Etiket arşivi: yerçekimi

“Yerçekimi” kuvveti ve biz

 “-İnsan, hakikate “hakikat” gözüyle bakabilse..” der ve sonra da, derin düşüncelere dalardı babam..

İnsanın hakikate bakışı büyük ekseriyetle, ünsiyet (alışkanlık) sisi ile perdelenmiş haldedir.

Bu gaflet sisini dağıtmak veya bu sisin boşluğunu bulup oradan hakikate doğrudan bakmağa çalışmak, kendisine Allah tarafından akıl ve irade verilmiş her insanın aslî bir vazifesidir. İnsanın, aklını ve iradesini sadece “geçici dünya hayatında nefsinin arzularını karşılamak vasıtası” olarak görmesi büyük bir gaflet; “taklidî imanı” varsa, onu “tahkikî imanı” hale getirmeğe çalışmaması da büyük bir noksanlıktır.

 *  *  * 

İnsan, Bediüzzaman’ın da dediği gibi, “acaba sırf dünya için mi yaratılmıştır ki; aklını, iradesini, enerjisini, zamanını ekseriya dünya işlerine sarf etmekte” ve bunları kendisine Allah tarafından verilişinin asıl maksadına muvafık şekilde kullanabilmekten geri kalmaktadır?

*  *  * 

Buna bir misâl vermek icab ederse; günlük konuşmalarda dünya işlerinde batan-çıkan esnafların durumlarından bahsederken bazen “Dünya yuvarlaktır!” cümlesiyle meseleyi güya hulâsa edip bağlamağa çalışanlar çok olur.

Fakat bu “yuvarlak” (aslında “tam yuvarlak” da değil; biraz basık bir küre şeklinde) ve kendi ekseni etrafındaki devrini bir günde tamamlayacak şekilde (ekvatordaki) hızı saatte 1670 km olarak dönen, güneşin etrafındaki yörüngesinde ise saatte ortalama 107.000 km hızla hareket halinde, yaklaşık 12.800 km çapındaki dünya üzerinde kendisinin nasıl olup da uzayın karanlığına ve -270’C soğuğuna fırlatılmadan yaşayabildiği üzerinde (bu fennî malümatı da bildiği halde) gerektiği gibi hiç düşünmeyen insanların bu hâlleri çok garip değil midir?

Bunu düşündüklerini ve bu meselenin “dünya ile kendi aralarındaki yerçekimi kuvveti” ile açıklanabileceğini söyleyenler, acaba bu meseleyle ilgili böyle bir cevap vermelerinin kâfi olabileceğini mi zannediyorlar? Bahsini ettikleri yerçekimi kuvvetini dünya ile dünyanın üzerindekiler arasına kim koymuştur ve dünyanın şimdiye kadarki 4,54 milyar yıllık ömrü boyunca onu devam ettirmektedir?

Bu “yerçekimi kuvveti” çok artsa, bulunduğumuz yerde çakılıp kalacak kadar ağırlaşabileceğimizi; eğer çok azalsa, karanlık ve -270’C soğukluğundaki uzaya savrulup helak olabileceğimizi düşünmek bize mutlaka çok büyük bir dehşet hissi de verebileceğine göre, bu yerçekimi kuvvetinin 4,54 milyar yıldır mevcudiyetinin devamının ve büyük bir hassasiyetle değerini muhafaza etmesinin bilgisine sahipsek, bunun bizde meydana getirmesi gereken düşüncelerimizdeki gelişme ve imanımızdaki artış bizde var mıdır?

*  *  * 

“Ehl-i dalâlet ve ilhâd (dalâlette olanlar ve dinsizler), mesleklerini muhafaza ve ehl-i imanın intibahlarına (uyanmalarına) mukabele ve mümânaat etmek (mâni olmak) için o derece garip bir temerrüd (inatçılık) ve acîp bir hamakat (ahmaklık) gösteriyorlar ki, insanı insaniyetten pişman eder…

Hâlıkın, ihtiyâr (irade) ve hikmet ile işlenen pek büyük bir fiil-i Rubûbiyetini hiçe indirir. Bazen, gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihetten de hikmeti olan bir hakikate, fennî bir nam takar. Güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti; hikmetsiz, manâsız kaldı.

