Etiket arşivi: türk

Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak

“Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak.” cümlesindeki “Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak”tan maksat nedir? Detaylıca izah eder misiniz?

“Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak.” (1) cümlesini önce lügavî olarak ele alalım. Şöyle ki;
“Hem Türk unsurunda…”
Türk kelimesinin lügattaki tanımı şu şekildedir;

«Anavatanı Orta Asya olan, Türkçe’nin değişik lehçeleri ile konuşan millet ve bu millete mensup olan kişilere denir. Türkler, Asya’nın en büyük ve en meşhur milletidir. İki şubeye ayrılırlar: Türkistan’ın doğusunda kalanları “Uygur”, batısında kalanları “Türk” ve “Türkmen” adlarıyla anılmışlardır. Orta Asya’da iken Şamanizm, Tengricilik ve Gök Tanrı inançlarına bağlı idiler. Hicretten 350 yıl sonra Tağ Han neslinden olduğu rivâyet edilen Türkmen Hükümdarlarından, Karahanlı Hakanı Salur veya Saltuk Han; İslâm dinini kabul ederek Kara Han ve Abdülkerim ismini almıştır. Halkının çoğunun da Müslüman olmasını sağlamıştır. Bu şekilde Orta Asya’daki ilk Türk-İslâm Devleti, Karahanlı Devleti olmuştur. Abdülkerim Saltuk Buğra Han, daha sonra da devletin resmi dinini İslâm yapmıştır. Bu dönemde ilk Türk-İslâm eserleri olan geçiş dönemi eserleri verilmiştir. O devirde hilafet merkezleri olan Bağdat’a gidip gelmekle askerî cesaret ve kahramanlıkları ile Abbasî halifelerinin gözdesi olmuşlardır. Askerlik hizmetlerinde istihdam olunmuşlardır. Daha sonraları diğer devlet kademelerinde de görev almışlardır. Kumandanlık ve emirlik seviyesine kadar çıkmışlardır. Bu sebeple İslâm beldelerinde büyük bir şöhret ve nüfuza sahip olmuşlardır. Oradan Anadolu’ya ve Avrupa’ya yayılarak bir çok devlet kurmuşlardır. İslâmiyet’i dünyanın bir çok yerine ulaştırmışlardır. Tarihte 16 büyük devlet kurmuşlardır. Bediüzzaman’ın tâbiriyle “İslâmiyet’in Sancaktarı” olmuşlardır.» (2)

Türklerin masadaki olduğu Âyet-i Kerîme, Hadîs-i Şerîfler ve Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin Türkler ile ilgili tahlilleri için bakabilirsiniz.

http://www.nurnet.org/dunyanin-her-tarafinda-olan-turkler-ise-muslumandir/

“Unsur” kelimesi ise “ırk ve milliyet” anlamında kullanılmıştır.
“…ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde…”
“Ebedî” kelimesi, malum “Sonsuza ve ebediyete ait” (3) demektir. Yani “Daimî olan”. (4)
Ebed kelimesi de “Sonu olmamak” (5) demektir.
Istılahî olarak da; “Ebed, parçalara ayrılmayan zaman diliminden ibarettir. ‘Şu zamanda bu olay oldu’ denir. Fakat ‘Şu ebedde şu olay oldu’ denmez. Bu kelime gelecek vakit için kullanılır. Zıddı olan ezel ise geçmiş zaman için kullanılır.
Ebed, geleceğe nispetle sonsuz olarak takdir olunan zamanlarda varlığın devam etmesine denir.” (6)
Ve bir Esma dersi olarak da; “Ezel; Evvel ismine, Ebed; Âhir ismine bakar.” (7)
Ve “Ezel hadsize, Ebed nihayetsize bakar.” (8)

Devamında da “…kabil-i iltiyam olmamak suretinde…” diyor.
Kabil-i iltiyam; “İyileşebilir. Birleşme ve barışmaya meyilli.” (9) demek. Cümlede bunun olumsuzu söyleniyor, “kabil-i iltiyam olmamak suretinde” deniliyor. Yani asla iyileşemez, birleşme ve barışmaya meyli olmamak şeklinde. Ne olacak peki?

“…bir inşikak çıkacak.” Yani “İkiye ayrılma, çatlama, yarılma ve bölünme” (10) olacak.
Yani Türk ırkında, Türk milleti de sonsuza kadar hiçbir zaman birleşemeyecek, kaynaşamayacak, barışmaya meyli bile olmayacak bir şekilde ikiye ayrılma ve bölünme olacak.

