Etiket arşivi: Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Yaramaz çocuğun ilacı nedir?

Bir kadın vardı. Çocuğuna hiç laf geçiremiyordu. Kadın ne söylese, çocuk onun zıddını yapıyordu. Çocuğun okulu da kötü gidiyordu. Ne derslerini istekli takip ediyor ne de ödevlerini tam yapıyordu.

Annesi kızsa da, dövse de kâr etmedi. Babası odalara kapatıp cezalar yağdırsa da çocukla baş edemedi.

Çaresiz kadın, bir gün çocuğu okula götürürken yol üstünde ‘ayı oynatıcısı’ gördü.

İnsanların merak içinde etrafını sardığı ayı oynatıcısı, tef çalıyor, burnunda halka takılı ayı da zıplaya zıplaya oynuyordu. Kadın durdu, düşündü. Kendi kendine güldü: “Ben bir çocuğu terbiye edemezken adam ayıyı terbiye etmiş!”

Sonra ayı terbiyecisinin yanına yaklaşıp “Ben bir çocuğu terbiye edemedim, sen nasıl oldu da vahşi bir ayıyı terbiye ettin?” diye sordu.

Adam tebessüm etti: “Her işin bir kolayı var, o da bende gizli.”

Kadın, “N’olur bana yardım et. Çocuğumla başım dertte.” diye yalvardı.

Ayı oynatıcısı çocuğa baktı, “Zor değil. Sen bunu bana bir hafta getir, ben onu da söz dinler hâle getiririm.” dedi.

Kadın sevindi.

Çocuğu ayı oynatıcısına götürmeye başladı. Aradan daha birkaç gün geçmesine rağmen çocuktaki eski davranışlar yavaş yavaş düzelmeye başladı. Çocuk artık annesine karşı gelmiyor, itiraz etmiyordu. Bir hafta sonra çocuk tam da kadının istediği kıvama geldi. Kadın çok sevindi. Ayı terbiyecisine bolca dua etti.

Konu komşu bu duruma çok şaşırdı. O söz dinlemeyen asi çocuk gitmiş, yerine sessiz, sakin, akıllı uslu bir çocuk gelmişti. Öğretmeni çocuktaki bu değişikliklerden memnun oldu, kadına tebriklerini iletti.

Ancak çocuktaki bu değişiklik çok uzun sürmedi.

Eskiden olduğu gibi, sinirli, hırslı, öfkeli değildi belki ama bu sefer arkadaşlarının eşyalarını çalmaya, gizli işler yapmaya, göz göre göre yalanlar söylemeye başladı. Öğretmen çocuğun annesini çağırıp “Ne yapacaksınız bilmem ama çocuğunuz bir garip oldu. Artık hırsızlık yapmaya, yalan söylemeye başladı.” dedi. Kadın çok üzüldü. Yana yakıla yine ayı terbiyecisini aradı ama bulamadı. Adam oralardan gitmişti.

Kadının bu çaresiz hâlini gören, güngörmüş bir komşusu, “Üzülme” dedi, “Benim tanıdığım gönlü geniş bir âlim zat var. İstersen bir de ona durumu anlat.”

Kadın razı oldu. Çocuğunu aldı, bu âlim zata götürdü.

O zat, durumu dinledi, “Sen bir hafta bana bu güzel delikanlıyı getir, ben bir bakayım nesi varmış.” dedi.

Kadın razı oldu.

Çocuğu getirip götürmeye başladı. Daha iki görüşmeden sonra adam çok ürktü. Çocuğun annesine dönüp “Sen bu çocuğa ne yaptın! Ben çocukta hayvan siması görüyorum.” dedi.

Kadın şaşırdı, “Ben bir şey yapmadım.” dedi. Sonra hatırlayıp devam etti: “Ama bir zamanlar çok yaramazlık yapıyor diye bir ayı terbiyecisine götürüp çocuğu ona terbiye ettirmiştim.”

Adam çok üzüldü. “Be kadın, hiç hayvan terbiyecisine çocuk terbiye ettirilir mi! Hayvanlar korku ile, insanlar vicdanı ile terbiye olur. Bazen hayvanlar bağırılarak, dövülerek, cezalandırılarak, ayakları yakılarak terbiye olunur. Hâlâ sahibini dinlemiyorsa, karanlık odalara hapsedilip çaresiz bırakılarak terbiye olunur. Bunlar hayvana bile zulüm iken, sen nasıl olur da kendi çocuğunu hayvan terbiye eder gibi terbiye ettirdin?” dedi.

Sonra devam etti: “Hem unutma, çocuğuna laf geçirmek değildir çocuk eğitimi. Çocuğun kalbine girip ona şefkatle tesir edebilmektir asıl olan. Hadi sen al git çocuğunu, önce kendi vicdanını duyarsızlıktan kurtar, sonra da şeker şerbet içirir gibi onu koynuna al, kendini ona ver, sarmaş dolaş ol. Sen kendini ne kadar yumuşatabilir ve ‘kuzum’ diye kendini çocuğuna bırakabilirsen, çocuğun da o kadar yumuşayıp ‘annem’ diye sana kendini bırakır. Onun ilacı ne ayı terbiyecisi ne de benim, sadece sensin.”

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Kötü söz kullanan çocuklara nasıl yaklaşılmalı?

Çocuklar küfür içeren kelimeler, kaba ve çirkin sözler kullandığında ceza verilmeli mi?

Çocuk terbiyesi konusunda aileden aldığı yöntemlerle mücadele eden bir anne belki ceza vererek bu anormal davranıştan vazgeçirmeye çalışabilir çocuğunu. Evet, çocuk ceza aldıktan sonra bu davranıştan vazgeçebilir, fakat ceza bir başka yanlış davranışı tetikler. Bu nedenle, anormal davranış sergileyen çocuklara karşı, mümkün olduğunca akılcı çözümler bulunmalıdır. Ceza bir çözüm değil, bir başka sorunun başlangıcıdır!

Peki kötü söz kullanan çocuklara nasıl yaklaşılmalı? 

1- Öncelikle kötü sözleri nereden edindiğini bulun. 

“Çocuk, istemeden de olsa öğrendiği kötü sözleri acaba nereden duyuyor?”
Bu soru, kötü sözle mücadele etmek için ilk adım olmalıdır. Ebeveyn bir yandan çocuğun net ve düzgün kelimeler kullanmasını teşvik ettiği halde, diğer yandan da çocuk birilerinden argo kelimeleri öğrenmeye devam ediyorsa, ebeveynin çabası boşa gider. Anne-babalar, kötü kelimelerin çıkış yerini bir dedektif gibi takip etmeli ve kaynağının kime dayandığını bulmalıdır. Çocuk öncelikle bu kişiden bir süreliğine uzaklaşmalıdır.

Sonra ikinci adıma geçilir, ikinci adım hikâyeler ile çocuğa farkındalık kazandırma aşamasıdır.

2- Çocuğa anlatılacak olan hikâye, çocuğa mesaj verir.

Gece yatarken çocuğa okunacak olan hikâyenin kahramanı kötü söz söyleyen bir çocuk olarak seçilir. 
Kahraman çocuk, kötü bir söz söylediğinde, annesi bu sözün kötü bir söz olduğunu, bu sözü kullanmanın doğru olmayacağını anlatır. Böylece çocuk kendi kullandığı kelimenin kötü bir söz olduğunu ‘direkt’ değil, ‘indirekt’ olarak öğrenir. Böylece incinmemiş, kendini savunmaya gerek duymamış, kırılmamış olur. Bu durum çocuğun tepkiselleşmesini önleyeceği gibi, aynı zamanda başka yaşamlarda da benzer sözlerin söylenmesinin doğru olmadığını öğrenir. Hikâye ile çocuğa rehberlik yapılırken, asla çocuk ile hikâye kahramanı bütünleştirilip “Sakın sen de bu çocuk gibi yapma!” denmemelidir. Çocuk hikâyede geçen mesajı kendi algısı ile algılamalıdır. Böylece düzeltmeler daha kolay olur.

3- Çocuğun kullandığı çirkin sözlere, alternatif kelimeler öğretilebilir.

Çocuk, kızgınlık anında, üzüntü anında hangi kelimeyi kullanacağını bilirse, argo kelimelere başvurmak zorunda kalmaz. Bu sebeple, çocuk hangi duygu anında hangi argo kelimeyi kullanıyorsa, o duygu anında kullanabileceği alternatif kelimeleri öğrenmelidir. Örneğin, “salak” kelimesini kullandığı bir duygu durumu varsa, bu kelime yerine, “Sana çok kızdım” ifadesi öğretilebilir. “Pis anne, kötü baba” diyorsa, alternatif olarak “Şu an çok üzgünüm,” “Sinirlendim,” diye kendini ifade etmesi öğretilirse, çocuk duygusunu ifade ettiği sözleri bırakmakta zorlanmayacaktır. Ve bu kelimeleri kullanabilmesi için, kelimelerin zaman zaman kullanılarak ona yardımcı olunması gerekir.

Bu yazı “Çocuk Neyi Neden Yapar” kitabından alıntılanmıştır.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuğa İrade Kazandırma ve Tekne Orucu

Çocuk eğitimi, çocuğa zoraki “davranış öğretmek” değil, ona “irade” kazandırabilmektir. Bir başka deyişle çocuğa “iç disiplin” kazandırmaktır.

Bugün anne babaların şikâyet ettikleri birçok sorunun kökeninde, iç disiplin elde edememiş çocukların hâllerini görüyoruz.

“Bu çocuk neden yarım saat oturup da dersini yapamıyor?”

Çünkü bir iç disiplini, iradesi yok ki yarım saat kendisine gücü yetsin de ders yapabilsin.

“Bu çocuk neden kızların peşinden koşup onları rahatsız ediyor?”

Çünkü kendisine gücü yetmiyor, hazlarını kontrol edemiyor, içinde uyanan her duygunun esiri oluyor da ondan.

“Peki, bu çocuk neden namaz kılamıyor?”

Kılamaz, çünkü ruhunun gücü bedenine yetmiyor da ondan.

Örnekleri çoğaltabilirsiniz.

Neden bu çocuk odasını toparlayamıyor?

Neden bu çocuk vaktinde uyanamıyor?

Neden bu çocuk öfkesine hâkim olamıyor?

Çünkü iradesi zayıf da ondan.

    Nedir irade?

Pedagojide irade, çocuğun zorluklara karşı direnebilme gücü elde etmesidir. Kişinin kendisine gücü yetmesidir.

Peki, çocuğa irade nasıl kazandırılır?

Bir çocuğun irade kazanabilmesi, ancak “kendi yapabilmelerine” fırsat verilmiş olması ile mümkündür.

Ve irade zayıflığı da ya anne babası tarafından aşırı korunan ve sevilen çocuklarda veya şiddete maruz kalan çocuklarda görülür.

Neden?

Çünkü aşırı korumacı anne babalar, çocuklarının “kendi yapabilmesine” fırsat vermezler de ondan.

Böylesi anne babalar çocuklarına yemeklerini kendileri yedirir, ayakkabılarını kendileri giydirir, elbiselerini kendileri çıkartırlar… Hâlbuki çocuk, kendisine “yapabilme fırsatı verildiği kadar” güçlü bir iradeye sahip olur.

İşte bu yüzdendir ki Ramazan ayı, çocuklarına irade kazandırmak isteyen anne babalar için bulunmaz bir fırsattır. Zira bu ayda, anne babası oruç tutan neredeyse bütün çocuklar, oruç tutmaya özenirler…

Bu özentiyi bir kazanıma dönüştürmek için, çocukların dayanabildiği kadar oruç tutmalarına izin vermek gerekir…

Çocuklar bütün bir günü oruçlu geçiremez belki ama onlar için “tekne orucu” imkânı sunulabilir…

Çocuğunu “gerçekten” seven anne babalar, çocuklarını “Sen daha küçüksün, büyüdüğünde oruç tutarsın” diyerek aşağılamak yerine, “Demek sen de oruç tutmak istiyorsun” diyerek teşvik etmeli ve ona yol göstermeli.

Bu arada belki “Nedir bu tekne orucu?” diyenler için küçük bir açıklama yapmak gerekirse… Tekne orucu, bir Anadolu geleneğidir. Bütün gün oruç tutamayan çocukların, günün sadece bir bölümünü oruçlu geçirmesine tekne orucu deniyor.

Tekne orucu, bir Anadolu geleneğidir. Bütün gün oruç tutamayan çocukların, günün sadece bir bölümünü oruçlu geçirmesine tekne orucu deniyor.

Tekne orucunda çocuk oruç tutmaya sabah ezanı ile değil, öğle ezanı ile başlıyor. Öğleye kadar yiyip içen çocuk, öğlen ezanını duyduğunda artık yeme ve içme işini bırakıyor. Ta ki anne babası ile birlikte iftar sofrasına oturuncaya kadar kendi kendine bir iç savaşın içine giriyor.

