Etiket arşivi: Thomas Michel

Prof. Dr. Thomas Michel “İhlas Niyet Temizliği”dir

Prof. Dr. Thomas Michel ise İhlâs Risalesi’nin analizini yaptı. Michel, kendisine mahsus yumuşak ve tatlı üslubuyla ihlâsı “niyet temizliği” olarak tarif etti ve ihlâsın nasıl kazanılacağı, nasıl muhafaza edileceği üzerinde durdu. Devamında, ihlâsı kıran manilerden bahsederek ihlâsın önemini vurguladı. Said Nursi neden talebelerine İhlâs Risalesi’ni en az iki haftada bir okumaları gerektiğine değinen Michel, toplantıya katılanlara yönelik “İçinizde son iki hafta içinde İhlâs Risaleleri’ni okumayan var mı?” diye sordu. Akabinde ise İhlâs Risalesi’nden fotokopi çektirmiş olduğu bir bölümü salonda bulunanlara dağıtarak hep beraber okudu. En sonunda da şu sözlerle İhlâs Risalesi’nin ehemmiyetini nazara verdi:

Ben İhlâs Risalesi’nin sadece Nur Talebeleri’ne ve Müslümanlara yönelik olduğunu düşünmüyorum. Bütün insanların kendi niyetlerini temiz tutmak için okumaları gerekir. Özellikle de Hıristiyanların! Ben okuyorum ve niyetimi temiz tutmak için istifade ediyorum. Hatta bu sabah Allah’a dua ettim ve dedim ki: Allah’ım bu tebliği sunarken benim ihlâsımı koru. Ta ki, senin rızandan başka maksatlar niyetime girmesin. Başkalarına iyi görünmek ve benim tebliğimin en iyi olduğunu göstermek için değil, sırf senin rızanı kazanmak için iyi bir tebliğ sunmaya muvaffak olmak istiyorum; beni koru Allah’ım!

Bu konuşma, tabii ki salondakileri çok duygulandırdı.

Durkham’da yapılan Nursi Konferansı’ndan alınmıştır…

Üçüncü Hastalık “Husumet-Düşmanlık;” Çaresi “Muhabbet”

İslam dünyasının zayıf kalmasına sebep olan üçüncü sebep, husumet ve düşmanlıktır. Yirminci yüzyılda meydana gelen iki dünya savaşı ve yeryüzünde sayılamayacak kadar bölgesel savaş, ayaklanmalar vs. düşmanlığın ne kadar kötü, tahripkar ve korku veren bir durum olduğunu göstermiştir. Düşmanlığın ve nefretin menşei, insanın kendi kendine tapınmasında ve kibrinde yatmaktadır. Bu kötü hasletler, farkında olmaksızın başkalarına karşı gayriadil bir düşmanlığa sebebiyet vermektedir. Düşmanlık, inananlar arasında bile, kendisini olduğundan başka gösterme kurnazlığına kaçarak yanlışlıklara müdahele etmemek ve samimane olmayan arkadaşlıklar şeklinde kendini gösterebilir. İnsanlar genellikle kötülüklerin düşmanlığa zemin hazırladığını düşünürler. Fakat Said Nursi: “Düşmanlarımızın seyyiatı -tecavüz olmamak şartıyla-adavetinizi celp etmesin. Cehennem ve azab-ı İlahî kafidir onlara.” düsturunu öğretmektedir.

Başkalarını düşmanı görme gibi tahripkar bir hastalığa Said Nursî’nin sunduğu reçete, “sevgi”dir. “Muhabbete en layık şey muhabbettir ve husumete en layık sıfat husumettir. Yani hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete layıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zirüzeber eden düşmanlık ve adavet, her şeyden ziyade nefrete ve adavete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzır bir sıfattır.

Prof. Dr. Thomas Michel

İkinci Hastalık “Hilekarlık;” Tedavisi “Dürüstlük” (Hutbe-i Şamiye)

