Etiket arşivi: uhuvvet

İyilikleri Kötülüklerini Geçen Sevilmeye Layıktır

“Mü’minler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (Hucurat Sûresi: 49:10.)

“Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir.” (Fussilet Sûresi: 41:34.)

“Öfkelerini yutanlar, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmrân Sûresi: 3:134.)

Bediüzzaman, Uhuvvet Risalesinde İman ve İslam kardeşliğinin nasıl olması gerektiğini en güzel şekilde açıklamıştır.

Şöyle ki: “Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir. Şu hakikatin gayet çok vücuhundan altı veçhini beyan ederiz.

Birinci Vecih: Hakikat nazarında zulümdür.

Ey mü’mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.

Aynen öyle de, sen, bir hane-i Rabbâniye ve bir sefine-i İlâhiye olan bir mü’minin vücudunda, İmân ve İslâmiyet ve komşuluk gibi, dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı mâsume varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla o hane-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî ve gaddar bir zulümdür.” (22. Mektup Uhuvvet Risalesi)

“Mü’minlerde” deyimin genel anlamı, mü’minin iç dünyası ve ehl-i iman ile iyi ilişki kurma bağlamında önemli bir mesajdır. Uhuvvet insanlar arasındaki ilişkiyi güçleştirir. Hatta bu kardeşlik bağı devam edilmesi halinde sair insanların İslamiyet’in bu güzel hasletine özen göstererek İslama teveccüh artar. Aksi takdirde mü’minlerde nifak ve şikak gibi olumsuz bir sıfatın bulunması hem mü’minler arasında hem de cemiyette kin ve hasede sebebiyet vermektedir. Bu nedenle kin ve düşmanlığa yol açan olumsuz sıfatların insanlık için zararlı bir zehir olduğu belirtilmektedir.

Mü’minler arasında ve özellikle Nur Talebeleri arasındaki tesanüdün muhafaza edilmesi, uhuvvetle doğrudan ilgilidir.

Ayrıca Bediüzzaman’ın yukarıda verdiği örnekte, adalet-i mahza ve adalet-i izafiye ayrımında, İslam’ın adalet anlayışının adalet-i mahza türünden; yani ferdin hakkını toplum ve devlet yararına feda etmeyen türden bir adalet olduğunu, uhuvvetin aynı zamanda adaletin önemli bir sonucu, adavetin ise zulüm olduğunu göstermektedir.

İnsanları zatı için değil, sıfatı için sevmek lazımdır. O halde önemli olan hangi kıymetli sıfatlara sahip olduğudur. Yani kişide bir tane olumlu sıfat dahi varsa, diğer olumsuz sıfatları için kin bağlamak ve ona düşmanlık etmek zulümdür. Mü’minin mü’min kardeşinde gördüğü kötü bir sıfatı için ona düşmanlık değil, belki o kötü hasletten kardeşinin kurtarılması için ona acımalı ve yardımcı olması gerekir. Bir kardeşini kötü bir sıfatından kurtulması için çaba gösteren bir mü’min, aslında kendini de huzurlu ve manen gönül hoşluğu içinde görür.

“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin birtek seyyiesiyle bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, o mü’mine adâvet ederler.

Halbuki, Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti, mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazan birtek hasene ile çok seyyiâtını örter. Demek, bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymettar birtek hasene ile, çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lazımdır.

Halbuki, insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenâtını birtek seyyie yüzünden unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göstermez. Öyle de, insan, garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenâtı örter, unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesat âleti olur.” (13.Lem’a-13.Nota.3. İşaret)

Hane-i rabbaniye ve Sefine-i ilahiye(ilahi gemi) olan bir müminin vücudunda(ruhunda benliğinde) İman, İslamiyet, komşuluk gibi dokuz değil belki bir çok masum sıfat(özellik) varken sana çirkin gelen ve hoşuna gitmeyen bir cani sıfatı yüzünden ona kin ve düşmanlık bağlamakla o vücudun manevi hanesinin boğulmasına ve yanmasına teşebbüs veya arzu etmen fena ve zalimcedir.

Rüstem Garzanlı / Diyarbakır

www.NurNet.org

11.05.2011

Samimi muhabbet, karşılıksız ivazsız bir kardeşlik olsa…

Dört tip Nur Talebesi vardır :
Birincisi; Risale-i Nurdaki hakikatlerle anlaşır, cemaatle anlaşamaz.
İkincisi; Cemaatle anlaşır, hakikatlerle anlaşamaz.
Üçüncüsü; Hem cemaatle, hem de hakikatlerle anlaşır.
Dördüncüsü; Ne cemaatle, ne de hakikatlerle anlaşır.

Bir Nur Talebesinde mukavemet ve kayyumiyet felsefesi hükmetmelidir. Bunların çeşitli göstergeleri vardır. Mesala, bir Nur Talebesi yalnız kaldığı zaman mukavemetini devam ettirebiliyorsa mukavimdir. Kayyumiyet ise hizmetteki sebat ve devamdır. “Buranın hizmeti benimle kaim ve daim, ben hizmete gitmezsem hizmet çatlar, derse gitmezsem hizmet yıkılır”  tarzında bir halet-i ruhiyedir.

Bir Nur Talebesinin iki türlü düşüşü vardır. Biri ani ve def’i. Bu tür düşüşde ayılma çabuk olabilir.  İkincisi tedrici düşüş. Bu birinciden daha tehlikeli.  Hayattaki tavizler ile insan tedricen yıkılır ama farkında bile olmaz.

