Etiket arşivi: zübeyir gündüzalp

Şiirlerle Nurun Kahramanları – Zübeyir Gündüzalp

zubeyir-gunduzalpFena fis-said Zübeyir Gündüzalp

 

Zübeyiridir Üstadımın..

Üstadımın başveziri..

Bediüzzaman’ı duydu..

Eyledi talim-i nuru..

Yazdı Risaleleri..

İrdeledi hakikatleri..

Rıza istedi her  daim..

 

Gündüzü geceye kattı..

Üşenmedi asla kar, kış..

Nicedir aradı kalbi üstadı..

Dünyasını her şeyini hakka adadı..

Üstüne fena fissaid sıfatı sindi..

Zamanın Bedi’inin Fedaisi..

Asla yılmadı Allahın mücahidi oldu..

Lakabı fenafis-said..

Pürnur olsun kabrin ağabeyimiz..

 

Zübeyir Gündüzalp (R.A.- R.H.)

 

Muhammed Numan

Terbiyenin en makbul olanı, kendi kendimizi terbiye etmektir.

Şuurlu çalışmalı ve düşünerek okumalıdır. Böyle zihnî eksersizler, idmanlar, münazaralar yapmalı. Zihni inkişaf ettirmeli, hafızayı kuvvetlendirmeli.

 

Takip edilecek gaye ise, devamlı cehdleri temin etmekten ibarettir. Zihnî terbiyede esas, her gün bu kabil zor ve devamlı cehdleri kemal-i cesaretle tekrar etmeye alışmaktır.
Cehdlerimizin aynı gaye ve istikamete doğru teveccüh etmiş olması lazımdır.

 

İrade kudreti, çok cehd sarfından ziyade, zihnin bütün kuvvetlerinin aynı gayeye ve aynı istikamete doğru sevk edilmesi ile izah edilebilir.

 

Zihnen çalışmak dikkatli olmaktır. Tefekkür etmek, dikkatin bir noktaya teksif ve temerküzünden başka bir şey değildir. Görülüyor ki, zihnî faaliyetin her ikisinde de dikkat mevzuu bahistir.

 

Tabiaatımızın, mânevî bünyemizin ilmi, teferruatına varıncaya kadar bize yabani olmamalıdır. Zihnî ve nefsî hasselerimizin ve arzularımızın sebepleri bizce mâlum olmalıdır.

 

Fikirler kuvvetlerini hislerden, teesürî hallerden alırlar.

 

Fikirler hisler ile beslenir, kuvvet bulur. Fikir kendi başına bir kuvvet değildir. His ve heyecan, onun mücadele için, muvaffak olabilmesi için muhtaç olduğu kuvvet menbaıdır.

Fikrin mücadelede muvaffak olabilmesi için iki kuvvete ihtiyacı vardır. O da his ve heyecandır.

Fikirler tahkikî imandan gelen aşk ve kuvvetle kuvveden fiile çıkarlar.
Fikrin hareketlerimiz üzerindeki tesiri zayıf olabilir. Fakat his ve heyecanın kuvvet ve tesiri büyüktür.

İrademi kuvvetlendirmekten ibaret olan gayem, bir defa vâzıh surette meş’ur oldu mu, bilhassa çalışmak hususunda iradem şuurlaştı mı, bütün haricî âlemden, ahvalden ve bütün intibalardan his ve fikrimi çekip kurtarmalıyım.

Herkese kendi âdeti hoş gelir

Herkese kendi âdeti hoş gelir.

Fenalık ve iftiralara ne kadar fecî bir surette maruz kalınırsa kalınsın, mukabele-i bilmisil etmemek, tevbe ve istiğfara devam etmek, sabır ve tahammüle çalışmak, öyle hâdiselerden ibret ve ders almak, mütecaviz ve müfterilerle uğraşmamak, yüksek bir ahlâk ve kemâlâtın şiarındandır Enbiyalar, velîler, sulehalar ahlâkı ile ahlâklanmaktır.