Metinde "Kurtuluş doğruluktadır" yazıyor

Said Nursî’nin hutbesinde çağın ikinci hastalığı olarak bahsettiği husus, sosyal ve politik hayatta dürüstlük ve doğrulukta görülen eksikliktir. Doğruluk ve dürüstlük, İslam toplumunun temelini oluşturmalıdır. Oysa bunların yerine, bu toplumları zayıflatan ve güçsüz bırakan aksi hususlar bugün toplumda görülmektedir. Doğruluğun olmayışı, basitçe “yalan söylemek” olarak algılanmamalıdır. Zira yalan bunun da ötesinde pek çok şekle bürünmektedir. İkiyüzlülük, dürüst olmamanın bir şeklidir ve genelde söylenen şeyin aksine, özelde onun tam zıddını yapmaktır. Aldatma ve hilekarlık, gerçeklerle oynamaktır, gerçekleri tahrip eder ve yarı doğruları doğruymuş gibi yüceltir. Düzenbazlık, her ikisine de dost görünerekten tarafları birbiriyle karşı karşıya getirir. Bühtan ve iftira, dürüst olmamanın tahripkar bir şeklidir ve sadece başkalarına zarar vermemekte, aynı zamanda toplumdaki dayanışmayı da tahrip etmektedir. Dinî liderleri de, hilekarlık noktasında vermiş oldukları şahsî fetvalar dolayısıyla istisna addedemeyiz. Politikacılar, propaganda kampanyalarında, güç kazanmak ve kendi gayelerine ulaşmak adına bulundukları mevkileri kullanarak dürüst bir imaj çizmeye çalışmalarına rağmen, dürüstlükle bağdaşmayan davranışlar sergilemektedirler.

Doğru olmama illetine çare olarak Said Nursî, toplum hayatında dürüstlüğü ve şeffaflığı reçete olarak sunmaktadır. Müslüman topluluklar, doğruluk, dürüstlük ve sorumluluklarının gerektirdiği prensipleri kendilerine şiar edinmedikleri müddetçe günümüz dünyasında yalana ve bozulmalara karşı toplum hayatına geçerli alternatifler sunmaları mümkün değildir. Orijinal hutbenin Türkçe tercümesinde Said Nursî, bu prensibin hutbenin ilk irat edildiği zamanki şekliyle 1950’lerde de geçerli olduğuna işaret etmektedir: “Ey bu Cami-i Emevî’deki kardeşlerim! Ve 40-50 sene sonra âlem-i İslam mescid-i kebirindeki 400 milyon ehl-i iman olan ihvanımız! Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. Urvetü’l-vuska sıdktır. Yani en muhkem ve onunla bağlanacak zincir, doğruluktur.

Prof. Dr. Thomas Michel

Birinci Hastalık “Ümitsizlik-Yeis;” Çaresi “Ümitvar Olmak” (Hutbe-i Şamiye)

Müslüman toplumların karşı karşıya kaldıkları birinci hastalık “ümitsizliktir.” Başka toplumların gerçekleştirmiş oldukları maddî terakkiye ve kendilerinin geri kalmışlığına bakarak, inananlar, geleceğin güç, zenginlik ve dünyaya hâkim olma enerjisine sahip ve aynı zamanda Allah’ın varlığını hiçe sayan materyalist yaklaşımlarda bulunanların olacağı düşüncesiyle “Allah’ın kendilerini terk ettiği” ümitsizliğine kapılmaktadırlar. Bu ruh hastalığına çare mahiyetinde Said Nursî reçete olarak “ümitvar olma”yı önermektedir. Ümitvar olmak için yeteri kadar sebep vardır. Sadece Allah’ın “İstikbal İslam’ın olacak.” ve “Hâkim, Hakaik-i Kur’aniye ve imaniye olacak.” vaadi değil, aynı zamanda ümitvar olmak için bazı somut esasların İslam tarihinden bulunabileceği gibi, mevcut durumların analizi de ümitvar olmaya yeter sebeptir. Eğer Müslümanlar tarihlerine şöyle bir dönüp bakarlarsa göreceklerdir ki, Müslümanlar İslam’ın esaslarına uydukları dönemlerde en yüksek derecelerde medeniyet açısından hep yükselişte olmuşlardır. Tam aksine İslam’dan uzaklaştıkları oranda da her zaman yabancılaşmış, felaketler ve yıkımlarla karşı karşıya kalmışlardır.

Ümitvar olmak için diğer bir prensip de, insan psikolojisinde mevcuttur. Hem bireyler hem de toplumlar dinsiz bir şekilde başarılı ve mutlu olamazlar. Kriz zamanlarında en dinsiz sayılan birisi dahi çareyi dine yönelmekte bulacaktır. Benzer şeklilde, toplumlar da dini referans almadan maddeten teraki edebilirler, fakat böyle yapmakla sürekli bir rekabet ortamında yaşamakta, hırs ve açgözlülükle mücadelede kendilerini bunaltarak netice itibarıyla başarı ve kazanımlarını da tahrip etmektedir. Böylelikle dinin yirminci yüzyılda gerileme hâlinde olduğu görülmekle birlikte, nihaî olarak insanın Allah’a olan ihtiyacının, materyalist düşünce ve yaklaşımların ötesinde, bir gerçek olduğu da kabul edilmelidir.

Ümitvar olmak için diğer bir işaret de eğitim kalitesinin artışında bulunabilir. Öyle ki, eğitimle, insanlar liderlerini körükörüne takip etmenin ötesine geçerek, varlıklarının sebep ve hikmetini düşünmeye başlamakta ve dinî inanışın yaradılışla ilgili gerçeklerini daha iyi anlamakta ve değerlendirebilmektedirler.

Said Nursî, İslam toplumlarını maddî terakkiye ulaştırmak için gerekli “ümit” için de temeller olduğunu görmektedir. İnançta hiçbir insanî idolojinin ikame edemeyeceği bir kuvvet mevcuttur. Değerler, “Allah’a iman”da kökleşmiştir. İnsanın değerinin takdir edilmesi, Allah’ın: “Hayırda yarışınız.” emrini takip etmekte gösterilen samimiyetle sağlanan kuvvet, şefkat ve merhametle dengelenen cesaret, kısa vadeli kazançları gözardı eden faziletli bir görüş, baskıcı olmayan ve baskıcı olanlara da müsamaha göstermeyen bir adalet duygusu, daha insanî, daha adil, daha medeni ve daha da zengin bir gelecek için ümitvar olmayı gerektiren kuvvetli unsurlar olarak sayılabilir. Eğer ümitsizlik meyveleri “kayıtsız kalma, keder, tembellik ve hor görme” olarak sayılırsa, ümit, insanları Allah’ın insanları yaradılış gayesine uygun bir biçimde davranmaları hususunda mükemmelliğe götürür. Günah ile hayır ve iyiliğin savaşı, eşit şartlarda geçen bir mücadele değildir. Allah’ın yaratması itibarıyla fenalık, çirkinlik ve abesle iştigal, doğrulukla elde edilen kuvvet, güzellik ve iyilik yanında ikincil dererecede olup ehemmiyetli değildir. Allah’ın yaratmasından gaye, iyilik, güzellik ve mükemmelliktir. İnananların, Allah’ın insanlığı bu amaçlara yönlendirdiği hususunda ümitvar olmaya hakları vardır. Bu birinci hastalık üzerine bu kadar ısrarla eğilmemin sebebi, Said Nursî’nin hutbesinde diğer hastalıklara ayırdığı yerin toplamından ziyade ümitsizlik ve ümitvar olma üzerinde durmasındandır. Onun için oldukça net olan bir husus, günümüz Müslüman’ını en çok tesir altında bırakan hastalık “ümitsizlik”tir ve buna çare olarak önerilebilecek en önemli ilaç da “ümitvar olmak”tır.

Said Nursî, İslam’dan bahsediyor ve hutbesinde hitap ettiği kesim de Müslümanlardır. Buna rağmen, bir Hristiyan olarak ben onun yapmış olduğu tahlil ve tespitleriyle, durumu teşhisiyle zamanımızın manevî hastalıklarına önerdiği reçeteleriyle görüş birliği içindeyim… Hristiyanlar da ümitsizlik haricinde başka bir manevî hastalığın bizlerin düşüncelerini daha derinden Allah’ın merhametine kapatmayacağı hususunda mutabıktırlar. Ümitsizlik başlı başına inançsızlığın bir başka şeklidir; zira Allah’ın kudretinin, rahmetinin ve ihsanının, hem aczimizin hem de fert ve toplum olarak Allah’ın istediği kullar hâline gelmemizin üstesinden gelip gelmeyeceğini sorgulamaktadır. Hristiyanlar Allah’ın bütün lütufları içinde en büyüklerinin, “iman, ümit ve sevgi” olduğuna inanırlar.

Ümit öyle bir mükafattır ki, bizi oldukça büyük karanlık ve başarısızlıklarda, Allah’ın mevcudiyetine teslim olmamızı sağlar; günaha girdiğimizde bizleri Allah’ın merhametine ve affına sığınmaya sevk eder ve büyük işler başarmak için -ki bunlar bizlerin kabiliyetinin çok ötesinde olsa da ve önümüze çıkan engeller aşılamayacak gibi görünse de- maddî manevî enerjimizi harekete geçirmemizi ilham eder. Buradan hareketle, Said Nursî’yi takip ederek Müslüman ve Hristiyanların günümüz dünyasına sunabilecekleri imanın büyük bir meyvesi “ümitvar olmak”tır, sonucuna varmaktayım. Bu ümit, Allah’ın varlığında kök bulmuştur ve günümüz dünyasının gerçeklerine olan yansımalarıyla da hem tasdik hem de teyit edilmiştir.

Prof. Dr. Thomas Michel

Kaynak:iikv.org