İşte gel, belâhet ve hamakatın nihayetsiz derecelerine bak ki: Yüz sahife ile tarif edilse ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-ı meçhuleye bir nam takar; malum bir şey gibi ‘Bu budur der.”(Risale-i Nur Külliyâtı, SÖZLER)

*  *  * 

Bizim üzerinde bulunduğumuz yerküresinde yaşayabilmemiz, onun 24 saatlik bir gününde kendi ekseni etrafında (ekvatordaki) hızı saatte 1670 km olan bir hızla onunla birlikte dönerken uzaya savrulmayışımız ve üzerinde çeşitli hayatî hallerimizi yaşayabilmemizde rolü olan “derin ve geniş o hakikat-ı meçhûle”lerden bir tanesi de, yer küresi ile bizim bedenimiz arasındaki “yerçekimi kuvveti”dir.

Âdileştirip, sadece “Bu budur” tarzında, malum bir şey gibi bir nam takılarak “yerçekimi kuvveti” denilmiş olan bu kuvvetin gerçek mahiyeti insanlar tarafından tam olarak bilinememekte; ancak tesirleri ve neticeleri vasıtası ile varlığı ve büyüklük dereceleri fark edilebilmektedir. “Yerçekimi” kuvvetinin mahiyeti, diğer bütün “kuvvet” cinsleri gibi, insanlar için “hakikat-ı meçhûle”dir, derindir ve geniştir.

*  *  * 

Newton, kâinattaki “âdetullah kanunları”ndan biri ve bütün cisimlerin birbirini çekme özelliği ile alâkalı olan “Genel Çekim Kanunu”nun sadece, hangi matematik formülü ile ifade edilebileceğini keşfetmiştir! Dünya ile bizim aramızdaki ve dünya ile dünyadaki diğer canlı ve cansız varlıklar arasındaki “yerçekimi”, bu genel çekimin çeşitli hususî hallerini meydana getirmektedir. Dünyadaki bu “yerçekimi” kendiliğinden ve hiçbir faili olmadan meydana gelmemiştir; onu meydana getiren, icra eden ve devam ettiren vardır; O’nun zatını –biz mahlûk, O ise Hâlık olduğu için- düşünemesek ve bilemesek de  varlığı, birliği ve isimlerinin, sıfatlarının kâinatın büyük kitabındaki tecellîleriyle O’nu tanımalıyız.

“Yerçekimi” konusunda sadece o konudaki bir matematik formülünü keşfetmiş olan Newton adlı fanî insanın adını hatırlayarak ve anarak; “yerçekimi hakikatini” sanki “ezelden beri mevcut, kendiliğinden ortaya çıkmış, kendiliğinden icra oluyormuş” zanneder gibi davranmak, “zulmet derecesinde kesîf bir gaflet ve ünsiyetle idrâkimiz perdelenmiş olmak” değil midir?

*  *  * 

Gece-gündüz, her an üzerimizdeki tesirleri açıkça görülen “yerçekimi”, arzın her yerinde aynı kuvvette de değildir. Arz üzerinde bulunan yerin jeolojik yapısına, deniz seviyesinden yüksekliğine ve enlem dairesine göre onun kuvveti değişir. Bunun sonuçlarından biri olarak, vücut ağırlığımız da bulunduğumuz yere göre –kolaylıkla fark edemeyeceğimiz- biraz farklılık gösterir; kutuplara yaklaştıkça vücut ağırlığımız biraz artar, ekvatora yaklaştıkça biraz azalır.

Burada “fen bilgisi” vermek için değil; “derin ve geniş bir hakikat-ı meçhûle” olarak bunun da âdileştirilmemesi, kâinatın yaratıcısının pek büyük bir fiil-i Rubûbiyetinin hiçe indirilmemesi için“yerçekimi”nin dünyanın muhtelif yerlerinde değişmesinin zahirî sebebine de kısaca işaret edip, hakikî sebebini selîm akılların idrâk, muhakeme ve tefekkürüne havale etmekte fayda vardır. Şöyle ki:

“Yerçekimi”nin yer küresi üzerinde bulunan enlem dairelerine göre farklı oluşunun sebebi, enlem daireleri kutuplardan ekvatora doğru büyüdükçe, bu enlemlerdeki canlı veya cansız tüm cisimlerin dünya kendi ekseni etrafında dönerken açısal hızlarının aynı olmasına rağmen, dolanım hızlarının artması ve “merkezkaç kuvvet” adı verilmiş diğer bir “Âdetullah Kanunu”na göre, ekvatora yakın cisimlerde arzdan dışarıya savrulma kuvvetinin biraz artarak, buna zıt yönde olan yerçekiminin tesirini biraz azaltmasıdır.

