Etiket arşivi: Zahide Aydoğdu

Dert anlatınca azalmıyor ki! Feraha kavuşsun gönül

Dert anlatınca azalmıyor ki! Feraha kavuşsun gönül

Ağrımız ! Anladıkki, dert diye bir başkasına yakındığımız, derdi vereni şikayet etmekten öte bir marifet (!)değilmiş. Dert anlatınca azalmıyor yahut kaybolmuyor ki feraha kavuşsun gönül. Aksine paylaşmak ile derdin daha çok arttığı bir dönemdeyiz.Güvenmek, artık büyüklerin anlattığı güzel hikayelerin başkahramanı oldu. “Çöküşünü seyrettiğimiz şey, merhametimizdir, insanlığımızdır, kardeşliğimizdir. Ötesi yok .”  Özellikle maddi manevi taarruzların çok olduğu bir dönemde güzel ahlak üzere büsbütün tam olmakoldukça güç bir durum olmuştur.“Acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba insan denince hatırlanıyor muyuz?”

İyi olmak istiyorsak eğer kötülüğümüze de inanmamız gerekir. Diğer taraftan dostluk ve insanlık üzerine kurulu her ne varsa hayatta gözden geçirmek ve yeniden değerlendirmek de faydavar.Herkesin bir kusurunu bulup, kendi kusurlarını unutan dostunu kaybetmeye mahkum oluyor. Halimizi, birde başkasından dinlemeli. Halimizi, yani bir nev’i nefsimizi… İşte dostluk bunun içindir. Omuz omuza olup beraber adım atmaya ihtiyacımız varken karşı karşıya geldiğimiz günlerin acısı ancak hakiki bir dost tesellisi ile diner.
Ona yazmak değil O’nu yazmak için vesile olan nimettir , dost … “Güven olmazsa dostluk olur mu ? Dostluk olmazsa bağlanma olur mu? Bağlanma olmazsa eylem olur mu? “ . Bunları düşünüp muhakeme etmek gerekir elbet. Pakdil’in Fethi Gemuhluoğlu için dediği gibi “Onun her sözü, konuştuğu her insanın üzerinden ,kürek kürek kül kaldırıyordu.” Böylesi bir  dost aramak yahut olmak …
Dost, merhamete, şefkate muhtaç olduğumuz  anlarda aciz kalıp bitap düştüğümüz , mustarip olup , avane gezdiğimiz anlarda  eksik kaldığımız yerden tamamlayandır. Gün olur ki bir kış günü sırtında  yük iken kaderin,  arkana dönüp baktığında görmek istediğindir belki de … Geçirdiğimiz imtihanlar bize dost mu getirir düşman mı bilinmez ama , acı ve tecrübe getireceği ve neticede insan edeceği muhakkaktır.
İnsaf dinin yarısıdır. Peki ya insan bunun neresinde?  Yara almış gönlekavl-i leyyin ile  dokunalım,. Dost arayalım usanmadan… “Dost istersen Allah yeter. Evet, O dost ise her şey dosttur.”Sözünü yaşayana kadar.  Zira insan kimi zaman zulmeder, kusur görse saklamaz, dert anlatsan anlamaz. Bu dünya başka bir gezegenin cehennemi değilse eğer birbirimize karşı sabır ile dayanıp iyi olmak zorundayız. “İyi, bir yanıyla rahatsız edicidir.”  Fakat biz buna da razıyız.  Kaleler fedailer ister. Bir gönlü fethetmek için kaleye ulaşmak zorundayız , vesselam.
Allah hepimizi sevsin. Ta ki bizler de birbirimizi sevelim. Muhabbet ile…
Zahide Aydoğdu
  İbrahim Tenekeci
  Ali Ural , Posta Kutusundaki Mızıka
  Ömer Doğru
  Nuri Pakdil , Bağlanma sf 61
www.NurNet.Org

Kurt Gövdeye Girdi

Bir söz vardır affınıza sığınarak dile getirelim “ at izi it izine karıştı” diye. Bu buhran dolu günlerin tek sözü oldu. Kurt gövdeye girdi düşman tanınmaz oldu. Milletimiz, darbeye darbe ile karşılık vererek bu hain planı izale etmiştir biiznnillah. Fakat gel gör ki henüz darbe gecesi ve sonrasında bu büyük birleşme inşallah sonradan aramıza nifak tohumu ekenler yüzünden adavete dönüşmez diye niyaz eylemiştik.
Niyaz geldi dolaştı imtihanımız oldu. Acımasızca, pervasızca, hiç utanmadan aydın diye tanınmış insanlar sözüm ona her fırsatta birlik beraberlikten dem vururken klavye artistliği yapmayı da eksik etmiyorlar. Hatta daha ileri gidip bu olaylar yüzünden tüm halkı cemaate, tarikata vb müspet toplumlaşmaya karşı galeyana getirmeye çabasındalar. Peki, buna birlik beraberlik denilebilir mi? Evet bir daha söyleyelim uhuvvet için evvela samimiyet!
“Birbirine düşkün olması gerekenlerin birbirine düşmesi bizi fazlasıyla üzüyor.” 1 . Dile getirmekte zorlandığım bir tabir ile dün karşı karşıya geldim. Risale-i Nur talebelerini, tarikatleri, sofi kardeşlerimizi, hakir görerek hangi birlik ve beraberlik kapısından geçmeyi düşünüyor bizim aydın(!) yazarlarımız, çizerlerimiz? Bediüzzaman Hazretleri uhuvvetin, ihlasın hizmet hayatına tam muvafık olabilmesi için uhuvvet ve ihlas bahsinin laakal on beş günde bir okunmasını tavsiye etmiş ve düstur edinmiştir. 2
“Kazara bir sapan taşı bir altın kaseye değse
Ne taşın kıymeti artar ne kıymetten düşer kase…” 3
Yani ey nefsi emmare ve enaniyet yükünü sırtlanmış pek aydın (!) ziyade şaşkınlar!
Değerli insanlara, cemaatlere, masum kişilere, sataşarak adlarınızın anılmasıyla şan, şöhret ve egonuzu tatmin etmek peşinde iseniz eğer, buradan size ekmek çıkmaz! Bir serseri taş gelse değse o muazzam altın kaseye ne taşın kıymetini artırır, ne de kase kıymetten düşer bunu böyle bilelim.
Uhuvvetin şiarı odur ki bir zalim yüzünden onca masumu lekelememektir. Ve belki bin zalim dahi olsa masumun hakkını daima gözetmektir. Tesanütü muhafaza ederek  adavete karşı gelinmeli. Birlik beraberlikten yana olalım deyip kırıp dökmek, vicdansızca hüküm vermek uhuvvete dahil değildir. Adavet ve muhabbet nur ve zulmet gibi zıttırdırlar . İkisi, manayı hakikisinde olarak beraber cem  olamazlar.” 4

Nur cemaati, nurcular, nurculuk, Risale-i nur, hizmet gibi müspet manaları su-i zan ile değerini düşürmeye çalışanlarla, bu tür manaların hakkını vermek için ömrünü feda edenleri  ve bir menfi olay cereyan ettiğinde “biz muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yok” deyip hayatlarını böyle idame edenleri aynı kefeye koymak Müslümanlık değil, peki ya ne? İnsan hikmetini kavrayamadığı bir sözü hemen inkar ve reddetmektense onu tahlil ve tahkik etmeli. İnsaflı, imanlı, adaletli olmak bunu gerektirir.

Şöyle bir acı gerçekle karşı karşıyayız necip milletimizin imanına ve vicdanına hücum edilmektedir. Temaşa ediyoruz ki “birbirine müşteki ablar, dolaplar…”.
Şeyh Galip ; “ Bazen kamiller öyle hata eder ki onu cahiller bile etmez” der. Bu durumda ferasetten bahsetmek mümkün müdür?
Fetö yapılanması ile nurcuları aynı kefeye koymak başlı başına düşmanlıktır. Adavet etmek isterseniz içinizdeki adavet duygusuna adavet ediniz ki tam uhuvvete mukabil gelsin yaptıklarınız. Böyle kardeşlik, birlik beraberlik olmaz! Kötü huylu kimseden sefa da gelmez vefa da… Kalbi kırmak, yargılamadan toplu infaz etmek, şahs-ı maneviyi yok saymak ne insani bir harekettir ne de İslami!
Deniliyor ki olaylar sonrasında nurcular savunma yapmaya başladı. Bre gafil adam! Cahilliğin baştan sonra rezalet! Bu adam ve örgütü (fetö) sadeleştirme yaparken siz neredeydiniz? Fetöcüler başörtüsüne füruat derken siz nerdeydiniz ? Nurcular Allah’ın izniyle hep karşılarındaydı ve olacaktır inşallah!
Yine hüsnü zan ile sizlere şunu da söyleyelim “Bütün mesele Bediüzzaman’ı anlamamak. Evet, anlamadı ama pahalıya mal oldu bu topluma. Bediüzzaman farklı beyler! Lütfen okuyun ve görün.” 5
Fi Emanillah
Zahide Aydoğdu – Risale Ajans
Kaynak ;
1- İbrahim Tenekeci , Sürekli Kayıp , sayfa 13
2- Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat 22. Mektup , Lem’alar 21. Lem’a
3- İskender Pala ,Hoş Sada, sayfa 91
4- Mektubat 22. Mektup Uhuvvet Bahsi
5- Himmet Uç

Asıl Nedir? Tahrip Nedir?

Asıl demek, sahip olduğu bütün vasıfları üzerinde taşıyarak,  tahribe ve tamire uğramadan kainata güzel bir sunumdur.
 
Aslından kopan bir yaprak solmaya mahkum olduğu gibi, aslından uzaklaşan bir eser manasını kaybetmeye mahkumdur. Aynen öyle de İman ve Kuran hakikatlerini müspet bir ilim tarzı ile izah ve ispat eden Risale- i Nur külliyatının aslını tahrif etmek de (sadeleştirmek)  insanı tahkiki iman ve ameli salihten uzaklaştırmaktır. Çünkü tahrif edilmiş hiçbir eser aslının manasını taşımaz. Risale- i Nur’un akılları kalpleri ve  vicdanları uyandıran:
 
Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? Vs. soruların cevabını en açık, kesin bir şekilde, latif  bir üslupla açıklayıp ruhlara ve akıllara hitap eden bir eserinin manasından uzaklaştırmak  asliyetini kaybettirerek tahribata uğratmaktır. Tahribat demek;
 
Asliyetini bozmaktır. Manadan uzaklaşmak, taşıdığı bütün güzel hasletlerden soyutlandırmaktır. Kuran-ı Azimüşşan’ın manevi bir tefsiri olan Risale- i Nur’un sadeleştirilmesi akılları ve vicdanı ağlatarak kalp ve ruhlarda manevi bir elem bıraktı. Yapılan bu tahribatta Risale-i Nur’un güneş gibi insanları manen aydınlatan, kelamlarının yerine kullanılan manadan uzak, kof kelimeler maalesef kuran ve sünnet çizgisinin dışına çıkarak, insanları yanlış yönlendirmektedir. Bu manadan uzak kelimeler Risale-i Nur’un ilmi, ameli hasiyetini kaybettirmektedir. Mesela sözlerde geçen ve aslı şöyle olan: “Evet iki vazife, peşimizde görünüyor. Biri, padişahın vazifesidir. Bazen biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektedir. Diğeri, bizim vazifemizdir. Padişah bize teshilat ile yardım eder ki,talim ve harbdir.”
 
Tahrifleştirilmiş hali ise : “Evet ortada iki vazife görünüyor. Biri, padişahındır ki bazen onun işini gördüğümüz için bizi besler. Diğeri bizim vazifemiz, eğitim ve hizmettir.”
 
Burada kullanılan cümlede kul sanki (haşa) Cenab-ı Hakk’ın fiillerine iştirak edip yardım etmiş gibi görünüyor. Bu bir şirk kelimesidir. Çünkü yardım almak acizliğin alametidir. Cenab-ı Hak acziyetten münezzehtir. Ve yine asli olarak : “ tegayyür, tebeddül, tecezzi ,tahayyüzden , mukaddes münezzeh, müberra, mualla olan Zat-ı Zülcelal…” olan metininin tahrifleştirilmiş hali ise: “…mekandan münezzeh,mukaddes, ARINMIŞ, yüce Zat-ı Zülcelal..”olarak değiştirilmiş.
 
ARINMIŞ” olarak tahripleştirilmiştir. Arınmak demek ;  kirlerden temizlenmek manasındadır. Cenab-ı Hak Kemal sıfatlarla muttasıf olduğu için bu sıfatlara münasip olmayan hasletlerden uzaktır. Bu kelamı da Allah için kullanmak yine şirk ifadesidir.
 
Mesela Üstad Bediüzzaman için sadeleştirme adı altında ilmi ve manevi şahsiyetini rencide eden aslı şöyle olan “Bil ey gafil, müşevveş Said” cümlesini “EY GAFİL, AKLI KARIŞIK SAİD!” cümlesi ile sadeleştirilmekte. Müşevveş, karmaşık, zor anlaşılan demektir. burada üstadımız müşevveşin yanına “akıl” kelimesini koymamış ki aklı karışık Said  diye tabir edilsin ! Bu kelam Risale-i Nur okuyan kişilerin aklına şu suali de getirebilir; Aklı karışık bir insan benim aklımda kalbimde ruhumda bulunan  vesvese  ve şüpheleri nasıl ve ne şekilde izale edebilir? Bu gibi kelamlar Risale-i Nur’un irşad vazifesine nakise getirmektedir.
 
Ve son olarak Üstadımızın “Ey insan bil ki : o rahmetin arşına yetişmek için bir mir’ac var.”cümlesini safi (!) niyetle sadeleştirilerek “Miraç” kelimesi kaldırılıp yerine “merdiven” manası yakıştırılmış(!). Merdiven gibi basit ,manasız kelam kullanmak ve manevi basamaklarda u’ruc etmek anlamını yok sayıp toplum dilinde rutinleşmiş bir manaya taşımak ne kadar akla vicdana kabul bir meseledir?  
 
Velhasılıkelam asli bir eseri suni bir esere dönüştürmek hakikat, hikmet babından yanlış olduğunu Risale-i Nuru az veya çok okuyup fıtraten muhabbet besleyen, vicdan ve akıl sahibi her insan anlayabilir. Gerekçe olarak sundukları maddelerden birinde şöyle deniliyor: Risale-i Nuru daha iyi anlayabilmek , anlatabilmek adına bu çalışmalarımızı yapılıyor deniliyor. Öyle ise şöyle bir sual geliyor akıllara yıllardır Risale-i Nur’u okuyan fedakar, müdakkik, sadık kahraman nur talebeleri Risaleleri anlamadan mı amel ettiler ki hapishanelere girdiler. Zulümlere  baş eğdiler, durmadan, sıkılmadan, yılmadan yazdılar ve okudular. Ve keza evlerini, işlerini bu davaya feda ettiler. Manasını anlamayan bir insan bu şekilde fedakarane bir harekette bulunabilir mi? Risale-i Nur’u anlamak ve anlatmak veyahut yaşamak isteyenler tahrif ve taklit ile bunu başaramaz başaramadı ve başaramayacak da.
 
(*1946’da İstanbul’da Şemsettin Yeşil’in böyle bir şeye teşebbüsü ve Üstadın ikazı ile durması…
*1949’ da Ahmet Feyzi Kul’un Risale-i Nur’ları sadeleştirme noktasında bir istekte bulunması ve Üstad’ın reddedip hapishanede buna binaen Ahmet Feyzi’ye mektup yazması…
 
*1950-1951 yıllarında ünlü şair- yazar Necip Fazıl Büyükdoğu dergisinde Risale-i Nur’ların sadeleştirerek neşri ve daha sonra Üstadın, talebeleri  (Ceylan ve Zübeyir )ile  bu çalışmayı durdurması ve keza…))
Risale-i Nur’ları anlamak asli  ile çok okumak, okumak, okumak ve amel etmektir. Çünkü tekrar takrirdir.
Zahide Aydoğdu / Risale Ajans