa doğru şahitlik yapın. Adaletin titizlikle tecellisine çalışın. (18)

11-Bir topluma olan öfkeniz, sizi haksızlığa ve adaletsizliğe sürüklemesin. (19) Haklı ve doğru olan kimse, sevmediğiniz ve kızdığınız biri de olsa haklının ve doğrunun yanında yer alın.

12-Renklerin ve dillerin farklı olması Allah’ın ayetlerindendir. Hiç kimse ben şu bölgede ve şu renkte, şu dilde olmak istiyorum, diye Allah’a kendisini sipariş vermiş değildir. Bu iş tamamen Allah’ın iradesinin sonucudur. Allah ise fail-i muhtardır, iradesinde hürdür. Bu sebeplerden dolayı kim kimi ayıplarsa, hâşâ Allah’ı ayıplamış olur. Hiçbir Müslüman bu ayıba tenezzül etmez.

Ey anarşi ve teröre evlatlarını kurban vermiş Türkler ve Kürtler! İşte size çözüm paketi. İşte size demokratik açılım. İşte size orta ve ortak nokta. İşte size demokratik bir ahlâk. Herkes “benim dediğim olsun.” derse hiç kimsenin dediği olmaz ve kavganın sonu gelmez. Bu zihniyet adil ve demokrat bir zihniyet de değildir. Ama herkes: “Söz hakkın ve adaletin olsun yani Allah’ın dediği olsun.” derse ve buna yürekten inanırsa herkes muradına nail olur, akan kanlar durur, yurdumuz cennet ve cennet bize yurt olur.

Allah’tan daha adil, daha demokrat kim var? Sonsuz bir kudrete sahip olmasına rağmen, dileyen inansın, dileyen inanmasın, buyuruyor. Kendisini inkâr edenlere bile yaşama ve nimetlerinden istifade hakkı veriyor. Ne kadar sabırlı ve ne kadar merhametli Allah! Sabrı da merhametindendir. Bu kudret bizde olsaydı taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmazdık.

Ama şunu da unutmayalım: Allah imhal eder ama, ihmal etmez. Yani zaman verir ama unutmaz, kimsenin yaptığı haksızlığı yanına koymaz. (20) Koymaması da Onun şaşmaz adaletinin ve mazluma merhametinin gereğidir.

ÖNERİLERİMİZ:

Bu kurallar çerçevesinde:

1-Hak ve hürriyetin her türlüsü herkese sunulmalı, herkes dilinde, dininde ve mezhebinde serbest olmalıdır. İsteyen istediği gibi kültürünü yaşamalı ve yaşatmalıdır. Herkes, kılık kıyafetinde -başkasına baskı kullanmadığı, ar ve haya duygularını rencide etmediği müddetçe- hür olmalıdır.

2-Adaletin tecellisi bağlamında gelir dağılımındaki dengesizliğe son verilmeli, herkese helal yoldan iş, aş, eş bulma imkânı sağlanmalıdır.

3-Irkçılığı ve bölgeciliği körükleyen söz, tutum ve davranışlardan uzak durulmalıdır. Hiçbir Kürt’e, “senin aslın Türk” denilmemeli. Onu rahatsız edecek şeyler, onun yaşadığı ve gördüğü dağlara yazılmamalıdır.

4-Müslümanların çocuklarına olgun bir insan, iyi bir vatandaş olmalarını sağlayabilmek için, tâ küçük yaşlardan itibaren onlara sağlam bir din eğitimi verilmeli. Bu din, bu milletin kahir ekseriyetinin dinidir ki o da İslam’dır. Onu yeterince evlatlarımızın istifadesine sunmanın zamanı gelmiştir ve geç bile kalınmıştır.

5- Dinimiz sağda ve solda bütün siyasîlerin ortak değeri olmalıdır. Olmalıdır ki din her hangi bir partinin tekelinde görülmesin veya her hangi bir partinin onu alet etmesine imkân kalmasın.

6-Yeni anayasa yapılırken Kur’an ve Sünnet dikkate alınmalı ve bunlardan yararlanılmalıdır.

7- Yüce İslam dininin bir özeti olan:

a-Allah’ın emirlerine saygı,

b-Allah’ın yarattıklarına şefkat,

herkesin ortak paydası olmalıdır.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Bkz. Cuma, 62 / 8

2-İbrahim, 14 / 42

3-Ahmed bin Hanbel, Müsned,1,91, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili. (Sadeleştirilmiş baskısı)1,223

4-Bkz. Ahzab, 32 / 39

5-Bkz. Hucurat, 49 / 1

6-Bkz. Hucurat, 49 / 6

7-Bkz. Hucurat, 49 / 9

8-Bkz.Hucurat, 49 / 10

9-Bkz.Hucurat, 49 / 11

10-Bkz.Hucurat, 49 / 11

11-Bkz. Hucurat, 49 / 11

12-Bkz. Hucurat, 49 / 12

13-Bkz. Karakaş, Vehbi, Farklı Bir Bakış Açısıyla Kur’an ve Sünnette Çevre, 172

14-Bkz. Maide, 5 / 32

15Buharî, İman 22, Diyat 2, Fiten 10; Müslim, Kasame 33, Fiten 14, 15. Ayrıca bk. Ebü Davüd, Fiten 5; Nesaî.Tahrîm 29, Kasame 7; İbni Mace, Fiten 11

16-Nisa, 4 / 92

17-Bkz. İsra, 17 / 15

18-Nisa, 4 / 135

19-Bkz. Maide, 5 / 8

20-Bkz. A’raf, 7 / 183