Kendi nefsini daima kötülemek, kendi küçük kusurlarını büyük görmek, başkalarının büyük kusurlarını küçük görmek, yüksek bir fazilettir Takvada, doğrulukta, edep ve ahlâkta kendisi azametle amel etmeye çalışmak, başkaların lâkaydlıkları ile meşgul olmamak veya ikaz ve hatırlamakta mütevaziyane ve yumuşaklık göstermek büyük bir fazilet ve din kardeşlerinin dinine hizmet edebilmek için semeredâr bir düsturdur.

İnsan beşerdir, hata edebilir Hususen küllî ve umumî bir dâvanın hizmetkârlarına yapılan taarruzların çokluğu, şerâitin ağırlığı; dâvâyı inkişaf ettirmek, hizmetin önüne çekilen dehşetli mâniâları yıkabilmek için çeşitli hizmet şık ve şekilleri ararken hepsinde yüzde yüz isabete muvaffak olmak pek müşküldür Böyle bir hengâmede müsbet netice vermeyen tedbirleri o müdebbire söylemek lâzım iken, her ne sebeple olursa olsun, kat’iyyen başkasına söylememek ruh, kalb, akıl ve feraset eseridir Bunun aksine başkalarına dert yanmak, safderunluk ve düşünce za’fının delilidir Fayda vereceğim zannıyla fikrinde taannüd ve taassub göstermek zarar vermenin en bâriz bir delilidir ki, bu da ahmaklığın gözlere görünecek derecede aşikâr olmasıdır Zira ahmaklığın tarifi, “Fayda vereceğim niyetiyle zarar vermektir“.

Kendisinin bir rey ve fikir sahibi olduğu gururuna kapılan, asıl rey, tedbir ve vazife sahibi kimseleri kötüleyen, fakat kendisine toz kondurmayan bir kimse, “Herkes için birer kusur buluyorum; acaba kusursuz bir ben mi kaldım? Onlar benim aklımın ermediğini yakînen biliyorlar da, tehevvüre kalkışıp veya o sözü içime atıp nefsimin, arkadaşlarımın kusurunu veya aslında kusur olmayıp ta benim kusur görmek ve başkalarına nakletmek hususunda zorlatıcı bir kuvvet haline gelmemesi için, benim yüzüme vurmamak edep ve hayasına mı riâyet ediyorlar?” diye mülâhaza yapılsa, bir zararı bin zarara çıkaran dedikoculuktan kurtulunması mümkün olur.

İyi olmanızı istiyorsanız evvelâ kötülüğünüze inanınız, kusurlardan kurtulmak istiyorsanız evvelâ kendi kusurunuzu görüp, kendinizi kusursuz zannederken, kusurlu olduğunuzu müşahede ediniz

Zübeyir Gündüzalp’in Notlarından

 

İradesini Başkasının Cebine Koyanlar!

Gelelim gündem meselemize, milli sorumluluk ve vazifemize. Bizce seçimler yalnız partilerin imtihan ve müsabakası değildir. Toplumların da bir imtihanıdır. Bu bir.
 
İkincisi: her bir ferd kullandığı oy ile kendi imtihanını veriyor. Tercih ve İRADESİNİ ortaya koyması gerekiyor. AKILLARINI BAŞKASININ CEBİNE KOYANLAR BAHSİMİZDEN HARİÇTİR. (Bediüzzamanın aşiretlere verdiği kinai bir derstir*).
 
İnsan yaptığı iş sözlediği söz verdiği oy ile muamele görür.. kişiliği tekevvün eder, oluşur. Onun için büyükler hep korkarak hassasiyetle amel ve muamele etmişlerdir.
 
Ne diyor Hz. Üstad : “ Hazer et!. Dikkatle bas , batmaktan kork, bir lokma, bir dane, bir lem’a, bir işarette , bir  öpmekte batma. Dünyayı yutan letaiflerini onda batırma” .
 
Hele bir cemaatin saylerine medar durumunda olanlar.
 
Kendini o recülü facir bilmelisin diyor  nefsine.
 
Ben batmışım kime ne !..
 
Kim ne ederse kendine eder.
 
Bazen de bir memlekete eder. Bazen bir kıyamet kopmasına neden olur.
 
Onun için dağ gök yer tahammülünden korkmuşlar.
 
HZ. BEDİÜZZAMAN SİYASETE NASIL BAKIYOR
 
Emirdağ ll deki lahikalarda bunun dersi var.
 
Merhum Zübeyir Ağabeyden;
Üstadımız Eski Said’de bir parça siyasete girmiş” veya Osmanlıyı meşrutiyetle bir hamle yaptırıp yeniden ihyasına çalışmış.
 
Sonra küfrü mutlak demek olan materyalist felsefe taarruz edip memleketimize de istibdad-ı mutlak tarzında girince Hz. Resulüllahın (A.S.V.) emr-i manevisi ile – mealen – “ben o zamanda gelse idim, en mutena bir yere çekilir; Kur’an dan iman bürhanlarını çıkarıp   (bu asrın küfrü mutlak mümessili olan ) o süfyana onunla mukabele ederdim.” Fermanı mucibince ve kader-i İlahinin sevkiyle Barlada iman bürhanlarının istihracına bi avnillah say ediyor. Bütün kuvvetiyle ve letaifiyle Kur’ana teveccüh etmek için “ euzübillahimineşşeytani ve siyaseh” diyor.
 
Sonra yüz senede olacak inkılap Kur’an nurlarının mucizekar kılıncı ile on senede netice veriyor. Tarihte emsali olmayan bir müdebbiriyetle (şimdi komitecilik diyorlar) o istibdad-ı mutlak devrinde idam taleb ve tehditleri ve sıkı takibat altında .. yirmi kere zehirlemeler  de olduğu halde çoğu el yazması altıyüzbin nüsha eser  hem telif, hem neşrediliyor.
 
Binnetice bir derece hürriyetin tahakkuku ile istibdat yıkılıyor.
 
Hz. Üstad nur erkanları Ağabeylere : “ ben otuzbeş senedir siyasete bakmıyorum.  Şimdi Risale-i Nur  meclise girmiş bir derece bakıyorum , size izin yok.” Buyuruyor.
 
Çünkü : mesleğini ve cemaatini HİZBÜL- KUR’AN olarak – emri Kur’ani ile- tesis etmiş. Siyasete ve dünyaya bulaştırmıyor.
 
Hatta elliden sonra gençlik arkadaşı Eşref Edip Bey ziyaretine geldiğinde – adeta lisanı hal ile “Üstadım hani o gençliğinizde verdiğiniz müjdeler ne zaman tahakkuk edecek”- istifsarına :
 
KARDEŞİM BEN MUVAFFAK OLDUM. BEN KIYAMETE KADAR BU HİZMETİ KUR’ANİYEYİ VE İMANİYEYİ OMUZUNDA TAŞIYACAK BİR CEMAATİN ZUHURUNA ÇALIŞTIM; O CEMAAT VÜDUDA GELDİ BEN MUVAFFAK OLDUM.”  buyuruyorlar.
 
Hz. Üstad (R.A.) daima “AHRAR” ismini verdikleri küfrü mutlak ve istibdadı mutlak karşısındaki en büyük kitle pertisine oy vermiş ve verdirmiştir. Bunun israrla tahşidatını yapmıştır.
 
Hatta bir seçimde halk partililer Isparta da köyleri dolaşarak “ Bediüzzaman bizden. CHP ye oyunu veriyor” diye propaganda yapınca, Hz. Üstad : “ benim oyum mühim, getirsinler sandığı ben oy kullanacağım” diyor. Ağabeyler : Üstadım mevzuat müsait değilmiş diyorlar.
 
Hz. Üstad bilmez mi mevzuat müsait olmadığını.. dikkat çekip nereye oy verdiğini göstermek istiyor.
 
CHP bunu da yaptı : Açık oy gizli tasnif . Seçimde de istibdadı mutlak. DP itiraz edince gizli oy açık tasnif yapılıyor.
 
Hz. Üstad sadığa gidiyor. Oy sandığı hücresine giriyor.  DP nin kartını ve zarfı alıp dışarı çıkıyor. Halka ve heyete karşı : “Böyle mi konacak!” diye oy pusulasını zarfa halkı şahit tutarak koyuyor. Yani CHP nin oyununu bozuyor.  (min şerri ma halak) halkın şerrinden kendinizi koruyunuz. Bu , bu zamanda halk partisine bakar diyor Üstad. Ve bir dersinde:  Bu milletin fakru hali : ya Avrupa kafir zalimleri veya asya münafıkları desiseleriyle ya çalar veya gasb eder.” diye izah ediyor.
 
Şimdi CHP ye paralel gidenler acaba kimi takip ediyor ! Hutuvatişşeytan…
 
Ancak o partide bütün mes’uleti yüzde beşe veriyor yüzde doksanbeşi mes’ulet ve itirazlardan kurtarmaya çalışıyor.
 
27 mayıs ihtilalinde ahrar kitlesi ikiye bölünmüştü. YTP ve AP diye.
 
1965 seçimleri arefesinde S. Demirel  merhum Av. Bekir Berk Ağabeyi çağırıp: “ Bekir Bey biz kitleyi AP de toplamak istiyoruz. Sizin arkadaşlar için de onbeş kişilik bir kadro(!) ayarladık. Siyasete girmek isteyen arkadaşları bize bildirin. Onları merkezden gösterelim.” Diyor.
 
Merhum Bekir Ağabey: “ Ben kafadan iş yapamam. Arkadaşlarla istişare etmem lazım” deyip gelip merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabeye teklifi naklediyor.
 
Müdebbiri azam Üstadımızın müdebbiriyet ve sıddıkıyetle mümtaz talebesi merhum Zübeyir Ağabey cevap olarak: “KARDAŞIM !. BİZİM CEMAAT OLARAK MAKAMATI ELE GECİRİP DÜNYA CİHETİNDE TAHAKKUK ETTİRMEK İSTEDİĞİMİZ BİR GAYE YOK ** Üstadımız Menderes’ten ne istemişse onu isteriz:
 
Bir: komünistlere karşı sağlan dursunlar
 
İki: Kur’ana hizmet eden Nur Talebelerine ilişmesinler.
 
Üç : Ayasofyayı ibadete açsınlar” diye cevap veriyor.
 
İşte o asrın Kur’an hadiminin elektriki tesir icra eden programı ile S. Demirel o merhum Ağabeyimiz hayatta iken sağ cephenin şedit bir müdafii durumunda hizmet etmiştir.
 
Bir harici planla AP yi bölmek için bir kumpas yapıldığında da Zübeyir Ağabey ve sair nur erkanları Üstadımızın siyasete dair prensibine sadık kalarak  nur talebelerinin birlik ve beraberlikleri muhafaza edilmiş ve plan atlatılmıştır. Bunun üzerine İnönü 1967 de planı tutturamayınca : “Nurculuk tarihin en organize irtica cereyanıdır. Beni nurcular yıktı.” diye meydanlarda basbas  bağırdı.
 
 İngilizler İstanbulu istila ettiği vakit İngiliz kurnazlığıyla hocalara diyorlar: “hocalar siz kadere inanırsınız. Kader böyle imiş. Biz geldik artık hakim olduk. Siz bizim  aleyhimizde bulunmayın biz de size ilişmeyelim diye propaganda yaptıkları zaman Hz. Üstad makalelerle mukabele ediyor:
 
Hain İngiliz!.  bu bizim kaderimiz değil imtihanımızdır sana ihtiyarirla teslim olan zelil ve haindir. Tükürün zalimlerin hayasız yüzüne!..”diye kuvvet-i maneviye-yi milliyeyi şahlandırıyor.
 
Demek muvaffakiyet: Düşmanı kuvvetli gördüğü zaman Allah’tan nusret isteyip hayatını istihkar ederek dinini, milletini, memleketini müdafaa etmektir.
 
Yoksa düşmana teslim olup eğilerek güya müsalaha yollarına girip müşterek hayat şartları aramak zilletine düşmek değildir. Hele hele düşmanın yalancı tavırlarına aldanıp oyuna gelerek aziz Müslüman milletine, hükümetine, devletine düşmanla müşterek planlar kurmak dünya tarihinin görmediği bir alçaklık ve zillettir. Değil Müslümanlar bütün insanlık dünya durdukça buna yuh çekecektir.
 
BİR OLAY BİR ESAS
 
Dediğimiz gibi İngilizler, demek her zaman bir hile, bir kurnazlık üzerine gidiyorlar.
 
İstanbul’u istila ettiklerinde Sultan Vahdettin diliyle Anadolu’daki kuvva-yı milliye için nameşşudur dediğini işaa ediyorlar.
 
Hz. Üstad :” Şimdi Sultanımız esirdir; sözü hükümsüzdür; kuvva-yı milliye meşrudur diye mukabil fetva veriyor. Teemmel !
 
 Dualarınıza muhtaç kardeşleriniz: İzmir Nur Talebeleri
 
*Evet.. reisleriniz malınızı ceplerine indirip hapsettikleri gibi, akıllarınızı da sizden almışlar veya dimağınızda hapsetmişler. Bediüzzaman
 
**Çünkü : Biz Hizbül Kur’anız, mesleğimiz kudsidir. Dünyaya, siyasete ,maddiyata hatta cemaati menfaata alet edemeyiz.
Not: Bu meselede çekimser kalacağım demek, muhalif taraf hesabına geçer.
Not2: Merhum Mustafa Sungur Ağabey(R.H) Ak parti için, “bunlara ehvenüşşer denmez. Azam-ül hayırdır” demişti.
Eyüp Ekmekçi
Konuyla İlgili Diğer Yazılar;

Sana Gülmek Yasak Dostum

Nice insan vardır ki kendisi için değil toplum için yaşar.Bu insanlar bir idealin bir davanın uğruna hayatını adar.Bu insanların yetişmesi  kolay değildir.Bu insanlar mücevherin şekil almasında geçirdiği safhalar gibi; hayatları ibretlik safhalarla doludur.

Bunları yetiştiren büyük insanlar vardır.Bu insanlar etrafına ışık saçan deniz fenerleri gibidir.Yolda kalmışlara ve yolunu şaşıranlara yol gösterirler.Bu büyük insanlar dava adamlarıdır.

Şimdi bu büyük dava adamlarından birisi olan Bediüzzamanın Talebelerinden Zübeyir GÜNDÜZALP’IN talebesine gönderdiği ve her cümlesi  bizim içinde çok büyük dersler içeren mektubunu aktaracağım.

Sana daha önce “Ağlama ne olur gül artık. Gülmek senin hakkındır.”demiştim.
Şimdi ise “Sana gülmek yasak”diyorum. Sanma ki bu bir çelişki; sanma ki bunlar birbirine mâni. Aksine bunlar birbiriyle iç içe…
Gülmek,üzerine yüklenen ebedî dâvânın ağırlığından gafleti anlatıyorsa;o sana yasak!..
Eğer ebedî dâvânın bayrağını bir adım götürme nimetine nâil olmanın şükür ve sürûrunu temsil ediyorsa,elbet gülmek hakkındır.
Ağlamak bedbinliğe ve şevksizliğe alem olmuşsa ağlama!.. Yazıktır gözyaşlarına…
Eğer îman bayrağını ötelere götüremenin ızdırabı, gayrın dertlerini düşünme faziletinin ifâdesi ise ağla,hem de sel gibi gözyaşı dök!…O yaşlar bir gün rahmet bulutu olup seni gölgeler,hatta yağmur olup âb-ı hayat sunar.
Sen öyle bir duygu girdabındasın ki;kurtulamazsın.
Sen; gülmek -ağlamak,sevmek-sevilmek,konuşmak-susmak gibi zıtların belki de vefâsızlıkların,kadirşinassızlıkların sâhillerine uğrayan helezonik bir güzergâhın yalnız yolcususun.
Senin yolunda yalnız dikenler ve çakıllar değil,pusu kurmuş çakallar da var.
Senin yolunda maddî ve mânevî menfaatlerden de öte,bir ulu gaye için çırpınmak var.
Neylersin sen buna gönüllü tâlip olmuşsun.
Sen kâinâtı kucaklayan bir ulu ideale baş koyacak fıtratta doğmuşsun. Küçük hülyâlarla nasıl avunursun?
Sen her şeyin sâhibine gönül vermişsin,bir şeyde nasıl boğulursun?…
Sen kendini başkasıyla mukâyese edemezsin,çünkü sen farklısın!..
Sana bazen ağlamak yasaktır!
Kan kussan kızılcık şerbeti içmiş gibi duracaksın. Sana bakıp şevk alanları üzmemek için gözyaşlarını içine gömüp,bağrına taş basacaksın…
Sana bazen gülmek yasaktır!
Herkes şen şakrak iken,sende derin bir tefekkür hâli,bir ağırbaşlılık,bir vakar görülür.
Belki de tebessümünle iktifa edersin;çünkü sen zerre kadar zamanda kaybolmaz,asırlar ötesini düşünürsün.
Gün olur,bir ulu hizmetin peşinde yalnız koşturur,türlü fedâkârlıklara katlanırsın.
Belki umduğunu bulamaz, belki destek beklediklerini ilgisiz görürsün…
Nice zamanlar doğru bildiğin yolda yalnız yürümeğe mecbur kalırsın….
Sakın sakın, sana el uzatmayan zavallılar grubunun sahte saâdetlerine imrenme!
Onlara kızma,adâvet etme. Sadece acı…
Çünkü sen farklısın dostum! Allah sana başkalarının dertleriyle dertlenme fazileti vermiş.
Senin beynin enbiyalar ,evliyalar, sâlihler, sıddıklar ve mücahitlerin mefkûresiyle doldurulmuş.
O nuranî zincire bir küçük halka olmak,o ulvî kervanın peşinden koşmak,o mukaddes ayaklarına toz olmak istediğimiz dava ehlinin bir küçük ferdi olmak arzusu vermiş;ne diye küçük düşünüp,hislerini dünya için hebâ edeceksin?
Sen farklısın dostum çok farklı!
Ömründe seni bir kere dahi düşünmeyen,sana zerre kadar menfaati dokunmayan kişinin imanını kurtarmak için çırpınıyorsun.
Onun için çalışıyor,programlar yapıyor,diller döküyorsun.
Neylersin ki elinde değil,başkasını düşünmeden edemiyorsun.
“Boş versene” diyemiyorsun.
“Aldırma da geç git”diyenlere kulak asmıyorsun,
“Milleti sen mi kurtaracaksın?” diyenlere :
“Evet ben kurtaracağım! Var mı bir diyeceğiniz!”
diye haykırıyorsun…
Sen gönüllü bir mahkûmsun dostum!
Sâniyeleri Allah yolunda hizmetle geçen bir çelik duvarla örmüşsün çevreni.
Sen kendi mahpushâneni kendin yapmışsın,ne diye dışarıdaki aylaklara imreneceksin?
Sen seni seninle mukayese et. Sen başkalarına bakıp da “o niye böyle?Şu niye şöyle?”deme.
Sen kendi kabiliyetlerini,kendi duygularını aksa’l-gayâta çıkar. Sen kendinle yarış!..
Bu hükümet-i cumhuriyenin tek memuru ben miyim?”deyip el etek çekme! Bu senin davandır…
Unutma! Problemler küçük insanların şevkini kırar,büyük insanların azmini artırır.
Sen büyük insansın. Çünkü büyük ve ebedî bir davaya gönül vermiş,baş koymuşsun.
Sıradağlar gibi problemlerle çevrilsen takma kafana!
Bu dava büyükse sahibi de büyük.
Senin gibi ihlaslı,cevval kahramanları yalnız mı bırakır?….”

HAMİT DERMAN-ŞANLIURFA