Etiket arşivi: vird

Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî

Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî

Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî dahi kâinatı baştan başa nurlandırıyor, zulümat karanlıklarını dağıtıyor.. gafletleri, tabiatları parça parça ediyor. Ehl-i gaflet ve ehl-i dalaletin altında saklanmak istedikleri perdeleri yırtıyor gördüm. Kâinatı, enva’ıyla pamuk gibi hallaç ediyor, taraklar ile tarıyor müşahede ettim. Ehl-i dalaletin boğulduğu en son ve en geniş kâinat perdelerinin arkasında, envâr-ı tevhidi gösteriyor. [1]

Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî Bu 3 Eser bizleri tenevvür etmektedir. Neden ? çünkü bizler ümmiliğimizi kaybetmişiz mataryalist sistemin tezgahından geçerek tabiatperestlerin suyuyla sulanmışız. Okullar ise bu bahsettiğim zeminin bahçesidir. İlk torna tesviye tezhahı hemde.

Ümmi denildiğinde akla ilk gelen okuması yazması olmayan akla geliyor. Ama ümmi lugatta: “Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir. ) * Anaya mensub olan. (Mefhar-i Âlem (A.S.M.) hiç bir mektebde, medresede ve hiçbir beşerden tahsil görmeden, ümmiliğiyle beraber, evvel, âhir ilimlerle mücehhez olması, Âlem-i İslâma, âlemlere ve dünyaya rahmet olması ve Onun bir misli ve benzeri bulunmaması, en büyük mu’cizelerden ve Hak Peygamber olduğuna dair en mühim delillerdendir. )” olarak geçmektedir.

Ümminin enfüsi manasına baktığımızda ise; fıtratı bozulmamış, fıtri olan manasına gelmektedir. Bizler okullarda ise fıtratımızı bozdurduk. Fıtrılik ise özdür, lübdür, kışır değildir. Fıtrata müdahale kışırdır. İnsanı özden alır uzaklaştırır mana aleminden maddeye, nurdan zulmete, nurdan nara.. götürür. Hasaret-i azime ise kışri bir hadisedir. Bizleri şuursuz, basiretsiz bir hale getirmektedir.

Peki ümmiyette dönmek nasıl olur?

Ümmiyete avdet ise; Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî ile olmaktadır. Öze lübbe dönüş ise; Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî ile olmaktadır. Okudukça nurları massederek, hakikatımızı nurlarla mezcederek fıtrata, öze, lübbe dönmektir. Kendini farklı olduğunu bilen farka geliyor farka gelen ise Furkan-ı Hakime Tabi oluyor. Nitekim: “Melikin atiyyelerini, ancak matiyyeleri taşıyabilir. ” Mesnevi-i Nuriye ( 77 ) “ve”.. hayat-ı bâkiyeye yardım eden azlara imdad etmek lâzım gelir. Lem’alar ( 122 )”

Kışırda kalsak ne olur?

.. şeytanlara mel’ab, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma’rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır. Mesnevi-i Nuriye ( 77 ) “.. Yoksa o az dâîleri susturup, çoklara yardım etsen şeytana arkadaş olursun. Lem’alar ( 122 )”

kâinatı baştan başa nurlandıran Nurdan mahrum kalıp, zulümat karanlıklarını dağıtamayız.. gafletleri, tabiatları parça parça edemez gaflet ve dalaletin en koyusuna düçar oluruz. Ehl-i gaflet ve ehl-i dalaletin altında saklanmak istedikleri perdeleri haya, akıl, ruh, sır başta olmak üzere tüm letaifimize sararız. Tüm letaifimiz Kâinatı, enva’ıyla pamuk gibi hallaç olur, taraklar ile taranır bir hale inkılab eder.

Risale-i Nur Dairesinde Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî’nin ehemmiyeti azimdir. OKUMAK Kendine yatırım demektir. Ne kadar çok okursak o kadar kendine yatırım yaparız. Yatırımsız sermayesiz olursak “bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın.

Hem bizim efendimiz kerimdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru afveder. Seni de tayyareye bindirirler. Bir günde mahall-i ikametimize gideriz. Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun. ” Acaba şu adam inad edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefahete sarfetse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?” Sözler ( 20 )

O halde bizler;

Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî ile özümüze dönmeliyiz.

Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî’den hissemiz azim olması temennisiyle…

Ezkar-ı Nuriye hakkında

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 
[1] Kastamonu Lahikası ( 231 – 232 )

Kaynak: Risale Haber

 

www.NurNet.org

Namaz Tesbihatının Sırrı..

Bediüzzaman tarikatların yaygın olduğu bir toplumda farklı bir tarik yol açmıştır. Bediüzzaman kendi tesis etmiş olduğu bu yolun bazı rükün derecesindeki eylemlerine bazı isimlendirmeler vermiştir, bunlardan biri de Tarikat-ı Muhammediye terkibi kelime grubudur. Namaz tesbihatı konusunda Bediüzzaman talebelerinin tenbellik etmemesi gerektiğini belirtir.

