Yap-Boz deneme tahtasına dönen Milli Eğitim camiasında, eskiden torpil ve Dayının gücüyle yapılan yönetici atamaları, şimdilerde kağıt üzerindeki sınavlarla yapılmaya başlandı. Gerçekçi Yöneticilik ve idarecilik kriterlerine bakılmaksızın yapılan bu atamalar neticesinde; ezberi kuvvetli, insanlar arası ilişkileri sağlıklı olmayan, kendilerini bile idare etmekten aciz idareciler türemeye başladı.
Böylelikle bizim payımıza da, bu yazıyı kaleme alarak, böylesi toplumsal bir yarayı analiz etmek ve sorunun asıl kaynağını teşkil eden idareci ve yöneticilerimize tavsiyelerde bulunmak düştü.
……….
Önce iletişim…
Çoğu insanlarda mükemmellik saplantısı vardır. Kendileri mükemmel olmadıkları halde, idarelerindeki ve sorumluluklarındaki insanların her konuda mükemmel olmalarını isterler.
İnsan 100 kapılı bir saraya benzer. 99’u kapalı olsa, bir tanesi açık olsa; o saraya girilemeyeceği söylenemez.
Her insanın onu kazanacak bir tarafı vardır. Yeter ki sağlıklı bir iletişim kursun.
İnsanları sorunların bir parçası olarak görürsek; sorun olur. Çözümün bir parçası olarak düşünürsek sorunların çözümünde o insanları da kendi safımıza almış oluruz.
Bir çocuk ne kadar serseride olsa anne ve baba; çocuklarından sevgi ve şefkatlerini esirgeyemezler.
Bir baba ne kadar haksız da olsa, çocuk babasına karşı saygısızlık yapamaz.
Bütün bu genel geçer kaidelere binaen, İdareci ve Yöneticilerin sahip olması ve uygulamada yaşaması gereken, görevlerinden kaynaklanan bazı vasıfları şöylece özetleyebiliriz:
Öğretmenlerini, evvela birer insan oldukları için olduğu gibi kabul etmek.
Raiyetinde(emri altında), muhalifiyle taraftarıyla bütün personelini kucaklamak zorundadır. Onları riayetinden hariç göremez onları dışlayamaz.
Emri altındaki personellerine, bilerek veya bilmeyerek yaptıkları hatalarından dolayı kin ve nefret beslemek suretiyle dışlayıp cezalandırarak, sevgi ve şefkatini esirgeyemez.
Öğüt vermek, çözüm ve öneri getirmek.
Nasıl yapacağını göstermek, her fırsatta mantıklı düşünceler önermek.
Sorunları gerçekçi yaklaşımlarla Yorumlamak, analiz etmek ve teşhis koymak.
Güven vermek, ümitlendirmek ve cesaretlendirmek.
……….
Kabul dili ve üç tür idareci…
Yapılan araştırmalar, edindiğimiz tecrübeler ve yaptığımız gözlemler neticesinde eğitime bakış açıları, insani ilişkileri ve yöneticilik uygulamalarına göre üç tür idareci tipi vardır.
1.Kazananlar(..!)
Bu gruptaki idareciler; sorumluluklarındaki insanlar üzerinde güç ve otoritelerini kullanarak her konuda haklı olduklarını savunurlar.
Kurallar ve sınırlar koymaya, kısıtlamaya, emir vermeye alışıktırlar. İdarelerindeki insanlarında bunlara uymak zorunda olduklarına inanırlar.
Uymadıklarında ise; sevgi ve şefkatlerini esirgeyerek, baskı yaparak, haklarını kısıtlayarak, ceza vererek onları hizaya getirmeye çalışırlar.
Aralarında bir anlaşmazlık ve çatışma çıktığında ise daima kazanan taraf kendileri olacak şekilde çözüm üretirler.
Tutum ve davranışlarını savunurken şöyle derler; “Eğitim sisteminin bozuk işlemesinin ve çocukların bu kadar kötü hale gelmesinin tek sebebi öğretmenlerdir.”
Eğitim-öğretim faaliyetlerini idare ederken suçlayıcı ve korkutucu bir yaklaşım içindedirler. “Derse geç gelirsen, sarı zarfı alırsın.”
Böylesine korkuya ve olumsuz bakışa dayalı bir eğitim öğretim ortamında, öğretmenlerin ve de dolayısıyla öğrencilerin korkak, endişeli ve kendilerine güvensiz olmaları gayet normaldir.
2.Kaybedenler
Bu gruptaki idareciler, öğretmenlerin her istediğini yerine getirir.
Gereğinden fazla özgürlük vardır. Sınır ve kural koymaktan kaçınırlar.
Bunu yaparken de baskıcı ve otoriter eğitimin ruh sağlığına aykırı olduğunu düşünerek, sorumsuz, sorumluluktan kaçan bir idareci portresi çizer ve dengeyi kaybederler.
3.Arada Kalanlar
Bu gruptaki idareciler “otoriterlik” ve “serbestlik” yöntemlerinden hangisini uygulayacaklarına karar veremez, duruma göre sert veya yumuşak davranışlar arasında gidip gelerek; insanlara güven vermemekle birlikte, her an ne yapacağı belli olmayan, dengesiz bir idareci portresi çizerler.
***
Yukarıda bahsettiğimiz bu üç tür eğitim yaklaşımında da; idareciler, sorumluluklarındaki insanları eğitirken, iletişim kurarken; hatalı tutum ve davranış sergiledikleri için, niyet ve beklentilerinin tam tersi sonuç almaktadırlar ve almaya devam edeceklerdir.
Kabul Dili
Etkili ve yararlı bir eğitim ortamının oluşturulması, sağlıklı bir iletişim zeminin meydana getirilmesi için; sahip olunması gereken en önemli becerilerden biri “Kabul Dili”dir.
Personelimizi olduğu gibi kabul etmek, bize bir şey anlattığı sırada akıl vermeden, yargılamadan, eleştirmeden, dikkatlice dinlemek ve onu dinlediğimizi söz ve davranışlarımızla geri dönütler vermek suretiyle belli etmek; personel ile olan ilişkilerimizin olumlu bir sürece girmesi açısından önem kabul dilini kullanmakla mümkündür.
İnsanların olduğu gibi kabul edilmesi çok önemlidir. Her hangi bir ilişkide kabul edilen Personel; kişiliğini ve kabiliyetlerini olumlu yönde geliştirme fırsatı bulur.
Öğretmen etkin bir şekilde dinlenerek kabul edildiğinde, en başta yapıcı ve olumlu bir havada nasıl konuşulacağını öğrenirler.
Kabul dili sayesinde Personel kendini iyi hisseder. Konuşmaya cesaret eder, duygularını daha rahat açıklar ve en önemlisi kendilerine olan güvenleri artar.
“Kabul Sözlük” yada “hayır” dili kullanıldığı zaman, personelde yetersizlik ve suçluluk hissi uyanır. Duygularını açıkça dile getiremezler ve bunun sonucunda sosyal hobi oluşur.
Unutulmamalıdır ki, gerçek sevginin gereği de, personelleri olduğu gibi kabul etmektir.
Kabul dilinin en önemli boyutlarından biri, paylaşmaktır. İnsanı mutlu eden, dertlerini azaltan, varlığından mutluluk duyuran paylaşma eylemi, karşımızdakini öncelikli kabul etmekten geçer.
Hiç düşündünüz mü, neden bazı insanlarla beraber olmak bize sıkıntı verir. Çünkü onlarla paylaşacak fazla hiçbir şeyimiz yoktur da ondan.
Herhangi birisinin tipimizi, davranışlarımızı ve görüşlerimizi beğenmediğini, yani bizi olduğumuz gibi kabul etmediğini hissettiğimiz zaman, onunla birlikte olmayı, birlikte çalışmayı haliyle istemeyiz.
Neden bazı insanlarla beraber olmaktan zevk alırız? Neden çekinmeyerek onlara sırrımızı açabilir, içimizi dökebiliriz.
Çünkü; bizi olduğumuz gibi kabul eder, değiştirmeye çalışmazlar. İyi bir dinleyicidirler. Bizi dinlerken akıl vermeye kalkmaz, eleştirmez, suçlamazlar. Onlarla konuştuktan sonra kendimizi rahatlamış hissederiz.
Peki Yanlış davranışlar kabul edilmeli mi?
Bütün bu anlatılanlardan sonra akla şöyle bir soru gelebilir. “Öğretmenlerin yanlış davranışları karşısında ne yapacağız? Bu davranışlarını da olduğu gibi kabul etmek mi gerekir?”
İnsanlar; toplum içinde yeni bir rol üstlenip, statütüsünden kaynaklı makamı yükselince, nedense her şeyden önce “insan” olduklarını unutarak tuhaflaşırlar.
Bu tuhaflaşmayı, bulundukları makamın getirdiği bir sorumluluk zannederler. Her insan gibi duygularının, kusurlarının ve yaratılıştan gelen kişisel eksiklikleri olabileceğini unuturlar.
İyi bir idareci olmak için kızgınlıklarını, hatalarını, bilgisizliklerini gizleme gereği duyarlar. Personellerine iyi örnek olmak için kendilerini daima tutarlı olmak ve hep iyi şeyler yapmak zorunda hissederler.
İdarecilerimizin iyi niyet damgası taşıyan bu alkışlamaya değer davranışları; ne yazık ki personeller üzerinde çok az etki yapar. Çünkü personel her şeyden önce insan olarak iyi bir gözlemcidirler. Hep iyi ve kusursuz görünmek için müdürlerinin kendilerini ne kadar zorladıklarını fark ederler.
Gerçek olan şudur ki; Öğretmenler, amirlerini insan olarak istiyorlar, melek olarak değil veya başlarında kin kusan bir zebani olarak hiç değil… Hatasıyla, sevabıyla amirlerini oldukları gibi görmek istiyorlar. Davranışlarında şefkatli olmalıdır, çünkü hiç kimse mükemmel değildir. İnsan bazen sinirlerine hâkim olamaz, gereğinden fazla sert davranabilir, hatta kin dahi duyabilir.
Burada kritik olan nokta, personelimize davranışımızın gerekçesini açıklayıp, açıklayamadığınızdır. Eğer davranışımız gerekçesini nazikâne, nezihine ve kavli leyine(yumuşak ve tatlı bir dille) açıklarsak, personelimiz bize anlayış gösterecek ve böylelikle duyguları incitmeyecektir.
Hem de o personelinizin aynı hatayı yapma olasılığı kalmamakla birlikte, onu da kazanmış oluruz.
Her eve kapısından girilir. Her evin bir de kapısı vardır ve her evin bir kilidi vardır.
Müdür; Eğitim öğretim ortamında, öğretmenler arasındaki koordineyi sağlar.
Bütün personellerine sevgi ve şefkat konusunda eşit mesafe dedir.
Hiçbir öğretmenini kendi riayetinden hariç düşünemez, dışlayamaz.
Zira Maneviyattan yoksun bir eğitim sisteminin meyvesi olan başta öğretmenlerimizin ve diğer personellerin her şeyde önce manevi bir motivasyona ihtiyaçları vardır.
Hasan Tayfur