Ve böylece, yıllarca süren bir irade kazanımı eğitiminin ilk adımlarını atıyor…

Daha çocuk yaşta çok susadığı hâlde “kendi iradesi ile” bir bardak suyu “hayır içmeyeceğim” diyerek iç disiplin elde eden çocukların eğer “ahlâk eğitimi” de düzen içinde geçmişse, böylesi çocukların daha güçlü bir ruhsal donanıma sahip oldukları gözlenmektedir.

Bütün bunların yanı sıra, daha ilk çocukluk yıllarında tutulan orucun tadı da sanırım hiçbir şey ile değişilmez.

İtiraf etmeliyim ki ben kendi çocukluk yıllarımda tuttuğum tekne oruçlarının tadını hiçbir orucumda bulamadım.

O çocuksu saflığım ile tuttuğum oruçlarım sanırım en ihlaslı oruçlarımdı.

Kendisine has tuhaf bir lezzet taşıyan tekne oruçlarından çocukların mahrum kalmaması dileğimle…

İyi Ramazanlar…

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Doğanın Özgürleştirici Gücü

Maria Montessori, “Atını hızlı koşturmak için kimileri şeker verir, kimileri kamçı vurur… Ancak ne kadar kamçılanırsa kamçılansın hiçbir at doğada özgür koşan atı geçemez” diyerek doğanın özgürleştirici yanından bahsetmektedir.

Öyle ya ne zaman insan zor bir dönemden geçse, doğaya sığınmak ister… Bir dağ başında yalnız kalmaya, ıssız bucaksız bir denizin kenarında dalgaların sesini dinlemeye ihtiyaç duyar.

Bazen bir kuş sesi, bazen su sesi insana iyi gelir… Bazen bir kedi, bazen bir at, terapist olarak çıkar insanın karşısına…
Tartışmasız iyi edici bir yanı vardır doğanın insan ruhunda…

Çocuk doğa ile bütünleşebildiği kadar ruhen iyidir; kırlarda koşabildiği, yağmurda yürüyebildiği, ayakları toprağa basabildiği kadar…

Peki, doğadan çocuk gelişimi adına nasıl faydalanılabilir?

Doğanın kendine has bir ritmi vardır… ve bu ritmin çocuğun duygusal gelişimine katkı sağlayan bir yanı… Bütün doğa bir orkestra gibi uyum içindedir; “sakin” ve “kararlı”… Rüzgârın uğultusu, yağmurun şırıltısı, arıların vızıltısı, kuşların kanat çırpışı hep bir uyum halindedir… İşte insan da kendisinin bu orkestranın bir parçası olduğunu hissedebildiği kadar “sakin” ve “kararlı”dır…

Örneğin, çam kokulu ağaçların olduğu ormanda çocuğu ile gezen bir baba… kelebeklerin peşinden koşan bir anne… bir yandan temiz havada spor yapmak… terleyip yorulduktan sonra sırt üstü yatıp gözlerini kapatıp; kuşların, kelebeklerin, karıncaların, ağustos böceklerinin sesini dinlemek… bazen de teninde hafif çiseleyen yağmuru duymak…

En iyi terapistten daha güzel fısıldar rüzgâr insanın kulağına… En güçlü hipnozdan daha güçlü değişim yaşatır insana kendini bulutlar üstünde hissetmek… Doğanın iyi edici iksirini doyasıya içerek bu fırsatı kendine tanımalıdır insan.

Örneğin, “kedi” ile yaşamak iyi gelir insana. Tüyleri ile ruhunu yumuşatmak, mırıltısı ile kulağına huzur üfletmek sakinlik verir hiperaktif çocuğa, kendini daha iyi hisseder, duyarlılaşır agresif çocuk, dinginleşir…

Ya da ata binmelidir çocuk, küçücük hali ile dev bir canlıyı yönetmeyi öğrenmelidir ve empatiyi… atın üstünde güçlü olacaktır çocuk, kendini zayıf hissettiği zamanlarda daha emin daha “kararlı”… Veya çocuğun bir çekirgeyi kovalamasına izin vermelidir, peşinden anne babası da koşmalı çekirgenin, kırlarda yatıp yuvarlanmalıdır çocukla birlikte… doğa çocuk gibi sevindirir insanı zira…

Çiçek bahçesinden daha çok iç genişliği veren yer yoktur insana, bunu alabildiğine yaşamalıdır bir anne baba ve çocuğuna da yaşatmalıdır doyasıya…

