Etiket arşivi: tesettür

“Tesettürsüzlük ve Açık Saçıklık” Mes’elesine Bediüzzamanca bir Bakış

Bir ailenin saadet-i hayatiyesi; koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samîmi bir hürmet ve muhabbetle devam eder.

Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü; açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından dahi iyisini görür.

Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samîmi muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gâyet çirkin ve gâyet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir.

Şöyle ki: İnsan, hemşire misillü mahremlerine karşı fıtraten şehevanî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin sîmaları, karabet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle; nefsî, şehevanî temayülatı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gâyet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir.

Çünkü; mahremin sîması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvanî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!.. (Lem’alar, 24.Lem’a, 3.Hikmet)

Ma’lûmdur ki; kesret-i nesil(neslin çoğalması) herkesçe matlubdur. Hiçbir millet ve hükümet yoktur ki, kesret-i tenâsüle tarafdar olmasın. Hatta Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:  “İzdivaç ediniz; çoğalınız. Ben kıyamette, sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”

Hâlbuki tesettürün ref’i(açık saçıklık), izdivacı(evliliği) teksir etmeyip, çok azaltıyor. Çünkü; en serseri ve asrî bir genç dahi, refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yâni açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhuşa sülûk eder.

Kadın öyle değil, o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü; kadının aile hayatında müdürü dâhilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza me’muru olduğundan en esaslı hasleti sadakâttır, emniyettir. Açık saçıklık ise bu sadakâtı kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir.

Hatta erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakata zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himayet ve merhamet ve hürmettir. Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz. Başka kadınları da nikâh edebilir.

Memleketimiz Avrupaya kıyas edilmez. Çünkü orada düello gibi çok şiddetli vâsıtalarla açıksaçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sâhibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memâlik-i bâride(soğuk memleketler) olan Avrupadaki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve camiddirler.

Bu Asya, yâni Âlem-i İslâm kıt’ası, ona nisbeten memâlik-i harredir(sıcak memleketler). Ma’lûmdur ki; muhitin, insanın ahlâkı üzerinde te’siri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesat-ı hayvâniyeyi tahrik etmek ve iştihayı açmak için açık saçıklık, belki çok sû-i isti’malata ve israfata medâr olmaz.

Fakat serîü’t-teessür ve hassas olan memâlik-i harredeki insanların hevesat-ı nefsaniyesini mütemadiyen tehyic edecek açık saçıklık, elbette çok sû-i isti’malata ve israfata ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebebdir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbûr zanneder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münâsebetiyle kadından tecennüb etmeye mecbûr olduğundan, nefsine mağlub ise fuhşiyata da meyleder.

Şehirliler; köylülere, bedevîlere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünkü köylerde, bedevilerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münâsebetiyle, hem şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celbeden ma’sûme işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesât-ı nefsaniyeyi tehyîce medâr olamadığı gibi, serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefâsidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyle ise onlara kıyas edilmez. (Lem’alar, 24.Lem’a, 4.Hikmet)

Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye(kadınlar taifesi) ve onların fitnesi olduğu hadîsin rivayetlerinden anlaşılıyor.

Evet nasılki tarihlerde, eski zamanlarda “Amazonlar” namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkeb bir tâife-i askeriye olarak hârika harbler yaptıkları naklediliyor.

Aynen öyle de: Bu zamanda zındıka dalaleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin plânıyla, Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i îmana taarruz edip saldırıyorlar.

Nikâh yolunu kapamağa, fuhuşhane yolunu genişlettirmeğe çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.

Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennem’in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur.

Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahibsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.

Madem hakikat budur.

Ve madem her güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez.

Ve madem güzellik bir nîmettir.

Nimete şükredilse mânen ziyadeleşir.

Şükredilmezse değişir, çirkinleşir.

Elbette aklı varsa, hüsün ve cemalini günahları kazanmak ve kazandırmak ve çirkin ve zehirli yapmak ve o nimeti küfran ile medar-ı azab bir surete çevirmekten bütün kuvvetiyle kaçacak.

Ve o fâni, beş-on senelik cemâli bâkileştirmek için, meşru’ bir tarzda istimal ile, o nimete şükredecek. Yoksa ihtiyarlıkta uzun zaman istiskale maruz kalıp, me’yusane ağlayacak.

Eğer terbiye-i İslâmiye dairesinde, âdâb-ı Kur’aniye zînetiyle o cemâl güzelleştirilse; o fâni hüsün, mânen bâki kalacağı ve Cennet’te hûrilerin cemalinden daha şirin ve daha parlak bir tarzda kendine verileceği hadîste kat’iyetle sabittir.

Eğer o güzelin zerre miktar aklı varsa, bu güzel ve parlak ve ebedî neticeyi elinden kaçırmayacak… (Gençlik Rehberi, Birden İhtar Edilen Bir Mes’ele-i Mühimme)

Said Nursi

Şöyle Biraz Modern Ol, Modern Giyin, Modern Takıl!

Neden modern giyinmeye özeniliyor? İyi, güzel modern olalım da nereye kadar? Modern giyinmenin ölçüsü nedir? Modern giyinmek için illaki islâmi çizgiden uzaklaşmak mı gerekir?

“Şöyle biraz modern ol, modern giyin, modern takıl” dedi arkadaşı.
Genç kız arkadaşına istihza dolu bir bakış fırlattı:
“Nasıl yani?”
“Farklı olacaksın. Kendini göstereceksin. Üniversite mezunu olduğunu belli edeceksin. Sana bakanlar senin entelektüel biri olduğunu düşünecek. Pardösü yerine uzun bir ceket giy. Başını böyle bağlamak yerine modern bir görünüm ver. Biraz havalı ol.

Gözünde gözlüğün olsun. Kıyafetin, özellikle ayakkabı ve çantan marka olsun. Zaten marka giyinirsen farkın anlaşılır. O zaman herkese kendini beğendirsin. Tabii bu da islâmi tebliğ olur. Biz Müslümanlar fazla içimize kapandık. Dış dünyayla bağlarımızı kopardık. Neden öteki kadınlar her yere girip çıkıyor da biz geri kalıyoruz?

Artık bu kalıbı kırmamız kendimize modern bir imaj ve modern bir hayat tarzı belirlememiz gerek.” Arkadaşıyla olan konuşmalarını e -maille atan okuyucum “bu duruma siz ne dersiniz?” diye soruyor:

Evet, son yıllarda moda olan bir deyim. “modern ol ve modern giyin.” Bu deyim bilhassa Müslümanlar arasında fazla yer buldu. Bunun sebebi ise senelerce “öteki” güzüyle bakılan bu insanların artık “öteki” olmaktan kurtulmak istemelerinden kaynaklanmaktadır.

Madem tüm dünya modern ‘ben de onlar gibi olursam öteki olmaktan kurtulurum” diye düşünmenin yansımasıdır. Kendi varlığını gösterme “ben de varım, ben de sizdenim, beni öteki göremezsin bak ben de senin gibi giyiniyorum aramızda bir fark yok’ manasını ifade etmektedir. İyi, güzel modern olalım da nereye kadar?

Modern giyinmenin ölçüsü nedir? Modern giyinmek için islâmi çizgiden uzaklaşmak mı gerek? Çünkü modernizmin dini imanı yoktur. Dünyevidir. Bütün kuralları dünyaya bakar. Daha doğrusu modernlik tüketim dünyasının kullandığı bir argümandır.

Modern giyinirseniz modaya uyacaksınız. Modaya uymaksa sürekli ‘modası geçti’ bahanesiyle tüketmektir. Açıkçası kapitalizmin bir oyunudur. Birilerinin cebini doldurmak ve tüketimi körüklemek için baş vurulan bir yoldur.

Halbuki, dinin emirlerinde “tüketime dur” demek vardır. Çünkü israf haramdır. Üç elbiseyi moda diye 8-9 yapmak israftır. Daha doğrusu ihtiyaç harici her şey israftır.

Din “komşusu açken kendisi tok olan bizden değildir.”hadis-i şerifiyle zengine malını zevki için sarf etmek yerine fakir-fukarayı gözetmesini öğütlemektedir.

Ama her zaman olduğu gibi nefis ve şeytan insanı aldatıyor.’modern’ bir dünyada yabancı kalmanın islâmi hizmete zarar bile verebileceği tuzağına insanı düşürebiliyor. Böylece modernizm sadece giyimde değil düşünce ve yaşam şeklini de değiştirmektedir. İslâmın esaslarını ve kurallarını yumuşatmaktadır.