Demek ki, “bu sebebler nizamında” dünya başıboş olsa ve şimdikinden daha hızlı olarak kendi ekseni etrafında dönmeye başlasa, gece-gündüz vakitlerinin toplamı olarak günlerin kısalmasından meydana gelebilecek çeşitli aksaklıklardan çok daha mühim bir netice de şu olurdu: Başıboş bir halde hızı artmış olarak dönen bu yerküresi nihayet, arzdan “merkezkaç kuvvet” denilen dışarı savrulma kuvvetinin, “yerçekimi”ne galip gelmesiyle, üzerindekileri uzaya fırlatabilecekti!..

Dünya daha sonra kendi ekseni etrafındaki dönme hızını azaltsa bile, ondan uzaya savrulanlar tekrar geri gelemeyecekti!..

Bu “kıyamet sahnesi” dünyanın 4,54 milyar yıllık şimdiye kadarki geçmişinde meydana gelmemişse; yani dünya başıboş değilse, onun Sâhibi ve Mâliki kimdir? “Büyük kıyamet”te bu dünya, onun Sahibinin ve Mâliki’nin emriyle üzerindekileri “Haşir Meydanı”na döktüğünde; Allah’ın verdiği hayat, akıl ve irade ile onun üzerindeki “hakikî insanlık” imtihanında yapılan telâfisi imkânsız yanlışların ve noksanların hesabının “Mahkeme-i Kübrâ”da nasıl verileceği, “iş, işten geçmeden” henüz o dünya imtihan yerindeyken düşünülerek gereğinin yapılmaya çalışılması icabetmez mi?

*  *  * 

Burada bahsedilen “yerçekimi” misalinde olduğu gibi, kâinattaki derin, geniş, aslı peygamberler ve İlâhî Vahiyle bildirilmiş olanları; onlarla birlikte, “dünyevî ilimlerle bilinenler ve  bilinmeyenler olarak çok sayıdaki hakikatleri” de, Rabbimizi bize bildiren üç büyük küllî muarriften birincisi olan “Kâinatın Büyük Kitabı”nı doğru okumaya çalışıp üzerinde selim akılla düşünerek, Allah’ın inanılmasını bizden istediklerine olan imanın kuvvetlendirilmeğe çalışılması ve o kuvvetli imanla da O’na kulluğun dünyadaki en büyük imtihanını başarabilmek şevkinin, azminin ve gayretinin gösterilmesi icap etmez mi?