Bir Nur Talebesi kardeşini kıskansa, rahmet ve taksimat-ı ilahiyeyi ittiham etmiş olur. Kardeşini kıskanan bir Nur Talebesi yerinde sayar bir adım dahi atamaz.  Bir Nur Talebesi kendisini uhuvvet ve tesanüde mecbur bilecek. Meselemiz ferdi ve şahsi bir mesele değil. Mesele Kur’anın hakkaniyeti bütün kalplere çakılsın. Cemaatin en büyük kuvveti tesanüddür. Samimi muhabbet karşılıksız ivazsız bir kardeşlik olsa o cemaat dağlardan daha rasihdir.

Prof.Dr. Şener Dilek’in Notlarından

Dershane adabı

Nur Dershanesi Adabı

1. Dershanedeki Uhuvvet

Dershanedeki uhuvvet ve samimiyet, muhabbeti netice vereceği için evvela dershane ehlinin bu hususa dikkat etmesi ehemmiyetlidir. Hem kendi istifademiz, hem de dışarıdan gelen cemaatin teveccühünün ziyadeleşmesi üstadımızın da ifadesiyle uhuvveti iktiza eder.

“Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki; o düsturu cidden nazara almalısınız. Hayat, Vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackarane ittihat gittiği vakit, manevi hayat da gider.

“Sakın, sakın! Şimdiye kadar mabeyninizdeki fedakarane uhuvvet ve samimane muhabbet sarsılmasın. Bir zerre kadar olsa bile, bize büyük zarar olur…”

2. Dershanedeki ciddiyet

Hal ve hareketler, giyim-kuşam v.s gibi hususlarda ciddiyetin muhafazası için bazı adablar vardır ki, mabeynimizde sıkça tezekkür edilmelidir. Evvela komşularımızın rahatsız edilmemesi göz önünde bulundurularak konuşmalarımıza,  hal ve hareketlerimize dikkat etmeliyiz. Ayrıca dersanenin mahiyeti iktizasınca, dışarıdan gelen cemaatin devamının sağlanması için hal ve hareketlerimizle birlikte giyim-kuşamımız da çok önemlidir. Bundan dolayı dersane ehli dersane içinde pejmurde bir vaziyette dolaşmamalı, gelenlere samimiyetini ve memnuniyetini ifade edecek şekilde haller sergilemelidir. Aksi takdirde dersanenin mahiyetine zıd hareketler bizi mesul eder.

3. Risale-i Nur Okumanın arttırılması

Dersane-i Nuriyenin tarifinden ve isminden de anlaşıldığı üzere Risale-i Nurlarla meşguliyet bir Nur talebesinin, hususan dersane ehlinin esası olmalıdır. Fakat muzır maniler çoktur. Evvela risalelerdeki Kur’ani ve imani hakikatlarden istifadeye mani, başta nefsimiz ve nefsimizin hoşuna giden şeylerdir; bunlar, dünyevi malayaniyat, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığımız hevesli meşguliyetler, sıkıntılı hülyalar v.s. sayılabilir.  Bunun için dersanenin kudsiyetinin, alemimizde her daim canlı tutulması da gereklidir.

Tarihçe-i hayatta geçen şu cümleler meselemizi izah eder:

“… bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları, Risale-i Nurdan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytani planlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya safiyetlerinden istifade ederiz diye aldatmak yolunu tuttular. O münafıklar veya münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazen da talebe şekline girerek derler, dedirtirler ki: “bu da islamiyete hizmettir; bu da onlarla mücadeledir. Şu malumatı elde edersen, Risale-i nura daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir.” Gibi bir takım kandırışlarla sırf o nur talebelerinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i nura çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Hal-i alem buna şahiddir…”

4. Dersanelerin tertip, düzen ve temizliği

Dershanelerimizin, hem şahsi muvaffakiyetlerimize ve hem de cemaatin istifadesine medar olması hasiyetiyle düzen ve temizliği elbette gayet ehemmiyetlidir. Çünkü tertip, düzen ve temizlik başarıda önemli rol oynar. Karışık ve kirli ortamlar hem dersane ehline menfi tesir eder, hem de dersaneden istifade etmek için gelen cemaatin celbine engel olur. Dersanelerimiz nezih olmalıdır. Hatta dershanelerimiz, manevi teneffüs edilen mekanlardır ki, okunan hakikatlar manen havayı nasıl temizliyorsa öyle de maddi temizlik de aynı manaya kuvvet verir. Böylelikle dershanemiz maddi ve manevi nezahetiyle tam bir medrese mahiyetine bürünür.

5. Dersanelerdeki plan ve programlar

Dersanelerimiz, tabir-i diğerle medereseler, tedrisat mekanlarıdır. Şöyle ki; Bediüzzman’ın “Vicdanın ziyası ulum-u diniyedir, aklın nuru fünun-u medeniyedir. Bu ikisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder.” İfadesiyle tedrisatın hangi noktalarda lazım olduğu belirtilmiştir. Bundan dolayı dersanelerimizde elbette plan ve programın lüzumu bariz bir hakikattır. İşte bundandır ki ubudiyetimiz, Kur’an, ilmihal dersleri, Risale-i Nur ile meşguliyetimiz, hatta okul derslerimize çalışmamız belli bir plan ve program dahilinde olmalıdır ki, semere versin. Zira,  “İntizam şedittir, devama sebeptir.” Amenna…

ilgili yazılar : http://www.nurnet.org/dersane-i-nuriye/