Talebelik

Bir umumi vasıta ile seyahat için alınacak biletin tenzilatlı mı tenzilatsız mı olacağını belirten kelimelerle ilgili yanlış  düşünceler  var mıdır? Mesela, “tenzilatlı talebe bileti” isteyen bir yolcu “Şu mektep bitse de talebelikten kurtulsam, tenzilatı yerinde kalsın.” şeklinde; “tenzilatsız tam bileti” alan bir yolcu ise “Benim talebelikle, kitapla, dersle işim yok! Ekmeğimi elime almışım. Bana iyi para kazandıran bir işim var” şeklinde düşünür mü?

“Talebelik”, okulla ilişiğin kesilmesiyle biter mi? Alınan bir biletin “tenzilatsız” olduğunu ifade için kullanılan  “tam” sıfatını yolcunun kendine çok yönlü bir şekilde haksızca teşmil etmeye ve kendini tekamülü için çalışmaktan müstağni, kamil bir insan olarak görmeye ve göstermeye çalışmaya hakkı var mıdır?

“Kamil” ve “tam” bir insan olmanın şartı sadece bizzat ve ihtiyacı için yeterli para kazanabilmek midir? Sadece bu vasıfla yaşayana “bütün meselesini halletmiş; bu dünya hayatının gayesine erişmiş” gözüyle bakılabilir mi?

*  *  *  *

Talebelere umumiyetle “müstehlik” nazarıyla bakılır. Bazılarının, evlatlarına ilim öğrenmek fırsatını vermemelerinin sebebi, talebelik hakkındaki bu yanlış kanaatleridir. Acaba “müstehlik” olmayan insan var mıdır? Bir insanın hayatiyetinin devam edebilmesi için Kâinatın Sahibi tarafından ona verilenlerin çokluğuyla  insanın istihlâkinin yanında, insanın istihsali ne kadar azdır!

Bütün insanlar küllî manada “büyük birer müstehlik” olmak bakımından birbirlerinden pek farklılık arz etmediklerinden, istihsali nispeten az olana “müstehlik” demek icap etse, bu “müstehlik” sadece talebeler midir?

Dünya malını yerinde kullanıp ondan en iyi istifadeyi temin edebilmek için de ilme ihtiyaç vardır. Talebelerin tahsil edeceği “faydalı ilim”, aslında en büyük dünya servetlerinden daha kıymetlidir. Zira “faydalı ilim” onlara ebedî ve en büyük saadetlerin, kazançların yolunu gösteren bir “define haritası” gibidir.

 *  *  *  *

Talebe, dilimize Arapçadan gelme bir kelimedir. Bu kelimedeki “talep edilenin ne olduğu” sorusuna karşılık, umumi efkarın verdiği cevap: İlimdir.

Demek ki talebe galiben, “ilme talip olan” manasında olup aslında bu mana da mekteplilere mahsus değil, umumidir. Herhangi bir ilk, orta veya yüksek dereceli okula kayıtlı talebelikten başka bir de: “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz” Hadis-i Şerifiyle bütün insanlara ömürleri boyunca emredilen “talebelik” vardır.

Çünkü “İnsan bu âleme ilim ve dua ile tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibariyle her şey ilme bağlıdır.” (Risale-i Nur Külliyâtı, SÖZLER)

İlimle meşguliyeti sadece “İlmiyye Sınıfı”na bırakarak faydalı ilmi öğrenmeye günlük yaşayış programında hiç yer vermeyen ve ihmal eden bir hayat seyri içinde “yuvarlanıp gitmek”ten bizi Kur’an tefsirinden nakledilen cümleler de, menediyor; insanın ömür zamanının kısımları olan günlerini çeşitli meşgalelerle doldurarak tüketirken, ilim ve dua ile tekemmüle de çalışmamasının insanlık fıtratına zıt olacağını ders veriyor.

Bu meselenin üzerinde iyice durmak, düşünmek ve muhasebesini yapmak mecburiyetindeyiz. İçimizde bizi daima hayırdan alıkoymaya ve şerre sevk etmeye çalışan, hayırdan geri durmamız ve şerre koşmamız için çeşitli gerekçeler öğreterek fikrimizi, niyetimizi, kararımızı ifsâda çalışan şeytanın varlığını da unutmamalı; bütün vakıaları ve sözleri öylece değerlendirmeliyiz.

Her insana dünyadaki imtihanları için tayin edilmiş olan ömür müddetleri, sanki iplere dizilip ellerine verilmiş tesbih taneleri gibidir. İnsanlar kendilerine verilmiş bu tesbih dizisindeki tanelerin sayısını bilmiyorlar, sonuna varmaya daha kaç tanenin kaldığını kestiremiyorlar; fakat dünya hayatları esnasında yaşadıkları her gün ister istemez o tesbih tanelerinin bir tanesini daha çekiyorlar, her gün bu dizinin sonuna biraz daha yaklaşmış oluyorlar…

Acaba biz ömrümüzün günlerine benzetilebilecek olan tesbih tanelerimizi boşa mı çekiyoruz, doluya mı? Boşa çekiyorsak, bize “Yeni baştan” denilecek ve bu tesbih tanelerinin hakkını vererek yeniden çekmek hakkı tanınacak mıdır?

Okul sıralarından geçmiş olanlar bilirler, bazı imtihanlar için birden fazla giriş hakkı vardır. Bazı imtihanlar için ise, sadece tek giriş hakkı vardır.

Misaller âlemi olan “bu dünyanın insanlar için bir imtihan yeri”, ömrün de “imtihan müddeti” olduğu anlaşılıp kabul edildikten sonra, “bu dünya imtihanına tek giriş hakkımızın olduğunu”, bize verilen ömür müddetince bu “tek giriş hakkımızı” kullandığımızı, bu imtihanın da “bir soru bir cevap” şeklinde cereyan ettiğini düşünmeliyiz.

Bu dünyadaki tüm hayat süremizde bize verilmiş akıl emanetiyle bu dünya imtihanının bir hususiyeti de, dünya hayatımız içindeki diğer imtihanların aksine olarak, “defter ve kitabın açılmasının yasak olmaması, istenen cevabın araştırılıp verilebilmesine yardımcı olabilecek her bilgi kaynağına müracaat izninin ve –onun daha da ötesinde- ısrarlı tavsiyesinin bile bize yapılmış olmasıdır.”

Ayrıca, suallerin cevabını bulmak için “imtihan yerindeki diğerleriyle konuşmak, cevabı bilenleri araştırıp onlara sormak, hattâ toplu müzakerelerde bulunmak bile serbesttir ve tavsiye edilmiştir!

Kazananlara mükafatının, kaybedenlere ise cezasının çok büyük olması, bu dünya imtihanının diğer bir hususiyetidir.

Görüldüğü gibi aslında usulleri, kaideleri hiç de ağır olmayan; mükafatı da cezası da çok büyük bir imtihanın içerisindeyiz…

Bu hayat imtihanımız esnasında bizden istenilen “ilim ve dua ile meşguliyeti” ihmâl eder ve bu en mühim imtihanımızı kazanmak için niyet, azim ve gayret göstermezsek, “imtihan olunan yerde yapılması gerekenleri yapmayarak ve yapılmaması gerekenleri yaparak imtihan vakitlerini tüketenlere” benzemez miyiz? Bizim başka herhangi bir imtihan yerinde böyle halleri göstermemiz o imtihan yerinde bulunuş gerekçemize nasıl zıt düşerse, “âkil-bâliğ birer insan olarak bir ömür boyu imtihan yerimiz olan bu dünyada bulunurken ilim ve dua ile tekemmüle çalışmayışımız” da “fıtratımıza ve hakikî insaniyet sıfatımıza” öylesine zıt ve garip bir durum arz eder.

Bu dünya hayatımız esnasında bir okulda kayıtlı olmasak bile, madem ki bize verilmiş akıl emanetiyle bu dünyada yaşadığımız müddetçe devam eden en büyük imtihanın içindeyiz; en mühim mahiyetteki bu talebeliğimizi de mutlaka bilmeli ve bu imtihanda yapmamız gerekenleri mutlaka yapmalıyız. .

“Umumî manâdaki bu talebelik”, gündüz maişetini kazanmak gibi işlerle meşgul olup gece okullarına devam edenlerin talebelikleriyle de kolay kıyas edilip anlaşılabilir. Onlar nasıl ki, muayyen bazı işleri kendilerinin ve bakmakla mükellef olduklarının maişetleri için her gün yapmakla kalmayarak bu işlerden artan zamanlarında kendilerine daha fazla bilgi ve yükselme imkanı verecek bir talebelik programına riayet ederler; bizler de -işçi, memur, esnaf, sanatkâr, tüccar ve hangi meslekten olursak olalım- günlük işlerimizden artan zamanımızı “faydalı ilimlerle meşgul olan bir talebeliğe” tahsis edebiliriz. Böylece ilimle ve bunun yanında  devam edeceğimiz dua ile, her gün bir önceki güne nazaran daha fazla tekemmüle çalışabiliriz.

Atalarımız, “Azmin elinden hiç bir şey kurtulmaz.” sözünü mübalağalı olarak söylemiş ve Allah istemedikçe sadece bizim istememiz yeterli olmamasına rağmen,  insan niyet ve azim ile her gün ilimle meşguliyete de azmetmeye ve buna da zaman ayırmaya çalışmalıdır. “Vaktim yok”, “Akşamları yorgun oluyorum, dikkatimi teksif edemiyorum”, “Televizyonda haberleri ve bir diziyi seyrediyorum”.. vb. sözler bu mevzuda geçersiz bahanelerdir. Çünkü “ilimle ve dua ile meşguliyete” nisbeten çok daha önemsiz işlere günlük yaşayışında yer veren insan istese, ilimle ve dua ile meşguliyete de her gün zaman ayırabilir.

Bu dünya hayatımızda her gün birini daha geride bıraktığımız günlerimizi geçirirken, kendimizin ve bakmakla mükellef olduklarımızın maişetini, sözlü ve fiilî dualarımızla talep etmekten elbette geri kalmamalıyız. Fakat bunun yanında, “bize faydalı olan ilmi” her gün talep etmekle talebeliğimizi de  ihmal etmemeliyiz. Bu “talebeliğimizin icabı” olarak, bize ve aile efradımıza faydalı kitapları bulup günlük hayatımızın münasip zamanlarında okumalı, mevzuları üzerinde düşünmeye ve düşündürmeye çalışmalı; en yakınlarımıza öncelik vererek, onları başkaları ile de paylaşmalıyız. Bizzat -veya o mümkün olamazsa, internet vasıtasıyla- ilim meclislerine iştirak etmeli; faydasız veya günahlı konuşmalarla geçebilecek sohbetleri de “ilim meclisi” haline getirmeye ve bu şekildeki talebeliğimizi, iki cihetle “hayrı tahsille” yapmaya çalışmalıyız.
Prof. Dr. Mustafa Nutku

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: