Etiket arşivi: vahdet gazetesi

Kutsalımıza Sahip Çıkalım

Ülkemizde bir şey kutsallaşmışsa sonrasında çok da çaba sarf etmesi beklenmiyor toplumdan. Evlilik kutsal biz de… Anne olmak… Öğretmenlik…

Ama  sorunların tamamını kutsal atfettiğimiz “roller” üzerinden konuşmaya başlıyoruz. Üstelik kutsamak dışında pek de bir şey yapmadığımız bu rolleri çok sevmemiz ve şikayet etmememiz bekleniyor bizden.

Kendimizi sürekli Batı’daki istatistiklerle avutuyoruz.  Onların kötü giden evliliklerinden bahsediyoruz. Ama ne erkekler ne de kadınlar uzmanlara başvurmak dışında sahici adım atıyorlar rolleri için.

Son dönemde okuduğum Batı kaynaklı evlilik ve aile kitaplarında gördüğüm şey, hiç de bizim buradan büyük cümlelerle konuştuğumuz Batı algısı gibi değil mesela. Mutlu evlilikler için, daha iyi çocuklar yetiştirmek için çaba sarfeden, adım atan insanlar görüyorum ben daha çok.

Ailelerini tıpkı bir şirket hassasiyetiyle ciddiye alanları, projeler üretenleri ve bir eğitim silsilesiyle değişenleri okuyorum. Bunu dünyevi kaygılarla yapıyorlar sadece. Peki biz ne yapıyoruz dertleşmek dışında?

Uzun yıllar evli kalanlara evlilik formüllerini sorsak “sevgi, saygı, hoşgörü” klişesinden daha çok ne duyabiliriz? Kaldı ki bunun içinin neyle doldurulduğunu konuşmaktan bahsediyorum daha çok.

Ev, okul ekseninde “kutsanmış” rollerin arasında çocukluklarını yaşamaya çalışıyor yavrularımız da. Her birinin bize benzeyen evlilikleri ya da bize benzeyen ebeveyn yaklaşımları olsun ister miyiz mesela? Anne ya da babasına benzemekten hızla kaçan çocuklar yetiştirebilmeyi başaran“yuvalarımız” gerçek yanıtı da verecektir.

Baba ve anne olmanın hakkını ne derece verebildiğimizi daha çok düşünmemiz gerekmiyor mu, boşanmaların artışını konuşmadan önce? Bir yuvayı kurtarabilmek yerine bozmayı nasıl öğrettik mesela çocuklarımıza? Onların yanında çözemediğimiz problemlerimizle mi?

***

Sadece evlilikler de değil annelik üzerine de aynı kutsiyet üzerinden inşa ettiğimiz bir algımız var. Anne olan için de, annelik hakkında konuşan için de durum aynı üstelik.

Anneler bu kutsiyetle, eleştirilmeyi kabul etmiyorlar, toplumsa bu kutsiyeti toplum içinde görmediği sürece kutsallığı devam etsin istiyor.

Çocukla sokağa çıkılmasın, arabaya binilmesin, misafirliğe gidilmesin, gezilmesin istiyor bu kutsallık. Ama annelik kutsal demeyi hiç ihmal etmeden oluşturuyor tüm bu beklentiyi.

Sürekli mutsuzluk, huzursuzluk ve dışlanmışlık hissettiren kutsallığı ne yapsın peki bizden sonraki kuşak? 
Evliliklerimize ve çocuklarımıza yüklediğimiz anlamlar büyükken, eylemlerimiz sıradan olmaktan öteye gidemiyor ne yazık ki. Pek çoğumuz kaktüs ekip, gül biçmeyi bekliyoruz çabamızın sonunda.

Her alandan bilgi akan yeni dünya düzeninde “biz böyle gördükten” daha fazla şey yapmaya ihtiyacımız var. Üstelik kadim kaynaklara dönsek yeniden, pusulamızı ne denli şaşırdığımızı da fark edeceğiz ama bir türlü atamıyoruz üzerimizdeki ataleti.

Bu genellemelerimin içinde “istisna “olanlar vardır elbette. Zaten ben de onların peşindeyim daha çok. Onlar anlatsın istiyorum evlilikleri ve rollleri için yaptıklarını. “İçinde bulunduğum huzursuzluğa hapsolmadım, adım attım”  desinler.

***

Uzun zamandır projeksiyonunu evliliklere ve çocuklara tutmuş biri olarak, bu konunun yaralarına dair atılacak adımların daha kapsayıcı ve uygulayıcı olmasının çözüm olduğunu düşünüyorum. Okullarda toplumun en küçük yapı taşı diye öğretilen “aile”nin, yıkılan toplum taşının altında kalmadan bu adıma ihtiyacı var çünkü.

Tüm bahanelerden sıyrılıp daha iyisi için kafa yormaya, eyleme geçmeye çalışanlar artmayacaksa kimse aileyi ve anneliği kutsamaya devam etmesin derim.

Ya da kutsallarımıza sahip çıkalım, hem de vakit kaybetmeden…

Tuğba Akbey İnan

Vahdet Gazetesi

Nasıl Hatırlanmak İstersiniz?

Kendime en çok sorduğum sorulardan biri de “Çocuklarım tarafından nasıl hatırlanmak istediğim” sorusudur. Nasip olursa kızlarım da büyüyecekler ve şu anda ne yaşıyorlarsa , “ben çocukken” diye anlatmaya başlayacaklar yetişkinliklerinde. Sesim, sözüm, tavrım, onlara davranış biçimim, hatalar karşısındaki duruşum, diğer insanlarla ilişkim, eşimle olan ilişkim, hepsi bilinçaltı denen kara kutuya hapsolacak ve bir gün tek tek çıkacaklar saklandıkları yerden. İşte o zamanlarda çocuklarım tarafından ya hayırla yâd olunacağım ya da bana benzememek için ellerinden geleni yapacaklar. Elbette benden çok daha ilerde ve iyi bir ebeveynlik anlayışları olsun isterim. Sadece onlar için değil, onlardan sonra gelecek nesiller içinde “hayırlı miraslar” bırakmak demek bu aynı zamanda benim için çünkü.

Belki de kendime sorduğum bu soru ve hissettiğim sorumluluk sebebiyle anne ve babalarını anlatan çocukların hikâyelerini okumaktan büyük lezzet alıyorum. Bir kitaba sığacak hikâyeler bırakmayı, gündelik telaşlarımız, beklentilerimiz yüzünden ıskalıyoruz çoğu zaman pek çoğumuz. Değil bir kitap, bazen güzel bir anı bile bulmakta zorlanıyor pek çok yetişkin kendi geçmişinde. Yani değil bir kitap, tek bir cümle bile bulmakta zorluk çekecek pek çok çocuk gelecekte.

***

Bugünlerde büyük kızıma uyumadan evvel “Çılgın Babam” isminde bir kitabı okuyorum. Birkaç sene önce beğenerek okumuştum ben de kitabı. Bazen yazarla ortak hayatlar paylaşmasanız da, hikâyeleriniz başka yöne doğru aksa da, içinizi sızlatan hatıralar duygularınızı harekete geçiriyor. Benim için Zeynep Cemali’nin yazdığı bu kitap da öyle.

Kitapta, Küçük Zeynep bir gün babasının iş yerine gidiyor. Babasının bir işi çıkıp, uzun zaman gelmeyince, Zeynep çişini tutamıyor ve altına yapıyor. Babasının kendisini böyle görecek olması onu çok utandırıyor. Babası işini bitirip geldiğinde salya sümük ağlayan küçük kızla karşılaşıyor. Kızına üstünü değiştirebileceği şeyler alıp, lavaboya gönderiyor ve üzerini değiştirip, mahcubiyetle başı önde yanına gelen kızının başını kaldırarak

“Yavrum, suyun ve sabunun temizleyeceği hiçbir şey seni utandırmasın” diyor.

O kadar çok tekrar ettim ki bu cümleyi içimde. Ve o kadar çok sevdim ki… Eğer güçlü bir bağ varsa çocuklarla aramızda, tek bir cümlenin bile yitip gitmediğini düşündüm.

Tabi bunun tam tersinin de hafızalardan kaybolmadığını… O baba, “Ne yapıyorsun sen, utanmıyor musun yaptığından” diye bir tokat atsaydı kızının suratına, küçük kızın kalbinde bu hikâyenin nasıl bambaşka bir hale dönüşeceğini düşünün.

***

Bu hikâye bana okuduğum bir röportajda -İsmini hatırlayamıyorum ama- seksen yaşlarındaki bir teyzenin annesini anlattığı cümleleri hatırlatıyor. Diyor ki teyze röportajda annesiyle ilgili;

“Annem o kadar merhametli ve şefkatliydi ki, okuldan çıktıktan sonra gidilebilecek en güzel evin kendi evim olduğunu düşünürdüm.”

“Bu hikâyedeki anne de, merhametsiz ve şefkatsiz olsaydı muhtemelen cümle “Okuldan sonra gidilebilecek en kötü yerin kendi evim olduğunu düşünürdüm” haline dönüşecekti.

Bir olay ve iki farklı davranış hali bile bazen bir hikâyenin başlığını değiştirebiliyor. Saygın ve sevgi dolu bir anne baba olarak anılmakta, merhametsiz ve sevgisiz olarak anılmakta bir tercih nihayetinde. Her tercihin bir bedeli var. Kiminin payına bir kitabın kahramanı olmak düşer, kiminin payına isminin bile anılmasına tahammül edilmeyen olmak…

Bazen yüzlerce çocuk eğitimi kitabı okumaktan daha çok şey öğretir hikâyeler insana. Tek bir cümleyle, bir ömrü, çocukluk anılarını güzelleştirmek mümkün bu sebeple.

Peki siz nasıl bir anne baba olarak hatırlanmak istersiniz çocuklarınız tarafından?

Tuğba Akbey İnan / Vahdet Gazetesi

 

Zeka, Akıl ve Mutluluk Bağlantısı

Doktor genç kız, doktor nişanlısından ayrılma sebebini şöyle anlattı: “Beni doktor olduğum için tercih etti; fakat benden beklentisi hem mesleğimi yapıp hem de bir ev hanımı gibi olmamdı. Bana hiç bir zaman evimize bir yardımcı almayacağımızı çünkü annesinin bugüne kadar evlerine hiç yardımcı almadığını bütün işi annesinin yaptığını kendisinin de eve yardımcı alırsa bunun annesini inciteceğini söylemiş. Annesi her sabah kapıda oğlunun ayakkabılarını çevirir ve onu dua ile uğurlarmış, eşinden de böyle hizmet beklermiş.”

Genç kız da bütün bu beklentileri karşılayamayacağını anlayınca ayrılmış.

Doktor beyin hanımı da kendi ile aynı mesleği yapacak fakat akşam eve gelince o yorgunum diye ayağını uzatıp yatacak karısı da; yemek, bulaşık, çamaşır, ütü, temizlik gibi evin bütün ihtiyaçlarını yapacak ve ayrıca bütün akşam onun etrafında pervane olacak.

zekaŞimdi bu doktor bey, tıp fakültesini başarılı bir şekilde bitirdiğine göre zekasından bir şüphemiz yok fakat belli ki aklı yeterince gelişmemiş. Ev hanımı annenle, akşama kadar dışarıda çalışan bir kadını nasıl kıyaslayabilirsin! İnsan hiç düşünmez mi bu kadın robot mu, akşama kadar dışarıda çalışacak fakat evde de bir ev hanımı gibi her şeye yetişip hiç bir işi aksatmayacak. Git fabrikaya robot siparişi ver! Ev işlerinde düzen istiyorsan bir ev hanımı ile evlen. İnsan bu kadar aklını kullanabilmeli.

Çalışan hanım istiyorsan da ihtiyaç olduğunda yardımcı tutacaksın, yardım edeceksin ve aksayan işleri görmezden geleceksin. Nasıl onun kazancı evin geçimine destek oluyorsa sen de onun işlerine destek olacaksın.