Çünkü Bediüzzaman bu tesbihatın seremonik sergilenişini Tarikat-ı Muhammediye diye isimlendirdiği tarikatın bir eylemi olarak isimlendirir. Ne demek tarikatı Muhammediye böyle bir tarikat var mıdır, çünkü tarikatler peygamberimizden, ashaptan sonra ortaya çıkmıştır. Bediüzzaman Nakşi ve Kadiri tarikatları ile alakadardır, kendinin birkaç cihetle nakşi olması yanında Abdülkadir Geylani hazretlerine daha bağlı olduğunu belirtir, ama ilimle uğraşmak tarikatların zikir ve fikir tarzlarından kendini uzak tuttuğunu söyler. Hayatı boyunca hem kendi hem de talebeleri Zat-ı Geylani’nin tasarrufatındadırlar. Onun la-tehaf korkma hitabına göre yaşamıştır. Nasıl Hz Ebubekir’e mağarada Peygamberimiz latehaf demişse, Zat-ı Geylani de Bediüzzaman’a aynı kelimeyi kullanmıştır. Namaz tesbihatını bir hatmeye benzetir.

Hatme tarikatların bir ortak ibadet şeklidir, bir merkezi yönetici etrafındaki halkaya takılanlara birlikte zikrin yollarını gösterir ve birilkte zikrederler. Bediüzzaman namaz tesbihatını da bir hatmeye benzeterek kendi kurduğu tarikatı bu eylemini izah etmiş olur. “Namaz tesbihatının sırrına göre, nasıl ki namazdan sonra tesbih ve zikir ve tehlille bir hatme-i muazzama-i Muhammediye (a.s.m.) ve zikir ve tesbih eden ve rû-yi zemin kadar geniş bir halka-i tahmidat-ı Ahmediye (a.s.m.) dairesine tasavvuran ve niyeten girmek medâr-ı füyuzat olduğu gibi, ben ve biz de, Risale-i Nur’un geniş daire-i dersinde ve halka-i envarında ders alan ve dua eden ve çalışan binler masum lisanların ve mübarek ihtiyarların dualarına ve âmâl-i salihalarına hissedar olmak ve dualarına âmin demek hükmünde olarak, onlarla tayy-ı mekân ederek, hayalen omuz omuza, diz dize bulunmak hayaliyle ve niyetiyle ve tasavvuruyla kendimizi fevkalhad bahtiyar biliyoruz. Hususan ahir ömrümde böyle kıymettar, masum manevi evlatları ve yüzer küçük Abdurrahman’ları bulmak, benim için dünyada bir cennet hayatı hükmüne geçiyor. “Kastamonu 84)

Bediüzzaman aynı minval üzere tesbihatı da Tarikat-ı Muhammediye olarak isimlendirir. Bu bahsi ince mesele olarak telakki eder. Buna sebeb de “bir kardeşin namaz tesbihatı konusunda tenbellik etmesidir.” Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (a.s.m.) ve Velayet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti:

Nasıl ki, risalete inkılâp eden velayet-i Ahmediye (a.s.m.) bütün velayetlerin fevkindedir. Öyle de, o velayetin tarikatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:

Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat namazdan sonra sübhânallah, sübhânallah deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselamın müvacehesinde yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder. O azamet ve ulviyetle sübhânallah, sübhânallah der. Sonra o serzâkirin emr-i manevisiyle, ona ittibaen elhamdü lillâh, elhamdü lillâh dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselam) dairesinde yüz milyon müridlerin elhamdü lillâh, elhamdü lillâh’larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde elhamdü lillâh ile iştirak eder, ve hâkezâ Allahu ekber, Allahu ekber ve duadan sonra lâ ilâhe illâllah, lâ ilâhe illâllah otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissalâtü Vesselam halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında o sabık manayla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselama müteveccih olup “Binlerce salat sana Ya Resullalallah “. der, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.” Kastamonu 72)

Mevlana Halid Hazretleri öldükten sonra bir müridi onun rüyasında görür, şeyh ona kırgın gibi durur, “ Neden efendim” deyince “ ben öldüğüm gün virdi terkettin” der , o da bir daha terketmeyeceği konusunda ona söz verir. Bediüzzaman tesbihatı yukardaki metinde velayeti Ahmediye’nin evradı olarak isimlendirir. Tesbihatı da tarikat-ı Muhammediye olarak isimlendirir, açtığı yolda tesbihat önemlidir, Nur talebesi vasfı bu tesbihata bağlı bir ünvandır.Aynı tarzı bir de hatmeye benzetir. ”Tesbihat-ı salatiyenin çok ehemmiyeti var” der. Bediüzzaman bu hatme ve tesbihat ve virdi namaz gibi büyük değişme ve ihsanların vaktinde yaptırarak aynı anda hatmenin çok geniş dairesini nazara verir. Beş vakitte yapılan tesbihatların bir araya gelmesi ve bütünlüğü ile sair tarikatların zikirlerinden daha fazla bir yoğunluk kazandığı da malumdur.Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu meslek hem gözlem ve tefekküre dayanan ancak çekirdekleri de tarikatlerde bulunan bir fiildir, akabinde de yine tarikatların esaslarını korumuştur. Yani Bediüzzaman daha gelişmiş bir Muhammedi tarikat kurmuştur. Bu metinde onun ıstılahlarına kendi meşrebince yeni yorumlar getirmiştir. Evrad, hatme, zikr vb..

Namazın arkasındaki tesbihatı sair tarikatların evradının fevkinde görür, yani bir tarikat tesis etmiştir ve diğerlerinden farklıdır. Ve mürid kelimesini kullanmakla da Peygamberimizin çevresinde bu ünvanı ihraz ettiklerini belirtir.”hatme-i Ahmediyenin dairesinde yüz milyon mürid” ifadesi bunu gösterir. Peygamberimiz de o zikrin reisidir. Bir kaç kişi ile yapılan hatme değil ona “hatme-i kübra “ der.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org