Tekvînî ve Teklîfî Kanunlar

Kur’ân’ın ortaya koyduğu bir takım usûl ve üslûplar vardır. Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’ın âdetidir ki, bazen tekvînî kanunları, yani kâinattaki şerîat-ı fıtriyye denilen kanunları zikreder. Sonra o tekvînî kanunlar üzerine teklîfî kanunları bina eder. Bazen de evvela teklîfî kanunları sayar, sonra onu takviye etmek için takvînî  kanunlardan bahseder. Kur’an’da bunun sayısız örnekleri vardır.

Rabbimizin kâinatta iki şekilde kanunları ve şeriatı vardır.

  1. İrade sıfatının tecellisi olarak tekvinî kanunlardır ki, âdetullah, sünnetullah, şeriat-ı fıtriye diye adlandırılır. Tabiatperestler bu kanunlara tabiat adını vermişlerdir.
  2. Kelam sıfatının tecellisi olarak teklifî kanunlardır ki, buna şeriat-ı garra denilir.

Her iki  kanuna isyan veya itaat mümkündür. Kanuna isyan ve itaatin elbette bir ceza ve mükâfatı olacaktır. Aksi halde o kanunun bir manası, maksadı  olmaz. Tekvinî kanunların mükâfat ve cezası dünyada, teklifî kanunların mükâfat ve cezası ise ahirette verilir.

Allah’ın kâinatta koymuş olduğu fiziki kanunlar vardır. Yer çekimi kuvveti, suyun kaldırma kuvveti gibi… bunlara kevni (tekvinî) kanunlar denir. Meselâ, bitkiyi sulamazsanız kurur; bu kevnî kanundur. Kâinatta kurulu düzene, fizik kanunlarının bütününe kevni (tekvinî) kanunlar denir.

Teşri’î kanunlar ise, Allah’ın indirdiği dinin hükümleridir. Bunlar, ilâhî hükümlerin icrasından   ibadetler konusuna, insanlar arasındaki münasebetleri düzenleyen kanunlara kadar geniş bir yelpazeye sahiptir.

Teklîfî kaderde iki şeyin varlığına birden inanmak mükellefiyetindeyiz:

Biri: Kader
Diğeri ise: Cüz’-i ihtiyârîdir.

Meselâ, Rahman suresinde Güneş ve Ay’da mevcut olan  tekvinî kanunlar, teklifî kanunlar üzerine bina edilmiştir.

Güneş ve Ay’ın cereyanını belli bir hesap ile nizam altına alan ve bu iki büyük kütleyi tekvinî kanunlarına itaat ettiren kim ise, insanı başıboş bırakmadan bu eşsiz düzenin bir parçası yapan da O’dur. Elbette ki onların fiil, söz ve davranışlarını bir nizam altına alacak ve bu amaçla onlar için kılavuz ve kullanım talimatı gönderecektir. Bu nizamnâme ise, kırk vecihle mu’cize olan Kur’ân ve  en birinci müfessiri olan Sünnet-i Nebeviyye’dir.

Yeryüzündeki bitkileri ve ağaçları kendisine secde ettiren kim ise, insanı da secdeye ve itaate dâvet eden O’dur.

Kur’ân-ı Kerim’de bitkilerin ve ağaçların secde etmelerinden maksat olan;”Esmâ-i İlâhiyeye ayinedarlık etmeleri, o isimleri zikretmeleri, tekvinî emirlere itaat etmeleri ve Zât-ı Akdes’e hamd ile tesbih etmeleri” nden bahsedilirken, insanın kulluk, şükür, tefekkür ve tezekkür vazifelerinden bahsetmemesi hiç düşünülebilir mi?

Evrendeki dakik ve ince hesapları bir kanun şeklinde koyan kim ise, ölçü aletlerinde, kâinattaki tekvinî ve teklifî  adalette ölçü ve mizânı koyan da O’dur.

Kaza ve kanunların, ilâhî takdir ve merkezi, meleklerin meskeni, tekvinî ve teklifî emirlerin kaynağı olması için Rahmân’ın semâyı yükseltmesi nasıl muhakkak ve kat’î ise, o emirlere itaat eden insanın da mânevî derecelere yükseltilmesi o kadar kesindir.

Yerin, göğün, Ay ve Güneş’in, denizlerin,  bitkilerin, yıldızların, semânın, galaksilerin ve her bir mevcudun hakkını veren, ihtiyaç lisanıyla bütün dualara cevap veren, haksızları ve haddini aşanları azap ile terbiye eden hangi irâde ise, teklifî olarak adâlete riâyet eden, Allah ve kul haklarını gözeten, birbirine zulmetmeyen, semâdan inzal buyurulan kanunların her birine boyun eğen ve itaat edenlere mükâfat verecek olan da aynı irâdedir.

Denizlerde devâsa gemileri hareket ettiren, yelkenlerini rüzgarla şişiren kim ise, zerreleri ve çekirdeği ve çekirdek etrafındaki elektronları hareket ettiren de O’dur.

Güneş etrafında seyahat ettirilen Rabbânî gemi olan yerküreye ve karalarda akıp giden nehirlere dikkatimizi çeken kim ise, insanı nizam ve intizam altına alan İlâhî düzene dikkati çeken de O’dur.

Maddî gemileri insana ihsan eden ve güven içinde sahile çıkaran Zât kim ise, mânevî bir gemi hükmünde olan  Kur’ân vasıtasıyla sahil-i selâmete çıkaran da O’dur.

Bütün bu ve benzeri olaylar, cilveler, yansımalar küllî bir kanunun parçaları ve tamamlayıcı cüzleridir.

Bir sineyi halk edemeyen bir pirenin midesini tasarlayamaz. Bir çiçeği yaratamayan baharı halk edemez.

Bütün bunları güç ve kuvvetiyle, ilim ve hikmetiyle ortaya koyan kanun kimin ise, peygamberleri aracılığıyla insanlığa hidâyet ve istikameti gösteren kanun da O’nundur.

Elini ateşin yakmasından nasıl korkuyor ve sakınıyorsa;  günah, isyan ve itaatsizliğiyle cehennem ateşinden korkması ve çekinmesi gereken insanın önünde büyük bir sınav ve deneme soruları her gün zihnini meşgul etmelidir. Aklını başına almalı, ahiret yurduna ve ebedî hayatına yatırım yapmayı asla ihmal etmemelidir vesselâm…

İsmail AKSOY