Bu cümleyi birçok farklı şekilde izah edebiliriz. Bunlardan dokuz tanesi ise şunlardır;

Birinci ve kuvvetli olanı; Dikkat edilirse bu, şartlara bağlanmış bir durumdur. Böyle bir şartın meydana gelmesinin sonucunda, ortaya çıkacak belirli bir duruma bağlanmış bir sözdür. Yani ırkçılık illeti devam ederse böyle olur, demektedir. Meselâ, 11. Şua olan Meyve Risalesi’nde şöyle denilmektedir; “Eğer beraber olsa miladî bin dokuz yüz yetmiş bir (1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa elbette tokatları dehşetli olacak.” (11) Bu cümlede de şarta bağlanmıştır. “şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa” diye kayıt düşülmüştür. Yani “şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa”, bunun sonucunda “tokatları dehşetli olacak”tır.
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, menfî milliyet ve unsuriyet-perverliğe bakışını şu şekilde dile getirmiştir; “eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyet-perverliğe, Avrupa’nın bir nevi Frenk illeti olduğundan, bir zehr-i kàtil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o Frenk illetini İslâm içine atmış; tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O Frenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.” (12)
Konuyla ilgili benzer ifadeler de 21. Mektûb’da şöyle geçmektedir; “Fakat tarafgirane ve garazkârane, firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfüruşluk, şöhret-perverane bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telakisi bulunmaz. Hak namına olmadığı için nihayetsiz müfritane gider. Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hal-i âlem buna şahittir.” (13)

İkinci olanı; Gelecek noktasında keşfen haber veriyor olabilir. Bunun hakikî mahiyetini biz bilemeyiz. Aynen 1971 muhtırasının ve birçok bizce gaybî olan haberlerin gelecekte vaki olduktan sonra insanların anlayabileceği gibi bir durum da söz konusu olabilir. En doğrusunu ancak Allah bilir.

Üçüncü anlamı da şu olabilir; “Türk Milleti dünyanın her tarafında müslüman olduğundan, onların ırkçılıkları İslâmiyet’le mezcolmuş, kâbil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. Hatta Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar.” (14)
İslâmiyet ile Türklük iç içe geçmiştir. İslâm’dan ayrılan Türklükten de ayrılıyor. “Nerede Türk taifesi varsa Müslüman’dır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.” (15) hakikatince Türklüğün birlik, beraberlik ve parçalanmaması; İslâmiyet’e sımsıkı sarılmalarına bağlıdır.
Bediüzzaman Hazretleri, bu ifadeleriyle Türk milletinde ebedî birleşmemek üzere bir ayrılık olacağını haber veriyor. Böyle bir ayrılık olursa, bir daha kaynaşma ve birleşme olamayacağını da anlamak mümkündür.

Dördüncü anlamı da şu olabilir; Burada Türk milleti içinde çıkacak bir inşikak yani ayrılma ve bölünmeden bahsedilmiştir. Bunu Türk milleti içinde dindar, muhafazakar kesim ile din aleyhtarı olan muarız kesim olarak da anlayabiliriz. Bu şekilde anlamak isabetlidir. Nitekim bunu zaman da tefsir etmiştir. Yani Türk milleti içerisinde, dinsizlik ve dindarlık olmak üzere iki ayrı akım, cereyan çıkacağı haber veriliyor. Bu ortaya çıkan dalların bir daha birleşmeyeceği de anlaşılıyor. Demek kıyamete kadar bu şekliyle devam edecektir. Fakat bazı zamanlar dindarlık tarafı kuvvet bulup, dinsizlik tarafı da zayıflasa; bazen de tersi bir durum olsa da yine bu iki kesim devam edecektir.

Beşinci olarak; Tedavisi mümkün olmayacak bir bölünme olacağı anlaşılıyor. Bu bölünmeye bir çok örnek verilebilir. Meselâ; 1970’li yıllarda sağcı, solcu çatışmaları veya 1980’li yıllardaki farklı siyasî görüşlü kesimler arası vuku bulan haller örnek verilebilir. Birbirine zıt ırkçı temelli akımlara kapılan gençlerin kavgaları da bu minvalde düşünülebilir.

Altıncı olarak; Bu konuya daha kesin ve mukni bir cevap istersek, Macarlar ve Bulgarlar verilebilir. Bu iki millet, Türk asıllı oldukları halde, İslâm’a gitmediklerinden dolayı Türklükten de çıkmışlardır. Bu iki milletin tekrar eski durumlarına kavuşmaları imkansız görünüyor.

Yedinci olarak; Yine Osmanlı ile birlikte yaşayan kavimler, birer birer Osmanlı’dan koptular ve bir daha eski konumlarına da geri dönemediler. İşte Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu durumun bir daha tekrar etmemesi gerektiğini ifade etmektedir. Zira bu ayrılıkların ve bölünmelerin sebebi; aramıza atılan tefrika-ayrılık tohumlarıdır. Ve bunlar bir oyuna gelinerek ortaya çıkmıştır.

Sekizinci olarak; Net olarak anlaşılan şu ki; Türkler içinde iyileşmesi mümkün olmayan bir inşikak, bölünme olacak. Ve bugün böyle bir bölünme olması için yapılan planlar bilinmektedir. Bu bahsi geçen bölünme; toprak veya vatan bölünmesi değildir. Türk unsuru görüşlerine olan bir bölünmedir.
Meselâ; Ülkemizde vuku bulan terör olayları 30 yılı aşkındır vardır. Bu olaylarda on binlerce sivil insanın zarar görmesi, askerlerimizin şehîd olması ve bir kısmının da gazi olması, birçok insanımızın da memleketlerinden ayrılmasına neden oldu.
Bu terör olaylarının dehşetli sonuçlarıyla birlikte “Türk unsuru”nun parçalanacağını keşfeden Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, “Kitleler mabeynindeki râbıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise şe’ni, müthiş tesâdümdür.” (16) demiştir.
Ayrıca Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, “Evet tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbü ister. Ve vahdet-i itikad dahi vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.” (17) demektedir. İman birliği olması, kalplerin de bir olmasına vesile olur.
“Türk unsuru” arasındaki tedbire yönelik fikri bölünme ve ülkenin inşikakı yani ayrılması fikrine karşı ancak Asrın Müceddidi Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin ürettiği Kur’ânî ve Nebevî reçete olan Risale-i Nur eserlerinin eczaları ile tedavi edilebilir. “Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!” (18)