Köpek almalı bahçede birlikte coşmak için… Köpek koşturmalıdır çocuğu nefes nefese bırakacak kadar… Beyin oksijenle beslenir zira koştukça oksijen solumalıdır çocuk köpeğin peşinde ve özgürlüğünü hissetmelidir… Kendine güveni hissedecektir köpeğe uyum sağlarken…

Veya çiçek koklamalıdır çocuk, derin bir nefes alarak, bütün doğanın kokusunu iliklerine kadar hissedebilmeli… Evrenle bütünleşmelidir kuşların kanat sesini duydukça gökyüzünde… Ve bir güvercinin açlığı ilgilendirmelidir çocuğu, yem aramalıdır sağa sola koşarak… Anne babası uzatmalıdır bir avuç yemi, “hadi ver, onlar uzun zamandır açlar” diyerek empati kurmayı öğretmelidir, doğanın bir parçası üzerinden çocuğa…

Koparmayı değil, dikmeyi öğrenmelidir çocuk, kendisinden on yıllar önce dikilmiş bir ağacın altında gölgelenirken anlatmalıdır babası o ağacın kaç yaşında olduğunu… ve teşekkür etmelidir kendinden öncekilere, kendinden sonrakilerin teşekkür edeceği bir ağaç fidesi almak için çaba harcamalıdır çarşıya pazara çıktığında…

Yağmurdan kardan nefret eden değil, onu özleyen olmalıdır çocuk, doğa sevgisi ile dolu anne babasının yanında… Yakınmayı değil, bütünleşmeyi; savaşmayı değil, barışmayı; boyun eğmeyi değil, kendi olmayı öğrenmelidir doğadan, “bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşcesine” yaşamın nasıl olduğunu görmelidir çocuk seyrettiğinde ağaçları…

Hayvanların kürklerini sırtından sökmeyi ve kendi sırtına giymeyi değil, yaralı bir hayvanı veterinere götürmeyi öğrenmelidir, insan olmanın şartının hayvanlara yardım etmek olduğunu bilmeli… Hayvanları sevmedikçe insanı sevemeyeceği ona anlatılmalıdır… Sadece hayvan sevgisi değil; ağaçları, çiçekleri, yaprakları, toprağı, taşı, ırmağı, yosunu sevmeyi fark etmelidir çocuk… Evrenin bir parçası olduğunu hissetmeli… Zira insan hissedebildiği kadar insandır ve hissedebildiği kadar bağ kurucudur arkadaşına, eşine, dostuna…

Bütün bunlar zor dememeli, çocuğa örnek olmak için çıkartmalı ayakkabıları, çorapları, kırlarda yalınayak yürümeli, etrafta bakan şaşkın gözlere inat… Ve yürümeli yavru ördek gibi çocuklar arkadan… Anne baba olmanın keyfinin doğa ile çıkacağını unutmadan…

Pedagog Dr. Adem Güneş

Duygusal Acı Veren Her Türlü Eylem Şiddettir

“Yeter artık intihar edeceğim, öldüreceğim kendimi”, “Atarım seni aşağıya”, “Seni bohçacılara vereceğim”, “Babandan ayrılacağım, sizi terk edeceğim”… gibi söylemlere, kişinin psikolojisini bozacağı, ağır travmatik hâller yaşatacağı için psikolojik şiddet diyoruz.

Duygusal şiddet ise annenin çocuğuna küsüp “Seni sevmiyorum, bıktım senin yaptıklarından” demesidir ve kişide suçluluk, yetersizlik ve değersizlik gibi üç temel duyguyu uyandırır.

Mesela çocuğa yaptığı hatadan dolayı “Bu kaçıncı yanlışın? Yine beceremedin işte!” demek çocuğa hem suçluluk hem de yetersizlik hissi verir.

Ebeveynlerin sıklıkla başvurdukları “Ben senin yaşındayken okulda çok başarılıydım. Ama sen bir türlü sınavlardan yüksek puan alamıyorsun” tarzındaki büyüklenmeler de duygusal şiddete girer.

Çocuğun herhangi bir konu hakkındaki fikri, duruşu ya da söylemi için ona aşağılayıcı bakış atma, dudak büzme, “of, bıktım senden” deme de değersizlik hissini uyandırır.

Benmerkezci anneler çocuğuna şiddet uygulayanlar kategorisinde ilk sıralarda yer alır.

Çünkü böyle ebeveynler çocuğunun yaşamını da kendi arzusuna uygun şekillendirmeye çalışır, ortak bir paydada buluşmayı asla aklına getirmez.

