Etiket arşivi: yönetici

Şeker dilli bozguncular

İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna gider. Üstelik kalbindekine Allah’ı şahit tutar. Oysa düşmanlıkta o pek yamandır!

Senin yanından ayrıldığında veya iş başına geçtiğinde ise, memlekette fesat çıkarmaya, ürünleri ve nesilleri helâk etmeye koşar. Fakat Allah bozgunculuğu sevmez.

Ona “Allah’tan kork” dendiğinde de kibir ve gururu kabarır ve onu daha çok günaha sürükler. Onu ancak Cehennem paklar. Ne kötü bir yerdir orası!

Bakara Sûresi, 2:204-206

Toplum hayatıyla ilgili olarak Kur’ân’ın bize öğrettikleri o kadar sağlam ve şaşmaz ölçülerdir ki, biz Kur’ân’a hayatımızda lâyık olduğu yeri verir ve onun ölçülerini ciddiyetle benimsersek, hiçbir konuda yaş tahtaya basmayız, kimsenin tuzağına düşmez, kimse tarafından aldatılmayız.

İşte bu ölçülerden birini de Bakara Sûresinin 204-206. âyetleri bir ibret levhası halinde önümüze seriyor.

Bu âyetlerde sıralanan nitelikler herhangi bir kimsede, özellikle yönetici durumundaki birisinde bulunduğu takdirde, ondan nelerin beklenebileceğini bize gösteriyor. Daha da önemlisi, bu niteliklere sahip olan kişileri asla sorumlu mevkilere getirmememiz konusunda bizi uyarıyor.

Bu niteliklerin birincisi, dünya hayatına dair hoş sözlerdir. Kişi güzel ve etkili konuşabilir; ağzından bal damlayabilir. Daha da ötesi, Allah adına yeminler ederek, kalbinde iyi niyetten ve muhabbetten başka birşey taşımadığına Allah’ı şahit tutarak, inandırıcılığını bir kat daha arttırabilir. Ancak, âyet açıkça gösteriyor ki, bu, bir insana inanmak için yeterli sebep değildir. Güzel sözler, etkili konuşmalar, Allah adına edilen yeminler bizi aldatmamalıdır; bütün bunlar temelden yalan olabilir. Nitekim Allah Resulü de bizi, özellikle âhir zamanda görülecek olan koyun postuna bürünmüş, sözleri şekerden tatlı, kalpleri ise kurt kalbi olan kişilere karşı uyarmıştır.[1]

Bir sonraki âyetin başında yer alan ifade, hem “Senin yanından ayrıldığında,” hem de “Bir iş başına geçtiği zaman” şeklinde anlaşılmaya elverişlidir. Her iki anlamda da ciddî bir uyarı vardır:

Gözün, güzel sözüyle seni etkileyen kimsenin üzerinde olsun; yanından ayrıldığında ne yapacağına bak.

Veya: Üzerinde bir sorumluluk yok iken çok güzel sözlerle bir işin ehli olduğuna seni inandırabilir. Fakat işin başına geçtiği, sorumluluk üstlendiği zaman, bir de bakarsın ki, ettiği yeminleri bir tarafa atmış, kalbinde olan şeyi meydana çıkarmıştır. Artık onun ıslaha değil, ifsada koştuğunu görürsün. Bozduğu şey, yaptığından daha fazladır. Yılların birikimleri, nesillerin emek ve ürünleri hebâ olur, gider.

Bu durum, kişilerin sadece sözlerine bakarak, vaadlerine kanarak, yeminlerine aldanarak onlara bir iş teslim edenlerin hazırlıklı olması gereken bir âkıbettir.

Böyle kimseleri öğütle yola getirmeye çalışmanın da bir sonuç vermeyeceğini âyet açıkça gösteriyor. Düşmanlıkla dolu olan ve yalanına Allah’ı şahit gösteren bir kalpte Allah korkusu ne arar? “Allah’tan kork” dendiği zaman, bu söz onda bir korku uyandırmak şöyle dursun, izzetinefsini galeyana getirir, kibrini azdırır.

Bu, çok dikkat çekici ve hiç şaşmayan bir ölçüdür. Bir kimsenin kalbindekini bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmak isterseniz, ona hatâlı olduğu, yahut hatâlı olmasının muhtemel bulunduğu bir konuda “Allah’tan kork” deyin, sonra da tepkisine bakın.

Hakikaten Allah’tan korkanlar böyle sözleri ciddîye alırlar. Allah korkusundan nasibi olmayanlar için ise, bu ancak bir öfke, intikam ve azgınlaşma sebebi olur.

Bu âyet-i kerimelerin çok keskin hatlarla çizdiği ibret tablosunda, asla güvenilmemesi ve bir işin başına geçirilmemesi gereken kimseler tanımlanıyor. “Kimlerdir bunlar?” diye sorulacak olursa, işte özellikleri:

  • Dünya hayatına dair sözleri etkileyicidir.
  • Üstelik sözlerine ve içtenliklerine yemin eder, Allah’ı şahit de gösterebilirler.
  • Sözlerinin aksine, kalpleri düşmanlıkla doludur.
  • İş başına geçtiklerinde ise bozgunculuk yaparlar, zarar ve ziyan verirler.
  • “Allah’tan kork” uyarısı ise onların öfkelerini ve azgınlıklarını arttırmaktan başka bir sonuç vermez.

Bu ölçüler elinde olduktan sonra eğer bir Müslüman hâlâ küçük veya büyük işlerinde aldatılabiliyorsa, artık bunun nedeni, Kur’ân’ın öğüt ve uyarılarına yeterince kulak vermemekten başka birşey değil demektir.

 

ÜMİT ŞİMŞEK

[1] Tirmizî, Zühd: 60.

Üç Tür İdareci Tipi ve Kabul Dili

Yap-Boz deneme tahtasına dönen Milli Eğitim camiasında, eskiden torpil ve Dayının gücüyle yapılan yönetici atamaları, şimdilerde kağıt üzerindeki sınavlarla yapılmaya başlandı. Gerçekçi Yöneticilik ve idarecilik kriterlerine bakılmaksızın yapılan bu atamalar neticesinde; ezberi kuvvetli, insanlar arası ilişkileri sağlıklı olmayan, kendilerini bile idare etmekten aciz idareciler türemeye başladı.

Böylelikle bizim payımıza da, bu yazıyı kaleme alarak, böylesi toplumsal bir yarayı analiz etmek ve sorunun asıl kaynağını teşkil eden idareci ve yöneticilerimize tavsiyelerde bulunmak düştü.

……….

Önce iletişim…

Çoğu insanlarda mükemmellik saplantısı vardır. Kendileri mükemmel olmadıkları halde, idarelerindeki ve sorumluluklarındaki insanların her konuda mükemmel olmalarını isterler.

İnsan 100 kapılı bir saraya benzer. 99’u kapalı olsa, bir tanesi açık olsa; o saraya girilemeyeceği söylenemez.

Her insanın onu kazanacak bir tarafı vardır. Yeter ki sağlıklı bir iletişim kursun.

İnsanları sorunların bir parçası olarak görürsek; sorun olur. Çözümün bir parçası olarak düşünürsek sorunların çözümünde o insanları da kendi safımıza almış oluruz.

Bir çocuk ne kadar serseride olsa anne ve baba; çocuklarından sevgi ve şefkatlerini esirgeyemezler.

Bir baba ne kadar haksız da olsa, çocuk babasına karşı saygısızlık yapamaz.

Bütün bu genel geçer kaidelere binaen, İdareci ve Yöneticilerin sahip olması ve uygulamada yaşaması gereken, görevlerinden kaynaklanan bazı vasıfları şöylece özetleyebiliriz:

Öğretmenlerini, evvela birer insan oldukları için olduğu gibi kabul etmek.

Raiyetinde(emri altında), muhalifiyle taraftarıyla bütün personelini kucaklamak zorundadır. Onları riayetinden hariç göremez onları dışlayamaz.

Emri altındaki personellerine, bilerek veya bilmeyerek yaptıkları hatalarından dolayı kin ve nefret beslemek suretiyle dışlayıp cezalandırarak, sevgi ve şefkatini esirgeyemez.

Öğüt vermek, çözüm ve öneri getirmek.

Nasıl yapacağını göstermek, her fırsatta mantıklı düşünceler önermek.

Sorunları gerçekçi yaklaşımlarla Yorumlamak, analiz etmek ve teşhis koymak.

Güven vermek, ümitlendirmek ve cesaretlendirmek.

……….

Kabul dili ve üç tür idareci…

Yapılan araştırmalar, edindiğimiz tecrübeler ve yaptığımız gözlemler neticesinde eğitime bakış açıları, insani ilişkileri ve yöneticilik uygulamalarına göre üç tür idareci tipi vardır.

1.Kazananlar(..!)

Bu gruptaki idareciler; sorumluluklarındaki insanlar üzerinde güç ve otoritelerini kullanarak her konuda haklı olduklarını savunurlar.

Kurallar ve sınırlar koymaya, kısıtlamaya, emir vermeye alışıktırlar. İdarelerindeki insanlarında bunlara uymak zorunda olduklarına inanırlar.

Uymadıklarında ise; sevgi ve şefkatlerini esirgeyerek, baskı yaparak, haklarını kısıtlayarak, ceza vererek onları hizaya getirmeye çalışırlar.

Aralarında bir anlaşmazlık ve çatışma çıktığında ise daima kazanan taraf kendileri olacak şekilde çözüm üretirler.

Tutum ve davranışlarını savunurken şöyle derler; “Eğitim sisteminin bozuk işlemesinin ve çocukların bu kadar kötü hale gelmesinin tek sebebi öğretmenlerdir.”

Eğitim-öğretim faaliyetlerini idare ederken suçlayıcı ve korkutucu bir yaklaşım içindedirler. “Derse geç gelirsen, sarı zarfı alırsın.”

Böylesine korkuya ve olumsuz bakışa dayalı bir eğitim öğretim ortamında, öğretmenlerin ve de dolayısıyla öğrencilerin korkak, endişeli ve kendilerine güvensiz olmaları gayet normaldir.

2.Kaybedenler

Bu gruptaki idareciler, öğretmenlerin her istediğini yerine getirir.

Gereğinden fazla özgürlük vardır. Sınır ve kural koymaktan kaçınırlar.

Bunu yaparken de baskıcı ve otoriter eğitimin ruh sağlığına aykırı olduğunu düşünerek, sorumsuz, sorumluluktan kaçan bir idareci portresi çizer ve dengeyi kaybederler.

3.Arada Kalanlar

Bu gruptaki idareciler “otoriterlik” ve “serbestlik” yöntemlerinden hangisini uygulayacaklarına karar veremez, duruma göre sert veya yumuşak davranışlar arasında gidip gelerek; insanlara güven vermemekle birlikte, her an ne yapacağı belli olmayan, dengesiz bir idareci portresi çizerler.

***

Yukarıda bahsettiğimiz bu üç tür eğitim yaklaşımında da; idareciler, sorumluluklarındaki insanları eğitirken, iletişim kurarken; hatalı tutum ve davranış sergiledikleri için, niyet ve beklentilerinin tam tersi sonuç almaktadırlar ve almaya devam edeceklerdir.

Kabul Dili

Etkili ve yararlı bir eğitim ortamının oluşturulması, sağlıklı bir iletişim zeminin meydana getirilmesi için; sahip olunması gereken en önemli becerilerden biri “Kabul Dili”dir.

Personelimizi olduğu gibi kabul etmek, bize bir şey anlattığı sırada akıl vermeden, yargılamadan, eleştirmeden, dikkatlice dinlemek ve onu dinlediğimizi söz ve davranışlarımızla geri dönütler vermek suretiyle belli etmek; personel ile olan ilişkilerimizin olumlu bir sürece girmesi açısından önem kabul dilini kullanmakla mümkündür.

İnsanların olduğu gibi kabul edilmesi çok önemlidir. Her hangi bir ilişkide kabul edilen Personel; kişiliğini ve kabiliyetlerini olumlu yönde geliştirme fırsatı bulur.

Öğretmen etkin bir şekilde dinlenerek kabul edildiğinde, en başta yapıcı ve olumlu bir havada nasıl konuşulacağını öğrenirler.

Kabul dili sayesinde Personel kendini iyi hisseder. Konuşmaya cesaret eder, duygularını daha rahat açıklar ve en önemlisi kendilerine olan güvenleri artar.

Kabul Sözlük” yada “hayır” dili kullanıldığı zaman, personelde yetersizlik ve suçluluk hissi uyanır. Duygularını açıkça dile getiremezler ve bunun sonucunda sosyal hobi oluşur.

Unutulmamalıdır ki, gerçek sevginin gereği de, personelleri olduğu gibi kabul etmektir.

Kabul dilinin en önemli boyutlarından biri, paylaşmaktır. İnsanı mutlu eden, dertlerini azaltan, varlığından mutluluk duyuran paylaşma eylemi, karşımızdakini öncelikli kabul etmekten geçer.

Hiç düşündünüz mü, neden bazı insanlarla beraber olmak bize sıkıntı verir. Çünkü onlarla paylaşacak fazla hiçbir şeyimiz yoktur da ondan.

Herhangi birisinin tipimizi, davranışlarımızı ve görüşlerimizi beğenmediğini, yani bizi olduğumuz gibi kabul etmediğini hissettiğimiz zaman, onunla birlikte olmayı, birlikte çalışmayı haliyle istemeyiz.

Neden bazı insanlarla beraber olmaktan zevk alırız? Neden çekinmeyerek onlara sırrımızı açabilir, içimizi dökebiliriz.

Çünkü; bizi olduğumuz gibi kabul eder, değiştirmeye çalışmazlar. İyi bir dinleyicidirler. Bizi dinlerken akıl vermeye kalkmaz, eleştirmez, suçlamazlar. Onlarla konuştuktan sonra kendimizi rahatlamış hissederiz.

Peki Yanlış davranışlar kabul edilmeli mi?

Bütün bu anlatılanlardan sonra akla şöyle bir soru gelebilir. “Öğretmenlerin yanlış davranışları karşısında ne yapacağız? Bu davranışlarını da olduğu gibi kabul etmek mi gerekir?”

İnsanlar; toplum içinde yeni bir rol üstlenip, statütüsünden kaynaklı makamı yükselince, nedense her şeyden önce “insan” olduklarını unutarak tuhaflaşırlar.

Bu tuhaflaşmayı, bulundukları makamın getirdiği bir sorumluluk zannederler. Her insan gibi duygularının, kusurlarının ve yaratılıştan gelen kişisel eksiklikleri olabileceğini unuturlar.

İyi bir idareci olmak için kızgınlıklarını, hatalarını, bilgisizliklerini gizleme gereği duyarlar. Personellerine iyi örnek olmak için kendilerini daima tutarlı olmak ve hep iyi şeyler yapmak zorunda hissederler.

İdarecilerimizin iyi niyet damgası taşıyan bu alkışlamaya değer davranışları; ne yazık ki personeller üzerinde çok az etki yapar. Çünkü personel her şeyden önce insan olarak iyi bir gözlemcidirler. Hep iyi ve kusursuz görünmek için müdürlerinin kendilerini ne kadar zorladıklarını fark ederler.

Gerçek olan şudur ki; Öğretmenler, amirlerini insan olarak istiyorlar, melek olarak değil veya başlarında kin kusan bir zebani olarak hiç değil… Hatasıyla, sevabıyla amirlerini oldukları gibi görmek istiyorlar. Davranışlarında şefkatli olmalıdır, çünkü hiç kimse mükemmel değildir. İnsan bazen sinirlerine hâkim olamaz, gereğinden fazla sert davranabilir, hatta kin dahi duyabilir.

Burada kritik olan nokta, personelimize davranışımızın gerekçesini açıklayıp, açıklayamadığınızdır. Eğer davranışımız gerekçesini nazikâne, nezihine ve kavli leyine(yumuşak ve tatlı bir dille) açıklarsak, personelimiz bize anlayış gösterecek ve böylelikle duyguları incitmeyecektir.

Hem de o personelinizin aynı hatayı yapma olasılığı kalmamakla birlikte, onu da kazanmış oluruz.

Her eve kapısından girilir. Her evin bir de kapısı vardır ve her evin bir kilidi vardır.

Müdür; Eğitim öğretim ortamında, öğretmenler arasındaki koordineyi sağlar.

Bütün personellerine sevgi ve şefkat konusunda eşit mesafe dedir.

Hiçbir öğretmenini kendi riayetinden hariç düşünemez, dışlayamaz.

Zira Maneviyattan yoksun bir eğitim sisteminin meyvesi olan başta öğretmenlerimizin ve diğer personellerin her şeyde önce manevi bir motivasyona ihtiyaçları vardır.

Hasan Tayfur

Erkekler Kadınlar Üzerinde Yönetici ve Koruyucudur

Kur’an-ı Kerîm’in bazı âyetlerinden utanıyor muyuz? Dilimizle itiraf etmesek de gönlümüz kabul etmiyor mu? Âyetleri yeterince modern görmüyor muyuz? Aman konuşmayalım, üstünü örtelim, kimse duymasın mı diyoruz? Yaradan’dan daha çağdaş olmaya mı çalışıyoruz?

Mademki mü’miniz, mademki müslümanız (teslim olmuşuz) o halde neden kaçıyoruz Allah’ın âyetlerinden.

Kadın\ Erkek konusunu konuşurken Yaradan’ın yol göstericiliğini nasıl göz ardı ederiz?

Ben tefsir konusunda uzman birisi değilim, size tefsir yapacak değilim. Aile üzerine çalışan biri olarak güvenilir kaynaklardan alacağım meal ve tefsirler ışığında konuyu konuşalım istiyorum.

İşte o kaçmaya çalıştığımız âyetlerden birisi: Nisâ Sûresi, yani Kadın Sûresi, 34. Ayeti kerime. Aile hayatı ile ilgili çok önemli bir âyet.

Nisâ Sûresi 34. Âyeti Kerîme “Erkekler kadınlar üzerine kavvamdır.” (yönetici ve koruyucudur) diye başlıyor.

“Kavvam” kelimesi “Kayyum” kelimesinin çoğulu. Hem yönetici hem de koruyucu anlamına geliyor.

“Erkekler kadınlar üzerine yönetici ve koruyucudurlar.”

Ailede bir yöneticiye ihtiyaç var mıdır? Kesinlikle vardır. Aile toplumun en küçük kurumudur ve her kurumda bir idareci olmak zorundadır. Bu idareci ya kadın ya erkek olacaktır. Allah (c.c) ailede yöneticilik görevini erkeğe vermiş. Elbette Rabbimiz her şeyi en iyi bilendir.

Kadın ve erkek ikisi de evde yönetici olamaz. Nasıl memlekette bir başbakan, her belediye de bir belediye başkanı, her kurumda bir genel müdür varsa ailenin de genel müdürü, idarecisi erkektir. İki idareci daha iyi olsaydı herhalde devletin en önemli kurumlarından bunu esirgemezlerdi. Peygamberimiz (s.a) “Üç kişi yola çıksa birini reis seçin.” buyuruyor. Şu uzun hayat yolculuğunu da idarecisiz götürmek zaten mümkün değil.

Erkeklerin doğuştan getirdiği özellikler “güç, iddia ve başarı“dır. Erkekler liderlik için gerekli olan vasıflarla yaratılmışlardır. Beyinlerinin sol tarafını daha çok kullandıkları için kadınlara göre çok daha gerçekçidirler. Kadınlar karar alırken, duygularını kararlarına fazlası ile katarlar.

Modern olmanın ölçüsü haline getirilen eşitlik iddiaları yüzünden, kadınlar, erkeklerin evde yönetici olmalarını kabul etmez oldular. Erkekler; vatanı, kadınları, çocukları korusun, kimsenin buna bir itirazı yok. Neden itiraz eden yok? Kadın haklarını savununlar mademki eşitlik iddiasındalar, şöyle demeleri gerekmez mi? “Askere, savaşa erkekler gidiyor, yaralanıyorlar, sakat kalıyorlar, ölüyorlar, burada bir eşitsizlik var. Biz kadınlar da savaşa gidelim erkeklerden geride kalmayalım.”

“Erkekler bizi korusun ama yönetmesin.” Oysa mesuliyeti alan idareyi de alır. Sorumluluk varsa yetki de olmak zorundadır.

Âyetin devamında Rabbimiz erkeklerin ailede neden “kavvam” olduklarını açıklıyor: “Bu da Allah’ın kimini kimine üstün kılması ve bir de erkeklerin mallarından sarf etmeleri sebebi iledir“.

Üstünlük kelimesi bu âyetin mealinde tek başına yetersiz kalmaktadır. Burada bahsedilen Allah katındaki üstünlük değildir. Allah(c.c) Hucurât Sûresi 13. âyette “Allah katında üstünlük ancak takva iledir.” buyuruyor. Takva Allah’ın emir, yasak ve tavsiyelerine gösterdiğimiz titizlik ölçüsüdür. Ve takvada cins farklılığından bahsedilemez. Kur’an-ı Kerim’de kadın ve erkeğin farklı noktalarda üstünlüklerinden bahsedilebilir. Geçen haftaki yazımda bu konu ile ilgili âyeti kerîmeyi yazmıştım.

Erkeklerin kadınlara olan üstünlüğü ailede söz hakkı üstünlüğüdür. Yönetici olmanın getirdiği statü üstünlüğüdür.

Yetki, sorumluluğu getirir. Erkekler; aileden, karısından, çocuklarından sorumludur. Yöneticilik erkek için ağır bir sorumluluktur. Erkekler yöneticilik görevlerini en doğru şekilde yerine getirmek için gayret içinde olmalıdırlar.

Kadın da erkeğin ailede reis olduğunu kabul etmeli ve gereken saygıyı göstermelidir. Mutlu bir evlilikte en önemli şey sevgi-saygı dengesidir. Kadın, erkeğe gerekli olan saygıyı gösterirse erkekten sevgi alabilir. Saygı görmeyen bir erkek, kadından sevgisini esirger.

Kız çocukları ve erkek çocukları farklılıkları üzerine yapılan bir araştırmada çıkan sonuca göre: “Kız çocukları sevgiye önem veriyor, erkek çocukları saygıya önem veriyor.” Biz bütün çocuklar sevgi ister zannediyoruz. Oysa erkek çocukları saygıya daha çok değer veriyor. Saygı isteği erkekliğin temelinde var.

Milyonların izlediği televizyon dizilerine baktığınız zaman erkeklere yapılmayan hakaret yok. Hayvan isimlerinden tutun, her türlü ağır söz, erkeklere söyleniyor. O hakaretler kadınlara yapılsa kadın dernekleri ortalığı ayağa kaldırırlar.

Dizilerde erkekler rol icabı ağır hakaretlere ses çıkarmıyorlar; hatta biraz sonra o kadınla muhabbet ediyorlar. Bunları izleyen hanımlar da dizilerden duydukları kelimeleri kocalarına kullanıyorlar ve tepki gördüklerinde kendilerine değil kocalarına kızıyorlar.”Ne var şimdi söylediğim sözde” diye bir de şikayet ediyorlar.

Erkeğe saygı, ailede çocuk eğitimi için de çok gereklidir. Çocukların tatlı-sert bir baba otoritesine ve anne sevgisine ihtiyaçları vardır. Kadın kocasını saymazsa çocuklar hiç saymazlar. Günümüzde çocuklarla çok sorun yaşıyoruz. Çünkü evde erkek otorite olamıyor. Buna çoğu zaman beyni eşitlik iddiası ile zehirlenmiş kadınlar izin vermiyor.

Kadınlar, eşit olalım derken, çoğu zaman otoriteyi kendi ellerine alıyorlar, farkında değiller. Otorite kadına değil, erkeğe yakışan bir şeydir. İş yerlerinde yapılan araştırmalarda çalışan kadınların çoğu, kadın yönetici istemiyorlar, erkek yöneticiyi tercih ediyorlar. Kadın yöneticilerin otoriteyi sağlamak için erkekleşmeleri gerekiyor; fakat bu da fıtratta çatışmaya sebep olduğundan tam olarak yapamıyorlar. Bu durum iş yerinde çalışanlara ve yönetici kadınların aile hayatlarına olumsuz yansıyor.

Dünya atasözlerinin derlendiği bir kitaptan konu ile ilgili not aldığım bir kaç atasözü var.

“Mutlu evlilik, erkeğin baş, kadının kalp olduğu evliliktir.” (Portekizce)

“Kadın pantolonun bir bacağını istiyorsa, pantolonun iki bacağı da gitmiş demektir.” (Frizce)

“Bir kadın kendi eteğiyle, kocasının pantolonunu, ayırt edebiliyorsa akıllıdır.”(İskoçça, Britanya)

Günümüzde özellikle okumuş dindar kadınlar, ailede erkek otoritesini kabul etmekte zorlanıyorlar. Eğitimli oldukları için erkeğin kendilerine saygı duymasını bekliyorlar, kendiler gerekli saygıyı göstermeden.

Evde, işte, kısacası hayatta eşitlik diye bir şey mümkün değildir. Bunu artık anlamak lazım. Eşitlik iddiası komünist bir söylemdir aslında. Komünizmde zengini fakire eşitleyelim diye uğraştılar yapamadılar. Feminizm de kadını erkeği eşitlemeye çalışıyor. İkisi de yaratılışa aykırı olduğu için yapılması mümkün değildir. Komünizm çöktü, darısı feminizmin başına.

Erkeklerin “kavvam” olmasının ikinci sebebini de Allah(c.c) “Mallarını harcamaları sebebi iledir.” buyuruyor. Kadın çalışıp aileye maddi katkı sağlasa da hem erkeğin kazancının da kullanılmasından hem de âyetin bir öncesinde açıklandığı gibi, erkeğin, kadın üzerinde söz hakkı üstünlüğüne sahip olmasından dolayı, ailenin reisi yine erkektir. Rabbimiz görevlendirmiş.

Erkekler, kadınların canını, namusunu korumak ve ailenin ihtiyaçlarını görmekle saygı ve hürmeti hak ederler. Bu hakkı erkeğe vermemek ve bunun gereği olan saygı ve hürmeti göstermemek çok büyük haksızlık ve nankörlüktür.

Bu âyeti kerîme için tek yazı yeterli olmayacak, birkaç yazı devam edeceğim inşallah. Sizlerin de yorumlarla katkılarınızı bekliyorum.

Sema Maraşlı – Haber 7

İşgal Ettiği Makamın Uhrevi Sorumluluğunu Düşünmeyenler

İslam’ın sorumluluk sahibi halifesi Hz. Ömer Efendimiz’e son anlarında çevresindekiler tekliflerini şöyle yaparlar:

-Yerinize oğlunuz Abdullah‘ı tayin etseniz de sizden sonra o halifemiz olsa?

Bugünkü felsefeyle bakacak olursak tam bir fırsat, ‘hemen oğlumu yerime tayin ediyorum’ diyeceğini düşünüyor insan. Ama öyle demiyor sorumluluk sahibi halife. Bakın nasıl kısa bir cümleyle cevap veriyor:

-Bir evden bir kurban yeter!..

Yönetim sorumluluğunu yüklenmeyi kendini kurban etmek gibi riskli bir hizmet kabul ediyor, ‘ikinci kurbanı da bu evden vermeyelim, siz kendinize başka aileden bir kurban seçin’ demek istiyor.

İşte burada akla şöyle bir soru geliyor:

-Yönetim makamı kendini kurban etmek gibi ağır bir sorumluluk yüklüyorsa, neden bazı yöneticiler o makama çıkmak için her türlü yolu deniyor, çıktıktan sonra da halkın ayaklanması pahasına da olsa bir daha bırakmayı istemiyor, hatta ölmeyi, öldürmeyi bile göze alabiliyor o makamda devamlı kalabilmek için?

-Onlar bu makam ve mevkiin sadece dünyevi getirisine kilitleniyor, uhrevi hesap ve sorumluluğunu düşünmüyor da ondan. Onların tekrar ettikleri tekerleme malum:

– Bir baş ol da istersen soğan başı ol!

Demek ki böylelerinin hedeflerinde baş olmanın sadece dünyevi getirisi var, uhrevi götürüsü ve sorumluluğu söz konusu değil..

Bu durumda isterseniz bir göz atalım bazılarının akıllarına bile getirmedikleri baş olmanın uhrevi sorumluluk ve sonucuna.. Öyle basite alınıp küçümsenecek bir sonuç mu baş olmanın uhrevi sorumluluğu ve sonucu, bir görelim.

Mahşer halkı hesap yerine toplanacaklar. Orada yöneticiler yönettikleri halkla yüz yüze gelip hesaplaşma ve helallik dileme zorunda kalacaklar..

Yönettikleri insanlar haklarını helal etmezlerse, nasıl helalleşecekler bunca hak sahibi halkla yöneticiler? Bakın nasıl gerçekleşecek yönettikleri halkla helalleşme ve hesaplaşma hadisesi?

Önce kendi sevaplarını verecekler hak sahiplerine! Verdiği sevapları yetişmezse bu defa da hak sahiplerinin günahlarını yüklenecekler sırtlarına.. Hadisin ifadesiyle, ‘işte bu sonuç, adaletsiz yöneticinin tam bir iflası’ olacaktır. Çünkü sevabını tümüyle vermiş, verecek başka bir şeyi kalmayınca hakkını yediklerinin günahlarını yüklenmeye mecbur kalmış..

Ne dersiniz, yöneticiyi düşündürmesi gereken ağırlıkta bir sonuç değil mi bu?

İşte bundan dolayı Abbasi Halifesi Mansur, hacda büyük alim Abdullah bin Mübarek‘in şöyle bir sorusuna muhatap olur:

– Ey müminlerin emiri! der Abdullah bin Mübarek, görüyor musun şu gözyaşı döken hacıların halini? Bunların her biri sadece kendi nefislerinin hesabından korktuklarından dolayı gözyaşı döküyorlar; sen ise kendi nefsinden başka yönettiğin insanların da hesabını vererek helalleşmek zorunda kalacaksın, bu durumda senin ne kadar gözyaşı dökmen gerekecek acaba? Yönettiğin insanların içinde mazlumlar, mağdurlar, mahrumlar varsa.. bunların dertlerine deva olmamış, sıkıntılarını gidermemişsen .. hep karşına dikilecek, senden haklarını isteyecekler.. Nasıl ödeşeceksin bunca mazlum ve mahrumlarla? Sevabın yetecek mi, yoksa onların veballerini de yüklenmek zorunda mı kalacaksın mahşerde?

Artık gözyaşı dökme sırası, Halife Mansur’a gelmiştir bu ikazdan sonra.

Halkının isyan bayrağı açmasına rağmen, seçim yaparak emaneti ehline vermek istemeyen yöneticileri görünce insan şaşırıyor.. Bir yanda ‘bir evden bir kurban yeter’ diyecek kadar sorumluluk sahibi yöneticiler, bir yanda da 20-30 senedir halkına sormadan işgal ettiği makamını ölme, öldürme pahasına da olsa bırakmak istemeyen sorumsuz ve seçimsiz yöneticiler.. Ayetin ikazı kulaklarımızda çınlıyor bu seçimsizlik ve sorumsuzluk karşısında:

-Fatebiru ya ülil esbar!.. ibret alın ey basiret sahipleri!..

Ahmed ŞAHİN – Zaman