Dokuzuncu olarak; Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, “Türk unsuru” içinde ortaya çıkacak bir “inşikak”tan bahseder. Konu ile bağlantılı bir hadîs-i şerîflerinde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz’in bahsettiği “yetmiş üç fırka”dan bahseden hadîs-i şerîf akla geliyor. (19)
“İkiye bölünme” ile ilgili şu şekil bir söz vardır; “Ümmet ikiye bölünecektir. Bir kısmı nifaksız (yani iki yüzlülük yapmadan) iman edenlerdir. Bir kısmı da imansız nifak (iki yüzlü münafıklık) yapanlardır.”

Yani “Türk unsuru” içerisinde çıkacak olan “inşikak” bunlar olabilir. Hattâ hepsi de olabilir. Çünkü Kur’ân Tefsîri’nden binler mânâ çıkarılabilir. Ve el-hak hepsinin de hakikat payı vardır.

Vesselâm.

Abdulkadir Çelebioğlu

Dipnotlar
1- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 498
2- Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, Türk Maddesi, s. 1048
3- Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, Ebedî Maddesi, s. 222
4- Mehmed Feyzi Pamukçu, Asa-yı Musa Mecmuasındaki Arabî Kelimelerin Kısaca Tercümelerine Dair Bir Lügatçe, Ebedî Maddesi
5- Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, Ebed Maddesi, s. 221-222
6- Muhlis Körpe, Risale-i Nur Istılahları, s. 43
7- Enfus Lügatı, Ebed Maddesi, s. 54
8- Enfus Lügatı, Ebed Maddesi, s. 54
9- Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, Kabil-i İltiyam Maddesi, s. 536
10- Bkz. Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, İnşikak Maddesi, s. 497
11- Bediüzzaman Said Nursî, Şualar, s. 270
12- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 71
13- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 300
14- Risale-i Nur Hakkında Verilen Bir Konferans, s. 169
15- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 364
16- Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, s. 124
17- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 295
18- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 148
19- Tirmizî, İman, 18; İbn-i Mace, Fiten, 17

Dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır…

“Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır…” Devamıyla detaylıca izah eder misiniz?

Cây-ı dikkat bir hal: Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslüman’dır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa Müslüman’dır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.”(1)

“Cây-ı dikkat bir hal…” Yani dikkat edilecek bir durum… Üstad Bediüzzaman Hazretleri, öncelikle dikkatleri konunun üzerine çekiyor. Devamında da neden böyle dediğini anlamamız mümkün. 

Burayı daha iyi anlamak için, bu cümlelerin geçtiği yeri iyi bir şekilde tahlil etmeliyiz. Eser, Mektûbat eseri. Çoğunluğunu Bediüzzaman Hazretlerinin talebesi Hacı İbrahim Hulusî Yahyagil’in sorularına verilen cevaplar oluşturuyor. İfadeler Yirmi Altıncı Mektûb’da geçiyor. Yirmi Altıncı Mektûb, Bediüzzaman’ın tabiriyle; “…iblisi ilzam ve ehl-i tuğyanı iskat eden, gayet mühim bir mektûbdur.”(2)

Kısaca anlamı: İnsanları Allah’ın yolundan çıkarmaya çalışan şeytanı susturan, söz ve fikirde galip eden ve yanlışlarını delilleriyle ispat eden ve zulüm, küfür, azgınlık ve taşkınlıkta ileri gidenleri aşağı düşürüp, hükümsüz bırakan pek çok önemi bulunan bir mektuptur.

Geçtiği bölüm, Üçüncü Mebhas. Müellif’in, yani yazarın tabiriyle; 

“… hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin münasebatına dair gayet mühim bir sırrını ve insanlar, millet millet ve kabile kabile yaratılmasının mühim bir hikmetini Yedi Mesele ile tefsir ediyor. 

Bu mebhas, milliyetçilere mühim bir tiryaktır. Bu zamanın en müthiş marazına gayet nâfi’ bir ilaçtır. Ve sahtekâr hamiyet-füruşların ve yalancı milliyet-perverlerin yüzlerindeki perdeyi açar, sahtekârlıklarını gösterir.”(3)

Yukarıda alıntı yaptığımız yer büyük oranda anlaşıldığı için fazla izaha gerek yoktur.

“…Türk…” diye yeni cümleye başlıyor. Burada bir hitap söz konusu. Bu kelimeyi kaynakları ile ele alıp, izaha başlayalım. Öncelikle hakiki söz sahibi olan “Kur’ân-ı Kerîm” ile başlayalım.

Kur’ân-ı Kerîm’in Mâide Sûresi’nin 54. Âyeti‘nden, birçok müfessir “Türklerle ilgili âyet” diye çıkarımda bulunmuştur.

“Ey îman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, mü’minlere karşı alçakgönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getireektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.”(4)

Bu âyet-i kerîmeyi belirttikten sonra Bediüzzaman Hazretleri şöyle der; “(Mâide Sûresi 54.) âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve Frenk-meşrep münafıkların desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız!”(5)

Mâide Sûresi’nin 53. Âyeti’nin sonunda ise şu ibareler geçer; “…Bütün çabaladıkları boşuna gitti de zarar içinde kaldılar.”(6)

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in hadîs-i şerîflerinde de şöyle geçmektedir; “Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın!”(7)

Şimdi de şerhini yaptığımız metnin müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine kulak verelim.

“Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İslâmiyet’in en kahraman ordusu olan Türk milleti…”(8)

Bu cümleden Türklerin 4 özelliği ortaya çıkıyor:

– Şarkın (Doğu’nun) en cesur,
– Kuvvetli, 
– Kesretli (çok olan),
– İslâmiyet’in en kahraman ordusu.

“Türk denilen bu vatan ehl-i imanı…”(9)

“Türk milleti Kur’ân’ın bayraktarı ve sena-i Kur’aniyeye mazhar olduğu…”(10)

Buradan da 3 özellik daha göze çarpıyor.

– Bu Vatan ehl-i imanı, 
– Kur’ân’ın bayraktarı,
– Senâ-i Kur’âniyeye mazhar.

“…asil Türk milleti…”(11)

“Dindar, cengâver Türk milleti ve imanlı, cesur Türk gençliği korkmaz.”(12)

– Asil,
– Dindar,
– Cengâver,
– İmanlı,
– Cesur.

Burada da 5 özellik daha eklenerek toplam da 12 özellik ile Risale-i Nur’da geçen Türklerin hususiyetlerini belirttik.

Türklerin soyu ile ilgili şu anektodu verebiliriz:

“Türklerin soyu Tevrat’ın naklettiği ve İbn-i Haldun’un da kabul ettiğine göre Hz. Nuh (as)’un oğlu Yafes’ten gelir. Yafes’in büyük oğlunun adı ise Türk’tür.”(13), (14).

Türkler, İslâm ile şerefyâb olarak yeni bir karaktere bürünmüştür. Türkler, İslâm ile yükseldi ve yüceldi. Ve Bediüzzaman’ın tabiriyle İslâm ile “mezc oldu”. Türk kelimesi İslâm ile birlikte anılmaya başladı. Türkler bu “yeni” din ile “yeni” bir kimliğe kavuşmuş oldu. 

Konu ile ilgili; “Türkler, İslâm dinine girmeleri ile bu yeni din sâyesinde yepyeni bir hüviyete sahip olmuşlar…”(15) denilebilir.

Türkler aynı zamanda idarecilikte de maharetli idi. Ve bu nedenle komutanlık ve yöneticilik vazifelerini hakkıyla yapmışlardır. 

Konuyla ilgili bir anektod; “Artık Türkler her şeye hâkim oldular. Diğer bütün insanlara onların emirlerini dinlemek ve itaat etmekten başka ne kaldı?!”(16)

Türklerin “hâkim” olmasını ve “âmiriyet”ini yabancı yazarlar da dile getirmişlerdir.

Mesela, “Sadece Orta Doğu’da değil, hemen hemen dünyanın her yerinde genellikle Türkler, bir azınlık olmalarına rağmen daima hakim unsur olmuşlardır.”(17)

Bediüzzaman Hz. de Türklerin idareci yönlerine dikkat çekerek şöyle demiştir:

“Türkler bizim aklımız… Biz de onların kuvveti… Mecmuumuz bir iyi insan oluruz. Hodserane yapmayacağız.”(18)

Buradan da anlaşılacağı üzere Bediüzzaman Hz. Türkler ile Kürdlerin toplamının bir iyi insan olacağını ve dikbaşlılık yapılmamasını belirtmiştir. 

Yalnızca Türkler ile Kürtlerin değil, aynı zamanda Arapların da bir olması gerektiğine dikkat çeken Bediüzzaman şöyle demektedir:

 “İnşâallah yine Araplar yeisi bırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakiki bir tesanüd, ittifak ile el ele verip Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilan edeceklerdir.”(19)

Osmanlı İmparatorluğu bu şekil bir ittihâd ve ittifâkın mücessem bir örneğidir.

“Osmanlı İmparatorluğu’nun (…) muharip gazilerin(in) gerek Arap olsun, gerek Türk, her iki lisanda aynı olan bir tek şiarı, parolası vardı. O da şüphesiz ‘Allahu Ekber – Allah Büyüktür’ idi.”(20)

Şimdi de diğer kelimenin izahı ile devam edelim.

“…anâsır-ı İslâmiye içinde…” cümlesinde geçen “anâsır” kelimesi; unsurlar, milletler, bir çok şeyden oluşanlar ve benzeri anlamlara gelmektedir. “anâsır-ı İslâmiye” ise makam bakımından dolayı şu anlama gelir; birçok milletten oluşmuş olan İslâm milleti. 

“…en kesretli olduğu halde…” diye devam eder. Tarihi ve demografik  (nüfus) olarak da bir hakikate işaret edilmektedir. Yani İslâm milletleri içinde en kalabalık ve çoklukta olan kavimdir. 

“…dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslüman’dır.” Burada ifade edilen mânâ; Nasıl ki İslâmiyet’in ilk yıllarında “Araplar geliyor!..” denildiğinde akla Müslümanlar geliyordu. Aynen onun gibi daha sonra İslâm’ın sancaktarlığı vazifesini alan Türkler de fetihlere gittikleri zaman, “Türkler geliyor!..” denildiğinde akla ilk gelen Müslümanların geldiğidir. Çünkü gaza-cihad anlayışı ile hareket eden ordulara sahip olup, İ’lâ-yı Kelimetullah uğruna çaba sarf ettikleri için artık mensup oldukları din ile bütünleşmişlerdir. Çok az sayıda da olsa başka dine mensup Türklerin bulunması bu kaideyi bozmadığı gibi, tarihi kayıtlar da Türkler ile İslâmiyetin bütünleştiğine şahit bir delildir. Diğer dinlere mensup olan Türkler şu şekilde sıralanabilir; Macar, Bulgar ve Gagavuz Türkleri, Hristiyan; Hazar Türkleri, Yahudi; Yakut Türkleri, Şamanist ve Tengricidir. Uygur Türklerinin bir kısmı da Budist ve Maniheisttir. Medeniyetten uzak olan bazı Orta Asya Türk kabileleri ise Gök Tanrı inancına bağlıdır. 

“Sâir unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir.” diye de iddia güçlendirilir. Bu cümleden de anlaşılacağı üzere; Türkler, diğer Müslüman milletler gibi değildir. Onlarda şöyle bir hâsiyet ve durum vardır. Bu durum ise diğer Müslüman milletlerde görülmemektedir. O durum da bütün Türklerin Müslüman olmasıdır. Diğer Müslüman milletlerde Müslüman ve Müslüman olmayan diye bir ayrım vardır. Türklerde ise böyle bir ayrım, iki kısma taksim olma, ayrılma yoktur. Meselâ Araplarda hâtırı sayılır bir Hristiyan topluluk vardır. Kürdlerde Müslüman, Yezidî, Ezidî, Zerdüştlük gibi diğer din mensupları vardır. Farslarda Mecusî ve benzeri diğer dinlere inanan topluluklar vardır. Gürcülerin bir kısmı Müslüman diğer kısmı ise Hristiyandır. Diğer kavimleri buna kıyas edebiliriz. 

“Nerede Türk taifesi varsa, Müslümandır.” Bu cümlenin izahı yukarıda genişçe yapıldığından tekrara lüzum yoktur. 

“Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır.” diye ilmî bir tespit yapılmıştır. Ve Bediüzzaman bir örnek vererek iddiasının delilini ortaya koyar. (Macarlar gibi) Evet, Bediüzzaman ‘akla bir kapı açtı’ ve gerisini bizim aklımıza havale etti. Buna örnekler arttırılabilir. Macarlar, Bulgarlar; Slavlaşmıştır. Çünkü Hristiyanların arasında kalarak bir çeşit asimile olmuşlardır. Hazarlar da aynı şekilde Yahudi olarak kendi benliklerini unutmuşlar ve bir çeşit “Türklükten dahi çıkmışlardır.”

“Halbuki küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.” diye devam edilir. Burada geçen küçük unsur yani küçük milletler tabiri diğer bütün İslâm milletlerine şâmildir. Türklerde Müslüman nüfusun çokluğu tamamına yakın bir oran sayılabildiği içindir ki “Türk, Müslüman demektir.”(21) şeklinde yerleşmiştir. 

Türk kelimesinin lügat mânâsına bakacak olursak şu bilgiler yer almaktadır:

 Anavatanı Orta Asya olan, Türkçe’nin değişik lehçeleri ile konuşan millet ve bu millete mensup olan kişilere denir. Türkler, Asya’nın en büyük ve en meşhur milletidir. İki şubeye ayrılırlar: Türkistan’ın doğusunda kalanları “Uygur”, batısında kalanları “Türk” ve “Türkmen” adlarıyla anılmışlardır. Orta Asya’da iken Şamanizm, Tengricilik ve Gök Tanrı inançlarına bağlı idiler. Hicretten 350 yıl sonra Tağ Han neslinden olduğu rivâyet edilen Türkmen Hükümdarlarından, Karahanlı Hakanı Salur veya Saltuk Han; İslâm dinini kabul ederek Kara Han ve Abdülkerim ismini almıştır. Halkının çoğunun da Müslüman olmasını sağlamıştır. Bu şekilde Orta Asya’daki ilk Türk-İslâm Devleti, Karahanlı Devleti olmuştur. Abdülkerim Saltuk Buğra Han, daha sonra da devletin resmi dinini İslâm yapmıştır. Bu dönemde ilk Türk-İslâm eserleri olan geçiş dönemi eserleri verilmiştir. O devirde hilafet merkezleri olan Bağdat’a gidip gelmekle askerî cesaret ve kahramanlıkları ile Abbasî halifelerinin gözdesi olmuşlardır. Askerlik hizmetlerinde istihdam olunmuşlardır. Daha sonraları diğer devlet kademelerinde de görev almışlardır. Kumandanlık ve emirlik seviyesine kadar çıkmışlardır. Bu sebeple İslâm beldelerinde büyük bir şöhret ve nüfuza sahip olmuşlardır. Oradan Anadolu’ya ve Avrupa’ya yayılarak bir çok devlet kurmuşlardır. İslâmiyet’i dünyanın bir çok yerine ulaştırmışlardır. Tarihte 16 büyük devlet kurmuşlardır. Bediüzzaman’ın tâbiriyle “İslâmiyet’in Sancaktarı” olmuşlardır.(22)

Bediüzzaman Hazretlerinin bir cümlesi ve o cümlesine dair bir kaç anektoda geçelim.

” Türkler hakkında sena-i Peygamberî muhakkaktır. Birkaç yerde Türklerden ehemmiyetle bahsetmiş. Hadîs var… Bir numunesi, Sultan Fatih hakkındaki hadîstir.”(23)

Burada İstanbul’un fethi ile ilgili hadîs örnek veriliyor. Hem komutan hem de ordu övülüyor, hadîs-i şerîfte. Şimdi de konu ile ilgili diğer hadîslere geçelim.

“Konstantiniyye (İstanbul) mutlaka feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır. Ve o asker ne güzel askerdir.”(24)

“Türkler size ilişmedikçe siz de onlara ilişmeyin. Çünkü milletimin mülkünü ve Allah’ın ona ihsanını en evvel Kantura (Türk) nesli alacaktır.”(25)

“Habeşliler sizle uğraşmadıkça siz sizde onlarla uğraşmayınız. Hele Türkler size dokunmadığı sürece siz de Türkler’e (sakın) dokunmayınız!”(26)

“Hıfz on kısma ayrılmıştır. Dokuzu Türklerde, biri (de) diğer insanlardadır.”(27)

Burada geçen medih ve övgüler; Türkleri kavim olarak övmek değil, İslâm’a olan hizmetlerindendir. İslâm’a göre ölçü budur. Bu anlamda Arapları öven hadîsler de mevcuttur. 

Dipnotlar:

1. Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s.364.
2. Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 309.
3. Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, Fihrist, s.566
4. Mâide Sûresi, 54. Âyet.
5. Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 354.
6. Mâide Sûresi, 53. Âyet.
7. Ebû Dâvûd, Sünen-i Ebû Dâvûd, Mısır Tabı, c.4, s.112.
8. Bediüzzaman Said Nursî, Şualar, Beşinci Şua, s. 488.
9. Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat s. 477.
10. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası-I, s. 281.
11. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası-II, s. 206.
12. Bediüzzaman Said Nursî, Şualar, On Dördüncü Şua, s. 438.
13. bk. İbn-i Haldun, Tarih-i İbn-i Haldun, Mısır Tabı, c.1, s. 8.
14. bk. Zekeriya Kitapçı, Yeni İslâm Tarihi ve Türkistan, c.1, s. 34.
15. Lewis B., The Emergency of Modern Turkey, London, s. 325.
16. El-Mesudî, Mürucu’z-Zeheb, Bulak, 1383, c.2, s. 336.
17. Lewis, B., The Middle East and West, London, s. 20.
18. Bediüzzaman Said Nursî, Âsâr-ı Bediiye, s. 466.
19. Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye.
20. Zekeriya Kitapçı, Türklerin İslâm Medeniyetlerindeki Yeri, Ankara, 1972.
21. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası-II, s. 222.
22. bk. Yeni Lügât, Abdullah Yeğin, s.1048.
23. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası-II,  s. 39.
24. Buhârî; Tarihu’l-Kebîr, cilt 1, kısım 2, s.81; Ahmed bin Hanbel, Müsned 4/42; El-Hakîm, Müstedrek 4/42-422.
25. İmam Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr/Mu’cemü’l-Evsat.
26. Ebû Dâvûd, Sünen-i Dâvûd, c.4, s.112.
27. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Ramuz El-hadîs, 4140 nolu hadîs.

 

www.NurNet.org

Neden Müslümanlıktan Çıkan Türklükten de Çıkar?

Irk bir alt kimliktir. Aslolan Üst kimliktir. Alt ve Üstün farkı ise alt küçüktür daire-i havsalası dardır binaenaleyh efradı mahduddur sayılı ve sınırlıdır. Ama üst ise altların birleşrimidir havsalası geniş ve küllidir.

Alt belki 40.000 insana şamildir; ama üst ise daha şamil olup 40.000 bedel 3.500.000.000 insana kadar şamil olabilmekte. Alt kimlik ırkçılık üst kimlik ise ümmetçiliktir. Nitekim üstadım Bediüzzaman muhtelif yerlerde bu konuya temas etmekte ve der ki:

Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında “kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve birinci harb-i umumîde yine ırkçılığın istimali ile mübarek kardeş Arabların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-ı umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek, ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde; evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tefrik değil.

Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. Türk gibi Arablarda da Arablık ve Arab milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir. Emirdağ Lahikası-2 ( 222 )

Asabiyet-i cahiliye; birbirine tesanüd edip yardım eden gaflet, dalalet, riya ve zulmetten mürekkeb bir macundur.

Bunun için milliyetçiler, milliyeti mabud ittihaz ediyorlar. Hamiyet-i İslâmiye ise; nur-u imandan in’ikas edip dalgalanan bir ziyadır. Mesnevi-i Nuriye ( 112 )”

Bu mehazlara istinaden ve çıkan manaya göre esbabını şöyle telakki etmekteyim: İslamiyetten önceki Türk yaşantısı İslama benzemekteydi İslamiyetten sonra ise sadece birkaç mevzuda ıslahat yapılarak İslamiyete dahil olmuştur. Nitekim bu sadece bir ıslahat ile oldu çünkü; benzerdi.

Sözü şuna getireceğim Neden Müslümanlıktan Çıkan Türklükten De Çıkar? Sebebi ise işte budur: Müslümanlık Türklerin Türklük yapısını muhafaza etmiştir ve alt kimlik üst kimlikle mezcolmuş birleşmiştir. Bunun için ki İslamiyetten çıkan Türklükten de çıkmıştır. Macarlar, Yunanlar, Bulgarlar, Gagavuzlar, Yakutlar… gibi. Tarihi sürece baktığımızda bu alt kimliklerde Müslüman ve Türktür; ama üst kimliğini kaybetmesiyle beraber alt kimlikten de ihracoldular. Bu sebeble TürklerinHakiki Milliyetleri İslamiyettir. Em.L 222”

Muhammed Numan

www.NurNet.org

Kardeşlik Baharı Yeşerirken

Son zamanlarda ülkemizde güzel gelişmeler oluyor.Bu olumlu gelişmeler birilerinin istememesine rağmen yavaşta olsa gerçekleşmeye devam ediyor.Kardeşler arasındaki suni duvarlar bir bir yıkılmaya başlıyor.Bu duvarlar yıkılırken gürültüde çıkar.Yıkılmasına engel olmaya çalışanda çıkar.Bu duvarlar yıkılırken yeni duvarlar örmeye çalışanlar elbette çıkacaktır.

 Dikkatinizi çekmiştir ! Batı dünyası bizlerin arasına suni duvarları örmeye çalışırken;batılılar kendileri için birleşmeyi desteklemektedir.

Dünyanın en büyük ve en güçlü birleşik devletleri  Amerika Birleşik Devletleridir.ABD   40 tane eyaletten oluşmuş devletler topluluğudur.Bu eyaletlerin çoğunda farklı ırklardan,farklı inançlardan ve farklı kültürlerden oluşan eyaletler vardır.Bu eyaletlerde İngiliz,Fransız,İspanyol,Çinli,Hintli ve benzeri bir çok ırktan ve milletten insanlar yaşamaktadır.Bunların hiç biri çıkıp ta bu farklılıkları bir ayrılık unsuru olarak görmemiştir.Hepsi ABD vatandaşlığı şemsiyesi altında birleşmiş ve bu vatandaşlığı her yerde bir ayrıcalık olarak görmüşlerdir.Onlara sorduğunuzda ABD vatandaşıyım diyerek devletlerine olan bağlılıklarını göstermişlerdir.

Peki bunlar bu ülkede ne gibi kültürel haklara sahiptir? Sorusuna şu cevabı verebiliriz.Buradaki milletler kültürel haklarını serbest bir şekilde ve özgürce kullanmaktadırlar.Bu milletlerin dilini ve kültürünü yaşaması diğer milletler için bir tehlike ortaya çıkarmamış bilakis diğer milletlerden olan insanların birbiriyle kaynaşmasına ortam hazırlamıştır.

Avrupa birliği de  aynı mantıkla kurulmuş ve şimdi 25 tane Avrupa  ülkesi birleşmiş bir ülke haline gelmiş.Bu ülkelerdeki insanlar istediği gibi dolaşıp  istediği ülkede yaşama hakkına sahip olmuştur.

Peki biz neden birleşemiyoruz.Bizim birleşmemize neden engel çıkarıyorlar.Kendi kardeşimizle aramızda neden duvarların örülmesini yardım ediyorlar.Osmanlı yıkıldıktan sonra İslam dünyasını neden cetvelle parçalayıp küçük kabile devletlerine bölüyorlar.Onunla da yetinmeyip şimdide ırk,mezhep  gibi zenginlikleri bir ayrılık unsurları gibi önümüze sürüp pazarlamaya çalışıyorlar.Hiç düşündük mü ?

Yıllarca Türkiye’yi Avrupa Birliğinin kapısında bekletip ;Türkiye yüzünü doğuya İslam dünyasına çevirdiğinde ;”Ortadoğu bataklığında ne işiniz var?” diyerek sözde akıl vermeye çalışıyorlar.

Bize doğuya yönünüzü çevirmeyin diyenler.Dünyanın öbür ucundan buralara gelip Afganistan’ı,Irak’ı işgal edip;Ortadoğu’yu bataklığa çevirip bırakıp gidiyorlar.Bize gelince  yapmayın diyorlar.

Bu durumu ülkemizde de yıllarca yapmışlardır.Ülkemizdeki kardeşler arasında suni duvarların örülmesi için çeşitli uyduruk bahaneler üretmişlerdir.Yeri geldiğinde Türk-Kürt,yeri geldiğinde Alevi-Sünni diyerek kardeşleri birbirine düşürmüşlerdir.

Yazar Senai DEMİRCİ’NİN iki güzel sözünü aktarmak istiyorum:

Terör, Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin kavgasıdır: Türkçü olmayan milyonlarca Türk ve Kürtçü olmayan milyonlarca Kürt niye kavga etsin?

Terörün bitmesi hayır değil mi? yoksa, yitirdiğimiz canlar, yetim bıraktığımız çocuklar, dul kalmış kadınlar daha mı çok olsun istiyorsunuz?

Evet  bu sorulara verilecek doğru cevaplar insanların vicdanını rahatlatacak cevaplar olacaktır.

Sonuç olarak birileri yıllarca sahte Kahramanlarını ve projelerini  üretip önümüze sürdüler.Yıllarca bu kurgulanmış olaylar ve kahramanlar hakkında düşünerek ve konuşarak zaman geçirdik.Ama artık mızrak çuvala sıkmıyor.Artık sahte kahramanları da ifşa oldu.Herkes kimin ne olduğunu biliyor.Yeni nesil  eskisi gibi her söylenene inanmıyor,akıl terazisinde tartarak değerlendiriyor.Bundan böyle halkı kandırmaya çalışanlar aslında kendilerini kandırmış olacaklardır.Kardeşlik köprüleri kurulurken engel olmaya çalışanlarda bu köprülerin  altında ezilecektir.

Said Nursî’nin Milliyetçilik Görüşü

 “Sizi taife taife, millet millet, kabîle kabîle yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabîle kabîle yaptım ki; yekdiğerinize karşı inkâr ile yabani bakasınız, husumet ve adavet edesiniz değildir!”
* * *

Kürdçülük, Türkçülük vesaire gibi menfi milliyet fikri, İslâmiyet Milliyetini parçalamak için hâriçten içimize sokulmuş öldürücü bir zehirdir.

Ey efendiler! Ben, herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat, Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve en hâlis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’aniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan; bana Kürd diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk Milletine hizmet ettiğimi, hakikî ve civanmerd bin Türk gençlerini işhad edebilirim.
Hem heyet-i hâkimenin ellerinde bulunan otuz-kırk kitabımı; hususan İktisad, İhtiyarlar, Hastalar Risalelerini işhad ediyorum ki: Türk Milletinin beşten dört kısmını teşkil eden musibetzede, fakirler ve hastalar ve dindar müttakiler taifelerine bin Türkçü kadar hizmet eden o kitablar, Kürdlerin ellerinde değil, belki Türk gençlerinin ellerindedirler…
(Tarihçe, sh. 228)
***

… Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabail-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Âdeta bir sineğin ısırmaması için, müdhiş yılanlara arka çevirip, sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle; büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip belki manen onlara yardım edip, menfî unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya cenub tarafındaki dindaşlara adavet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehaliki ile beraber; o cenub efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenubdan gelen Kur’an nuru var, İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.

İşte o dindaşlara adavet ise; dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ana dokunur. İslâmiyet ve Kur’ana karşı adavet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adavettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye, iki hayatın temel taşlarını harab etmek; hamiyet değil, hamakattır!
* * *

Ey Türk kardeş! Bilhâssa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizac etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil..
Dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi, müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa, Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi).
* * *
Asya akvamını intibaha getirecek, terakki ettirecek, idare ettirecek; din ve kalbdir. Felsefe ve hikmet ise, din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.
* * *

“Dil, din bir ise; millet birdir.”
Madem öyledir. Hakikî unsuriyete değil; belki dil, din, vatan münasebatına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zâten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dâhildir.
* * *

Bediüzzaman: O vilayat-i şarkiye Âlem-i İslâm’ın bir nevi merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünki ekser enbiya şarkta ve ekser hükema garbda gelmesi gösteriyor ki, şarkın terakkiyatı din ile kaimdir.
* *
Başka vilayetlerde sırf fünun-u cedide okutturursanız da şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdir. Yoksa Türk olmayan müslümanlar, Türk’e hakikî kardeşliği hissedemiyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde mecburuz.
* *

Hattâ bu hususta size bir hakikatli bir misal vereyim:
Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: Sâlih bir Türk elbette fâsık kardeşimden, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır.

Sonra aynı talebe tali’sizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben dört sene sonra onun ile görüştüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: Ben simdi râfizî bir Kürdü, sâlih bir Türk hocasına tercih ederim. Ben de eyvah dedim. Sen ne kadar bozulmuşsun. Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakikatli hamiyetine çevirdim.
* *
işte ey meb’uslar!.. O talebenin evvelki hali Türk milletine ne kadar lüzumu var ve ikinci halinin ne kadar vatan menfaatına uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum.

Bediüzzaman Said Nursî