Her şeyin en iyisini, en doğrusunu bildiğini zanneder. Hayata zihninde tasarladığı kalıplardan bakar ve tek doğrunun ona ait olduğunu sanır. Çocuğunun da okulda başarılı olmasını, ödevlerini vaktinde yapmasını, arkadaşlarıyla çatışmasız bir okul hayatı sürmesini, kardeşini kıskanmamasını ister.

Yaşam içinde herhangi bir sorunla karşılaştığında da alt üst olup resmen çılgına döner ve arkasından hemen şiddet gelir. İçindeki öfke azalıp yok olana kadar şiddetin her türlüsünü dener.

Bu tarz durumlarda ise en çok çocuklar yara alır.

Şiddete maruz kalan çocuklarda ise üç farklı çocukluk hâli görürüz.

Birincisi edilgenliktir. Çocuk ihmal edildikçe ihmal eden kişiye karşı yoğun bağlanma hisseder. Aslında bağlanmayı gerçekleştirmek, ihmal edilmişliğini giderebilmek için kendince çaba harcar. Toplumda “şımarıklık”, “yılışma” diye tabir edilen anlamsız hareketleri sırf ebeveynle yakınlaşmak için yapar. Bazen de onların hoşuna gidecek hâl ve tavırlar içine girer, şirinlik gösterir. Aslında tüm bunlar en acı çocukluk dramıdır.

Anne hâlâ sertliğini koruyorsa bu sefer de evde oradan oraya atlar, bedenine ya da eşyaya zarar verir, bir bardak suyu alıp annesinin yüzüne döker. Bunları yaparken de hep anneye erişmeye, içindeki duygusal ihmali gidermeye çalışır aslında.
Anne zorlamaya, şiddete devam ediyorsa çocuk tüm bu olumsuzluklardan kurtulmak için bu kez de kendisinden ne istenirse onu yapar. Sonuç yine hüsransa içiyle dış dünyasını ayrıştırmaya başlar ve sahte benlik oluşur. Yine evin cici kızı-oğludur ama kardeşine annesinden nefret ettiğini söyler. Kendisi hakkında çocuğunun düşüncelerini öğrenen ebeveyn ise bu sefer de onun yalanını yakalamaya çalışır. “Kardeşine benden bıktığını, nefret ettiğini söylemişsin. Doğru mu?” diyerek çocuğun içini didik didik eder.

Sonuçta çocuğun yapacağı bir şey kalmaz; anneyi duymamaya, onu hissetmemeye başlar ve duyarsızlık evresine girer. Hâsılı şiddete maruz kalan çocuklar adım adım edilgenleşir, sahte benlik oluşturur, sonra da duyarsızlaşır.

En sağlıklı insan “kendi gibi olabilen insandır”. Kendi gibi olmak insani özellikleri taşımak, mizacını bozmadan gelişim sürecini sürdürmek demektir.

O hâlde anne babaların çocuk yetiştirirken en temel sorusu “Fıtratını bozmadan çocuğumu nasıl büyütürüm?” olmalıdır.

Şiddet, ihmal, suiistimal insan fıtratını bozan en temel faktörlerdir.

Şiddet deyince daha çok fiziksel şiddet akla gelir ve dayak yiyen çocuklar hatırlanır. Hâlbuki şiddetin insan fıtratını bozan tarafı duygusal etkisidir. Hiç bir çocuk yediği tokadın acısıyla ağlamaz. Duygu dünyasında hissettiği acı sebebiyle gözyaşlarına boğulur. Zira o an kendini güçsüz, beceriksiz, sevilmeyen, önemsenmeyen, yapayalnız karanlık bir kuyuya atılmış, kimsesiz biri gibi hisseder.

Her fiziksel şiddetin duygusal karşılığı insanın içinde vardır. Mesela dayak atılmayan çocuk aşağılanarak duygusal şiddete maruz kalabilir. Bunu da ebeveynlerin çoğu bilmeden yapar. Çocuk beş yaşındadır. Ona göre konuşur, şakalaşır, zaman zaman enteresan yorumlar yapar. Eğer anne baba ona beş yaş değeri vermiyor; anlattıklarını, önemsediklerini dikkate almıyorsa bu şiddettir.

Annenin kendini çocuğundan esirgemesi de şiddettir. Yahut çocuklar arasında kıyas yapmak, birbirlerini kıskandırmak da aynı etkiye sahiptir. Bu yanlışların hepsi bir araya geldiğinde ise insan fıtratı bozulur.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş