Etiket arşivi: ümmet

Ümmetin Tüm Çocukları Ateşe Doğru Gidiyor

Ümmetin tüm çocukları ateşe doğru gidiyorDiyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İran Takrib-i Mezahib Kurumu Başkanı Ayetullah Şeyh Muhsin Eraki ve beraberindeki heyeti kabul etti.

_______________________________

Ayetullah Eraki ve içlerinde âlimler, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin de olduğu heyeti kabul eden Görmez, ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, içinde bulunduğumuz zamanda Müslümanların birbirlerinin yüzüne bakmaktan mahcup olacakları acılar yaşadığını kaydederek, “Zor zamanlarda daha çok görüşmek, daha çok konuşmak gerekiyor. Allah biz Müslümanları birbirimizin yüzüne bakmaktan mahrum bırakmasın. Öyle kötü gelişmeler oluyor ki, Müslümanların birbirinin yüzüne bakmaktan mahcubiyet duyduğu acılar yaşıyoruz. Biz hepimiz bir veche (yüze) yönelirsek birbirimizin vechine bakabiliriz o da vechullahtır. Kur’an-ı Kerim’de ‘vechullah’ ‘Allah’ın rızası’ manasında geçer. Müslümanlar vechullaha yüz çevirdikleri zaman birbirilerinin vechine bakamazlar. Ama hamdolsun çok büyük zorluklar da olsa görüşebiliyor, konuşabiliyoruz. Bunu devam ettirmek lazım” dedi.

İki asırdır İslam’sız bir dünya isteniyor

İki asırdır İslam’sız bir dünyanın istendiğini dile getiren Görmez, “Dünya durulmuyor. Dünya sürekli şekilden şekle giriyor. Dünyaya nizam vermek, dizayn etmek isteyenler bir türlü mutmain olmuyor, sürekli farklı bir dünya talebi içinde oluyorlar. İki asırdır İslam’sız bir dünya isteniyor. Yahut ruhu alınmış, Protestanlaşmış, hayata dahil olmayan, hak ve adalet iddiasında olmayan bir İslam isteniyor. Ama maalesef Müslümanların büyük kısmı bunun farkında değil. Bazı Müslümanlar da bu çabaya mezhepçilik saikiyle bizzat kendisi yardımcı oluyor” diye konuştu.

Bugün ümmetin tüm çocukları ateşe doğru gidiyor

İslam ümmetinin bütün çocuklarının ateşe doğru gittiğini ifade eden Görmez, “Bütün İslam mezheplerinde bir kaide vardır. ‘Siz namaza durduğunuz zaman bir çocuk ateşe doğru gidiyorsa namazı bozmanız vaciptir ve orada namaza devam etmeniz caiz değildir.’ Bugün ümmetin tüm çocukları ateşe doğru gidiyor. Biz her birimiz kendi halimize devam edebiliyoruz. Fikri ihtilaflar, düşünce ihtilafları aslında bizim tarihimizde rahmettir. Yasaklanan ‘hilaf’tır, ‘ihtilaf’ değil. Biz ihtilafı hilafa dönüştürdük. Hilafı nizaa dönüştürdük. Niza da şikaka yol açıyor. Şikak, ümmeti iki şakka ayırmaktır. Bugün şikak halini yaşıyoruz. Hadislerde nifakla şikak birlikte geçer. Çünkü şikakın en büyük sebebi nifaktır. Nifakın da en büyük sebebi şikaktır” ifadelerini kullandı.

Biz Müslümanlar vahdet toplantılarını artırdıkça tefrika çoğalıyor

Görmez, içinde bulunduğumuz zamanda alimlere çok büyük görevlerin düştüğünü hatırlatarak, “İran ziyaretim benim umutlarımı çok artırmıştır. İran ziyaretimden üç gün sonra Riyad’a gittim. ‘Vahdet Haftası’nda söylediklerimi Riyad’daki alimlerle de paylaştım. Fakat üzülerek belirteyim, biz Müslümanlar vahdet toplantılarını artırdıkça tefrika çoğalıyor. Usulü metot üzerinde yeniden düşünmemiz lazım. Ulemaya çok büyük görevler düşüyor. Ulema şehrin ve dünyanın tuzudur. Tuz bozulduğu zaman yapılacak bir şey kalmaz. Vahdet yoluna biraz katkıda bulunabilirsek dahi kendimizi bahtiyar kabul edeceğiz” şeklinde konuştu.

Sizin izzetiniz, onurunuz bizim izzetimiz, onurumuzdur

İranlı konuk Başkan Eraki ise kabulünden dolayı Başkan Görmez’e teşekkür ederek, İslam dünyasında birliğin sağlanmasının önemine işaret ederek, “Sizin izzetiniz, onurunuz bizim izzetimiz, onurumuzdur. Türk halkının onuru, İslam’ın onurudur. Allah da sizin milletinizi onurunu artırmaktadır. Allah’tan İslam ümmetinin gönül birliğini sağlamasını diliyorum. Vahdetin sağlanması için ümmetin birliği önemlidir. Şuna inanıyoruz ki, İslam ümmeti arasında bir birlik sağlanırsa dünyanın en büyük gücü İslam ümmetinin olur. Maalesef İslam ümmetinin gücü İslam’ın aleyhine kullanılıyor. İslam ümmetinin birlikteliğini tesisten büyük vecibe olamaz. Bu ziyaretimizle, sizlerin de olumlu bakışlarınızla bu adımı atmayı umuyoruz. Ulema birlikte olur ve beraber yürürse umera da onları takip eder. Umarım ulema arasında vahdeti sağlamayı başarırız. Bu fırsatı sağladığınız için size teşekkür ediyoruz. Sizlere dua ediyoruz” diye konuştu.

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.Org

Kutlu Doğum: Devam mı, fitneye teslim olmak mı?

Kutlu Doğum Haftası ile ilgili olarak bazı fitne odaklarınca çıkarılan yaygaraya değer vermek, arkadan gelecek çok daha büyük problemlerin önünü açacaktır; bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Kutlu Doğum Haftası ile ilgili tartışmalar üzerine Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un yaptığı açıklama, bir taraftan kamuoyunu rahatlatırken, diğer taraftan da zihinlerde bazı tereddüt ve endişelere yol açtı.

Kurtulmuş, açıklamasında “Kutlu Doğum Haftası, Mevlid-i Nebînin bir alternatifi değildir” diyerek, konuyu farklı ve aldatıcı bir şekilde sunma teşebbüslerine karşı, kamuoyunu rahatlatıcı ve doğru bir duruş sergilemiş oldu.

Aynı açıklamanın devamında, Kurtulmuş, konunun Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilmî bir toplantıda ele alınacağını da haber verdi.

Ancak bu ifadenin hemen arkasında, “Kutlu Doğum Haftasının Hicrî takvime göre sabitlenmesi” yönünde bir temennî de yer aldı.

Bu temennî ise, bazı çevreleri, gelecekte yapılacak bir ilmî toplantıya peşin bir karar ısmarlandığı yönünde ümitlendirdi. Söz konusu çevrelere ait yayın organları, haberi zafer çığlıkları arasında duyurdular.

NİÇİN HİCRÎ TAKVİM?

Şimdiye kadar çeşitli vesilelerle açıklandığı gibi, Peygamberimizin (s.a.v.) doğumunu kutlamanın Hicrî takvimle yahut başka bir tarihle hiçbir ilgisi bulunmuyor. “Rabbinin nimetini yâd et” (Duhâ, 93:11) meâlindeki âyetin mânâsı gereğince Resulullah’ın (s.a.v.) doğumunu kutladığımızı hatırlatan ve “Başka hangi İlâhî nimet bundan daha büyük olabilir?” diye soran merhum Muhammed Hamîdullah’ın isabetle işaret ettiği gibi, biz Müslümanlar, üzerimizdeki bu en büyük nimetin şükrünü bir nebze olsun dile getirebilmek ümidiyle, yüzyıllardır pek çok vesilelerle Fahr-i Kâinat Efendimizi anıyor, bu arada onun doğum yıldönümünü de mevlidlerle, duâlarla, salâvatlarla, onun bize öğrettiği ibadetlerle kutluyoruz. Bu konuda tartışacak olanların dikkate alması gereken hususlardan:

