Etiket arşivi: Ziyaeddin Halid İpek

Çalışan Eş Arayan Erkekler

Modern zamanlarda erkekler çalışan kadın almak isteyerek en onurlu hususlarda muafiyet kasbediyorlar.             Hasan Tahsin Feyizli

Günümüzde çalışan eş isteyen erkeklerin sayısı oldukça arttı. Gelinin çalışmasını sadece damat değil aynı zamanda damat annesi de istemekte. Durum öyle farklı bir boyut aldı ki Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklama yaptığı gibi anneler acil servislerde ve okullarda kız bakmaya başladı.

Bu durum son zamanlarda ortaya çıkmış gibi görünse de aslında çok daha önceye dayanıyor. Bizim içinde bulunduğumuz kültüre baktığımızda Anadolu’da çoğunlukla çalışkan bir gelin arayışı olmuştur. Gelin çalışkan olursa hayvanlara bakar, tarla ile ilgilenir, süt sağar, yoğurt, tereyağı, ekmek yapar. Yani o dönemin şartları ile evin ekonomisine yardım ederdi. Evin ekonomisine yardım ettiği içinde makbul bir gelin olarak addedilirdi.

Toplumumuzun kültürel ve sosyo-ekonomik yapısı değiştikçe bu işler daha az öneme sahip olmaya başladı. Zira artık tereyağını, yoğurdu vb. gıda maddelerini marketten alabilir hale geldik. Şehirlere yerleştikçe tarlaya bakmamıza, hayvancılık yapmamıza gerek kalmadı. Gelinlerin yapması gereken ağır işler ortadan kalktı. Bunların sonucu çalışkan gelin algısı iş hayatında çalışan gelin algısına evirildi.

Bu algı damat ve damat annelerini çok farklı beklentiler içine soktu. Öyle ki bazı damat ve damat anneleri sanki fabrikadan gelin sipariş ediyormuş gibi hareket ediyor. KPSS’de atanmış mı atanmamış mı? Doktor mu değil mi? Sözleşmeli mi, kadrolu mu? Şu iş grubundan olsun şundan olmasın. Mesaisi esnek olsun, izni şöyle olsun evle de ilgilenebilsin vb. gibi haddi hesabı olmayan isteklerde bulunuyorlar.

Bu durum özellikle gelin adayları için kırıcı oluyor. Zira karşılarına oturduklarında onlarla bir ömür geçirmeyi düşünen biri değil de, bu kızla evlenirsem 1 seneye araba alırım, 2 seneye ev alırım, şöyle rahat ederim, böyle keyifli olur hesabı yapan bir damat çıkıyor. Damat adayları aynı zamanda eşinin diploması üzerinden hayaller kuruyor. Eczacı olan eşi sayesinde eczane açma, mühendislik diploması olan eşi sayesinde müteahhitlik işlerini halletme gibi emellerini hayata geçirme planları yapıyor.

Çalışan eş isteme bahanesini kuvvetlendirmek için ortaya atılan birkaç argüman daha var. Bunlardan bir tanesi çalışan eşin daha kültürel olacağı, çalışmayan eşin ise evde kocasının başının etini yiyeceği iddiası. Bu ifadelerin genelleme içermesinin yanı sıra ne yazık ki bunları kullanan bireylerin evlilik algısındaki bozukluğu gösteriyor. Zira daha evlenmeden bireyler eşinin onu evde başının etini yemek için bekleyen biri olarak varsayıyor. Bu şekil olumsuz bir varsayımla başlayan evlilik nasıl devam eder ki? Devam etse de o nasıl bir evlilik olur?

Peki bu duruma gelinmesinin sebepleri neler? Öncelikle erkek çocukları artık el bebek gül bebek yetiştiriliyor. Az çocuklu, bol vakitli ailelerde hiçbir sıkıntı görmeden, hiçbir problem yaşamadan büyüyen çocuklar evlilik, eşinin nafakasını temin etme gibi bir sorumluluğu üstlenemiyor. Öyle ki hanımı çalışan kendi ise evde keyif yapan erkeklerin sayısı artmaya başladı. İş beğenmeyen, işten kaçan, çalışmaktan erinen erkekler iş evlenmeye geldiğinde eşlerinden meslek ve kazanç anlamında beklenti içinde oluyorlar.

Bunun yanında ev ve düğün masrafları artıkça bunların karşılanması evlenecek damat için bir problem haline gelmeye başlıyor. Bizim düğünümüz, evimiz, başkalarınınkinden eksik olmasın diye yapılan masrafları damat tarafının tek başına karşılaması mümkün olmuyor. Erkeklerin gözünde büyüyen evlilik ve altından kalkamayacağını düşündüğü masraflar için çalışan eşin daha rahat olacağı algısı en başından kafalarına yerleşiyor. Bu sefer damat adayları çalışan birini bulamazsam evlenmem mümkün olmaz ya da çok zor olur diye şartlanıyor.

Bunlara rağmen gene de kimi hanımlar karşı cins tarafından kendilerinden beklenen çalışma beklentisini garipsemiyor. Bunun nedenlerinden bir tanesi babalarından buna benzer bir örnek görmeleri. Zira bazı babalar kızlarına okurken yaptıkları masrafları ve bazen daha fazlasını kızlarından bekliyor. Okuttukları kızlarının maaşlarını istiyorlar. Bunu örnek olarak gören bir kız evlenirken kendisinden meslek sahibi olmasını bekleyen birini garip karşılamıyor.

Aynı zamanda annelerde çalışma hayatını kızlarına dayatıyor. Kızlarını çalışma konusunda şartlandıran anneler nedeniyle hanımlar çalışmama gibi bir alternatifi düşünemiyor bile. Bu beklentiler sonucu hanımlar ben zaten çalışmak zorundayım ve çalışmam sebebiyle tercih edilmem garip değil, algısına sahip oluyor. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla, deyimi üzere kızının çalışmasını uman bir anne elbette gelininin çalışmasını da önemsiyor.

Bu yazıdaki asıl problem erkek tarafının çalışan bir eşle evlenmesi değil. Evlenirken karşısındaki bireyin çalışmasını şart olarak koşması ve bu beklenti içinde olması. Zira evliliği dahi tamamen maddiyat boyutuna indirgememiz toplum olarak görünene olan tamahımızın ne kadar arttığının göstergesi. Evlilik algımız gittikçe kapitalleşti. Bu durum evliliğin artık maddi beklentiler üzerinden şekillenmesine sebep oluyor. Evlenen bireyler birbirini bir eş, yoldaş sırdaş olmaktan çok güzellik, maddiyat gibi somut değerler üzerinden değerlendiriyor. Bu da yanlış temeller üzerine kurulan ve çabuk yıkılan evliliklere sebep oluyor.

Evliliğe niyetlenen erkeklerin daha sabırlı, tevekküllü ve gayretli olması; yuvalarını bunlara riayet ederek oluşturmaları, eşlerinden onlara bakma beklentisi içinde olmamaları, eşinin ve çocuklarının nafakasını temin etme hususunda hevesli olmaları, evlenirken bir eş ve bir baba figürünün ne olduğunu iyi anlamaları gerekmekte. Pısırık, çekingen, üşengeç başkalarına el açmaya en baştan hazır, yapılması gereken işleri hep karşıdan bekleyen kişilerin evlilik gibi sorumluluk, fedakârlık ve özveri gerektiren bir işi devam ettirmeleri çok zor. Allah Müslüman erkekleri bir Müslümana yakışmayacak tembellikten, acizlikten ve cimrilikten muhafaza eylesin.

Ziyaeddin Halid İpek

Kaynak: CocukveAile.Net

www.NurNet.Org

Şirinleşen Eşcinsellik

Şirinleşen Eşcinsellik

Escinsellikle ilgili son yıllarda ortaya çıkan çok farklı modeller var önümüzde. Kadın gibi, kadın tavırlı program sunan erkek sunucular mı dersiniz… Sertliği ve kabalığı ile övünen erkek tavırlı kadınlar mı dersiniz… Hepsi ayrı bir rezalet.

Televizyonda escinşelleri, kadın kılığına girmiş erkekleri konu alan skeçler, filmler ve diziler tonla. Herkeste bunları izlerken çok eğleniyor. Kahkahalarla gülüyor. İşin kötü tarafı çocuklar dahi bunları izleyerek büyüyor. Bu çeşit programların o masum çocukların kişiliklerinde ne büyük yaralar açabileceğini düşünmeden ebeveynler kendileri ile beraber çocuklarına da bu programları izletiyorlar.

Bu konuda en kötü durumda olan kesim ise gençler. Gençler birbirlerine eşcinsel bireylerin komik tavırlarını içeren videolar gönderiyorlar. O kişilerin yaptıkları tuhaf hareketleri arkadaşlarına yaparak sözde espri yaptıklarını düşünüyorlar. Eşcinsellerin komik tavırlarını ve saçma sözlerini izleyerek gülüyorlar. Bir nevi durumu alaya alıyorlar fakat bu durum alaya alınacak türden bir şey değil.

Her geçen gün toplumda cinsiyetsizlik teşvik ediliyor. Sapık ilişkilerde bulunan kişiler göz önüne çıkarılıyor ve reklam ediliyor. Ta ki bu gibi durumlar topluma sirayet etsin ve normal görülsün diye. Şu ana kadarda oldukça başarılı bir şekilde ilerlemeye devam etmekte.

Özellikle kendini feminist kadın derneği olarak tanıtan kurumlarda eşcinselliğe çok yakın bakıyor. Erkeklere ölüm. Ancak erkeklerle birlikete olan erkekler çok şirin! Onlar tam erkekten sayılmadıkları için onlar çok tatlı! Adeta toplumun kurtarıcısı onlar. Hatta öyle ki Müslüman kadının hakkından eşcinsel erkeklerin hakkı daha kıymetli onlar için. Erkekler çok zalim, katil, hunhar ve cani! Escinseller çok şefkatli, masum, iyi kalpli ve sevecen! Sanırım erkekler olarak suçumuz normal olmak onların gözünde. En sakinimiz bile bir katil potansiyeline sahip.

Lut kavminin ve onlar arasında bu ilişkilerine tepki göstermeyen abidlerin helak olma sebebi, bugün bizim toplumumuzda daha kötü bir şekilde bire bir yaşanıyor. Bizim bu duruma tepkimiz ise televizyon başında o kişilerin komik tavırlarına gülmek. Yaptıkları shovları bir alay haline getirmek.

Gittikçe şirinleşen eşcinsellik karşısında toplumun doğru bir şekilde bilinçlenmesi ve tepki göstermesi gerekli. Her şeyi komedi, her şeyi keyif ve mutluluk vesilesi olarak görmeye başlayan toplumumuzda gülünmemesi gereken durumların olduğunu unutmamalıyız. Hatta böyle şeylerin üstüne düşünülmesi belki de gidişatımızın haline ağlanması gerektiği bir kez daha hatırlatımalıyız.

Ziyaeddin Halid İpek 

Kaynak: cocukveaile

www.NurNet.Org

Hayat Eskisinden Daha mı Zor?

Bir akşam dolmuşla evime gidiyordum. Dolmuşu süren ve aynı dolmuşun sahibi olan şoför hayatının ne kadar zor olduğundan bahsediyordu. “Hayat önceden daha kolaydı, artık iyice zorlaştı” demişti. Bunları derken son model bir dolmuşu sürmesi bana şu soruyu sordurttu. Hakikaten hayat eskisinden daha mı zordu?

Başka bir yolculuğumda otobüste küçük bir dua kitabı okuyordum. Yoldan bir süre sonra 70-80 yaşlarında bir amca yanıma oturdu. Ne çok şık ne de çok yavan giyinmiş orta boylu tam bir Anadolu insanıydı. Dua kitabı okuduğumu görünce “Eski yazı (Kur’an) okuyabiliyor musun evladım” dedi. “Birazcık okuyabiliyorum” dedim.

Kendini bana yakın hissetmiş olacak ki zamanında olan eski yazı yasakları ve ne kadar fakirlik çektiklerini anlatmaya başladı. Köyde 6 kardeş bir ayakkabıyı giymek zorunda oldukları günlerden bahsetti. 6 kardeş 1 plastik lastik giyiyordu. Düşündüm. Bugün belki bir kişinin 6 tane ayakkabısı vardı.

O gün değil ama daha sonraki zamanlarda amcanın dediği tarihlerden önceki zamanlar nasıldı acaba diye düşündüm. Osmanlı zamanlarını düşündüm. Bitmek bilmeyen savaşlar ve isyanlar. Belki de her 10 senede bir hatta daha fazla sıklıkla. Doğada bir gece kalmış biri bile 2-3 sene ve hatta daha uzun süren savaşların ne kadar çileli olabileceğini tam olmasa da anlayabilir.

Savaşı yaşayan kişiler açısından düşünün. Soğukta, gece tir tir titrerken yarın ölüp, ölmeyeceğinizin bir garantisi yokken susuz, aç, uykusuz bir şekilde durmadan yollardasınız. En yakın arkadaşlarınız ölüyor. Evde eşiniz, çocuğunuz var. Siz onlardan belki yıllarca haber alamıyorsunuz.

Peki, geride kalanlar için? Kocanız cephede, ölüp, ölmediğinden bile haberiniz yok. Bakmanız gereken çocuklar var fakat savaş zamanı. Nereden yemek bulacaksınız? O çocukları ne ile besleyeceksiniz? Bugün 6 aylık bir askerlik bile aileler için bu kadar problem olurken kocanızı ölebileceği bir sefere yollamak. 2-3 yıl boyunca hatta daha fazla…

Daha da öncesine dönelim. Hep şunu düşünürüm, mesela dünyamızın gidişatına şikâyet ediyoruz. Karamsar davranıyoruz. Acaba Müslümanlar gün yüzü görmeyecek mi diye düşünüyoruz. Müslümanlar zulüm altında diyoruz. Peki, Moğol istilasının önünde olan bir Müslüman olarak düşünün kendinizi? Eviniz ve şehriniz yanmış. Ne malınız var, ne de mülkünüz. Belki anneniz, babanız, kocanız, karınız veya çocuklarınız savaşta öldürülmüş. Dünya tarihinin gördüğü en büyük istila ve siz hiç çıkışınız olmadığını düşünüyorsunuz. Ölen babanız, anneniz, kocanız, eşiniz veya çocuklarınız için hüngür hüngür ağladığınızı düşünün. Sadece o kişileri düşünün. Onlar o gün belki artık hiç toparlanamayacaklarını düşünüyorlardı. Ancak toparlandılar. Tarihin en büyük imparatorluklarından birini kurdular.

Geçenlerde tanıdığım yaşlı bir teyze şöyle demiş. “Padişahlar gibi yaşıyoruz.”  Hakikaten de öyle. Tek tuşa basıyoruz ışıklar açılıyor. Tek tuşa basıyoruz kapanıyor. Çeşmeyi açıyoruz su geliyor. Bulaşığımızı, çamaşırımızı yıkayan, yemeklerimizi taze tutan makinalarımız var. Dünyanın öbür yanında olanı bir makineden görebiliyoruz. Eskiden 1 ayda gidilen mesafeyi 2 saatte gidiyoruz. Eğer acıkırsak yemek yapıyoruz, yapamazsak dışarıda yiyoruz. Hatta dışarı bile çıkmıyoruz. Kapımıza getiriyorlar. Yataklarımız yumuşacık. Yemeklerimiz çeşit çeşit. Birde bunları koca bir devletin sorumluluğunu almadan elde ediyoruz. Sizce de bazen biraz fazla şikayet etmiyor muyuz?

Bugün en büyük derdiniz ne? Üniversiteyi nasıl bitiririm? Bir ev parası denk getirebilsek iyi olacak? Acaba araba alabilecek miyim? Çok yiyorum kilo mu aldım? Şu işi şu tarihe yetiştiremezsem ne yaparım? İyi bir iş bulabilecek miyim? Evlenebilecek miyim? Askerliği aradan çıkarsam ne güzel olur? Bence bunlar oldukça lüks dertler.

Bu yazıyı muhtemelen bir bilgisayar başında, tok, uykunuzu almış ve yarın acaba ailemi biri öldürür mü korkusu olmadan okuyorsunuz Hala hayat eskisinden daha mı zor diye düşünüyorsunuz? O zaman bir kere daha düşünün!

Ziyaeddin Halid İpek – cocukaile.net

Gençlik ve İdeolojiler

Bir arkadaşım, kendi sınıfında satanistliğe merak salmış ve ne yazık ki belli bir süre etkisinde kalmış bir çocuk ile bir hocanın diyoloğunu anlatmıştı. Hocası çocuğa alay etme amaçlı “Siz şimdi gidip kedi filan mı kesiyorsunuz ne saçma” gibi bir söz söylemiş. Çocuğun da tam cevabı şöyle olmuş “Ne var yani sizde koyun, inek kesiyorsunuz.” Tabi mesele sadece bir şey kesmeye indirgendiğinde herkes bir şey kesiyor,

Günümüzde ibadetlerin altını dolduramıyoruz. Namaz ve oruç gibi ibadetler aslında kişiyi hayatta daha iyi birey yapması gerekirken ne yazık ki bu gerçekleşmiyor. Bir kişi yaptığı güzel bir ibadeti hayatının öbür alanlarına da yansıtmadığı zaman toplum nezdinde savunduğu değere bir darbe vuruyor.

Sonuçta namaz kılıyor fakat çok cimri, namaz kılıyor fakat çok asabi, oruç tutuyor fakat yalan söylüyor gibi yargılar oluşuyor toplumda. Bu da o kişinin çocukları veya tanıdıkları tarafından görüldüğünde demek ki savunduğu değerler önemli değil öyle olsa idi bunları yapamazdı gibi bir yargı oluşturuyor.

Gençler özellikle ailesinde bu tutumu gördüğü zaman İslami değerleri benimsemiyor. Ebeveynleri tarafından ibadetler sadece yüzeysel bir şekilde yapılmaya ve bir rutine dönüştürüldüğü takdirde gençler bunu benimsemiyor. Yapılan işlerde tekdüzelik sezen ve hayatın başka alanlarına yansımayan bu durumları gören gençler kendilerini başka düşünce ve topluluklara ait hissediyor.

Bunun yanında günümüzde gençler arasında yanlışta olsa farklı olsun algısı mevcut ne yazık ki. Bu algı sonucu yeni şeyler, başkalarının duymadığı ve farklı olan şeyler onlara güzel geliyor. Çevrelerinde %98 Müslüman olan bir ülkede bu genç bir satanist, bir komünist, bir feminist denmesi yada bu çocuk ne acayip giyiniyor denmesi hoşlarına gidiyor.

Okulda, parkta, dışarıda parmakla gösterilen bireyler oluyorlar. Kendi başlarına oturduklarında herkesten farklı düşünüyoruz, eşimiz benzerimiz yok fikri onları mutlu hissettiriyor. Kendilerini başkalarının düşünmediği gibi düşünen kişiler olduğunu bilmek onların hoşlarına gidiyor. Bir şeyin farklı olması onu orijinal, işlevsel veya doğru kılmıyor. İşte bunu anlayamıyorlar.

Bunun sonucu gençler kendilerini farklı ideolojilerin kapanlarında buluyor. Herhâlde bu farklı ideolojilere kapılan gençleri üçe ayırmak mümkün:

İlk grup gençler katıldığı ideolojinin ne olduğundan habersiz olanlar. Geçen senelerde her hafta doğuda ki bir ilçeden bir servise biniyordum. Giderken duvardaki pek çok aşk nağmelerinin yanında şöyle bir yazı yazıyordu. “Lanet olsun faşistim”. Muhtemelen gencin faşistliği bilmediğini varsayıyorum. Daha kötüsü genç Türkçe yazım kurallarını da bilmiyormuş ki “lanet olsun faşizm” yerine “lanet olsun faşistim” gibi bir ifade kullanmış.

İşte bu tür gençler kimi ideolojileri kabul ederken çok fazla düşünmüyorlar. Genel kabulleri ne ise ona göre hareket ediyorlar. Varsaydıkları düşünceyi doğru kabul ederek, karşı tarafı ise o düşüncenin basit deyimleri ile eleştirmeye kalkıyorlar. Kırk âlimi bir delille yenebilenler, bu tür cahil harekette bulunan gençleri kırk delille yenemiyor. Üstüne birde gençlik ateşi ile içleri korlandıkça korlanıyor. Yalnız yaşlanmaya başladıkça o ateş zamanla sönüyor ve yerini gerçekler alıyor. Bu kesim ancak o zaman ideolojilerinin pasif bir savunucusu olarak kalıyor ya da ailesinden gördüğü düzene geri dönüyor

İkinci grup ise keyfine geldiği için o topluluğa katılanlar. Bu gruptaki kişiler benimsediği ideolojiyi keyiflerini sürdürebilecekleri sürece kabul eden bireyler çünkü kabul ettikleri ideoloji onların zihniyetine ve yaşam tarzına göre en kolayı olan oluyor.

Bir genç olarak kendinizi tasavvur edin. En sevdiğiniz arkadaşlarınızın, abilerinizin veya ablalarınızın olduğu bir ortam, sohbetleri hoşunuza gidiyor. Her akşam toplandığınız güzel bir yere sahipsiniz. Kendinizi sevdiğiniz konuları tartışırken buluyorsunuz. Dünya için, insanlar için güzel şeyler yaptığınızı düşünüyorsunuz. Yalnız bir problem var. Takip ettiğiniz ideoloji yanlış. İçten içe bunu da hissediyorsunuz. Yalnız o güzel sohbetler, o güzel bildiğiniz sohbet arkadaşları, o güzel ortam. Hepsini terk etmeniz gerek. İşte bu kimse için kolay değil.

Keyfimize göre ideoloji takip etmek her zaman insanoğlunun meyillerinden biridir. Şöyle düşünelim. Oy verdiğiniz bir partiyi refah zamanı savunmak kolaydır. Peki, o partinin doğru bildiği bir politika için ailenizden biri ölse hala aynısını düşünür müsünüz? Mesela partiniz bir başka bir devlete haklı bir sebeple savaş açtı fakat bütün aileniz bu savaşta öldü. Hala partinizi savunur muydunuz? Ya da bu savaş kaybedilse? Belki beklenmeliydi diye düşünürdünüz. Her şeyi doğru yapmasına rağmen kişilerin yanlışları olduğunu savunurdunuz belki de. İşte aklımıza burada şu soru gelmeli. Yaptığımız şey keyif aldığımız için mi doğru yoksa yapmaktan nefret etsek bile yaptığımız şey doğru olabilir mi?

Son grupta ise ideolojilerinin bir mantığı olduğunu hissettiği için o akıma üye olanlar var.Bu tür kişiler genellikle savundukları ideolojinin en katı savunucularıdır. Zor günde kolay günde her zaman ideolojilerini savunur. İdeolojileri hakkında yüzlerce kitap okur. Konferanslar düzenlerler. Teşkilatlarının önemli pozisyonlarında da bu kişiler vardır. Bu kişiler ideolojilerini haklı görürler. İdeolojileri toplum eşitliği getirecek, mutluluğu ve düzeni sağlayacaktır.

Hiçbir akım dünyayı yıkmak amaçlı ortaya çıkmamıştır. Hitler Nazizm düşüncesini hayata geçirirken ve milyonları katlederken eminim kafasında kötü bir şey yaptığını düşünmüyordu. Hatta kendisini bir kahraman gibi görüyordu. Onu takip eden milyonlarca Alman da. Dünyayı düzelteceklerdi. Amerika hala attığı atom bombası için özür dilemiyor. Sorulduğu zaman yüz binlerce sivili öldürdüğü için hala haklı sebepleri olduğunu söylerler. Hiçbir düşünce onu gerçekleştirenler gözünde kötü olarak gözükmez.

Anarşizm ele alalım örneğin. Bizim için anarşizm yıkım, yok oluş her türlü düzene karşı bir başkaldırış olarak gözükür. Peki,anarşistler için böyle mi? Anarşizm düşüncesi ortaya çıkışı şu şekil gelişmiştir. Anarşistler doğaya baktıkları zaman ekosistemi görmüşler. Ekosistemde yaşayan canlıları gözlemlemişlerdir. Hiçbir kural olmamasına rağmen bütün canlıların uyum içinde yaşadığını ve ortada hiçbir problem olmadığını fark etmişler. Bunun sonucu insanlar içinde kurallar olmaması gerektiğini savunurlar. Aslında insanlar otorite olmadan serbest bırakılırsa hayvanlar gibi toplumsal düzenlerini sağlayabilir. Ne kadar mantıklı değil mi? Tabi eğer bir ilaha inanmıyorsanız.

Biz Müslümanlar açısında düşündüğümüzde Rabbimizin her şeyi düzenlediğini ve bütün canlılar âlemine bir amaç verdiğini, kimi kurallar çerçevesinde doğayı düzenlediğine iman ediyoruz. Biz insanların kurallarının da kutsal kitaplar ve peygamberler tarafından iletildiğine inanıyoruz. İşte böyle bir çıkış noktamız olduğu için anarşistlerin ulaştığı sonuçla bizim ulaştığımız sonuç çok farklı oluyor. Onlarda genelin iyiliğini savunmasına rağmen uygulamaya geldiğinde anarşizm bir kaos ortaya çıkarıyor.

Sonuç olarak Müslümanlar eylemlerini hayatlarına bir ahlak numunesi olarak her alanda yaymadıkları ve İslamı her anlamda derinlemesine gençlere anlatmadığı sürece gençler kendilerine mantıklı buldukları fakat hayatta sıkıntılı sonuçlara sebep veren ideolojiler peşinde yanlış bir ömür harcayacaklar. Bu noktada biz dinimizi ihlas ile ve her türlü yönüyle anlatıp doğru bir şekilde yaşamadığımız sürece ortada bir boşluk bırakacağız. Bu boşluğu da her türlü yanlış ideoloji ve akım doldurmaya devam edecek.

Ziyaeddin Halid İpek – cocukaile.net

Çok Şey Bilen Ama Hiçbir Şey Yapamayanlar

Kuran-ı Kerim meali okurken Kasas Suresi 78. Ayet’in açıklamasında Karun’un Hz. Musa (a.s) ve Hz Harun (a.s.)’ dan sonra Tevrat’ı İsrailoğulları içinde en iyi bilen [1] kişi olması beni şaşırtmıştı. Müthiş bir ilminiz var. Allah’ın kitabını Peygamberlerden sonra en iyi bilen kişisiniz. Gene de doğru şeyi yapmaktan mahrumsunuz ve büyük bir gaflet içindesiniz. Düşündürücü bir kıssa.

İnsanlar sanayi çağının ardından artık bilgi çağına geçti. Önceki nesillerin hiç olmadığı kadar bilgiye yakınız. İstediğimiz kaynaklara internet üzerinden çok rahat bir şekilde ulaşabiliyoruz. Bir bilgiyi elde etmemiz bazen 1 dakikadan az sürüyor. Kendimizi tanıtırken tek değil 3-4 hatta daha çok vasfımız var artık. Aynı zamanda doktor, kulüp başkanı, bu müzik aletini çalan, şu sporu yapan kişi vb. pek çok özelliği beraber barındırabiliyoruz. Yalnız mesele bir şeyler yapmaya gelince çok yetersiziz.

Özellikle insani ilişki boyutunda müthiş bir eylemsizliğimiz mevcut. Toplumda sayısız psikolog, sosyolog, psikolojik danışman vs. var fakat gene de insanlardaki sıkıntılar artıyor. Bir çözüm getirmekten gafiliz çünkü biliyoruz ama yapamıyoruz. Dinliyoruz ama sabredemiyoruz. Televizyonlarda, internette sayısız videolar nasıl daha mutlu olabileceğimizi anlatıyor ama anlatanda mutsuz, dinleyende çünkü anlatılanlar ya havada kalan gerçekler oluyor ya da uygulama noktasında çöküyor.

Annelik olayı somutlaştırmak açısından çok güzel bir örnek. Annelikle ilgili sayısız kitaplar mevcut. Anne nasıl olmalı, nelere dikkat etmeli, çocuk gelişimi vb. konuların geçtiği kitaplar raflarda. Genç anneler arasında popüler olan bu kitaplara baktığınızda şunu görüyorsunuz ki bu kitapları yazan bazı kişilerin çocukları bile yok. Bazılarının ise aile hayatının dağınık olduğunu, boşandığını vs. görüyorsunuz.

Boşanma çocuk psikolojisine etki etmiyor sanırım. Meselenin komik tarafı bu kitapları okuyan veya okumuş kişilerin ya 1 ya da 2 çocuğunun olması ve kitapta ki örneklerin 3-4-5 çocuklu ailenin uygulamasının oldukça zor olduğu. Aslında 1-2 çocuklu ailelerin bile uygulaması zor ütopik tavsiyelerde var. Hanımlar bu kitaplar sayesinde çocuk yetiştirme konusunda annelerinin belki 10 katı bilgiye sahip oluyor ama annelerinin 5 çocuk yetiştirdiği imkânlardan çok daha elverişli şartlarda 1 çocuk yetiştiremiyor.

Erkekler ise babalarından çok daha fazla şey biliyor, çok daha fazla para kazanıyor ama evi idare etme konusunda ve eyleme geçme de çok başarısız. 18-20 yaşında bir evin sorumluluğunu almaktan çekinmeyen babaların 30 yaşında evi idare edemem, hanımda çalışmalı diyen gençlerine evrildik.

Gençlerin doğruyu yapması için harcaması gereken çaba çok fazla. Özellikle insani ilişkilerin en az yaptığımız meslek kadar emek gerektirdiğini kavrayamıyoruz. Bazen çok büyük kayıplar ve acılar yaşamış insanların durumlarına şahit oluyorum. Kendi durumundaki insanları daha iyi anlaması gerekirken hiçbir fark olmadığını görüyorum çünkü yaşamak bile bazen yapmak kadar zor değil.

Çağımızda artık belki de az şey bilen fakat onu uygulayan insanları takdir etmek gerek. Gittikçe daha fazla bilen, durmadan konuşan insanlar ekranlarda, raflarda, evlerde dolaşıyor fakat uygulamalar hep eksik, hep boş. İlişkiler bozuk ve yanlışlar üzerine kurulu çünkü meselenin çok bilmek olduğunu zannediyoruz fakat mesele azda olsa doğruyu yapabilmek.

[1] Celaleyn Tefsiri

Ziyaeddin Halid İpek – cocukaile.net