Maalesef ki çok zeki insanlar çok da akıllı olmayabiliyorlar. Akıl düşünme kabiliyetidir. Çocukken düşünme yeteneği geliştirilmeyen kişiler, aklını yeterince kullanmayı öğrenemiyorlar. Doğruyu ve yanlışı ayırt etmek, insanları ve olayları değerlendirip analiz etmek ve ona göre davranabilmek ancak akıl ile mümkündür.

Mesela; akıllı insan kıyas yapmaz.  Her durumu kendi gerçekliği içinde değerlendirir. Baştaki misalden hareketle, çalışan hanımı, ev hanımı ile kıyaslamak yanlış; fakat çalışan hanımla kıyaslamak da yanlış. Hem çalışıp hem de bir ev hanımı gibi her işini yapan hanımlar da var. Onlara bakıp “benim hanım da yapsın” demek çok mantıksız. Zira herkesin taşıyabileceği yük farklıdır. Bekarken ev işi yapmaya alışmış bir hanım, bütün işlerin rahatça üstesinden gelebilecekken, sadece ders çalışmış ya da ailesinin maddi imkanı iyi olduğu için evlerine sürekli yardımcı almaya alışmış birinin ev işlerinde zorlanmamasını beklemek ahmaklık olur.

Yüksek zeka, kişinin mutluluğunun önünde en büyük engel olabiliyor. Kişi zekayı ve başarıyı kendinden bilirse, Allah’ın ikramı olduğunu gözden kaçırırsa kibre düşer. Kibir ise aklın önünde en büyük engeldir. Kişi kibirlendiğinde doğru düşünme yeteneğini kaybeder.

Muhammed İbni Hüseyin: “Az ya da çok insanın kalbine kibir girdiğinde o miktar da aklından noksanlaşır.” demiş.
Kibir, kişiyi bencilleştirir; bencillik de zalimleştirir. Kendini çok değerli gören, başkalarını değersiz görmeye başlar, bu da adalet terazisini bozar.

Hz. Peygamber: “Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zâlimler gürûhuna kaydedilir. Böylece zalimlere verilen ceza ona da verilir.” buyuruyor. Rabbim korusun.

Maalesef günümüz eğitim sistemi zekayı putlaştırıyor. Okulda başarı tamamen not odaklı. Ne kadar bilirsen, ne kadar çok test çözersen, ne kadar başkalarını geride bırakırsan o kadar başarılı sayılıyorsun. Çocukların gençlerin düşünme yetenekleri hiç geliştirilmiyor.  Okul başarısı düşük olan kendini aptal sanıyor; çünkü öyle zannettiriliyor. Oysa öğrencinin zihin başarısı düşük olabilir; fakat merhametli, insanlığı yüksek, akıllı biri olabilir.

Zekaya tapan bir sistemde, kibri köpürtülen ve bireysellik gazı ile benliği putlaştırılan insanların evlilik gibi bencillikten arınarak yürütülebilecek bir sistemi başarı ile götürmelerini beklemek zaten safdillik olur.

Ki dini eğitimler bile, maalesef sadece zihin odaklı ve ezber üzerine. Aklı geliştirme üzerine bir eğitim yok, bilgi yükü var. Bir Kur’an Kursu hocası hanım ile kocası, boşanma aşamasında bana danışmışlardı. Kocanın dini eğitimi yoktu, sadece ibadetlerini yapacak kadar dini bilgi sahibi idi. Erkek aralarındaki problemi şöyle özetlemişti: “Beni cahilsin diye hor görüyor, kendi ilim sahibi olduğunu söylüyor da şeytan da ilim sahibi idi fakat ona bir faydası olmamıştı.” Erkek karısından daha az bilgi sahibi olmasına rağmen, aklını karısından daha iyi kullanıyordu. Ayrıca adam onu ilim sahibiyim diye kandırmamıştı. Her ne olursa olsun evlilik öncesi kabul ettiğin şeyi, sonradan başa kakmak çok ayıp zaten.

Evlilikte mutluluk için, yüksek zekaya değil (normal hayatını sürdürecek kadar zeka yeterlidir)  akla ihtiyaç vardır. Kendi hatalarını görmek, eşini tanımak, onun istek ve beklentilerini göz önünde tutmak, değer verdiğini göstermek, yaşanan tatsızlıklar üzerine düşünüp analiz yapıp kim neye çok sinirlendi bunun sebebini bulup aynı hataları yenilememek, hataları telefi etmeye çalışmak, eşini mutlu edecek şeyleri düşünüp yapmak…

Evlilik hayatında zeka ve tahsil eşe bir övünç sebebi olmamalı. Bir hanım “Eşim bana sürekli “Ben Boğaziçi Üniversitesini bitirdim’ deyip hava atmaya çalışıyor, bu beni çok sinirlendiriyor.” demişti. Kocasının hangi üniversiteyi bitirdiği değil, ne kadar iyi koca olduğu önemli kadın için.

Karı-kocanın zeka, bilgi ya da tahsil yarıştırması evlilik hayatını ciddi olarak zedeliyor. Evlilik bir yarışa, birbirini susturma ve kazanma savaşına dönüyor. Bilgi arttıkça geçinmek zorlaşıyor. Bakıyorsan yüksek tahsil yapmamış olanlar, birbiri ile daha iyi geçiniyor.

Tahsil yükseldikçe kibri yükseltmemek için tevazu elbisesini giymek lazım. Sonuçta bize verilen her şey emanet. Nice zeki insanların sonu akıl hastanesinde bitiyor. Emanet ile övünmek, hava atmak aptallıktan başka bir şey değildir. Şeytan da çok zeki ve bilgili idi fakat çok büyük aptallık etti. Zeki ve aptal olmak hem Allah’ın rahmetini kaybetmeye sebep olur, hem de sevdiklerimizi kaybetmeye sebep olur. 

Sema Maraşlı / Vahdet Gazetesi

Çocuklarımıza Namazı Nasıl Sevdirmeliyiz?

Namaza yetişmek için koşan bir çocuğa Hz.Ömer “Sen daha çocuksun bu kadar telaş etmene gerek yok sen daha küçüksün namaz sana farz değil”demişti, ve çocuk demişti ki:

“Amca, amca! Bu işin büyüğü küçüğü olur mu? Daha dün mahallemizde bir çocuk öldü. Üstelik benden de küçüktü. Ölüm denen gerçeğin büyük küçük ayırdığı yok. En iyisi her yaşta buna hazır olmalı. Hem bu yaşta Namaza alışmazsam, büyüyünce kılmak zor gelebilir.”

Çocuklarımız yedi yaşına girdiği andan itibaren onlara öğretmemiz gereken temel konulardan biri de namaz. Efendimiz (s.a.v) ‘inde yedi yaşından on yaşına kadar olan sürede namaza alıştırmamız hususundaki önerilerini doğru okuyamadığımız için, çocuklarımız ön hazırlığı yapılmamış bir üç yılın ardından bir boşlukla karşılaşabiliyorlar. Oysa ailelerin üzerine bu konuda çokça sorumluluk düşüyor.

Bu konuda anne ve babalara düşen görevler nelerdir? Çocuklarımıza namazı nasıl sevdirmeliyiz? Sorusunun cevabını namaz hususunda ülkemizde çok önemli hizmetleri olan ve “ Çocuklarımıza Namazı Nasıl Sevdirelim”  isminde bir de kitabı olan Ahmet Bulut Hocamıza sorduk;

Efendimiz’ (s. a. v) in çocuklarımız için  7 yaşında tavsiye ettiği namazı, 10  yaşında kılmaya başlamalılar tavsiyesini anne babalar olarak nasıl okumalıyız?

7 yaşı başlama ve alıştırma, 10 yaşına kadar sevdirme ve uygulama ve 10 yaşından sonra kılmazsa ufak çaplı yaptırımlar mesela  kaş çatma, memnuniyetsizliği belli etme şeklinde okumak gerekir.

Öncelikle çocuk yedi yaşına gelince namaz için ön hazırlıklar tamamlanmalı. Taharet öğretilmeli. Daha sonra abdest öğretilmeli. Abdest almayı öğretirken aynı zamanda manevi yönüde öğretilmeli. Abdestten sonra namaz kılarken örtülmesi gereken yerler kızlara ve erkeklere anlatılmalı. Namazda giyecekleri kıyafetler hazırlanmalı. Çocuklara namaza yönelecekleri kıble anlatılmalı. Namazda okuyacakları tesbihler ve bazı sureler öğretilmeli. Çocuk madden ve manen namaz kılmaya başladıktan sonra namaza başlanmalı.