İşte bu yumuşama neticesinde bol ve uzun pardösüler daralmış, etekler kısaltmıştır. Tesettürün orası burası kırpılarak tüyü yolunmuş kuşa çevrilmiş, dini kurallarda bir esneme ve gevşeme baş göstermiştir. Düğünler kadın-erkek birlikte yapılmaya, restoranlarda ve ev gezmelerinde haremlik selamlığa dikkat edilmemeğe, iş yerinde kadın erkekle serbestçe çalışmaya başlamıştır.Böylece kadınla erkek arasındaki mahremiyet de ortadan kalkmıştır.

Zira modernizim bütün dünyayı kendi kurallarıyla idare etmeye çalışmaktadır. Aynı düşünce, aynı,fikir, aynı görüş, aynı yaşam biçimi ve giyiniş.
Durum böyle olunca islâmi yaşayış içinde olanlar dinle bağlarını koparamıyorlar ama esnetiyorlar.

Kendilerine göre islâmi yorumlar getirmeye başlıyorlar. Ayet ve hadislere kendi anlayışlarına göre uymaya çalışıyorlar ki, Allah muhafaza bu da kimilerin hadisleri bile inkar etmelerine kadar varıyor.

Oysa Müslüman “Peygamber nasıl yaşardı? Nasıl bir hayat tarzı vardı? Allah ona nasıl yaşamayı öğretmişti? Sorusunu sorması gerekir. Yoksa peygamberin sünnetini ve ayetlerini alarak acaba ben bunları modern hayata nasıl uygularım ?” diye düşünemez.

Gülay ATASOY

Nur Dergi

Hayâ ile kuşanmak

BAŞÖRTÜLÜ ÇOK da mütesettir az. Bezle, kumaşla örtünen çok fakat edeple örtünen, Settar ismine ayinedarlık eden az. Kendini belli edici, dikkatleri üzerine çekici, nazarları davet edici sözüm ona başını örtenler tesettürün neresinde, edebin hangi deminde, şeairi ilan etmenin hangi şuurunda?

Kıyafetler dünya ehline benzediği gibi tavırlar, davranışlar, haller de benzer oldu? Çelişkiler keşmekeşinde savunmasız duruşumuz bizi savruk kılıyor; zihnimiz açık, aklımız açık, hislerimiz açık… Birkaç metre elbise örtmüyor bu kadar açıklığı.

Başörtüsü diye bir kavram var mı İslam literatüründe? Açık bir şekilde tesettür emri var. Zihni süzgeçler, kalbi kapılar olmayınca “başörtüsü” diye bir acube giriveriyor içeri… Başörtüsü, başörtüsü diye diye örtünmek başı örtmekten ibaret algılanıyor ve uygulanır oluyor. Sokak manzaralarını tarife ve tasvire gerek var mı?

Zahirdeki elbiselerimiz, kıyafetlerimiz, hallerimiz; batınımızın keyfiyetini haber veriyor. Kalbe kök salmayan, akla yerleşmeyen, vicdana işlemeyen, şuura şevk vermeyen iman; dışa aynıyla yansıyor, ne kadarsa o kadar görüntü veriyor.

İman önceliğini koruyor; yenilenmek, geliştirilmek, genişletilmek istiyor. Akıl aç, kalp aç, latifeler aç, ruh aç… Bu kadar açlıkla sokağa çıkılırsa “başörtüsü” gibi kavramlara yem olunur, açık yanlarımız bir bir ortaya çıkar.

Sefahat rüzgârlarının şiddetle estiği, cazibedar fitnelerin kasırga gibi kavurduğu, uyutucu avutucu oyuncakların çoklukla bulunduğu, dünyevileşmenin silindir gibi ezdiği şu zamanda hayayı kuşanmak, edeple tesettüre bürünmek büyük kahramanlık ister.

Evet, alevleri göklere yükselen yangın sönmedi. İçinde aklımız yanıyor, kalbimiz yanıyor, latifelerimiz yanıyor, evlatlarımız yanıyor, sevdiklerimiz yanıyor… Korunaklı elbise giymeden, imani tesettüre bürünmeden, kalbi şüphelere karşı örtmeden, o yangını söndürmeğe koşmak mümkün mü ve ne derece netice verir?

Gönül yaşları ile söner o ateş; kavak ağaçlarının rüzgârda savrulmasından ağlayan gönülle, okulun bahçesinde bayramda oynayan gençlerin elli sene sonraki hayatını gören gönülle, gözümde ne cennet sevdası ne cehennem var korkusu var diyen gönülle… Feragati, fedakârlığı hayatının şiarı yapan şefkatli gönülle…

Biz de kavak ağacı görüyor yanından geçip gidiyoruz, imana uymayan hal görünce kınayıp geçiyoruz, gülenlerin halini görüyor ağlayamıyoruz… Kınamak kolay, kendi kalbine bakmak, ayıplarını kusurlarını görmek zor…

Edebe bürünmek, hayâ ile kuşanmak için zoru başarmaktan başka çare var mı?

11/09/2012

© 2012 karakalem.net, Hüseyin Eren

 

Türkçe/İngilizce Tesettür Risalesi Hazır

Türkçe ve İngilizce, karşılıklı satırlara tevafuk eden bu risale çalışması, sür’atle istifade edilmesi için önce A4 sayfasına taslak hazırlanıyor. Sonraki zamanlarda ise “booklet” *  dediğimiz bu şekilde kitapçıklar bastırmak üzere düzenleniyor. Elimizde bu tarz çalışmalardan vardır ve kim isterse bizimle irtibata geçebilir.

Bu çalışmalara bizi sevk eden amaçlardan birisi, yabancı dildeki hizmetlerimizi geliştirmek, Risalelere İngilizcede ecnebi kalmamaktır. Başlangıç seviyesinde iken, Türkçe ve İngilizce iki ayrı kitabı karıştırmak yerine, vaktimizi biraz tasarruf edelim niyetiyle Allah’ın bir ihsanı olarak bu işlere başladık. Dimağda bir kolaylık, fikirde bir derinlik ve genişlik, ülfette bir ciddiyet, mânada bir zenginlik, hizmetlerde ise muvaffakiyetler diliyoruz bu çalışmalarla.

Belki başka bir taifenin yapacağı ise, İngilizce Risalelerin seslendirilmesidir, biz ise bu konuda ehil değiliz. Çünkü Türkçe Risaleler bile Risaleleri anlayanlarca seslendirilince daha mânalı oluyor.. yani, Türkçe bilmek yetmiyor.. Bu hizmetlerde birbirimizden haberdar olabilirsek, bu alanda taksimü’l-a’mal hâsıl olabilir.

Not: Elimizde şu an gönderilebilir 2. Söz, 13.Sözün ikinci makamı hazır var. Ayrıca ileride tam hazır olabileceklerden 24. lema, 25.sözden bir parça, 19. Mektubdaki 1. Esas, Hikmet-i Hilkat-ı Alem konulu derleme çalışması, 22. Sözün 1. Leması ve biraz daha fazlası.. gittikçe artacak inşaallah.

PDF formatında Kitabı indirmek için Tıklayın

Diğer çalışmalar için Tıklayın

(Not : Bu çalışma kitapçık fotmatında değil, A4 sayfası içindir)

Kıbrıs Magosa Nur Talebeleri Namına Lütfullah

ludevelop@gmail.com
Kuzey Kıbrıs

www.NurNet.org

 

Tesettürlü giyimde yaz modellerinin özellikleri

Hanım okuyucum, sıcak mevsimin çokça konuşulan konusunu sormuş, özetle diyor ki:

-Yazın sıcak günlerinde kalın kıyafetlerle tesettürlü dolaşmak insanı zorluyor. Altını göstermeyen ince yaz kumaşlarıyla da tesettürlü olunamaz mı? Mutlaka kalın kış kumaşı giymek mi gerekiyor bu sıcak yaz mevsiminde?..

* * *

Soruya doğru cevap verebilmek için tesettürlü giyimin sınırlarını ve şartlarını gözden geçirmemiz gerekecektir. Ne demiştik geçmişteki tesettürlü giyim tarifinde?

Tesettürlü giyim: ‘el-yüz dışında’ tüm bedeni örten bol bir giyimden ibarettir!.

Tesettürün kısaca tarifi budur.