Birincisi: Peygamberimizin (s.a.v.) doğumunu Mevlid kandili ile veya başka bir vesileyle kutlamak şeklinde bir gelenek dinin hiçbir kaynağında emredilmiş de değildir, yasaklanmış da değildir.

İkincisi: Bu ümmet, nail olduğu en büyük İlâhî nimeti yad etmek üzere, fıtrî bir şekilde ve ittifakla bir Mevlid kandili geleneğini oluşturmuştur.

Üçüncüsü: Ümmeti bu fıtrî davranışından alıkoymak bugüne kadar hiçbir İslâm âliminin aklının ucundan geçmediği gibi, Peygamberimizi anmayı ve onun doğumunu kutlamayı sadece belirli bir zamana hasrederek başka türlü anma teşebbüslerini buna karşı bir rekabet olarak görmeye ve reddetmeye de dinin hiçbir kaynağında hiçbir gerekçe bulmak mümkün değildir. Bu tür iddiaları haklı gösterecek ifade ve davranışlar, ancak cehaleti ilme, vehimleri hakikate, hurafatı İslâm’ın tertemiz irşad ve hükümlerine tercih etmek anlamına gelir.

FİTNEYİ ÇIKARANLAR KİM?       

Kutlu Doğum Haftası ile ilgili tartışmaları başlatan topluluğun sabıka defteri, birkaç madde ile özetlenemeyecek kadar kalabalık kayıtlardan oluşuyor. Başta “Seâdet-i Ebediyye” olmak üzere, bu topluluğun muhtelif yayınlarının “zihinleri teşviş edici ve okuyanları yanıltıcı mahiyette olduğuna” dair Din İşleri Yüksek Kurulunca ittifakla alınmış kararlar bulunuyor.

İmam-ı Gazalî’nin kitabında tahrifat yapmak ve kendisinden asırlarca sonra yaşamış olan Seyyid Kutub aleyhinde iftiraları İmam Gazalî’nin ağzından bu kitaba ilâve etmek gibi marifetler, yine bu topluluğun sabıka kayıtları arasında.

Millî şairimiz Mehmet Akif başta olmak üzere ümmetin pek çok değerli ismine karşı husumet beslemek ve onlar hakkında şenî’ ithamlarda bulunmak; vakıf mallarını şahıslara peşkeş çekmek için Yahudilere parmak ısırtacak fetvalar uydurmak; on binlerce Müslümanı dolandırmak da yine bu topluluğun alâmet-i farikası haline gelmiş marifetleri arasında yer alıyor.

KARAR NASIL ÇIKACAK?

Başbakan Yardımcı Numan Kurtulmuş’un açıklamalarından, konunun Din İşleri Yüksek Kurulunca karara bağlanacağı anlaşılıyor.

Din İşleri Yüksek Kurulu şimdiye kadarki geleneğine uygun bir şekilde konuyu ilmî bir şekilde karara bağladığı takdirde, zaten devam etmekte olan ve millete mal olmuş bulunan Kutlu Doğum Haftası uygulaması aynı şevkle ve aynı istikametteki olumlu sonuçları vermeye devam edecek şekilde kutlanmaya devam eder.

Eğer konuya sadece ilmî açıdan değil de bazı siyasî rüzgârların tesiri altında yaklaşılıp da bazılarının vehimlerini tatmin edecek bir yol arayışına gidilirse, böyle bir arayış, ilmin ve hakikatin cehalete ve kara propagandaya teslim olması anlamına gelecektir. Hattâ, bir anlamda, bunu mahut topluluğun Diyanet İşleri Başkanlığına evvelce almış olduğu kararları “yedirmek” şeklinde bir algı operasyonunun malzemesi olarak kullanacağından şüphe edilmemelidir.

Ümit Şimşek 

Bir Ümmetin Destanıdır Çanakkale

Yılar önce üniversite de okurken bir okul gezisinde Çanakkale’ye gitmiştim.Savaşın geçtiği yerleri görmek için çok sabırsızlanıyordum.Nihayet Çanakkale’ye vardık.Savaşın yaşandığı yerleri görünce  içimi büyük bir hüzün kapladı.O an kendimi savaşın yaşandığı anlarda hayal etmeye çalıştım. Çanakkale savaşı ölüm kalım savaşıydı.Bu savaş bir milletin değil bir ümmetin savaşıydı. Bu savaş kardeşliğin ve vefanın da en üst düzeyde yaşandığı bir destandı.

Evet bu savaş bir kardeşlik destanıydı.Bu cephede Türk, Arab, Kürt, Boşnak, Arnavut omuz omuza savaştı.Bir çoğu şehit düştü.Bunu şehitliğe vardığımızda daha net bir şekilde görmüştük.

Şehitlikte Urfa, Edirne, Diyarbakır, Şam, Belgrat, Sancak, Yemen ve Osmanlı Devletinin o dönem hakimiyetinde olan bütün memleketlerden şehitler vardı. Bu durum bu savaşın ne kadar önemli bir savaş olduğunu bir milletin değil bir ümmetin savaşı olduğunu gösteriyordu.

Savaşın vahametini anlatan çok ilginç şeylerle karılaştık.Mesela beni en çok etkileyen bir şey vardı. O da müzede gördüğüm  iç içe girmiş kurşunlardı. Bu kurşunların havada birbirine girmesi demek savaşın ne kadar şiddetli olduğunu göstermesi açısından çok önemli bir örnektir.Başka bir örnekte kanlı sırt denen tepeydi. Kanlı sırt denen bu yerde kitabede yazdığına göre o kadar kan akmıştır ki bu tepe de yıllarca ot bitmemiş.Bu örneklere  benzer bir çok değişik örnekler vardı.

Bu savaşın acı bir yönü de  Osmanlı Devleti bu savaşta yetişmiş(eğitimli) insan gücünün büyük bir kısmını kaybetmesidir. Öğretmeni, üniversite hocası, müderrisi, tekke dervişi ve talebesi ile “İrfan Ordusu”nun seçkin temsilcileri Çanakkale’de savaşmış ve vatana olan borçlarını ziyadesiyle ödemişlerdir.

Bunlardan bir örnek olarak Tarihçi İsmail Çolak’ın “Okuldan Çanakkale’ye: Mahşerin İrfan Ordusu” kitabında yer alan “Vefa’lı” Öğretmen Ahmet Rıfkı’yı aktaracağım:

İstanbul Vefa Lisesi’nde, Fransızca Öğretmeni olan Ahmet Rıfkı 30 yaşlarındaydı ve aynı semtte annesiyle beraber oturuyordu. 1915 Mayısında Ahmet Rıfkı, çantası elinde mektepten içeri girdi; fakat koridorlarda ağır bir sessizlik vardı. İlk saat lise birinci sınıflara dersi vardı. Sınıfa girdiğinde öğrenciler kendisini ölü sessizliğiyle karşılamıştı. Çocuklar başlarını öne eğmiş, heykelleşmiş bir vaziyette oturuyorlar; ağızlarını bıçak açmıyordu. Ahmet Rıfkı selam verdiğinde ise ayağa kalkıp cevap bile vermemişlerdi.

Rıfkı Bey, fena halde sarsılmıştı; sebebini öğrenmek için sınıfa yöneldi ve “Rica ediyorum; lütfen biriniz konuşunuz!” dedi. Arka sıralardaki Ömer ayağa kalkıp cevap verdi: “Muallim Bey, mektebimizde eli ayağı tutan ağabeylerimiz Çanakkale’ye gönüllü gittiler. Siz ise, hâlâ buradasınız! Biz de gitmek isteriz ama, yaşımız tutmuyor!”

Muallim Rıfkı, şimdiye kadar hiç düşünmediği bir söze muhatap olmuştu ve ağzından boğuk da olsa şu sözler dökülebilmişti: “Sevgili yavrularım, eğitim ve öğretime daha fazla muhtaç olduğunuz bu devirde sizlere millî ve medenî terbiyeyi veremiyor muyum?” Bunun üzerine ön sırada oturan Avni ayağa kalkıp, hocasını can evinden vuran şöyle bir soru sordu: “Muallim Bey, sevgili İstanbul elden giderse, sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar, söyler misiniz?”

Artık, Ahmet Rıfkı’nın konuşacak hali kalmamıştı; bu soru dermanını kesmişti. Talebelerinden duyduğu sözler, içinde büyük fırtınalar kopartmış; sağanak sağanak ağlatmıştı. Öğrencilerinin sözlerini, kutsal bir muska gibi katlayıp koynuna soktu. Sonunda, mektep idaresine dilekçesini verdi ve öğrencileriyle vedalaşıp okuldan ayrıldı. Evine geldi, annesine durumu anlattı; helâllik dileyip elini öptü ve doğru Harbiye Mektebi ihtiyat zabit namzetleri talimgâhına koştu. Burada aldığı kısa bir eğitimin ardından hemen Çanakkale yollarına düştü.

Düşman 19 Aralık günü, Arı burnu ve Anafartalar’ı gizlice terk etmişti. Ancak düşmanın döşediği mayınlar, bir hayli zayiat verdirmişti. İşte, bunlardan biri de Ahmet Rıfkı’ya isabet etmiş ve şehitlik mertebesine ulaşmıştı. O şimdi, Sarı Bayır’da vatan borcunu ifa etmenin rahatlığıyla huzur içinde yatıyor.

Buna benzer bir çok hikayeyi Çanakkale Savaşını anlatan kitaplarda okuyabiliriz.Çok sayıda eğitimli insanın şehit olması daha sonra yeni Türkiye Cumhuriyetinde yetişmiş insan sıkıntısı yaşanmasına sebep olacaktı.Bu savaşta 250 bin insanımızı  kaybettik.Birkaç misli de sakat kaldı.

Evet Çanakkale bir ümmetin kardeşlik destanıdır.Ümmetin Osmanlı Devletine vefa  borcunu ödemek için sınandığı son imtihanıdır. Ve bu savaşta iman tekniğe meydan okumuştur.Öldü denilen bir Millet küllerinden doğarak sömürgecilere dur demiştir.Dünyanın en güçlü orduları karşısında milletimiz imanın vermiş olduğu ”Ölürsem şehidim kalırsam gaziyim’düşüncesi ile karşı koymuş ve muzaffer olmuştur.

Ya Rabb-el Alemin! (Şiir)

O melun “bana ne” cilik bizleri yakandır,

Milleti perişan ediyor, hayli zamandır,

Bencillikten ötürü, çoğu yerinde sayandır,

Ya Rab, uyuyan milleti Lütfünle uyandır.

 

Çekilsin önümüzden, bu simsiyah perde,

Minare de ki ezan, sokmalı mabedi vecde,

Kusurlu abd, hüşyar gönülle yapmalı secde,

Ya Rab, uyuyan bu halkı, feyzinle uyandır.

 

Kur’an, Mü’minlerin kalbini Nurla doldursun,

İslam satırda değil, onla, gönüller dolsun,

Zerratı cihanda, bu yazı, çok net okunsun,

Ya Rab, bizi dini yaşamak için, uyandır.

 

Müslüman olan, imanın icabını bilsin,

La kayd geçen bütün vaktini, bir anda silsin,

Mücahid olmaya ruhu, pervane kesilsin,

Allah’ım, uyuyan kalpleri hemen uyandır.

 

Asırlarca, çok milele önderdi bu millet,

Geçmişte ki celadeti bize, gene lütfet,

Bir an önce durabilsin, çektiğimiz zillet,

Tarihine yabancı kalanı, sen uyandır.

 

Milletleri nurlatmaya sebep, büyük işler,

Kur’ana feda olma gayretiyle, o genişler,

Lakin nerede bizde, bu kuvvetli sezişler,

Ya Rab, bizi sakın üzme lütfünle uyandır.

 

Rahmetinden kalbimize, nur inmeyecekse,

Feryatları, bir gün yurdumun, dinmeyecekse,

Kara geceler ülkemi ye’se gark edecekse,  

Sen, lütfünle koru, bizi feyzinle uyandır.

 

Kurtar bizi tekrar, küfre dönüş kazasından,

Yıllarca asırlarca, yaşanan kanlı yasından,

Kurtar şehit yurdunu, çekilmez acısından,

Kudretinle yaşat bizi, rüştünle uyandır.

 

Ya Rab, sana teslim olduk, başka yerimiz yok

Bizi çiğneyecek, düşmanların sayıları çok,

Masivanın yardım eline, bizim gözümüz tok,

Ya Rab, Rahim isminle, doyurup bizi kandır.

 

Abdülkadir HAKTANIR

Peygamberimize Ümmet Olmak

Resulüllah (s.a.v.)’e Ümmet Olmak

Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’in bütün Peygamberler arasında en yüksek ve en yüce bir makama sahip olduğu hepimizce bilinmektedir. Bu nedenle de O’nun ümmeti de diğer ümmetlere göre her yönden daha üstün ve daha faziletlidir.

Kur’ân-ı Kerîm’de de, Ümmet-i Muhammed’in sahip olduğu bu üstün vasıflardan bahsedilmektedir. Al-i İmran suresinin 110. Ayetinde “(Ey Ümmet-i Muhammed) Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyilikleri yayar, kötülükleri önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız.” Buyrulmaktadır.

Müfessirlerin ittifakına göre “En hayırlı Ümmet” ayeti, Ümmet-i Muhammed hakkındadır. (Bkz. Taberî, Câmiu’l-beyân, Beyrut, 1995, 3/61-62; Râzî, 3/323-325; Kurtubî, el-Câmi’ li ahkami’l-Kur’ân, Kahire, 1967, 4/171-173; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ân’i’l-azîm, Beyrut, 1993, 1/399.) ve ümmetlerin en hayırlısı, en ideali ve en iyisi olduğunu haber vermektedir. En hayırlı ümmet hitabıyla da öncelikli olarak kastedilenlerin Sahabe olduğunda ittifak vardır.(Kurtubî, 4/171-172; İbn Kesîr, 1/399)

Peygamberimiz (S.A.V.) de şöyle buyurmuştur: “İnsanların en hayırlısı benim çağdaşlarımdır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenler.” (Buhârî, Şehâdât 9; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 208) Bu hitabın sadece Sahabe’ye has olmadığı, bunun yanında bütün ümmeti kapsadığı açıkça görülmektedir. Kısacası en hayırlı ümmet ile Hz. Muhammed (S.A.V.)’den itibaren kıyamete kadar gelecek olan İslâm ümmetinin tamamına hitap edilmektedir.( . İbn Kesîr, 1/399.)

Hz. Muhammed (S.A.V.)’in yukarıda belirtilen Hadis-i Şerifleri’nde, Sahabe-i Kiram’ın hem bu ümmetin hem de bütün insanlığın en hayırlı nesli olduğu vurgulanmaktadır. Hadis-i Şerif’in devamındaki, “Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenler” ifadesi, sahabeden sonraki her neslin, insanların en hayırlı topluluğu olduğunu belirtmektedir.

Yine bu konuda Peygamberimiz (S.A.V.), ümmetinin sonraki nesilleri için de buna benzer övgülerde bulunmuştur: “Beni görüp de bana iman edene ne mutlu. Beni görmediği hâlde bana iman edene yedi defa ne mutlu.” (Ahmed b. Hanbel, 3/71, 155)

“Yaratılmışlar arasında iman bakımından en üstün kimseler, henüz atalarının sülblerinde bulunan, beni görmedikleri hâlde bana iman eden, yazılı bir takım kâğıtlar görüp de onlarda bulunanlar gereğince amel edenlerdir. İşte onlar, iman ehlinin en faziletlileridir.” (Hâkim, Müstedrek, 7/2501)

Şefkat Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.), görmediği hâlde kendisine iman edenlerin kardeşleri olduğunu ve onlarla karşılaşmayı arzuladığını da ifade etmiştir. (Ahmed b. Hanbel, 3/154.) Ayrıca, “Ümmetimin misali yağmura benzer. Onun öncesi mi hayırlıdır, sonrası mı bilinmez” buyurmuştur. (Tirmizî, Emsâl 6)

Cenab-ı Allah (C.C.) Bakara Suresinin 143. Ayetinde: “İşte böylece insanlığa şahitler olmanız, Resulün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıl¬dık.” Gibi övgü, bu ümmete mahsustur. Hacc Suresinin 78. Ayetinde de: “Sizi insanlar içinde bu emanete ehil bulup seçen O’dur.” Buyurmakla da bu ümmetin en hayırlı ümmet olduğunu teyit etmektedir

Bu hayırlı Ümmetin Peygamberi, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)’dır. Madem öyle, gelin bu eşsiz Peygamberin vasıflarına da bir göz atalım: Kendisine peygamberlik gelmeden önce de güzel ahlakın en güzel örneklerini sergileyen Resulüllah Efendimiz (S.A.V.), İslam dinini insanlığa anlatırken de seçkin kişiliği ve güzel ahlakı ile bütün insanlığa örnek olmuştur. Aradan geçen on dört yüzyılda insanlık O’nun ortaya koyduğu güzel ahlak ilkelerini yakalamaya çalışmıştır.

Peygamberimiz (sav)’in hanımı Hz. Ayşe (R.A.) Validemiz, Resulüllah(S.A.V.)’in güzel ahlakını şöyle anlatıyor: “Çirkin söz söylemezdi. Hayâ, terbiye ve nezakete aykırı bir davranışta bulunmazdı. Çarşı ve pazarda yüksek sesle konuşup gürültü çıkarmazdı. Kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Affeder, bağışlardı.” (Ebu Davud)

Hz. Ayşe (R.A.)’in Peygamberimiz (sav)’in ahlakı ile ilgili bir soru üzerine verdiği cevap, O’nun yaşantısının, Kuran ahlakının hayata geçirilmiş şekli olduğunu göstermektedir: “Ey müminlerin annesi Peygamberin ahlakı nasıldı?” Sorusuna: “Resulüllah(s.a.v.)’in ahlakı… Mü’minun suresini okuyabiliyor musun? Bu sureyi onuncu ayetine kadar oku! İşte Allah Resulü(s.a.v.)’in ahlakı böyle idi” diye cevap verdi. (Buhari)

O’nun torunu Hz. Hasan (R.A.)’tan, Resulüllah (S.A.V.)’in vasıflarını dinleyelim:

“Resulüllah Efendimiz (S.A.V.): Yaradılıştan heybetli ve muhteşemdi. Mübarek yüzü, dolunay halindeki ayın parlaklığı gibi nur saçardı. Orta boyludan uzun, ince uzundan kısa idi. Saçları kıvırcık ile düz arası idi; şayet kendiliğinden ikiye ayrılmışlarsa onları başının iki yanına salar, değilse ayırmazlardı. Uzattıkları takdirde saçları kulak yumuşaklarını geçerdi.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in rengi, beyaz ve parlak renkte, yani nurani beyazdı. Alnı açıktı. Kaşları, hilal gibi, gür ve birbirine yakındı. Boynu, gümüş berraklığında idi. Vücudunun bütün azaları birbiri ile uyumlu olup yakışıklı bir yapıya sahipti.

Allah Resulü (S.A.V.)’in alnı geniş olup hilal kaşlıydı, kaşları gürdü. İki kaşı arası açık olup, halis bir gümüş gibi bembeyazdı. Gözleri pek güzel, gözbebekleri simsiyahtı. Kirpikleri uzundu. Gülümsediğinde dişleri çakan şimşek gibi parıldardı. İki dudağı da emsalsiz şekilde güzeldi. Sakalı gürdü. Ne uzun ne kısaydı. Boynunun güneş ve rüzgâr gören kısmı altın alaşımlı gümüş gibi parıldardı. Göğsü genişti, göğsünün düzlüğü aynayı, beyazlığı da ayı andırırdı. Omuzları genişti. Kol ve pazıları irice idi. Avuçları ipekten daha yumuşaktı.”

BU BÜYÜK PEYGAMBER (S.A.V.)’E KİM ÜMMET OLMAK İSTEMEZ Kİ

Böyle bir Peygamber (S.A.V.)’in ümmeti olmak, en büyük saadettir. Çünkü bizden önceki Peygamberler bile, bu ümmetten olmak istemişlerdir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’e biraz benzemek, Allah-u Teâlâ (C.C.)’nün rızasını, sevgisini kazanmaya ve günahların affına sebep olur. Peygamberimiz (S.A.V.)’e benzemek nasıl olur? O’nun getirdiği dine, sünnetine uymak, O’na benzemek olur. Fakat asıl önemli olan, O’nun vazifesine yardımcı olmaktır. Kim bunu yaparsa O’nun sevgilisi olur, O’nun Ümmeti olur.

Bu konuda Üstad Bediüzzaman Hazretleri de şöyle buyurmuştur:

“Evet, bin üç yüz elli senede, her sene üç yüz elli milyon insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbîsi ve akıllarının muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde, es-sebebü ke’l-fâil sırrınca, bütün o ümmetinin işlediği hasenâtın bir misli, sahife-i hasenâtına ilâve edilen ve şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlâhiyenin medarı ve mevcudatın kıymetlerinin teâlîsinin sebebi olan o zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği dakikada “Ümmetî, ümmetî” rivayet-i sahiha ile ve keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes “Nefsî, nefsî” dediği zaman, yine “Ümmetî, ümmetî” diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlıkla, yine şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin etrafında hadsiz asfiya ve evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir âleme gidiyoruz.

İşte o zâtın şefaati altına girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi, sünnet-i seniyyesine ittibâdır.” (Lem’alar – 26. Lem’a)

Evet, bu Ümmet, sahip olduğu dini değerleri itibariyle en hayırlı ümmet olma vasfını her zaman özünde taşımalı, tutum ve davranışlarıyla da hayırlılığını her zaman göstermelidir.

Sahip olduğu özellikleri ihya edip canlandırma mecburiyetinde olduğunun şuurunda olmalıdır.

Bunu gerçekleştirmenin yolu da Kuran’a, Sünnet’e ve altın nesil Sahabe-i Kirama bağlı kalmaktan geçer.

O’NA ÜMMET OLMAK, NE BÜYÜK ŞEREF.

YA RABBİ! BİZİ AHİRETTE, PEYGAMBERİMİZ HZ.MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V.)’E LAYIK ÜMMET OLARAK HAŞRET, VE BİZİ O’NUN ŞEFAATİNDEN MAHRUM ETME!

BİZİ O’NA ÜMMET YAPAN RAHMAN (C.C.)’A HAMDOLSUN, ÂLEMLERE RAHMET OLARAK GÖNDERİLENE DE SALÂT VE SELAM OLSUN!

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org