Bu dönemi iyi kullanmak gerekir. Sıkmadan her fırsatta namazı gündemde tutmalı. Hedef daha az hata yapmak olmalı.

On yaşına geldiğinde bir çocuk namazı kendi kılacak kıvama gelebilmeli. Önemli olan bu zamana kadarki süreci iyi değerlendirmek.

Çocuklara namazı nasıl anlatmak gerekir?

Namazı anlatmaya Allah (c.c )’ı ve Peygamber (s.a.v)i doğru anlatarak başlamalı anne ve babalar. Allah’ı korkutarak değil, severek anlatmalı. Nimetleri yaşlarına göre, kavrayacakları şekilde anlatmalıyız. Çocukları “ kalplerin meyvesi, gözlerin nuru” olarak tarif eden Efendimiz’i de çocuklarımıza doğru anlatmalıyız. Onun metoduyla çocuklara yaklaşmalı, namazı anlatmalıyız.

Anne ve baba olarak bu konuda atılacak ilk adım nedir?

Önce bilinçlenmeli anne ve babalar. Çocuklar dünyaya temiz bir fıtratla geliyorlar. Allah’ın emaneti olan çocukları kirleten biziz. Kendi ellerimizle ateşe hazırlıyoruz onları. Bazen ihmalimiz, bazen cahilliğimizi bazen de yanlış merhametimiz buna sebep oluyor.

Çocuklar namaz kılmayı İstemedikleri zamanlarda ne yapılmasını önerirsiniz?

Çocuklar etraflarında beğendiği, sevdiği ilgiyle takip ettiği şahısları taklit ederler. Çocukları böyle insanlarla sıkça bir araya getirmeli. Böylece namaz kılanın sadece kendi anne ve babası olmadığını görmüşler olurlar. Çocuklar için duygu ve düşüncesinin şekillenmesinde arkadaş çevresi çok önemlidir. Sürekli namaz kıl diyen anne ve baba olmaktansa, dostlarından bu konuda destek isteyebilir anne ve babalar. Bunun yanında bizzat yaşayarak örnek olmak çok önemli. Birlikte namaz kılmak, güzel bir çevrede yetiştirmek, takdir etmek, namazları düzenli kılmaya başladığında kutlama yapmak da atılacak önemli adımlardan.

Namaz eğitimi esnasında neleri yapmamalı aileler?

Aileler çocuğun zor zevkleri ile namazı karşı karşıya getirmemeliler.

Çocuğu münafıklığa itecek zorluklar çıkarmamalılar.

Çocuğun yaşı ve birikimine uygun olmayan bilgiyi ve eylemi çocuktan istememeliler.

Çocukların yaşına uygun konuşulmalı. Azarlama haklarının on yaşından sonra olduğunu unutulmasınlar.

Namaz konusunda bir dedektif gibi davranıyor hissi çocuğa verilmemeli

Namaza dair bilgiler tartışma şeklinde verilmemeli.

Bütün bilgileri aynı zamanda çocuğa boca etmek yerine, aralara serpiştirilmiş cümlelerle vermek gerekir.

Namaz kılma telkinleri sırasında, kılmayanların akıbetine dair ayet ve hadisleri örnek vermek yerine, kılanların neler kazanacağı anlatılmalı.

Bu konudaki Genel Tavsiyeler;

Sözü yumuşak söyleyin.

Hitap ederken yavrucuğum diye seslenin.

Sevgi dilini keşfedin ve ona göre yaklaşın

Kolaylaştırın

Müsamahalı ve hoşgörülü olun

Helal gıda ile besleyin

( Çocuk ve namaz hususunda daha çok bilgi elde etmek isteyenler Ahmet Bulut’un Çocuklarımıza Namazı Nasıl Sevdirelim ( Timaş Yayınları) kitabından,www.namazaalistir.com ve www.oncenamaz.com adresinden daha çok bilgi alabileceklerini hatırlatalım. )

Vahdet Gazetesi