Bu tarife göre, sıcak yaz mevsiminde kolayca taşınacak yaz kumaşlarıyla da tesettürlü olunabileceği gibi, soğuk kış aylarında da ihtiyaç duyulan kalın kış kumaşlarıyla da tesettürlü olunabilmektedir.

Nitekim sıcak Arabistan’daki hanımın tesettürlü giyimi çarşaf gibi ince ve bol kumaşlardan oluşurken, soğuk kuzey kutbundaki hanımın tesettürlü giyimi de kalın kumaşlı tulumlardan oluşabilmektedir. Sibirya’daki hanım ince çarşaf giyse anında donar, Arabistan’daki hanım da kalın tulum giyse anında yanar. Demek ki iklimlerin sıcak soğuk ihtiyacına göre giyim modelleri, kumaş çeşitleri tercih edilmektedir tesettürlü giyimlerde de..

Yeter ki, tercih edilen bu giyim çeşitlerinin ihmal edilemez şartı, beden hatlarını teşhir etmeyen bollukta ve altını göstermeyen kalınlıkta olsun..

Tesettürlü giyimin darlık ve inceliği konusunda çarpıcı uyarılarda bulunan Efendimiz (sas) Hazretleri, çok dar ve ince giyinerek bedenlerini teşhirde bulunanların aslında giyinmemişlerden sayıldıklarına işaret ettiği hadisinde:

Kasiyatün, ariyatün!.” tabirini kullanmıştır. Yani giyinmişler ama yine de giyinmemişler gibidirler!.

Demek ki, giyindikleri kumaş, ya altını gösterecek derecede ince ve şeffaftır ya da beden hatlarını ortaya çıkaracak derecede dardır ki, giyindikleri halde giyinmemişler gibi görünmekte, giyinmemişlerden sayılmaktalar.

Hemen ifade etmeliyim ki, arz ettiğimiz ölçülere uygun şekilde hazırlanan tesettürlü giyimin modeli tek değil çok fazladır.

İklim şartlarına, kültür zenginliğine, sosyal çevresine, iç dünyasındaki isteklerine göre tesettürlü giyim modellerini oluşturmak ve beğendiğini de tercih etmek pek mümkündür. Hatta etek, tunik, pardösü altında giyilen şalvar gibi geniş pantolonun dahi tesettür temin ettiğini uygulamada görmek mümkündür. Nitekim arabaya binip inerken, merdivenden çıkıp inerken etek altından giyilen geniş pantolonun daha da kullanışlı ve koruyucu olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir. Yeter ki pantolonun üzerinde kabalarını kapatan bir örtü olsun, teşhir söz konusu olmasın.

Şunu da ifade etmeliyim ki, tesettürlü hanımların giyimlerini çirkin göstermekten kaçınmak gibi bir sorumlulukları da vardır. Çünkü tesettürlü giyim bir örnek giyim ise bu örneğin herkesin sevebileceği ‘Ben de böyle giyinebilirim, ne güzel giyinmiş bu hanımefendi‘ diyebileceği sevimlilikte ve kullanışlılıkta olmasına da dikkat etmesi gerekmektedir. Tesettürlü bir giyimin uçlarının zemindeki tozları, çamurları süpürdüğünü görenlerin ‘Ne güzel giyinmiş bu hanım‘ diye sempati ile baktıklarını düşünmek mümkün olmasa gerektir.

Biz bu ölçüleri konuşurken hoşgörü anlayışımızı da unutmamak gerekmektedir.

Bilindiği üzere biz de ‘Ya hep, ya hiç’çilik yoktur!. Tesettürü baştan tam olarak gerçekleştiremeyenler, ne kadarını yapabiliyorlarsa onunla başlayabilirler. Yeter ki tesettürün arz ettiğimiz kesin sınırlarını bilsinler, ne kadarını gerçekleştirebildiğinin farkında olsunlar, ileride kalan eksiğini de tamamlama niyet ve azminde bulunsunlar..

Zaten kimse kendisini kusursuz giyim sahibi olarak da göremez. Kim benim kusurum yok, diyorsa o söz en büyük kusur olarak ona yetip de artar bile. Gönüllerdeki niyeti bilen Rabb’imizdir. Esas olan da niyetimizi bilen Rabb’imizin rızasıdır. İnsanların içinde bulunduğu şartlarını insanlar bilmeyebilir ama Rabb’imiz bilir.

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi