Etiket arşivi: zafer islamındır

İstikbal İslam’ındır-3 : Risale-i Nur’dan Müjdeler

1-Bediüzzaman’ın Müdellel Ümidi:

Bediüzzaman hazretleri, (31 Mart hadisesinden bir müddet sonra)Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır. Batum yoluyla Van’a giderken Tiflis’e uğrar. Tiflis’te,Şeyh San’an Tepesi’ne çıkar. Dikkatle etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:

-Niye böyle dikkat ediyorsun?

-Bedîüzzaman der: Medresemin plânını yapıyorum.

-O der: Nerelisin?

-Bedîüzzaman: Bitlis’liyim.

-Rus polisi: Burası Tiflis’tir!

-Bedîüzzaman: Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir.

-Rus polisi: Ne demek?

-Bedîüzzaman: Asya’da âlem-i İslâm’da üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişa’a başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım.

-Rus polisi: Heyhat! Şaşarım senin ümidine.

-Bedîüzzaman: Ben de şaşarım senin aklına! Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.

-Rus polisi: İslâm parça parça olmuş?

-Bedîüzzaman: Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm’ın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâm’ın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar. İlâ âhir… Yahu, şu asilzade evlâd, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet’in bayrağını âfâk-ı kemalâttatemevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına, nev’-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.”(1)

2) Ümitsizlik Müslümanların kalbine saplanan bir hançerdir

Ümitsizliğin nasıl bir ölüm fermanı hükmünde olduğunu görmek için Bediüzzaman hazretlerinin aşağıdaki tespitlerine kulak vermek yeterlidir:

“İkinci Kelime ki; müddet-i hayatımda tecrübelerimle fikrimde tevellüd eden şudur: Yeis en dehşetli bir hastalıktır ki, Âlem-i İslâm’ın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi, garbda bir-iki milyonluk küçük bir devlet, şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş.

Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-ı umumiyeyi bırakıp menfaat-ı şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeistir ki, kuvve-i maneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i maneviye ile şarktan garba kadar istilâ ettiği halde; o kuvve-i maneviye-i hârika, me’yusiyetle kırıldığı için, zalim ecnebiler dörtyüz seneden beri üçyüz milyon Müslümanı kendilerine esir etmiş.

Hattâ bu yeis ile başkasının lâkaydlığını ve füturunu kendi tenbelliğine özür zannedip “Neme lâzım” der, “Herkes benim gibi berbaddır” diye şehamet-i imaniyeyi terkedip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor. Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor; biz de o katilimizden kısasımızı alıp öldüreceğiz. لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ(Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin)kılıncı ile o yeisin(ümitisizliğin) başını parçalayacağız.”(2)

3)Âhirzamandan haber veren mühim bir hadîs:

لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتَّى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِهِ

Ramazan-ı şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadîs-i şerif hatırıma geldi. Belki Risale-i Nur şakirdlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi. لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى (şedde sayılır, tenvin sayılmaz) fıkrasının makam-ı cifrîsi bin beşyüz kırk iki (1542) ederek nihayet-i devamına îma eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ

ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi bin beşyüz altı (1506) edip, bu tarihe kadar zahir ve aşikârane, belki galibane; sonra tâ kırk ikiye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder. وَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ

حَتَّى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِهِ (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi bin beşyüz kırk beş (1545) olup, kâfirin başında kıyamet kopmasına îma eder.

لاَ يَعْلَمُالْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰه

Fatiha’da “sırat-ı müstakim” ashabının taife-i kübrasını tarif eden اَلَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ fıkrası, şeddesiz bin beşyüz altı veya yedi (1506-1507) ederek tam tamına ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ fıkrasının makamına tevafuku ve manasına tetabuku …bu hadîsin îmasını teyid edip remz derecesine çıkarıyor.(3)

“…aynen bu اَلَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ bin beşyüz altmış bir (1561) makamıyla, hem وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ bin beşyüz altmış (1560) makamıyla iştirak edip, o taife-i azîmenin mücahedatları ne kadar devam edeceğini mana-yı işarî ve cifrî ile gösterirler. Ve Fatiha ve hadîsinirae ettikleri tarihe, makam-ı ebcedleriyle takarrüb edip, farklı bir derece tevafuk ederler ve manalarıyla da tam tetabuk ederek, parlak bir lem’a-i i’caz-ı gaybiyeyi gösteriyorlar”(4)

4)İslam medeniyetinin hâkim olması bir zarurettir.

“Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hazıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisad ve kanaat esasını bozup, israf ve hırs ve tama’ı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle o bîçare muhtaç beşeri tam tenbelliğe atmış. Sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faidesiz zayi’ ediyor. Hem o muhtaç ve tenbelleşmiş beşeri hasta etmiş. Sû’-i istimal ve israfat ile yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.

Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla; intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü i’dam-ı ebedî suretinde gösterip, her vakit beşeri tehdid ediyor. Bir nevi cehennem azabı veriyor.

İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur’an-ı Hakîm’indörtyüz milyon talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dörtyüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını ve ölümü, i’dam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini ve şimdiye kadar olduğu gibi; dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın işarat ve rumuzundan anlaşıldığı gibi rahmet-i İlahiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor.”(5)

5) Rus da dinsiz kalamaz

İki dehşetli harb-i umumînin neticesinde beşerde hasıl olan bir intibah-ı kavî ve beşerin tam uyanması cihetiyle kat’iyyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz, geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikatadayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna’ eden Kur’an ile bir musalaha veya tâbi’ olabilir. O vakit dörtyüz milyon ehl-i Kur’an’a kılınç çekemez.”(6)

Son olarak âlem-i misalde o meclis-i münevverin asrın müceddidine verdiği müjdeyi Risale-i Nur’dan okuyalım;

“Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır!.” (7)

Doç. Dr. Niyazi Beki – Nurdan Haber

Dipnotlar

1-Tarihçe-i Hayat, 78-79

2-Hutbe-i Şamiye, 43-44

3-Kastamonu Lahikası, 27-28

4-Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 54

5- Emirdağ Lahikası-2, 100-101

6-Emirdağ Lahikası-2, 72

7-Sünuhat-Tuluat-İşarat, 50

İstikbal İslam’ındır

İslam’da Ümitsizliğe Yer Yoktur

Ümit ve ümitsizlik çok farklı etkiye sahip zıt iki kavramdır. Ümit: “yaşasın!” dediği yerde, ümitsizlik: “ölsün!” diyecektir.

Ümit yeşerten düşünceler, dünya ve ahiretin mutluluğunu sağlayan harika bir formüldür. Ümit, hayat bahşeden sihirli bir iksirdir. Ümitsizlik ise, canlı insanları birer cenaze haline getiren bir ölüm cellâdıdır. Kur’an’da “ümitsizliğin ancak inkârcılarda bulunan bir özellik olduğu” bildirilmiştir(Yusuf, 12/87).

Bediâne bir ifadeyle söylemek gerekirse; “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır. İnsanları canlandıran emeldir(ümittir); öldüren ye’stir/ümitsizliktir” (Mektubat, 473 ).

İslam âleminin bugünkü sıkıntılarına bakıp gelecekten ümit kesmek, iman şuuruyla bağdaşmaz. Zira bu karanlıklar, gecenin son demlerini göstermektedir. Artık bundan sonra İslam güneşi, yeniden doğacak ve ittihad-ı İslam gündüzü başlamış olacaktır.

Konuyla ilgili aşağıda mealleri verilen ayetlerin ifadesi çok açıktır:

إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

“Şüphesiz kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez”(Yusuf: 12/87)

قَالَ وَمَن يَقْنَطُ مِن رَّحْمَةِ رَبِّهِ إِلاَّ الضَّآلُّونَ

(İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?(Hicr: 15/56)

Kur’an, Nihayet Zaferin İslam’ın ve Müslümanların olacağına işaret etmektedir:

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ

أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ

 ” Evet, Biz ileride onlara delillerimizi gerek dış dünyada, gerek kendi öz varlıklarında göstereceğiz; ta ki Kur’ân’ın, Allah tarafından gelen gerçeğin ta kendisi olduğu onlar tarafından da iyice anlaşılsın. Rabbinin her şeye şahid olması yetmez mi?”(Fussilet, 41/53)

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ سَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

” De ki: “Hamd O Allah’a olsun ki size er geç ayetlerini gösterecek siz de onları tanıyacaksınız.”(Neml, 27/93) mealindeki ayetlerde Kur’an’ın verdiği gaybi haberlerinin istikbalde tahakkuk edeceğine ve bu sebeple de insanlar tarafından Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğu gerçeği anlaşılacağına vurgu yapılmıştır. Genel olarak insanların bu gerçeği anlaması ise, Kur’an’ın mutlak hâkimiyetine yol açacak bir gelişme olacaktır.

1-Kur’an’dan Beşaretler

Önce şunu belirtmeliyiz ki; aşağıda takdim ettiğimiz ayetler, doğrudan değil, ama dolaylı olarak günümüze de ışık tutmakta ve müminlere teselli vermektedir.

Kur’an’da, insanlık tarihi boyunca Allah’ın vahyini tebliğ etmekle memur olan peygamberlerin başlarına gelen sıkıntı ve musibetlerden kurtulmalarından, kâfirlerin ise helak olmalarından bahsedilmesi, Hz. Peygamberi ve o günkü müminleri teselli ettiği gibi, geleceğe de ışık tutacak ve günümüz müminleri de ümitsizlikten kurtaracak niteliktedir.

Çünkü tarih tekerrür edecektir. Geçmiş zamanın sahralarında mücadele eden müminlerin zaferi ile inkârcıların hezimetinden bahseden Kur’an’ın tarihi kıssaları, istikbal dağlarında zamanla tekrarlanan aynı olaylarla karşılaşan müminlere birer müjde mahiyetindedir.

Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle:

“…Güya (Kur’an’da yer alan)  kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tarihiyeden bir ibret değil, belki bir küllî düsturun efradı olarak her asra ve her tabakaya hitab ederek taze nâzil oluyor ve bilhâssa çok tekrarla اَلظَّالِمِينَ اَلظَّالِمِينَ deyip tehdidleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i semaviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine Kavm-i Âd ve Semud ve Firavun’un başlarına gelen azablar ile baktırıyor ve mazlum ehl-i imana İbrahim (A.S.) ve Musa (A.S.) gibi enbiyanın necatlarıyla teselli veriyor”(Sözler, 452)

Zaman-ı mazi, zaman-ı müstakbel tohumlarının mahzeni ve şuunatınınâyinesi olduğu gibi; müstakbel dahi mazinin tarlası ve ahvalinin âyinesidir“(Sözler, 254). Demek ki, Kur’an geçmişte yaşanan olayları aktarmakla, geleceğe ışık tutmaktadır.

Bu kısa girişten sonra Kur’an’ın bu çerçevedeki beşaretlerine bakabiliriz.

a)Müslümanların başına gelen sıkıntılar bir imtihan vesilesidir

أم حسبتم أن تدخلوا الجنة ولما يأتكم مثل الذين خلوا من قبلكم مستهم البأساء والضراء وزلزلوا حتى يقول الرسول والذين آمنوا معه متى نصر الله ألا إن نصر الله قريب

(Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.(Bakara: 2/214)

b)Sıkıntılar, samimiyeti test etmeye yöneliktir

الم أَحَسِبَ النَّاسُ أَنْ يُتْرَكُوا أَنْ يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ . وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ

“Elif Lam Mim. İnsanlar hiç imtihân edilmeden,  (sâdece)  “Îmân ettik!” demeleriyle  (kendi hâllerine) bırakılacaklarını mı sandılar? And olsun ki  (biz) , onlardan öncekileri de imtihan ettik; Allah (iman iddiasında) samimi olanları da muhakkak bilecek, samimi olmayan yalancıları da muhakkak bilecektir”(Ankebut, 29/1-3) mealindeki ayette sıkıntılı imtihanların, “iman ettik”diyenlerin samimi olup olmadıklarını ortaya çıkarmaya yönelik olduğunun altı çizilmiştir.

c)Sıkıntıların şiddetlenmesi ferecin habercisidir

حتى إذا استيأس الرسل وظنوا أنهم قد كُذِبوا جاءهم نصرنا فنُجي من نشاء ولا يرد بأسنا عن القوم المجرمين

” Nihayet peygamberler ümitlerini kesecek hâle gelip yalanlandıklarını düşündükleri sırada, onlara yardımımız geldi de, böylece dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi. Azabımız ise, suçlular topluluğundan geri çevrilmez”(Yusuf, 12/110) mealindeki ayette sıkıntıların şiddetlenmesi, yakında bir ferecin, kurtuluşun geleceğinin bir sinyali olduğuna işaret edilmiştir. Nitekim gecelerin en kararan anları da artık şafağın sökeceğine bir müjde mesabesindedir.

d)Kâfirlerin akıbeti hüsrandır

إن الذين كفروا ينفقون أموالهم ليصدوا عن سبيل الله فسينفقونها ثم تكون عليهم حسرة ثم يغلبون

“Şüphesiz ki inkâr edenler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlûp olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır.” (Enfal: 8/36)

e)İslam dininin galip olacağına Allah’ın vadi vardır

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيداً)

“Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.”(Fetih: 48/28)

f)İnkârcılara rağmen Allah nurunu tamamlayacaktır

يريدون أن يطفئوا نور الله بأفواههم ويأبى الله إلا أن يتم نوره ولو كره الكافرون

“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.”(Saf: 61/8)

g)İman ve salih amel hâkimiyetin garantisidir

وعد الله الذين آمنوا منكم وعملوا الصالحات ليستخلفنهم في الأرض كما استخلف الذين من قبلهم وليمكنن لهم دينهم الذي ارتضى لهم وليبدلنهم من بعد خوفهم أمناً يعبدونني ولا يشركون بي شيئاً

“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar.”(Nur: 24/55)

ğ)Samimi müminler için Allah’ın zafer vadi vardır

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاءُوهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَانْتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ

“Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer.”(Rum: 30/47)

h)Allah inananlarla beraberdir

إِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللَّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لَا تَحْزَنْ إِنَّ اللَّهَ مَعَنَا فَأَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُوا السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللَّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

“Eğer siz ona (Resûlullah’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.”(Tevbe:9/40)

i)Allah’ın dinine yârden yardım görür

أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدامَكُمْ

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.”(Muhammed: 47/7)

 j)Peygamberlerin sonuçta galip olmaları karara bağlanmıştır

كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ

 Allah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.(el Mücadele: 58/21)

-devam edecek-

Doç. Dr. Niyazi Beki – nurdanhaber.com