Mustafa Nutku

Bir zaman sohbeti

İzafiyet teorisi, hız, kütleçekimi, karadelikler derken, ‘zaman’a dair ilginç bir düşünce yolculuğuna varım diyorsanız, buyrun lütfen…
ALBERT EINSTEIN izafiyet teorisinde, zamanın bazı etkilerle yavaşlayıp hızlanabileceğini veya daha doğru bir deyimle ‘genişleyebileceğini’ anlatır. Zamanı değiştirebilen bu etkilerden birisi hızdır. Yani ben size göre daha hızlı hareket ediyorsam zaman benim için daha yavaş geçer. Ancak hızın zaman üzerindeki tesiri o kadar azdır ki, bunu öyle küçük hız farklarında yakalayamayız. Meselâ, saatte 920 km hızla giden bir uçakta sekiz saat yolculuk eden bir kişi yerdekilere göre zamanı saniyenin milyarda onu kadar bir süre daha kısa yaşamıştır. Bu süre çok küçük olduğundan, yolcu bunu kesinlikle hissedemez. Ancak yolculuğu ışık hızına yakın bir hızda yapsaydı, 8 saat uçtuğunda bunu sadece 48 dakika gibi hissederdi…
İşi biraz büyütürsek, 25 yaşında bir baba 1 yaşındaki oğlu ile vedalaşıp kendi takvimi ve saatine göre 3 yıllığına bir uzay gemisine binip ışık hızına yakın bir hızda seyahat edip geri dönse, kendisi 28 yaşında olur, ancak oğlunu 31 yaşında bulacaktır. Işık hızına yakın hızlarda hareket edildiğinde hareket eden kişi geride bıraktıklarına göre zamanı 10 kat (belki daha da fazla) daha yavaş yaşar. Veya şu şekilde düşünebiliriz: Geride bıraktığı dünyanın zamanı, kendisine göre 10 kat hızlı geçer. Bu yolculuğu yapan kişi gemisinin penceresinden dünyadakileri seyredebilse, onları ileriye sarılan bir video kasetindeki gibi hızlı hareket ediyor halde görür! Bu konu artık bir teori olmaktan da çıkmış, doğruluğu kabul edilmiştir. Kanıt olarak da uzaydan gelen kozmik ışınlardaki bazı parçacıkların dünyaya kadar bozulmadan ulaşabilmesi gösterilmektedir. Çünkü bu parçacıklar dünyada üretildiklerinde çok kısa bir sürede bozulup yok olmaktadır, ama uzayda onbinlerce sene yolculuk ettikleri halde bozulmadan dünyaya ulaşmaktadırlar. Bunun tek açıklaması ise, bu parçacıklar ışık hızında hareket ettiklerinden, zamanın onlar için çok yavaş geçmesidir. Yani onlara belki de birkaç dakika gibi gelen yolculukları aslında dünyadaki bizler için onbinlerce sene sürmektedir.
Buraya kadar zamanı etkileyen faktörlerden biri olan ‘hız’dan bahsettik. Zamanı genişleten ya da yavaşlatan bir diğer etki ise, yerçekimi (kütleçekimi)’dir. Kütleçekimi de hıza benzer şekilde zamanın yavaşlamasına yol açar. Çekim arttıkça, arttığı bölgede zaman daha yavaş geçer. Bunu yavaş yavaş örnekleyerek, size söz verdiğim zamanın hiç olmadığı yere doğru gidelim. Bilindiği gibi, kütleçekimi, kütlenin merkezinden uzaklaştıkça azalır veya buraya yaklaştıkça artar. Yani, dünya için düşünürsek, yükseğe çıktıkça dünya merkezinden uzaklaştığımızdan zaman daha hızlı geçmeye, ama merkeze yaklaştıkça daha yavaş geçmeye başlar. Örneğin, nükleer bir denizaltı ile 6 ay boyunca 300 metre derinlikte dolaşsanız, bu altı ay yüzeydekilere göre saniyenin milyarda beşyüzü kadar bir süre daha yavaşlamış olursunuz; çünkü denizaltı yüzeye göre dünyanın merkezine daha yakındır, yani orada yerçekimi daha fazladır. Ancak yine jet uçağı yolculuğundaki gibi, bu zaman genişlemesi insan tarafından hissedilmeyecek kadar azdır. Bu genişlemeler ancak çok hassas atom saatleri kullanılarak ölçülebiliyor. Denizaltıda bulunan atom saati dışarıda bulunan aynı tip bir saate göre saniyenin milyarda beşyüzü (ya da milyonda yarım saniye) kadar geri kalır. Bu geri kalma olayının sebebi, tamamen denizaltının dünya merkezine daha yakın olmasından kaynaklanan zaman genişlemesi, yani zamanın daha yavaş geçmesidir. Bu etkinin insan tarafından hissedilecek kadar büyümesi için tek çare, dünyayı bırakıp yerçekiminin çok daha büyük olduğu bir yerlere gitmektir.
Bilindiği gibi, büyük yıldızlarda kütleçekimi çok fazladır. Hatta güneşten daha büyük yıldızlar enerjilerini tüketip öldükten sonra çekirdekleri çok küçülür ve nötron yıldızı denilen bir yapıya dönüşürler. Bir nötron yıldızına gidip yerdeki maddeden bir çay kaşığı dolusu alsanız bu madde dünyanın toplam ağırlığından daha ağır gelirdi. Buradaki kütle bu kadar yoğun olunca yerçekimi de inanılmaz boyutlara çıkar. Tipik bir nötron yıldızına gidebildiğimizi ve oradaki yerçekiminin bizi yere yapıştırıp parçalamadığını varsayarsak, buradan dünyaya baktığımızda olayların yüzde 30 civarında daha hızlı geçtiğini görürdük. Yani biz oraya saatimiz 12:00 iken varsak ve saat 15:00’i gösterene kadar otursak, dünyada saatin 16:00 olduğunu görürdük. Tabiî dünya, bizim yaşadığımız bu 3 saat içinde 4 saat yaşadığından, herşeyi yine hızlandırılmış sinema gibi seyrederdik.
Şimdi bir aşama ileri geçelim ve yerçekiminin nötron yıldızından da fazla, hatta sonsuz olduğu bir yapıya gidelim. Hepimiz, karadelik adı verilen oluşumlar hakkında birşeyler duymuşuzdur. Ben detaya girmeyeceğim, ancak şu kadarını söyleyeyim; karadelikler, çok büyük bir kütlenin kendi içinde çöküp çok küçük bir alana sığdığı yapılardır. Büyük yıldızlar yakıtlarını tükettiklerinde içlerindeki madde birbiri içine çöker ve küçük bir alana hapsolur. Güneş ileride karadelik olamayacak kadar küçük bir yıldızdır; ama eğer bir karadelik olabilseydi, yakıtı bittikten sonra bir apartman boyutuna sığacak kadar küçülmüş olurdu. Bu kadar büyük kütleler küçücük alanlara dolduğunda kütleçekimi o kadar büyür ki, bizim sanki ağırlıksız bildiğimiz ışık bile bu çekimden kaçamaz ve bu yüzden cisim ışık yayamaz ve simsiyahtır. Adının karadelik olması da bu yüzdendir. Hatta, buradaki maddenin varlığından bile söz etmek imkânsızdır, çünkü madde sonsuza kadar birbirinin içine çöker. Bir karadeliğin bu denli büyük, yani sonsuz olan yerçekimi gücü zamanı orada durdurur. Yani bizim nötron yıldızındayken bakıp yüzde 30 daha hızlı seyrettiğimiz dünya (ve kâinat) eğer karadelikten bakabilecek olsak, bir anda zamanını tüketir. Zaman kütleçekimi arttıkça yavaşladığına göre, sonsuz kütleçekimi olan yerde zaman duracaktır. Yani, faraza birisi bir karadelikten dünya ve kâinata bakacak olsa dünyanın ve kâinatın sonsuza kadar olan geleceğini görür; yani hızlandırılmış video kasetinin sonuna kadar bir anda seyreder.
Görüldüğü gibi, çok büyük, hatta sonsuz güçlerin bulunduğu bir mekânda zamandan söz edilemiyor. Çünkü, burada zaman durmuştur; hatta, durduğu için, etkisi yoktur. Etkisi olmayan birşeyin varlığından da söz edilemez. Sonsuz güç zamanın ötesinde olmayı sağlar/gerektirir. Rabbimiz sonsuz güç sahibidir. Bu gücün olduğu yerde zamanın kendisi ya da önemi yoktur. Zaman ancak O’nu durduracak gücün olmadığı yerde bulunan ve O’nun yarattığı güçsüz va aciz varlıklar için vardır.
Zamanın olmadığı yerde bulunmanın bir an içinde kâinatın geri kalan kısmının geleceğini, yani istikbalini bize gösterebileceğini anlatmıştık. Bu da, kader dediğimiz, ancak irademizle ilintilendirilen geleceğimizin Rabbimiz katında bilinmesinin normal olduğunu düşündürmesi açısından bize ışık tutabilir. Bir insanın faraza bir karadelikten baktığında sonsuza kadar olan geleceği görmesi nasıl onun bu geleceğe etki etmesi anlamına gelmiyorsa, zamanın yaratıcısı olan Allah’ın sonsuz geleceği biliyor olması da bizi kendi kaderimizin elimiz mahkum tâbi olduğumuz değişmez bir yol olmaktan ziyade, irademizle, yani tercihlerimizle şekillenen geleceğimiz olması noktasında rahatlatıyor.
Bundan sonra yapmamız gereken ise, zamanın etrafımızda ördüğü parmaklıkların ötesindeki güzellikleri hayal edip, bizi onlara kavuşturması için Yaratıcımızın varlığına olan imanımızı güçlü tutmak ve imanın gerektirdiği gibi yaşamak olmalıdır.
Kaynak: Scientific American
Mehmet Akyürek – Zafer Dergisi